Reşat Nuri Erol
24.07.2011
07:39
| 10 yıl önce...
"şahıs/lar"
önemli değil,
"lider/ler"
önemli değil...
biz
"tek adam"
partisi, biz
"bilmem ne.. .."
olmayacağız...
biz elbette ki
"anonim akıl"
ile -yani
istişareyle-
hareket edeceğiz...
bu arada zaman zaman ve göstermelik "aklı, teklifi, planı, projesi olanlar getirsin..."
diyenler...
10 yıl sonra...
ne oldular...
ne hale geldiler...!!!
*
Onlar...
40 yıllık
"ADİL DÜZEN MEDENİYET PROJESİ"
ni bilmiyorlar mı?!.
Adil Düzen Çalışanlarının
"ANAYASA ÇALIŞMALARINI"
bilmiyorlar mı?!.
GAVUR
-mecazi anlamda kullanıyorum- gibi biliyorlar, çok çok iyi biliyorlar ama...
Ama... ... "ama" işte "ama"... Siz de "anlayıverin" işte...!!!...??? Yoksa
"SİZ"
de anamadınız mı?!.
***
"Kur'an"
ve
"ilim"
den uzaklaşanların hal-i pür melalleri işte böyle olur...
*
Ve's-selam...
Ve's-selam mea'd-dua.. dua.. dua...
Allah cümlemizin iki cihandaki sonunu hayr eylesin, güzel eylesin...
|
Reşat Nuri Erol
25.07.2011
14:01
| TÜRK DÜŞMANI SARIÇIN (NORVEÇLİ) MASON!
Breivik'in Müslüman düşmanlığının temelinde Türk düşmanlığı var.
Norveç'in Utöya adasında İşçi Partisi'nin kampına katılan gençlerden 86'sını katleden saldırganın, vücudun içinde parçalanmak üzere tasarlanmış, en ağır yaralara yol açan dom dom kurşunu kullandığı bildirildi.
Kamptaki katliamda yaralananların kaldırıldığı Ringriket Hastanesinin baş cerrahı Dr. Colin Poole, cerrahların 16 yaralıya müdahalesinde, yaralıların vücutlarında ufak kurşun parçaları bulduğunu, dış yaraların alışılmadık biçimde ufak ve hafif olduğunu belirterek, ''Bu mermilerin çok vücudun içinde patladığını, merminin bütün enerjisinin dokunun içinde biriktiğini ve çok büyük iç hasara yol açtığını'' vurguladı.
Gözaltındaki, aşırı sağcı ve dinci olduğu belirtilen Norveçli zanlı Anders Behring Breivik, adadaki katliamla saatler önce Oslo'da düzenlenen 7 kişinin öldüğü bombalı saldırıdan da sorumlu tutuluyor.
Öte yandan Norveç polisi, toplam 93 kişinin öldüğü iki saldırının ardından hiçbir yabancı ülkeden ayrı bir polis soruşturması yürütülmesini istemediklerini bildirdi.
Tam Bir Türk Düşmanı' Çıktı
Norveç'in başkentinde 86 insanı öldüren Andrew Breivik, Müslüman düşmanlığının temelinde Türk düşmanlığı olduğu ortaya çıktı.
"2083: Bir Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi" başlıklı günlüğe Andrew Breivik, "Adaletsever Şövalyelerin Komutanı" olarak imza atmış.
"Herkes cesaretlendirildi fakat sonunda kendi dirençlerini nasıl göstermeyi kararlaştırdılarsa öyle oldu. Mücadelenin uzun vadeli olması (50-100 yıl)üzerine özel bir vurgu yapıldı. Bizim görevimiz uzun vadeli bir yaklaşıma katkıda bulunmak ve aceleci davranmamaktı.
Eğer önümüzdeki 10 yıl içinde büyük ölçekli bir saldırı olursa, mümkün mertebe sonraki saldırıların şok etkisinin olmadığını kanıtlayan, hemen akabinde gelen saldırıları bertaraf etmeliyiz. Her 5-12 senede, mevcut güçlere bağlı olarak büyük başarılı bir saldırı olur.
Bu, çabuk kızma huyu olan, öteki sınıflara sağlanan olanakları olmayan ırkçı dazlaklarla dolu basmakalıp "sağcı" bir grup değil fakat tam tersidir. Çoğu başarılı girişimciler, iş ya da siyasi liderler, bazılarının aileleri, çoğu muhafazakâr Hristiyan fakat aynı zamanda agnostik ve hatta ateist olanlar."
Nasıl daha fazla kişiye ulaşabileceğini anlatan onlarca sayfadan sonra birçok alıntı yapılarak derleme şekilde oluşturulmuş manifesto diye anılan bu yazıya, kendisi compendium, yani özet diyor ve bu yazı 3 bölümden oluşuyor.
"Siz, tüm Müslümanların savaşçı, Cihatçı olmadığına inanıyorsunuz ama eğer bir Müslüman Cihad'a katılmıyorsa, zaten Müslüman değildir"
VİYANA'DA DURDURULAN TÜRKLER, BU KEZ FARKLI YOLLARDAN GELİYOR
Detaylı bir İslam tarihinin anlatıldığı manifestoda Araplardan çok yüzlerce sayfa Türk tarihinin; İstanbul'un fethi sırasında Ayasofya'ya giren müezzinden, Asurlular soykırımını başlatan Kürtlerin adlarına kadar, tüm ayrıntılarına yer veriliyor. Viyana'da durdurulan Türklerin farklı yollardan çoğunluk sağlama gayretinde oldukları da anlatılıyor.
Avrupa ve Avrupalılara öz eleştiri yapılan kitapta; Ermeni soykırımında Almanların rolü, Kosova veya Bosna'daki nüfus artışının
Osmanlı öncesi ve sonrasındaki istatistik analizleri gibi enteresan tespitlere yer verilmiş. Avrupa Birliği'nin sebep olduğu handikaplardan bahsedilen ikinci kısımda "Avrupa Birliği sesimizin daha çok çıkmasını sağlamadı, aksine farklı sesler büyüklerin altında ezildi, çok homojen ve ılımlı bir yorum çıktı ortaya" sözleri yer alıyor.
Manifestosunun son kısımlara doğru nükleer santrallere saldırıdan, 3. dünya savaşı senaryolarına kadar pek çok şey var, örneğin bir yerde "Avrupa Rusya ile işbirliği yapmalı, Türkiye-Pakistan bağlantısı kesilmeli ki, nükleer güç Türkiye'nin eline geçmesin, ayrıca özellikle doğu Türkiye'de yaşayan azınlıklar gücü bölmek için silahlandırılmalı/ayaklandırılmalı." İfadeleri yer alıyor.
MÜSLÜMANLARIN İLK HEDEFİNDE FRANSA VAR
Başlıca hedefinin Sosyal Demokrat partinin yıllık toplantısı olduğunu yazan Breivik, Avrupa'da hedef alınacak ülkelerin de listesini yaptığını, ülkelerde yaşayan Müslümanların sayısına göre yapılan sıralamada Fransa'nın ilk sırada olduğunu söylüyor.
Norveçlileri ve Avrupa'yı Müslüman göçmenlere ve çok kültürlülüğe karşı savaşa çağırıyor ve göçmen ve Müslümanlara karşı yapılacak savaşta, bir milyondan fazla kişinin ya öleceğini ya da yaralanacağı tahmininde bulunuyor.
TÜRK DÜŞMANLIĞI MANİFESTOSUNUN TEMELİNİ OLUŞTURUYOR
Dikkat çekici bir başka paragraf ise:
"Türk tarihini araştırın ve karşılaştırın... Bir ülkeden umulan, "soykırım" diyen aydınlarını ve gazetecilerini öldürmenin, aynı katillere şeref verdiğini unutmamasıdır. Bir ülkeden umulan, "Türklüğe" ve "Türk" olan tüm azınlıklara hakaret etmeye cüret
eden gazeteci, yazar ve fikir adamlarının konuşmalarını kısıtlaması, hapis ve para cezasına çarptırmasıdır. Yüzyıllarca pişman olunmayan cinayet ve ihlalleri ile, Türkiye Avrupa Birliği'ne girmek için uygun mu yoksa hala "Avrupa'nın hasta adamı mı?".
Türkiye'nin AB üyeliğine destek veren bütün AB ve ulusal düzeyde parlamenterlerin, üzerinde haç olan bir kazak giyerek bütün Türk ülke sınırlarını gezmesi ve katledilmelerinin veya dövülmelerinin ne kadar zaman aldığına bakmaları gerek. O zaman Türk Müslümanların ne kadar toleranslı olduklarına kendi gözleriyle şahit olacaklar.
Manifestosunda, yapılacak eylemlerin en büyük amaçlarından birinin manifestolarını pazarlamak olduğunu söyleyen ANDERS Behring Breivik:
'A ve B kategorilerinde vatan hainleri ile dolu bir binayı havaya uçurursak, bu sadece öldürme amaçlı değildir. Operasyonumuzun önemli bir parçası, hareketimizin ve ideolojimizin farkındalığına zorlamaktır. Temsil ettiğimiz ideoloji, Avrupa halkına satmak istediğimiz üründür.' diyor.
Breivik'in 7 Temmuz'da twitter sayfasında yer alan tek ileti, İngiliz filozof John Stuart Mill'in "İnançlı bir insanın gücü, kanaatleri olan 100.000 insanın gücüne eşittir.'' sözleri yer alıyordu. Facebookta kendisini 'Hıristiyan' ve 'muhafazakâr' olarak tanıtan
katil başka bir sitede, "Bugün siyaset sosyalizme karşı kapitalizm değil, milliyetçiliğe karşı uluslarararasıcılıktır" diye yazmış.
'Topraklarımızı kurtarmak için Türkiye ile savaşmalıyız'
Norveç'in başkenti Oslo'da ve yakınındaki adada cuma öğleden sonra 93 kişiyi katleden Anders Behring Breivik, manifestosunda Türkiye'nin AB üyeliğinin desteklenmesini, cihadın desteklenmesi ve Avrupa milletinin yok olması olarak nitelendiriyor. Kuzey Kıbrıs ile Türkiye'nin Doğu ve Batı Anadolu kesimlerinin tekrar Hıristiyanlaştırılması için savaş açılması gerektiğini savunuyor. Norveç katliamcısı, Türkiye'yi de ziyaret etmiş.
Oslo'da 93 kişiyi katleden Breivik'in manifestosu Osmanlı'ya yüzlerce atıfla dolu. Manifesto, Hıristiyan bir köktendincinin bütün tarihi nasıl Müslüman-Hıristiyan çatışması açısından yorumladığını gözler önüne seriyor. 1.518 sayfalık manifestoda Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Türklerinin Breivik için bir fikr-i sabite dönüştüğü görülüyor. Günlüklere göre Norveç katliamcısı, Türkiye'yi de ziyaret etmiş.
Osmanlı tarihini, dini azınlıklar açısından didik didik eden Breivik, Haçlı Seferleri'nin "nefs-i müdafaa"dan kaynaklandığını, Selçuklu ve Osmanlı Türklerinin Hıristiyan alemini fethetme ihtirasına karşı başlatıldığını savunuyor... Tarih boyunca Türklerin milyonlarca Hıristiyan'ı katlettiğini, devşirme sistemi ile yüz binlercesini İslamlaştırdığını uzun uzun iktibaslarla anlatan Breivik, Türkleri dünyanın "en soykırımcı milletlerinden" biri olarak tasvir ediyor. Norveç katliamcısına göre Türk milleti Ermeniler, Rumlar ve Asurilere "soykırım" yaptı.
Tanzimat, Islahat Fermanı, II. Abdülhamid, İttihad ve Terakki dönemi ile birlikte Enver, Talat ve Cemal paşaları uzun uzun analiz eden Breivik, Atatürk'ü de yakından inceliyor. 147. sayfadan 187'ye kadar Osmanlı'yı analiz ettikten sonra bu bölümü şöyle bitiriyor: "Erdoğan'ın Türkiye'yi tekrar İslamlaştırma çabaları şeriatla idare edilecek, cihatla Avrupa'nın tam kalbine kurulacak ülkenin Osmanlı geçmişine dönüşü ile tamamen tutarlıdır. Hem Erdoğan hem 10 yıl önce başbakan olan dindar Erbakan, 1950-1960'tan bu yana devam eden Türkiye'nin İslami sosyal-siyasi uyanışının ileri safhasına işaret eder. Menderes hükümeti oy uğruna Müslümanların dini hissiyatına oynamış; tarikatlara tekrar müsaade etmiş ve cami inşaatlarına hız vermiştir. Türkiye'nin AB üyeliği reddedilmelidir."
Türkiye için Sevr'i uygulamalıyız
Breivik, 235. sayfadan itibaren ise II. Viyana Muhasarası'nı uzun uzun Hıristiyan perspektiften ele alıyor ve ardından Bosna ve Kosova'yı İslamlaştırdığı için Türkleri tekrar itham ediyor. 313. sayfadan itibaren büyük bir Avrupa Birliği, BM, AİHM düşmanı olduğu ortaya çıkıyor. Bir an evvel AB'nin imha edilmesi gerektiğini savunuyor. 723. sayfadan itibaren Atatürk'le ilgili yorumlar yapan Breivik, "Atatürk yaklaşımının" başarısız olduğunu, ülkenin 1923'ten sonra ordunun gücüyle laik olduğunu, ancak 70-80 yıl sonra "şeriatın" geri geldiğini iddia ediyor. Avrupa'nın kaderinin Türkiye'nin AB'ye üye olup olmayacağına bağlı olduğunu savunan Breivik, üye olması durumunda Türkiye'nin kulübün en büyük ülkesi olacağına işaret ediyor.
Türkiye'nin üyeliğini destekleyen AB yetkili ve milletvekillerine üzerinde haç olan bir tişörtle ülkenin kırsal kesimine gitmelerini tavsiye eden Breivik, bu insanların ya dövüleceğini ya da öldürüleceğini iddia ederek böylece Türk Müslümanlarının ne kadar hoşgörülü olduklarının ortaya çıkacağını belirtiyor.
Türkiye'nin üyeliğinin desteklenmesini 'cihat'ın desteklenmesi ve Avrupa milletinin yok olması olarak nitelendiren Norveç katliamcısı, "Bizi yok etmek isteyen bir ülke ile neden ilişki kuracağız?" diye soruyor. Yeni bir küresel güvenlik örgütünün kurulmasını, bütün Hıristiyan, Budist ve Hindu ülkelerin bu İttifak'a girmesi gerektiğini vurguladıktan sonra "Eğer ABD, Türkiye ve Arnavutluk'u NATO'dan kovmayı kabul ederse NATO hayatını sürdürebilir." diyor.
'Avrupa'nın toprak talepleri' isimli bir altbaşlıkta ise KKTC olarak bilinen toprakların Rumlara, Batı Anadolu olarak isimlendirilen bölgenin Yunanistan'a, Doğu Anadolu olarak bilinen toprakların Ermenistan'a verileceği, bu topraklardaki bütün Türklerin Orta Anadolu'ya tehcir edileceği belirtildikten sonra Sevr Antlaşması'na atıf yapılıyor. Kuzey Kıbrıs ile Türkiye'nin Doğu ve Batı Anadolu kesimlerinin tekrar Hıristiyanlaştırılması için savaş açılması gerektiğini kaydeden Breivik, askeri harekatta öncelikle Pakistan'ın nükleer silahlarının imha edilmesi gerektiğini, aksi takdirde Pakistanlıların bu teknolojiyi Türklere vereceğini iddia ediyor.
zaman, haber365
***
BİR YORUM...
gladio ve masonluk
avrupa da gladio nun bittiği ve tasfiye edildiği yazılıyordu senelerdir.bunun doğru olmadığını görüyoruz.işte bu da en son kanıtı.almanya da ki neo-nazi ler ve diğer avrupa ülkelerinde ki müslüman-türk düşmanlığının körüklenmesi ve eyleme geçirilmesi hep gladio nun sokak örgütlenmelerinin ürünüdür.kimse bu insanların tesadüfen biraraya gelip saldırı planladığını söylemesin..hepsi gladio tarafından yönlendirilmektedir.1990 lardaki bosna katliamları ile başlayan süreç,bugün halen devam ediyor.bu katliam fikirlerinin gelişiminde belgrad mason locasının etkisini biliyoruz.ve oradan yetişen sırp kasaplarınıda biliyoruz. tabi perde arkasında yine satanist kara aristokrasi yi görüyoruz. sagopa kajmer / 25 Temmuz 2011 12:17
|
Reşat Nuri Erol
25.07.2011
14:09
| İNGİLİZ MEDYASINDAKİ İDDİA!
İngiliz gazeteleri, Norveç'te 100'e yakın kişiyi katleden saldırganın, İngiltere'de suç ortakları olduğunu ve grubun Tapınak Şövalyeleri ile bağlantılı olduğunu yazdı.
Norveç'in başkenti Oslo'da ve Utöya Adası'nda 100'e yakın kişinin ölümüne neden olan 32 yaşındaki Anders Behring Breivik'in İngiltere'de suç ortakları olduğu öne sürüldü.
İngiliz güvenlik güçleri Norveçli saldırganın olası suç ortaklarının peşine düştü.
İngiltere'de yayımlanan Daily Telegraph gazetesine göre Brievik, Londra'da yazdığı düşünülen manifestosunda akıl hocası olarak Richard adlı bir kişiden bahsediyor.
Kendisini Ortaçağ'daki Tapınak Şövalyelerinin takipçisi olarak tanıtan Brievik, 2002 yılının Nisan ayında Londra'da aşırılık yanlısı iki İngiliz vatandaşının ev sahipliğinde sekiz kişinin katıldığı bir zirvede bu görevi üstlendiğini iddia ediyor.
Ayrıca İngiltere'de aşırı sağ İngiliz Savunma Birliği EDF ile temas halinde olduğunu da belirtiyor.
Londra Emniyet Müdürlüğü de saldırganın son yıllarda Londra'yı ziyaret edip etmediğini ve benzer saldırılar planlamaya hazırlanıyor olabilecek daha büyük bir ağın parçası olup olmadığını araştırıyor. Zira Brievik, "İslam'a hoşgörüyle yaklaşan hükümetleri devirmek üzere kendisini örnek alabilecek ve tek başına hareket edebilecek 80 kadar kişi" olduğundan bahsediyor.
Times gazetesi de, Norveçli zanlı Brievik'in "2002'de Londra'da oluşturulan ve Avrupa çapında hücreleri olduğu anlaşılan modern haçlı şövalyeleri ağının parçası" olduğu iddiasına yer verdi.
Times, "Tarihin en korkunç toplu katliamlarından birinin sorumlusu" diye nitelediği Brievik'in, çevresine uyumsuz, etrafa grafitiler yapan ve en yakın arkadaşı Pakistanlı olan bir kişi olmaktan çıkıp İslam karşıtı bir katile dönüştüğünü yazıyor.
"Pakistanlı çetelerle takılan, ancak daha sonra defalarca dayak yiyince okula odaklandığı iddia edilen Brievik'in manifestosu, İngiltere'yle sıkı bağları olduğunu ortaya koyuyor.
"Saldırgan manifestoda adını İngilizleştirip Andrew Berwick olarak kullanırken 'Londra, 2011' notunu düşmüş. Manifestoda geçen 2083 ise Breivik'in gözünde 'Batı Avrupa'daki Marksist - çok kültürcü seçkinlere karşı nihai darbe' tarihine işaret ediyor."
aktifhaber
|
Reşat Nuri Erol
25.07.2011
14:15
| [Haber Analiz - Kerim Balcı]
Katilin akıl hocaları
Kerim Balcı - 25.07.2011
***
Anders Breivik belki bir şizofren, ama 2083: Bir Avrupa Bağımsızlık Deklarasyonu adlı manifestosu onun şizofrenisinin psikolojik değil, toplumsal, medyatik ve akademik kaynaklı olduğunu gösteriyor.
***
Breivik sözde ifade özgürlüğü kapsamında İslam'la alakalı yapılmış bütün eleştirileri, iftiraları, İslamofobik söylemleri birleştirerek şiddet yanlısı bir anti-Marksist ideolojiye dönüştürmüş. Manifestosu Breivik'in fikir mimarları olan Bat Ye'or, Robert Spencer, Abdullah el-Arabi, Walid Shoebat ve Serge Trifkovic'in de hayatlarını kaybeden Norveçlilerden sorumlu olduklarını ortaya koyuyor. Breivik'in sıklıkla atıfta bulunduğu Fjordman'ın gerçek bir şahıs mı olduğu, yoksa Breivik'in bir müstear ismi mi olduğu ise henüz belli değil. Eğer Breivik'ten farklı bir kişiyse Norveçli olduğu bilinen Fjordman'ın ismi suçlular listesinde Bat Ye'or'dan hemen sonra geliyor.
Breivik'i ABD ve Avrupa'nın demografik yollarla İslam'ın işgaliyle karşı karşıya olduğuna inandıran kişi Mısır doğumlu, İngiliz yazar Bat Ye'or olmuş. Asıl adı Gisèle Littman olan Bat Ye'or (İbranice Nil'in Kızı) İslam ve İslam'da zımmî hukuku üzerine yaptığı eleştirel çalışmalarıyla bilinen bir akademisyen. Ye'or 2005 yılında akademik kariyerine ağır bir darbe indiren Eurabia: The Euro-Arab Axis (Avrabistan: Avro-Arap Ekseni) adlı kitabını yayınladı. Ye'or 1970'lerden bu yana Avrupa devlet başkanları ile Arap dünyası liderlerinin İsrail düşmanlığı ve Amerika'ya karşı mücadele konusunda uzlaştıklarını ve ortak bir dış politika yürüttüklerini iddia ediyordu. Bu tarihten itibaren Fjordman adındaki bir Norveçli blogcu şimdi kapalı olan kendi blogunda, Gates of Vienna (Viyana'nın Kapıları), Jihad Watch (Cihat Gözetleme), The Brussels Journal (Brüksel Günlüğü) gibi web sitelerinde Defeating Eurabia (Avrabistan'ı Yenmek) üst başlığı altında makaleler yayınlamaya başladı. Fjordman'ın gerçek kimliği hiçbir zaman bilinmedi. Ancak Fjordman makalelerini 2008 yılında kitap olarak bastırıp The Brussels Journal üzerinden pazarlamayı başardı.
breivik'i kimler azmettirdi?
Breivik'in önemli bir fikir hocası da Jihad Watch sitesinin yöneticisi olan Robert Spencer. Spencer, Bat Ye'or'un Avrabistan tezini ortaya attığı yıl The Politically Incorrect Guide to Islam (And the Crusades) (İslam (ve Haçlı Seferlerinin) Siyaseten Uygun Olmayan Rehberi) yayınlıyor. İslam ve Hazreti Muhammed hakkında bir dizi hakaret içeren kitaptan sonra 2010 yılında Pamela Geller ile birlikte SIOA (Stop Islamization of America - Amerika'nın İslamlaştırmasını Durdurun) derneğini kuran Spencer, Geller ile birlikte Obama Yönetimi'nin Amerika'yla Savaşı adlı bir kitap da yayınlıyor. Spencer yazılarında Bat Ye'or ve Fjordman'dan övgüyle bahsederken, Breivik de Spencer'den sık sık alıntılar yapıyor.
Walid Shoebat kendi iddiasına göre bir zamanlar Müslüman ve FKÖ üyesi olan bir İsrail taraftarı Amerikan vatandaşı. Hıristiyanlığı benimsediği iddiasıyla Amerikan vatandaşlığı alan Shoebat'ın hayat hikâyesi ile alakalı anlattığı hemen her şey şüpheli. Shoebat El-Kaide'nin Hazreti Muhammed'in vazettiği İslam olduğu, gerçek İslam'ın kılıç dini olduğu gibi tezleriyle tanınıyor. Serge Trifkovic, Sword of the Prophet (Peygamberin Kılıcı) adlı İslam karşıtı eseriyle bilinen bir Sırp akademisyen. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı tarihini bir şiddet ve aşağılama tarihi olarak yorumlayan Trifkovic, Breivik'in Bosna'da yaşanan Müslüman katliamını haklı bulmasını sağlayan kişi.
Abdullah el-Araby de gerçek kimliği bilinmeyen ve Islamization of America (Amerika'nın İslamlaştırılması), Islam Unveiled (Gerçek İslam) ve Snatched from the Lion's Jaws (Arslanın Çenesinden Kaçış) adlı kitapların yazarı. Bu son kitapta Abdullah el-Araby radikal İslamcı bir örgütün "emir"liğinden Hıristiyanlığa nasıl döndüğünü anlatıyor. İşin ilginç tarafı bu isimlerin tamamı 2006 yılında Quixotic Media tarafından yapılan Islam: What the West Needs to Know (İslam: Batı'nın Bilmesi Gerekenler) adlı İslam karşıtı belgesel filmde görüşlerine başvurulan kişiler olarak buluşuyorlar. Filmde olmayan iki isim var: Breivik ve Fjordman. Bu ikisi de muhtemelen aynı bedende filmin izleyicileri arasında yerlerini alıyorlar. Breivik'in birincil hocaları bunlar. Ama ilham kaynaklarının içinde Türkiye'nin AB üyeliğiyle Avrupa'yı ele geçireceğini iddia eden Andrew G. Bostom, Erdoğan yönetimindeki Türkiye'nin şeriat ilan edeceğini iddia eden Frank Gaffney ve İslam'la Batı arasında aşılamaz bir karşıtlık olduğunu söyleyen Daniel Pipes, Bernard Lewis ve Lorenzo Vidino gibi bir dizi İslamofobik entelektüel bulunuyor. Şimdi sormak gerekiyor: Tetikçi Anders Breivik'i azmettirenler kimler?
|
Reşat Nuri Erol
25.07.2011
14:33
| Türkiye yıllardır Avrupalı olmak için yalvardıktan sonra, tekrar “Osmanlı” olmak istiyor. Avrupalı olmak istiyorlardı ve biz onlara izin vermedik.
Türkiye, geleceğini artık Avrupa’da görmüyor
Josep Pique(*)
Coğrafya değişmez, hep vardır. Şu iki görüşe bakılmaksızın milletlerin dış politikalarını yorumlamak imkânsızdır: Coğrafya, komşuluğu ve stratejik çıkarları tayin ederken tarih ise müttefikleri, hasımları ve ihtirasları işaret eder.
Örnekler çoktur. Rusya, her zaman, Baltık kıyılarını genişletmek ve aynı zamanda Karadeniz’i kontrol etmek, Kafkasya’yı ve Hazar’ı yönetimi altında bulundurmak, Orta Asya’yı denetimi altına alarak sonrasında Sibirya’yı Japon Denizi'ne kadar topraklarına dâhil etmek ve her zaman Orta ve Doğu Avrupa’yı hegemonyasında tutmak arzusunda oldu.
Çar Büyük Petro ve Çariçe Katerina, bu imparatorluk hayalinin açık bir şekilde temsilcileri oldular. Fakat bu paradoksal hırs, Bolşevik devriminden sonra Sovyetler Birliği’nin (yirmi sene önce on beş ülkeye ayrıldı) kurulması ve uydu ülkeler diye adlandırılan devletlerin politik bağlılığı ile -Brejnev’in ünlü deyişiyle “sınırlı egemenlik”- Varşova Paktı adı altında son buldu.
Belirgin örneklerle devam edecek olursak “izole ada”Japonya, komşuları olan Rusya ve Kore’ye karşı yaşam alanı aradı. Sonrasında Pasifik’e doğru açıldı ve sonrasında da geçen yüzyılın ortalarında Birleşik Devletler ile çarpıştı ve bu her ikisine de çok pahalıya mal oldu. Özellikle Japonlar, Hiroşima ve Nagazaki trajedileri ile bunu çok pahalıya ödediler. Birleşme sonrasında hepimizin bildiği korkunç sonuçlarıyla "yaşam alanı (lebenstraum)" arayan Almanya gibi.
Diğer bir örnek de Büyük Britanya için bir tehdit olabilecek (İspanya, Fransa veya Almanya gibi) ve deniz üstünlüğü ile deniz yollarının kontrolünü problem hâline getirebilecek bir Avrupa devletinin güçlenmesi ihtimalini zayıflatma amaçlı İngiliz siyasetidir. Sömürge siyasetine bakarsak önemli olanın, Cebelitarık’tan Mayorka’ya, Malta’ya veya Kıbrıs’a kadar olan bu kontrolü garanti altına almak olduğunu görürüz. Tarihte birçok örnek var. Güneydoğu Asya’daki Endonezya’dan, Güney Amerika’daki Brezilya’dan veya Afrika’daki Güney Afrika Devleti'nden bahsedebiliriz.
Ancak bugün sizlere tarihin tekerrür ettiği başka bir olaydan bahsetmek isterim. Türkiye’yi kastediyorum. Neredeyse yüz yıldır çöküşte olan ama bugün gelişen bir ülke. Avrupa, onu küçümseyerek ve düşüncesiz bir şekilde, bazıları doğru bazıları yanlış bin bir bahane ile ona kapılarını kapattı. Buna hemen geri döneceğim. Fakat şimdi tarihi hatırlatmakta fayda var. Çünkü tarihî olarak Müslüman dünyasının birleştirici bir unsuru olan Osmanlı İmparatorluğu, hiç şüphesiz yüzyıllar boyunca Anadolu'dan çıkan mükemmel bir siyasi varlık oldu: Babıali’den yönetilen imparatorluk.
Muhtemelen de biz Avrupalılar, 1453’te Bizans’ın çökmesinden 18. yüzyıla kadar Osmanlıların, Küçük Asya’ya, Kuzey Afrika’ya, Orta Doğu’dan Cezayir, Mezopotamya, Kızıl Deniz, Arap Yarımadası (Mekke dâhil), Karadeniz ve Avrupa’nın büyük bir bölümüne (Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Ermenistan ve Macaristan ile elbette ki Balkanlar) kadar hâkim olduklarını unuttuk. Osmanlı yayılması, 16. yüzyılda Muhteşem Süleyman döneminde, Viyana ve Venedik kapılarına kadar vardı. O zamana kadar durdurulamayan Türk yayılmacılığının önünü kesmekten başka bir sonuç getirmese de İspanya, Papalık ve Venedik ittifakından oluşan filo, 1571’de, Korinthos Körfezi’ndeki Lepanto’da Türkleri yendi.
Yayılmacılık, sadece askerî açıdan değil hiç şüphesiz dinî açıdan da oldu. Aynı zamanda ekonomik, siyasi, ideolojik ve kültüreldi. Bir hegemonya iradesinin açık tezahürü. Ek bir bulgu daha: Boyunduruğu altındaki Arap dünyasıyla birlikte Şiilik karşısında Sünniliği savunarak Pers (bugünkü İran) tehdidine karşı koymak…
Habsburgların Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na, Çarlık Rusya’sına, Perslere (İran) ve net olarak da Katolik Avrupa’ya karşı koyarak... Arapların bakış açısıyla, Osmanlılara karşı verilen savaştan başka bir şey olmayan Haçlılara karşı durarak.
Tarih tekerrür ediyor. Çünkü bugün Türkiye, zamanında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün ve Birinci Dünya Savaşı’nın kaybeden güçleriyle ittifakının ardından Mustafa Kemal'in belirlediği çizgide, yıllardır Avrupalı olmak için yalvardıktan sonra, tekrar “Osmanlı” olmak istiyor. Avrupalı olmak istiyorlardı ve biz onlara izin vermedik. Sivil otoritenin askerî otorite üzerindeki üstünlüğü veya devletin dinî karakteri gibi bizim için çok belirgin konuları halletmeleri gerektiği doğrudur. Bu istekleri konusunda asla bize açık şeyler söylemediler.
Ancak biz, önlerine Avrupa olarak özellikle de -Fransa ve Almanya- mümkün olan bütün engelleri koyduk. Sonuç aşikârdır: Türkiye, geleceğini artık Avrupa’da görmüyor. Bunu, tarihteki yerini yeniden elde etmekte görüyor. Hegemonyasını Arap ve Müslüman dünyasına yayarak ve diğer ülkeler için “ayna” olarak... İnşallah Tunus veya Mısır için öyle olur. Ancak önemli olan Türkiye’nin yüzde 9 büyümesi ve yeniden büyük bir güç olacağıdır.
Avrupalı olmasını istemediğimiz için -ki büyük hata- onu, Batı’nın yanına çekelim. Umarım henüz vaktimiz vardır.
(*)İspanya Dışişleri Eski Bakanı / İspanya'da yayınlanan La Vanguardia, 9 Temmuz 2011 / Tercüme: Turquie Diplomatigue
|
Reşat Nuri Erol
26.07.2011
06:26
|
Taha Kıvanç
Norveçli Haçlı'nın Manifestosu'nu sizler için inceledim...
*
Eylemleriyle 100'e yakın insanın canını alan Anders Behring Breivik'in İslâm-karşıtı bir Norveçli olduğu ortaya çıktığı andan itibaren dünya medyasını artan bir dikkatle izliyorum.
Eylemci Norveç'te yaşayan bir Müslüman olsaydı herhalde en az on misli daha heyecanla verirlerdi bu haberi...
Tekil bir eylem değil bu, bakarsınız başka ülkelerden arkası gelebilir...
Hayatının son beş yılını her ânını en ince ayrıntısına kadar planlamaya ayıran Breivik, üyeleri Batı dünyasının dört bir tarafına yayılmış bir örgüt adına işledi cürmünü...
Oslo'daki eyleme '1. Yeni Haçlı Seferi' de diyebiliriz.
Breivik 2002 yılı Nisan ve Mayıs aylarında Londra'da yapılan bir toplantıya katılmış... Avrupa Tapınak Şövalyeleri toplantısına... "Toplantıya Norveç delegesi olarak katıldım ve beni 8. Şövalye yaptılar" diyor, şimdilerde herkesin haldır haldır okuduğu 1500 sayfalık manifestosunda...
Kendisine bazı uzun-erimli görevler verilmiş; bunlardan biri, toplantıda konuşulanlardan hareketle bir manifesto yazmakmış... "Bu görev iki kişiye verildi, biri bendim" diyor Breivik... Artık Avrupa'da bir Haçlı milliyetçiliği başlatacaklarmış... Çalışma biçimlerini de şöyle anlatıyor: "Herkesin bir kod-adı var, benimki 'Sigurd' (Haçlı); bağlı olduğum Üstad'ın ise 'Aslan Yürekli Rişar' anlamına 'Richard'; buradakilerin en genci benim."
'Şövalye' yapıldığında henüz 22 yaşında olmalı Norveçli 'Haçlı'...
On yıl kadar önce üstlendiği görevi cuma günü başarıyla yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Onca yıl kendisini kem gözlerden saklamayı bildi. 1500 sayfalık manifestosunu kaleme aldı. Bomba için gerekli malzemeleri ve ölümcül silâhları temin etti. Günü geldiğinde de bombayı patlattı, çocukları öldürdü...
Manifesto bildik 'İslâm-karşıtı' tiplerin yazıp söylediklerinin bulamacı... Breivik de bunun farkında. Bir yerde, "Üstlendiğim eylem yüzünden işleyeceğim günah yanında başkalarının düşüncelerini çalmamın lâfı mı olur?" diye soruyor... Kaleme aldığı metinde görüştüğü, düşüncelerini paylaşan onlarca isim sayıyor, ama kendisi gibi Londra toplantısına katılmış ve 'uzun-erimli eylemler' için hazırlanmakta olan 'Tapınak Şövalyesi' diğer kişilerden hiç söz etmiyor...
İşe bakın ki, Norveç yetkilileri, kolayca erişilebilen 'Manifesto'da isimleri geçen kişileri henüz sorguya bile çekmedi.
Belki de bir 'yalnız şövalye'dir Breivik, kendisine yakıştırdığı misyonu paylaşan başka birileri yoktur... Akla gelen ilk düşünce bu. Ancak yanlış bir düşünce. Breivik'in çok-uluslu bir örgütün savaşçısı olduğunu, kendisinden başka savaşçılar da bulunduğunu, onların da kendi çevrelerinde eylemlere hazırlandığını 'Manifesto'dan öğreniyoruz...
Meselâ 2009 Noel'inde kaleme aldığı şu satırlardan: "Bir İsveçli Neo-Nazi örgütün ülkelerindeki A ve B grubundan hâinlere suikast girişiminde bulundukları iddiasını okudum. Bir Nazi armasını çaldıkları için yakalanmışlar. Hmmm... Bu tiplerin gerçekten Nasyonal Sosyalist mi, yoksa kültürel Marksist propagandaların bir unsuru mu olduklarını hep merak ettim. Belki de benim gibi Tapınak Şövalyesi'dirler, kardeş hücrenin mensupları??? Sanırım bunu isimleri yayınlanana kadar öğrenemeyeceğim."
Yine de kuşkulu. Şundan: "Eskimiş, geleneksel ve kolayca anlaşılabilir hiyerarşik bir askeri hücre modeli kullanıyorlar; bu da onların bizim direniş grubumuzla ilgisi bulunmayan eski model bir yapı olduğuna işaret ediyor..."
Neye hazırlandığı anlaşılmasın diye günlük hayattan bütünüyle kopmamış Breivik; dostlarının yaş günlerine, çağrıldığı davetlere katılmış... Bir davette kendisi dışında hemen herkesin 'Şövalye' olarak savaşmaya yemin ettiği kafa yapısında aydınlar olduğunu fark edince şunları düşünmüş: "Konuklardan birinin Norveç ve Avrupa Direniş Hareketi'yle irtibatlı bir örgütün Tapınak Şövalyesi olduğunu bilselerdi ne olurdu acaba? Herhalde hemen dışarı atarlardı beni. Bunu anlayışla karşılıyorum; çünkü böyle örgütlerle veya o örgütlerin üyeleriyle herhangi bir ilişkileri olsaydı kariyerleri sona ererdi..."
Türkiye'yi de yakın takibi altında tutmuş Norveçli Haçlı; kendisi gibi Tapınak Şövalyeleri'nin yeniden ortaya çıkmasını Osmanlı İmparatorluğu'nun ihya edilmekte olduğu vehmine bağladığı anlaşılıyor. Manifestosu'na koyduğu '2083' tarihi Osmanlı'nın 2. Viyana Kuşatmasının 400. yıldönümü zaten...
Silivri'de görülmekte olan 'Ergenekon' davasının özünü iyi kavramış: "Ergenekon neden hükümeti deviremedi?" sorusundan kendisine de pay çıkarıyor: "Gizli faaliyet için şebeke çok büyük, mensupları çok cesur hale gelmiş... Hücreler, birbirleriyle haberleşirken, tedbir disiplinini elden bırakmışlar."
Norveç'te Anders Breivik ilk 'Güncel Haçlı eylemi' ile ortaya çıktı. Yayımladığı 'Manifesto' başka ülkelerdeki öteki Tapınak Şövalyeleri'nin kendisini takip edeceği izlenimini veriyor...
***
26 Temmuz 2011, Salı
|
Reşat Nuri Erol
26.07.2011
06:33
| Abdülhamit Bilici
***
Breivik'in gelişi belliydi!
Dilimizde bu tür durumları anlatmak için harika bir söz var: Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.
Bu sözde olduğu gibi, çoğu çocuk yaşta neredeyse 100 insanı acımasızca katleden İslam ve yabancı düşmanı Norveçli Breivik'in gelişi de belliydi.
İslam, göçmen ve yabancı düşmanlığının, siyasetin merkezine taşındığı; faşist partilerin iktidar ortağı ya da alternatifi haline geldiği 11 Eylül sonrası Avrupa'daki zehirlenmenin bu tür sonuçlar doğurması ihtimalinden hep korkuluyordu. Zira, ırkçı Le Pen'in Fransa'da ciddi ciddi devlet başkanı adayı olarak ortaya çıktığı; İsviçre'de minare gibi temel haklarla ilgili bir konunun referanduma götürüldüğü; faşist partilerin Avrupa Parlamentosu'nda bir grup oluşturacak büyüklüğe ulaştığı; Hollanda gibi belki bir zamanlar dünyanın en özgür ülkesinde faşist partinin iktidar ortağı haline geldiği; eşit vatandaşlık, çok kültürlülük, demokrasi gibi kavramların anavatanında sorgulandığı bir coğrafya haline geldi Avrupa.
Yabancı düşmanlığı ve İslam karşıtlığı öyle dozlara çıktı ki, Avrupa Konseyi ve AGİT bünyesinde İslamofobi problemini ele alan birçok çalışma yapıldı; rapor hazırlandı. Sırf bu problemle ilgilenmek için birimler oluşturuldu. İslam Konferansı Örgütü, İslamofobik vakaları izlemek için özel bir yapılanmaya gitti. Entelektüel alanda Samuel Huntington ve onun çeşitli siyasi, etnik, dinî takipçilerinin öncülüğünü yaptığı medeniyetler çatışması tezine karşı prim vermemek için Avrupa'yı genel olarak günah keçisi ilan etmek doğru değil. Ancak en azından Norveç faciasından sonra, Avrupa'nın bir iki asırdır geliştirip insanlığa sunduğu değerlere taban tabana zıt gelişmeler karşısında yeterince dikkatli olmadığını; bu tür fikirleri gayrı meşru ilan etmek yerine, merkez siyasi akımların onların tabanına heveslenip fikirlerine tercümanlık rolüne soyunduğunu; yargı kurumlarının İslam söz konusu olduğunda nefret söylemini cezalandırmada aşırı toleranslı davrandığını; güvenlik kurumlarının El Kaide tipi örgütlere odaklanıp yerli/faşist terör yapılarını radarından çıkardığını kabul etmemiz lazım.
İslam karşıtı ve faşist bu yerli tehdide karşı Avrupa ve Norveç güvenlik güçleri biraz dikkatli olsaydı, Norveç gazetesi Dagbladet'in yazdığına göre 'Nasıl bomba yapabilirim?' diye 200 gün google'da arama yapan Breivik'in izine rastlamamaları imkânsızdı. Breivik ve onunla aynı fikirleri paylaşan akımların ifade ettiği tehdit yeterince anlaşılsaydı, Hollanda yargısı aşırı sağcı/popülist Geert Wilders'in Müslümanlara karşı nefreti körükleyen İslam düşmanı fikirlerini o kadar kolay aklamazdı. İnancımız ve terbiyemiz açısından tekrar etmekte çok zorlansak da merak edenlerin, terörist Breivik'in düşünceleriyle benzerliğini görmesi için Geert Wilders'in Hollanda mahkemesi tarafından masum bulunan sözlerini hatırlamakta fayda var: "Sorunun temelinde faşist İslam, Allah ve Muhammed'in hasta ideolojisi var; bu ideolojinin kaynağı da İslami 'Kavgam', yani Kur'an." 23 Haziran'daki kararında Hollanda mahkemesi, bunun gibi beyanların 'İslam'a atıfta bulunduğuna ve bu yüzden de insanlara karşı nefret yaymadığına veya insanları ayrımcılığa uğratmadığına' hükmetti.
Fransa'da meşru siyasetin bir parçası olarak kabul edilen ve kamuoyu yoklamalarına göre halktan yüzde 27 destek alan Marie Le Pen'in savunduğu şu fikirlerin Breivik'in düşüncelerinden ne farkı var: *Avrupa halklarının isteklerini görmezden gelerek Avrupa'ya ait olmayan Türkiye'ye AB kapılarını açamazsınız. Zaten Türkiye ile müzakereleri başlatmak büyük hataydı. Hükümeti radikal İslam'ı savunan Türkiye, Avrupa'nın laik kökenlerini de tehdit eder. *Cuma namazları sırasında caddelere taşan cami cemaati, Paris'i işgal eden Nazi askerlerine benziyor. *Mahallelerimizde dinî kurallar geçerli, cumhuriyetin kuralları değil. Ortada asker yok, ordu yok ama bu bir işgal.
Breivik'in fikirlerini parti programı haline getiren Le Pen'den benzer fikirleri popülizm adına merkez sağ siyaset şapkası ve nüansıyla dile getiren Sarkozy'ye Avrupa siyaseti, şimdi Norveçli katili kınama yarışına girmiş durumda. Ancak, hastalığın vücuda ne kadar yayıldığını teşhis edip samimi olarak kafaları değiştirmedikçe, sadece Breivik'i kınamanın işe yaraması çok zor...
***
ZAMAN, 26 Temmuz 2011, Salı
|
Reşat Nuri Erol
26.07.2011
06:50
| İbrahim Karagül
***
26 Temmuz 2011 Sal
***
Norveç şoku: İslam'la savaşı siz başlattınız!
***
Cuma günü Norveç'te yaşanan ve 93 kişinin ölümüyle sonuçlanan kâbusun mimarı kim? Saldırıyı gerçekleştiren aşırı sağcı Anders Behring Breivik, ırkçı, radikal Hristiyan, Tapınak Şovalyeleri mensubu, kafayı sıyırmış biri, birtakım derin organizasyonların tetikçisi ve daha birçok şey olabilir... Benzer saldırılar diğer Avrupa ülkelerinde de yaşanabilir.
Oklahoma'daki federal binayı yerle bir edip 168 kişiyi öldüren ve idam edilen Timothy McVeigh, ABD'nin gerçek düşmanının kendi içinde olduğunu ortaya koymuş, "Ben bu saldırıyı Amerikan yönetiminden öğrendim. ABD'nin dünyada yaptığı operasyonlarla benim yaptığım aynı şey" demişti. Breivik de, yüzlerce sayfalık manifestosunda, Batı'nın kendi içinde beslediği canavarı ortaya koydu. Cinnet hali değil, derin bir sorgulamanın varolduğu, son derece zeki, dünyayı iyi izleyen bir profil var karşımızda.
İşin tuhafı, Oslo canisinin düşünce dünyası ile, bırakın sokaktaki Avrupalı'yı, Batı'nın siyasi, entelektüel ve dini önderlerin birçoğunun düşünce dünyaları örtüşüyor. Korkunç saldırıyı yapmadığını, bu düşünceleri sadece savunduğunu düşünelim. Bakın bakalım kaç Avrupalı, kaç lider, kaç devlet yöneticisi, kaç kişi aynı fikirleri savunuyor. Acı, korkunç, ifade etmesi bile bazılarını rahatsız edecek gerçek bu.
Bir örnek vereyim:
4-7 Temmuz 2009'da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerini kazanan 736 milletvekilinden 120'si yabancı düşmanı ya da ırkçı, altıda biri Avrupa düşüncesine inanmıyor. 27 Avrupa ülkesinden yirmisi muhafazakar sağcılar tarafından yönetiliyor. Merkez sağ ve aşırı sağ hızla yükseliyor. Bu seçimlerde en etkili propaganda malzemesi Türk ve İslam düşmanlığı ve siyasi partiler oy için buna yatırım yapıyor. İsviçre, Belçika, Fransa ya da diğer ülkeler, nüfuslarının önemli bölümünü teşkil eden Müslüman veya yabancıları tehdit ilan etti.
Angela Merkel, "İslam ya da yabancılar hiçbir zaman Avrupa'nın bir parçası olmadı, olamayacak. Bu gerçek kabul edilmeyecek, yıllardır kendimizi kandırdık. Bu bir yanılsama" diyor.
Almanya ve Fransa, yabancı ve Müslüman karşıtlığının öncüsü olma gibi tehlikeli bir oyun oynuyor. Ekonomik krizin de etkisiyle bu çevrelere düşmanlık bizzat devlet iktidarının senaryolarıyla besleniyor, çok kültürlülük projesi çoktan rafa kaldırıldı, göçmenler için olağanüstü yasalar çıkarıldı, Avrupa artık bu yükten kurtulmak istiyor. Düşmanlık, sanıldığı gibi aşırı sağcı gruplarla sınırlı değil, Atlas Okyanusu'nun iki yakasında müthiş bir ırkçılık güç kazanıyor ve yakın gelecekte etkilerini çok daha acı bir şekilde gösterecek.
Hatırlayalım; Almanya'da kundaklanan evleri, Türkiye'ye getirilen cenazeleri.. Almanya'nın her bölgesinde ve Avusturya'da Türklere ait yüze yakın ev kundaklandı. Bir kişi bile yakalanmadı. Alman federal savcısı bir açıklama yaptı ve bütün dosyaları kapattı. Bu nasıl bir organizasyondu? Aşırı sağcı gruplar mı yaptı sanıyorsunuz!
Soğuk Savaş'tan hemen sonra yeni tehdit İslam ve Müslümanlar oldu. 11 Eylül saldırıları sonrası da bu yeni tehdide karşı yeryüzünün her köşesinde açık savaşlar yürütülmeye başlandı. "Batı bu tehdidin üstesinden gelecek" türü cümleleri hemen her Batılı lider ve ülke yöneticisinden duyduk. İslam'a ve Müslümanlara karşı dünya seferber edildi. Kendileri dışındaki düşmanla savaşan ülkeler, yıkıcı politikaların kitleler üzerinde nasıl bir etki bıraktığını, ne tür bir canavar yarattığını düşünmedi bile. Esir ticaretinden ülke işgallerine, Haçlı Savaşı nutuklarından ağır işkence ve katliamlara kadar akla gelen her yol denendi. Hiçbir sınırlama, ölçü, değer yoktu. İslam'a dair ne varsa aşağılandı, Batı kamuoyu bu yeni düşmana karşı adeta formatlandı.
Karikatür krizini hatırlayalım: Bir Danimarka gazetesinin yayınladığı o aşağılayıcı karikatürlere bütün Batı medyası ve siyaset dünyası sahip çıktı. Oysa operasyon neoconlar tarafından yürütülüyordu ve ABD sınırları dışında Avrupa'yı da aynı savaş doktrini için hizaya sokuyorlardı. Avrupa uykudan uyanmalıydı, seferberliğe daha doğrusu yeni Haçlı savaşına katılmalıydı. Medeniyetler çatışması esastı ve bütün ekonomik-güvenlik politikaları buna göre dizayn edilmişti. 21. Yüzyıl yeni fetihler yüzyılı olacaktı. Batı medeniyeti sonsuza dek yaşayacaktı. Hesap buydu. Yeni Avrupa projesi buydu.
Tam o sırada, Papa'nın sözleri dikkat çekiciydi. Hristiyanlara tek çatı altında toplanma çağrısı yapan, Hristiyan birliği hayalleri kuran, Türkiye'yi AB içinde görmek istemeyen, karikatür kriziyle hırpalanan Müslümanlara ağır darbeler vuruyordu. Bizans İmparatoru Manuel II. Paleologos'tan alıntı yapıyor ve "Hz. Muhammed gayri insani ve şeytanca olanın dışında yeni bir şey getirmedi" diyordu.
Avrupa veya Batı toplumunu bu yeni düşmana karşı harekete geçirme konusunda atılan adımlarla, uygulanan politikalarla, söylenen sözlerle ilgili yüzlerce örnek sıralanabilir. Yürütülen savaşın terörle mücadele değil, yükselen İslam'ı dizginleme olduğunu, yer yer Haçlı Savaşı vurgusunun bu yüzden yapıldığını herkes biliyordu.
Şimdi, bütün bu olanlardan geriye ne kaldı, bakalım. Dünyayı, kendi halklarını böyle bir savaş için dolduran yönetimler bir canavar yarattılar. Atlantik'in iki yakası ırkçı dalgalarla dövülüyor şimdi. Ekonomik kriz, yabancı düşmanlığını ve elbette İslam düşmanlığını alabildiğine güçlendiriyor. Refah düştükçe tehlike daha da büyüyecek. Norveç mesela, Kuzey Irak'tan petrol kuyusu almak için CIA'nın gizli esir ticaretine ve işkencelerine ortaklık yapmak yerine kendi içinde büyüyen tehlikeyi görmeliydi.
İnanın bu tehdit, bir önlem alınamazsa çok daha büyüyecek.
Dünyayı savaş alanına çevirip insani değerleri yok edenler, ardı ardına düşman üretip kitleleri seferber edenler, işte Oslo kurbanlarının gerçek suçluları, failleri onlardır.
Behring Breivik, onların eseri, onların silahlı gücü, onların ürünüdür. Nasıl bir tehlikeye yatırım yaptıklarının farkında bile değiller. Uyanmazlarsa böyle şoklarla uyanmak zorunda kalacaklar..
Haçlı savaşı ilan etmiştiniz.. İşte size bu savaşın komutanlarından biri!
|
Reşat Nuri Erol
26.07.2011
07:12
| Mustafa Özcan
- Yeni Akit
--------------------------------------------------------------------------------
Haçlı neferi
Norveçli Anders Brehing Breivik meselesi Batı’nın tümden hastalık dönemine girdiğini göstermektedir.
Tüm alanları kapsayan, psikolojik, sosyolojik, iktisadi ve siyasi bir hastalık. Batı’da normal bir devlet adamı yok. Batılı devlet adamları şövalye ile palyaço arasında gidip geliyor. Kendilerine umut bağlananların tamamı sahte kahraman çıkıyor. İşte Obama’nın hali! Onun yanında ucuz otellerde kalarak siyasi şov yapan İngiliz Başbakanı David Cameron, Murdoch’un kankası çıktı. Tam bir sahtekarlık. Batı toplumları içten çökmüş durumda. Şarkıcı Amy Winehouse’un evinde ölü bulunduğu gün Norveçli soytarı Anders Brehing Breivik adlı anti İslamcı teröre kalkışıyor ve Müslümanlara tepkisini halkını öldürerek ortaya koyuyor. Vay canına! Bu ne biçim hastalık! Tekil bir durum mu? Bazıları meseleyi Norveç’in trajedisi olarak takdim etmeye çalışıyor. Zahmet etmesinler! Bu, Batı hastalığının dışa vurumudur. Amy Winehouse ile Breivik olayı madalyonun iki yüzüdür. Veya Batı hastalığının iki veçhesidir. Maalesef hadislerde dau’l ümem/milletlerin hastalığı denilen Batı hastalığına biz de yeteri kadar yakalanmış bulunuyoruz. Norveç’te yaşanılan tekil bir durum değil. Daha önce de benzerleri ABD’de yaşanmıştı. Davidiyanlar diye bir dini grup kuran Timothy Mc Veigh saçmalıklarının bedelini kendisi ve taraftarları FBI’nın kurşunlarıyla ödemişti. Timothy Mc Veigh mi daha çılgındı yoksa onu ve arkadaşlarını öldüren FBI ajanları mı? Tartışmaya açık bir husus...
¥
Hadislerde anlatıldığı gibi ahirzamanda insanlar niye öldürüldüklerini bilmeyeceklermiş. İşte o faslı yaşıyoruz. Bu tarz menfur saldırılar kimden gelirse gelsin insanlık namına telin edilmelidir ve üzücüdür. Lakin Star gazetesi yazarı Ergun Babahan olayla ilgili ilk yazısında veya ilk tepkisinde garip bir başlık kullanmış: Çok şükür köktenci Hıristiyan çıktı! Bu duruma şükredilir mi edilmez mi tartışmalı bir durum olsa gerek. Muzaffer Ozak Hoca İrşad kitabında olmalı şöyle bir hikaye nakleder. Adamın birisi bir şükründen dolayı 30 yıl tövbe edermiş. Durumla ilgili adama sormuşlar: Şükürden dolayı tövbe edilir mi? Adam şöyle cevap verir: “Bir çarşıda dükkanım vardı. Çarşıda yangın çıktı, bütün dükkanlar yandı, benimkisi isabet almadı. Bunun üzerine ‘çok şükür’ dedim ve niyaza durdum. Lakin sonra da nadanlığımı idrak ettim ve komşularımın acısını paylaşmamamdan ve bencilliğimden dolayı tövbe ediyorum.” Dünyayı da bir çarşıya benzetebiliriz. Zaten adam 1500 sayfalık manifestosunda adeta olayı Müslümanlara ve Marksistlere ve ortak yaşamdan yana olanlara tepki olarak yaptığını önceden ilan ediyor. Lakin hastalık çok derin ve Batı bu hastalığına ancak itiraf ederse çözüm bulabilir. Önce hasta olduğunu itiraf etmelidir ki tedaviye cevap versin.
¥
Batı sekülerizm hastalığının pençesindedir. Onun ötesinde ırkçılık belasına tutulmuş haldedir. İslam fobisi Batı’nın en önemli hastalıkları arasında bulunuyor. Lakin o hastalığını tedavi etmeyi değil de bizi bastırmayı düşünüyor. Bundan dolayı tedavisi geciktikçe hastalık ilerliyor ve tedavisi müşkil hale geliyor. Bu İslamfobik hastalıktan dolayı Anders Brehing Breivik Donkişot gibi ortaya çıkmış ve Haçlı neferi olmaya özenmiş, önüne geleni infaz ediyor. Breivik sıradan birisi değil. Kariyeri olan birisi. Mason, Siyonist ve aşırı Hıristiyan. Babası Norveç’i Paris ve Londra’da diplomatik olarak temsil etmiş birisi. Yani aristokrat bir aileden geliyor. Sıradan birisi değil. Yoksa 32 yaşındaki birisini ne diye pat diye Masonluğa alsınlar? Adam kendisini Haçlı neferi olarak tanımlıyor. Bu da gösteriyor ki, Batı’nın hastalığı hem çok derin hem de çok yaygın. Buna rağmen kimileri onu Dudayev’in Ruslar tarafından hapiste hunharca öldürülen damadı Yalnız Kurt lakaplı Raduyev’e benzetiyor. Benzetmenin nedeni eylemi kendi başına işlemesidir. Bundan dolayı ona da Yalnız Kurt diyorlar. Olayı kendi başına işlemesi, fikirlerinde yalnız olduğunu göstermez. Breivik kafayı yemiş Batı için sadece küçük bir uyarı niteliğinde
|
Reşat Nuri Erol
27.07.2011
04:55
| İbrahim Karagül
27 Temmuz 2011 Çarşamba
Ölüm koalisyonu Haçlı savaşçıları..
Norveç'teki saldırı, bundan sonra olabileceklerin habercisi, Avrupa içi hesaplaşmanın göstergesi, İsrail aşırı sağının merkezinde bulunduğu, üzerinde çokça tartışılması ve bütün boyutlarıyla sorgulanması gereken bir trajik olay.. Sadece bombalı saldırı ve adadaki gençlerin öldürülmesi değil, Norveç, hükümet ve ülke olarak büyük bir saldırıya maruz bırakıldı. Mesaj, çok acı biçimde terör üzerinden verildi. Irak işgali sırasında İspanya'yı vuran "el Kaide" saldırısı gibi, bu ülke de bir şokla uyarıldı.
Yirmi yıldır, yeryüzünün her köşesini kana bulayan, El Kaide'ye karşı savaş ya da terörle mücadele adı altında hemen her ülkede terörist saldırılar düzenleyen, terörle ülkeleri saf tutmaya zorlayan neocon-İsrail aşırı sağı dayanışmasının yeni bir örneği ile karşı karşıyayız.
ABD'deki Hristiyan siyonistler ile İsrail arasındaki ittifak, Beyaz Anglo-sakson ırkçılığı ile İsrail ırkçılığı arasındaki koalisyon bugüne kadar ülkeler işgal ediyor, iç savaşlar çıkarıyor, kimlik eksenli bölünmelere imza atıyor, terör üzerinden ülkelere şantaj uyguluyordu. Ortak düşman üzerinden yeryüzünde yeniden hakimiyet kurmaya çalışıyordu. Ebu Gureyb'deki işkenceler ibadet niyetiyle yapılıyor, insanlar bu ruhla öldürülüyor, ABD içinde giderek güç kazanan muhafazakar sağ, bütün Müslümanlara karşı her yolu deneyerek bir nevi Haçlı İstilası yürütüyordu.
Anlaşılan, bu ittifaka şimdi Avrupa aşırı sağı da katıldı. Aşırı sağ derken, Almanya'da örneklerini gördüğümüz neo-nazi gruplardan söz etmiyoruz. Devlet iktidarını kullanan sistemik güçlerden söz ediyoruz. Batı medeniyetinin görünen yüzünün arkasına gizlenen bu merkezi güçler, hem Batı kamuoyunu dönüştürmeye, dönüşmeyenleri cezalandırmaya hem de dünyaya şekil vermeye çalışıyor..
Norveç olayında tek bir kişi üzerine durmak hedef şaşırtmaktır. Tetikçi, bazı olayların aydınlatılması için yetmeyebilir. Ayrıca kaynaklar, ateş açan iki kişinin daha olduğunu haber veriyor. Bu kadar hazırlık ve organizasyonun bir kişi ile sınırlı olması pek de inandırıcı gelmiyor. Şimdi, bazı notları hatırlatalım:
Norveç, Eylül ayında Filistin Devleti'ni tanıyacak ilk Avrupa ülkesi olacaktı. Ülke olarak bunu duyurdu, İsrail şirketlerine ambargo koydu, Filistin'e yardımları kesmedi, İsrail'in sert tepkilerine maruz kaldı. Katliam adasındaki afiş dikkat çekici. "İsrail'in boykot edilmesi"ne dair afişin dışında, gençlerin "Devlet Filistin'in hakkı, İsrail'i boykot edin" şeklinde tişörtler giydiği ya da konuşmalar yaptığı söyleniyor. Katilin notlarında, İslam karşıtlığının yanısıra, siyonizme karşı olanlara ve çok kültürlüğü destekleyenlere savaş ilan etmesi ve "Siyonist kardeşlerimiz" ifadesini kullanması da, Hristiyan fundamentalist-İsrail aşırı sağı ortaklığını ortaya koyuyor.
Bir Dışişleri Bakanı; "Filistin bir devlete sahip olmalı, işgal bitmeli, duvar yıkılmalı" diyorsa..
Ada'daki gençlik kampı, İsrail karşıtı, Filistin destekçisi bir organizasyona dönüşüyorsa...
İsrail gazeteleri, kamp organizasyonunu yerden yere vuruyorsa... Norveç, devlet olarak İsrail'e boykota ve Filistin Devleti'ni tanımaya hazırlanıyorsa..
Katil Anders Behring Breivik, "Siyonist kardeşlerim" dediği İsrail aşırı sağı ile ortak savaş çağrıları yapıyorsa...
Karikatür krizinin mimarları ile neocon ve İsrail aşırı sağı bağlantılarına dair hafızalarımız hâlâ canlı ise..
Norveç İşçi Partisi Gençlik Örgütü'nün lideri Eskil Pedersen katliamdan iki gün önce Norveç'te yayınlanan Dagbladet gazetesine; "İsrail'e karşı önlem alma zamanı gelmiştir. Dışişleri Bakanı bu ülkeye boykot ilan etmelidir. Barış süreci İsrail'in engellemeleri yüzünden hiçbir yere gitmiyor. Biz gençler, tek taraflı olarak İsrail'e ekonomik boykot başlatacağız" diyorsa..
Güvenlik uzmanları; "bu saldırı bir istihbarat organizasyonudur" diyorsa.. Breivik, İsrail aşırı sağı çevrelerinin yayınladığı internet sitelerinde yazılar yazıyorsa, bu çevrelerle güçlü bağlantıları ortaya çıkmışsa, aynı platformlarda aynı çevrelerle birlikte "İslam'la savaş" çağrıları yapıyorsa..
Kişilik itibariyle neoconlarla aynı kimlikte, İsrail aşırı sağı ile aynı hedefte bir tür Hristiyan Siyonist görüntüsüne sahipse.. Göstergeler Hristiyan sağın Müslüman ve göçmenlerden kurtulma hesaplarıyla, Müslümanlarla savaşı Avrupa'ya yayma, bu kutsal ittifaka katılmayanları cezalandırma konusunda, bireysel terörün sınırlarının çok ötesinde bir akıl ve organizasyon olduğuna işaret eder.
Bir terör koalisyonuyla karşı karşıyayız. Derin ve Avrupa'da yaygın taban bulan bir felsefi kalkışmayla yüz yüzeyiz. İsrail aşırı sağı ile Avrupa neoconlarının ittifak ilanının acı örneğine tanık oluyoruz. Norveç'i neden cezalandırdıklarını bir kez daha düşünelim. O zaman katliamı kimlerin planladığını ve uyguladığını net bir şekilde anlayacağız...
Norveç, terör koalisyonunun, güçler hesaplaşmasının, devlet terörünün, istihbarat örgütlerinin patronluğunda yürütülen bir saldırının kurbanı oldu.
"Tanrı'yı kıyamete zorlama"ya ayarlı kıyamet savaşçıları bunlar!.. Ama üzerinden büyük bir dünyevi hesap yürütülüyor...
|
Reşat Nuri Erol
27.07.2011
05:02
| Joost Lagendijk
Sorumluluktan kaçamazsınız
Norveç'te doğup büyümüş aşırı sağcı bir İslamofobiğin onlarca kişiyi katletmesinden sonra hem ABD'de hem de Avrupa'da bunun nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair büyük bir tartışma başladı.
Bu tartışmadaki en hassas konulardan biri aşırılık yanlısı kişilerin gerçekleştirdiği şiddet eylemleriyle Avrupa'daki aşırı sağcı popülist partilere artan destek, yanı sıra ABD'deki İslam karşıtı ideologların artan etkisi arasında nasıl bir bağ olduğu. Diğer bir ifadeyle, Norveç'te tanık olduğumuz türden korkunç eylemlere zemin hazırladıkları için aşırılıkçı siyasetçileri ve köşe yazarlarını mı suçlamalıyız? Ya da, böyle bir bağlantı kurmaktansa herkesi kendi eylemlerinden sorumlu tutup 'Bunlar münferit olaylardır' mı demeliyiz?
Amerikalı İslam karşıtı blogcuların Norveç'te yaşanan drama verdikleri tepkilerle başlayayım. Bombayı yerleştiren ve onlarca çocuğu soğukkanlılıkla öldüren kişinin sarışın bir Norveçli olduğu ortaya çıktıktan sonra İslam eleştirmenleri katili harekete geçiren sağcı ve İslam karşıtı ideolojiyi gözden uzak tutmaya çalıştılar. Anders Behring Breivik, kendi başına hareket eden meczubun tekiydi. Washington Post'un internet sitesindeki blogda bir okur, alışkanlık olduğu üzere İslamcı terörizmi tüm Müslümanlara mal eden bir tavırla, en tanınmış iki profesyonel İslamofobik Pamela Geller ile Robert Spencer'in tepkilerini Oslo'daki terörist saldırılarla karşılaştırdı. Geller, 'Atlas Silkiniyor' blogunun sahibi ve İslam'ı en yüksek sesle eleştirenlerden biri. Geller, kendi sitesinde, Breivik'in eylemlerinden onun ve onun gibi cihat karşıtı yazılar kaleme alan kişilerin de sorumlu olduğu iddiasının gülünç olduğunu belirtti. 'Jihad Watch' internet sitesini yöneten ve İslam'ı totaliteryen bir ideoloji olarak sunan birkaç kitap yayımlayan Spencer, büyük bir öfkeyle "Norveç'te olanların bizim savunduğumuz şeylerle uzaktan yakından ilgisi yoktur." diye yazdı. Washington Post blogcusu şunları söylüyordu: "Geller ve Spencer şimdi dünyanın kendi kariyerleri boyunca yaptıkları şeyi yapmamasını istiyor, yani bir terör eyleminin suçunu bütün bir topluluğa atfetmek ve yüklemek... Amerikalı Müslümanlardan gönül rahatlığıyla esirgedikleri hoşgörü ve anlayışın şimdi kendilerine gösterilmesi için ortalığı yıkıyorlar."
Bu arada, bu blog yayımlandıktan sonra Breivik'in eylemlerinin nedenlerini açıkladığı bin 500 sayfalık bir manifesto yazdığı ortaya çıktı. Bu manifesto Geller ve Spencer'dan, ayrıca yıllardır insanları İslam tehdidine karşı uyaran diğer Amerikalı blogculardan ve yazarlardan onlarca alıntı ihtiva ediyor. Bu konu hakkında bilgili bazı Amerikalı uzmanlara göre bahsi geçen bu Amerikalı İslamofobiklerin sahip oldukları etkiyi hafife almamamız gerek. Nation Institute'da çalışmalar yürüten Max Blumental'a göre, "İslamofobik haçlı seferi sağcı İsrail yanlısı aktivistlerin, siber-bağnazların ve İslam düşmanlığı pazarlamacılarının ötesine geçmiş durumda. İslamofobi artık Cumhuriyetçilerin önde gelen başkan adayları, en çok izlenen kablolu televizyon haber programı yapımcıları ve Çay Partisi aktivistleri tarafından da benimseniyor." Aynı manifestoda Breivik Hollandalı popülist Geert Wilders gibi hayranı olduğu Avrupalı siyasetçilere defaten göndermede bulunuyor. Bir kitle katliamcısından gelen bu övgüler karşısında onlar da Amerikalı muadillerini taklit etmeyi seçtiler. Wilders, katilin 'şiddet yanlısı ve hasta bir şahsiyet' olduğunu ve 'Breivik'in hiçbir görüşünü paylaşmadığını' söyledi. Fransa'daki göçmen karşıtı Ulusal Cephe'nin lideri Le Pen, partisinin 'Norveç'teki katliamla hiçbir ilişkisi' olmadığını, bunun 'acımasızca cezalandırılması gereken bir meczubun' işi olduğunu söyledi.
Washington Post'taki bloga geri dönelim. Amerikalı İslam karşıtı ideologları ikiyüzlülükleri ve çifte standartları yüzünden yerin dibine soktuktan sonra aynı yazar hepimizin çok iyi bellememiz gereken bir ders olduğunu yazıyordu: "Terörist eylemler bireyler tarafından gerçekleştirilir ve bu eylemlerden sorumlu tutulması gerekenler bu kişilerdir." Bu sonucu okuduktan sonra kendimi karmaşık duygular içinde buldum. Breivik ve onun beslendiği zehirli kaynaklar arasında bir bağ olduğunu inkar etmemiz mi gerekiyordu? Onların düşüncelerinden ve başarılarından ilham aldığını açıkça söyleyen bir kişinin eylemlerinden Robert Spencer ve Geert Wilders gerçekten sorumlu tutulamaz mıydı?
NEFRET SÖYLEMİ, İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİLDİR
Avrupalı liberallerin çoğunun verdiği tepkiye bakarsak bu sorunun cevabı kesin bir 'Hayır' olur. Bu kişiler Norveç'te olanları lanetliyorlar ve İslamofobik siyasetçi ve yazarların görüşlerine asla katılmıyorlar. Fakat Breivik'in şiddet eylemleriyle (ki bunlardan bir tek kendisi sorumlu tutulabilir) onu destekleyen ideologların saldırgan sözleri arasında net bir çizgi çekiyorlar (bu ideologlar aşağılık görüşlerini özgürce ifade edebilirler). Onlara göre eğer Wilders ve diğerlerini Breivik'in canice eylemlerinden herhangi bir şekilde sorumlu tutarsak, Usame bin Ladin'in terörist eylemleri yüzünden bütün Müslümanları suçlayanlarla aynı hataya düşmüş oluruz. Birilerine, bizzat işlemediği bir suçu isnat etmek her zaman yanlıştır.
Doğrusu, sorumlulukların böyle katı bir şekilde ayrılmasını kabul etmekte zorlanıyorum. Breivik kesinlikle kontrolünü kaybetmiş bir meczup değil. Aksine, terörist eylemlerini titizlikle planlamış bir ideolojik aşırılıkçı, dünyaya ve taraftarı olduğu açık toplumu tehdit edenin ne olduğuna dair açık bir görüşü var. Breivik'in düşünceleri Avrupa ve ABD'de hızla büyüyen çok daha geniş bir sağ akımın parçası ve bana göre bu akım bütün yanlışı sözde deli bir şahsa yükleyerek kolayca aklanmamalı. Avrupa ve ABD'de bugün olanları anlamak istiyorsak, Türkiye'de sıklıkla yapılanın aksine, Breivik ve Wilders gibilerinin savunduğu yeni muhafazakarlığın 1930'ların faşist ideolojisinin bir kopyası olduğunu iddia etme hatasından kaçınmalıyız. Arada çok bariz farklılıklar var ve son dönemin sağcı hareketinin başarısını açıklamak için bunlara dikkat etmemiz gerek. Yeni popülistler kendileriyle geçmişin ırkçılığı ve otoriteryenliği arasına açıkça mesafe koyuyorlar. İsrail'deki Yahudi devletini ve eşcinsel haklarını savunuyorlar, ki bunlar 'eski' faşistlerin asla savunmayacakları iki konum. Odaklandıkları meseleler arasında çokkültürlülük ve İslam karşıtlığı ile onların tarifine göre Batı medeniyetine yönelik yakın tehditler yer alıyor. Her iki meselede de günümüz muhafazakârları, klasik muhafazakârlarla ve hatta savaş sonrası aşırı sağının hayal edemeyeceği ölçüde en uzak seçmen gruplarına bile ulaşmasını sağlayan bir grup sosyal demokratla örtüşebiliyor. Bu yeni hareketi diğerlerinden ayrıştırıp marjinalize etmek bu yüzden daha da zorlaşıyor. Artık kenarda duran zararsız bir hareketten bahsetmiyoruz. Görüşleri yaygın şekilde konuşulan ve etkisi özellikle kuzeybatı Avrupa'da hükümet düzeyine ulaşan bir hareket var karşımızda.
Varlığı ve popülaritesi giderek daha fazla hissedilen bu akımın, aşırılık yanlısı bazı takipçileri üzerinde hiçbir etkisi olmadığını düşünmek bence tehlikeli bir safdillik olur. Amerikan dergisi Foreign Policy'nin internet sitesinde yazan iki araştırmacı bence Norveç'teki trajediyi doğru ve dengeli bir değerlendirmeyle ele alıyorlar: "Kimse aşırı sağcı hareketlerle siyasi şiddet arasındaki ilişkiyi tam olarak bilmiyor. Aslına bakarsanız akademisyenler hâlâ barışçıl fakat aşırı İslamcı örgütlerin İslamcı terörizme açılan birer yol olup olmadığını tartışıyorlar. Yine de bütün teröristler çok daha geniş bir kitleyi savunduklarına, diğerlerinin de hemfikir olduğu, ama ya cehaletten ya da korkudan uğruna eyleme geçemedikleri fikirler adına savaştıklarına inanıyorlar... Aşırı sağcı teröristler çoğu zaman, tıpkı El Kaide gibi, kendilerini kitleleri ayağa kaldıracak darbeler indiren öncüler olarak görüyorlar. Şüphesiz Anders Behring Breivik gibi birinin böylesi bir ortamı on yıl öncesinin Avrupa'sında bulması çok daha güç olurdu. Tek başına hareket etmiş olsa da onun endişelerini, ideolojisini, acil ve kapsamlı bir önlem alınmazsa Avrupa medeniyetinin kaybedileceği inancını paylaşan birçok insan var. Dünya giderek artan bu tehdidi görmezden gelemez."
Hoşlarına gitsin ya da gitmesin, Pam Geller, Robert Spencer, Geert Wilders ve Le Pen artık şunun farkına varmalı: Breivik gibi insanların eylemlerinden doğrudan sorumlu olmasalar da, başvurdukları söylemler aşırılık yanlısı kişiler tarafından caniliklerini haklı göstermek için kullanılabilir ve kullanılacaktır. Nefret söylemine, ifade özgürlüğünün vardığı en uç nokta olarak tahammül edilemez. Bu söylem neyse o şekilde, yani çirkin ve tehlikeli bir kışkırtma olarak görülmelidir. Çünkü kelimeler önemlidir.
Zaman gazetesi, 27 Temmuz 2011, Çarşamba
|
Reşat Nuri Erol
27.07.2011
05:58
| Aşağıda anlatılanlar Avrupa ve Batı için
"SOSYAL TUFAN"
değil mi?..
Peki,
AB ve Batı peşinde koşan Türkiye ve AKP bu tufanın dışında mı?!.
Önce aşağıdaki yazıyı okuyalım...
Sonra sorduğum sorunun cevabını düşünelim...
***
Abdurrahman Dilipak
- Yeni Akit
--------------------------------------------------------------------------------
Korku çağı
Gerçek şu ki hepimiz birbirimizden korkuyoruz..
Korku nefreti, nefret düşmanlığı getiriyor..
Amacı Avrupa’yı Müslüman işgalinden korumakmış. “Vahşice olsa da zorunlu” gördüğü eylemin gerekçesini böyle açıklıyor.
Samast Dink’i, “Anadolu’nun Ermeniler tarafından işgalini önlemek için” vurmadı mı?
Kimine göre “Rumlar Trabzon’da bir Pontus devleti kurmaya hazırlanıyor”lar..
Türkiye ha bölündü bölünecek..
Kimine göre AB bizi yuttu yutacak, kimine göre de Türkiye 2020’de Avrupa’nın hakimi olacak..
“Tarihin sonu” böyle geldi. “Medeniyetler arası çatışma” ise kimine göre eşikte gibi.
Yıllar önce ünlü düşünür Peter Scholl-Latour ile birlikte Almanya’da ZDF’de “Kur’an, Konfiçyus ve Coca Cola” diye bir tartışma programına katılmıştım.. Batıda büyük tepki almıştı tartışma. Çünki batı Coca Cola ile temsil ediliyordu.
Batıda müziğin süper starı Amy. Yurtsuz, evsiz, ileri derecede alkol ve uyuşturucu bağımlısı, mutsuz bir kız.
Batı inancını, ahlakını, tarihini, mimarisini, kültürünü, sanatını, velhasıl her şeyini kaybetti.. “Artık hiçbir şeye inanmıyorlar, derin bir boşluğa düştüler, intihar için uygun hale geldiler.”
Ekonomileri çözülüyor. Siyasetleri de öyle. En önemlisi öz güvenlerini ve saygınlıklarını kaybettiler, geleceğe ilişkin hayalleri de yok..
5 kişilik bir aile düşünün. Biri uyuşturucu kullanıyor ya da ileri derecede alkolik. Biri en az bir defa intihara teşebbüs etmiş. Biri psikolojik destek almadan kendi başına ayakta durabilecek biri değil, biri cinsel sorunları var ensest ilişkiye kadar uzanan çarpık ilişkiler içinde.. Ve bir kişi yaşadığı terör ve şiddet sonucu ağır sağlık sorunları yaşıyor ya da sağlıksız fiziki ve psikolojik şartlar sebebi ile araz taşıyor. İşte batılı yaşam tarzının önümüze çıkardığı vahim tablo.
Evlenmiyorlar, evlilikler uzun sürmüyor, çocuk yapmıyorlar. Yalnız yaşıyorlar ve aile bağları kopmuş durumda.. Batı yeni bir terör ve intihar salgınına hazır olmalı.. Hayat onlar için anlamını yitirdi. Hedonist, atomize olmuş, agnostik, popcorn akımların peşinde koşan fastfood tıkınan bir genç..
Sosyalizm çöktüğünde onun altında nasıl ırkçı faşist bir zihniyetin hayat bulduğunu Bosna Serebrenika trajedisi bize gösterdi. İsrail, Hitler rejiminden kaçanların aslında nasıl Hitlerleştiğini de gösterdi bize..
Hümanizm, liberalizm, demokrasi, insan hakları, katılımcı, çoğulcu, şeffaf, multi kültürel bir dünyanın hayallerinin kurulduğu bir dünyada ırkçıların nasıl boy verdiğini de gördük..
Faşizm, kapitalizm, komünizm, siyonizm.. Bir insan ömrüne 3 dünya savaşı sığdırdılar. 1, 2 yetmedi, adına soğuk savaş dedikleri bir dünya savaşı daha. Yetmedi, 4’üncüsü için çalışıyorlar..
Buraya gelirken Kızılderilileri yok ettiler, kara derilileri köleleştirdiler, sarı ırkı soyup soğan çevirdiler.. Dört ırktan 3’ü batı uygarlığına kurban edildi.. Batı uygarlığı, bu kan ve gözyaşı, çalınan alın terleri üzerinde yükseldi.. Batının zenginliği doğunun ve Afrikalıların yoksulluğu kadar büyük.
Korku filmleri, çığlık sesli müzikler, makine homurtuları. Salgın bir hastalıkla mı, tabii bir afetle mi yıkılacak dünya. Yoksa nükleer bir felaket mi kapımızı çalacak. Armagedon mu ya da melhame-i Kübra mı eşikteki savaş? Çevre felaketi ile dünya son bulacak, Uzaylılar mı işgal edecek dünyayı, ya da Yecüc Mecüc ve cinler mi? Genetik bilimi insan neslini mutasyona mı uğratacak? Yeni dünya savaşı bir nükleer savaş mı, biyolojik savaş mı, yoksa kimyasal savaş mı? Ya da esoterik bir savaş mı olacak? İpnozla birileri beynimizi ele geçirecek.. Bu insanlar neden kaçıyorlar ve neye sığınacaklar?..
Norveçli mavi gözlü sarışın korkuyor.. Bu korku onu bir terminatöre dönüştürüyor. O işaret fişeğini ateşledi.. Batının ekonomisi giderek kötüleşiyor. İşsizlik artıyor. Bu da onları çıldırtıyor.. Bütün bunların sorumlusu olarak Müslümanları, Afrikalılar, Asyalıları, yabancıları görüyorlar..
Gelecek günler geçen günleri aratabilir obez ekonomileri ve geriatri hastası para babaları ile batı dünyası için.
Birileri çaresizlik duygusuna kapılıp, kendine zarar verebilir. Mesela intihar dalgasına hazır olması gerek batının. İsrail de bunlara dahil!. Bir kısmı ötekilere saldıracak.. Bir kısmı unutmak için içki, uyuşturucu ve fuhuş bataklığına saplanacak.. Bana kalırsa bu kriz, ekonomik krizden daha tehlikeli ve öncelikli bir konudur. Papa, Patrik Hıristiyan demokratlar, liberaller, laikler, sosyal demokratlar şimdi ne diyecekler bu durum karşısında..
Batı için sonun başlangıcı. “Hasta adam”ın çaresizliği. İhtişamdan sefalete doğru sürüklenen hayatlar.
Yarın bu konuya yine devam etmek istiyorum.
Selâm ve dua ile..
|