Reşat Nuri Erol
18.07.2011
12:40
| İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn...
30 yıllık mücadele arkadaşımın (
Süleyman Akdemir
) 40 yıllık en yakın “mücdele” arkadaşı; ilk öyle tanıdım..
Akevler
İstanbul ve İzmir çalışmalarımızda, özellikle
“ahşap evler”
projelerimizde büyük ortağımızdı..
İslâmî
(vakıf faaliyetleri; benim "İslam Medeniyeti Vakfı" ve onun "Ensar Vakfı") ve
ilmî
(özellikle çok yönlü yayın faaliyetleri gibi) çalışmalarda defalarca aynı yollarda yürüdük..
Şahidim; benim/bizim gibi
“İmam-Hatip Liseleri”
sevdalısıydı; bildiğim “son proje”si
“İmam-Hatipleri yeniden geliştirerek ihya etmek ve Afrika ülkelerine bile İmama-Hatip Liseleri açmak”
idi..
O nice “nitelikli” hizmet kervanlarının “Ahmet Şişman Abisi” idi..
Görevimiz; başlattığı ve çoğunun başkanlığını yaptığı bütün hizmetleri sürdürmek olacak, inşaallah…
[Yarınki köşe yazımdan]
|
Reşat Nuri Erol
18.07.2011
13:43
| Ahmet Şişman'ın son saatlerindeki sözü
Gül ve Erdoğan'ın uğurladığı Ahmet Şişman son saatlerinde neler yaşadı, en yakın-larına neler anlattı? Şişman'ın Müslümanın yaşantısına örnek olacak son saatleri ve sözü (neydi?):
Adnan Öksüz'ün AHMET ŞİŞMAN ile ilgili röportajı
Son yolculuğuna dün uğurladığımız işadamı-yayıncı Ahmet Şişman vefat etmeden birkaç saat önce en yakın arkadaşlarına neler anlattı? Sivil toplum kuruluşlarına öncülük eden merhum Şişman'ın en büyük hedefi neydi? Vefatından saatler önce görüştüğü Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'e sunduğu dosyada neler vardı?
Dün Fatih Camii'nde öğle namazının ardından kılınan kalabalık cenaze namazıyla son yolculuğuna, ebedi istirahatgâhına uğurladığımız işadamı, yayıncı Ahmet Şişman esasen 35 yıl süren fırtınalı bir hayatın da adı.
Limandan limana dolaşan sessiz gemi misali
tüm hayatını İmam Hatip Liseleri, din eğitimi, yurtlar, burslar, yayıncılık, kitaplar arasında geçiren
merhum Şişman'ın damgasını vurduğu hizmet ise kuşku yok ki bu alanlardaki çalışmalarıyla bilinen Ensar Vakfı.
Tamı tamına 21 yıl Ensar Vakfı'nı yöneten Şişman'ın
son dönemde üzerinde titrediği projelerinden biri de Vakıf bünyesindeki
Değerler Eğitim Merkezi
idi. Bu merkezin müdürü Dr. Mahmut Zengin, merhum Şişman'ın son 24 saatine tanıklık eden sayılı isimlerden biri.
Mahmut Zengin, geçen Cuma gününü Cumartesiye bağlayan gece (Berat Kandili gecesi) kalp krizi sonucu 59 yaşında hayata veda eden Ahmet Şişman'ın son saatlerinde neler yaptığını arkadaşımız Adnan Öksüz'e anlattı.
Röportajda çok şaşıracağınız bölümler var.. 'Hüzün ve sevinç birarada' derler ya, hani! İşte öyle bir şey...
BAKANIN KAPISINDA RAHATSIZLANDI
Siz merhum Ahmet Şişman'ın son 24 saatinde beraberdiniz. O 24 saati anlatır mısınız? Neler oldu?
Şöyle anlatayım; Ahmet bey geçtiğimiz Çarşamba günü benim de içinde yer aldığım Değerler Eğitim Merkezi çalışanlarını İstanbul Tasarım Merkezi'ne çağırdı. Bize, "Yeni bir Hükümet kuruldu. Yeni bir Milli Eğitim Bakanımız var. Ona bizim üzerinde çalıştığımız ve fikrimizin olduğu konularda bilgi sunmalıyız." dedi.
Bu konudaki talebini Bakan Ömer Dinçer beye iletmiş. Bakan bey geçtiğimiz Cuma gününe randevu vermiş. Vefat ettiği gecenin gündüzü. Ahmet bey bu görüşmeye 3 gün hazırlandı. İmam Hatip Lisesi Müdürlerini topladı, bizim ekibi topladı, meseleleri yeniden tartıştık, temel başlıklar olarak neleri sunalım bakan beye diye. Yeni dönemde değerler adına İmam Hatip Liselerinde nasıl politikalar olmalı diye bütün paydaşlarıyla birlikte 3 gün bir hazırlık yaptık ve Cuma sabahı saat 06:30'da İstanbul'dan karayolu ile hareket ettik. Ahmet bey beni evimden aldı, yoldan bir hocamızı aldık, Sakarya Üniversitesi'nden bir hocamızı aldık ve Cuma namazı sonrasında Ankara'da Vakıflar Genel Müdürü ile bir araya geldik. Ondan sonra Milli Eğitim Bakanlığı'na geçerken Ahmet bey tam Bakanlığın kapısında, korumaların olduğu yerde rahatsızlandı. Uzun süreden beri kalp ve şeker hastası idi. Sağlık problemlerine rağmen ailesini dinlemeyip hep bu işlere koşturan bir insandı. Tıkandı, ilacını verdik. Koruma odasında bir kanepede dinlendirdik. Ambülans çağırdık. "Kimseyi telaşa vermeyin, bu her zaman olur, gelir geçer, hiç önemli değil, iki dakika sonra inşallah ayaktayım" dedi.
Toparlandı, Bakan beye çıktık. Bakan Ömer Dinçer bey yaklaşık 45 dakika Ahmet beyin tüm düşüncelerini, planlarını, projelerini dinledi. Hazırladığımız raporları ve yayınları da kendisine takdim ettik. Oradan çıktık Diyanet İşleri Başkan ve Başkan yardımcılarını ziyaret ettik. Onlarla da Türkiye'de yaygın din eğitimi konusunda düşünceleri vardı onları paylaştı.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'e neler anlattı Ahmet bey?
Özellikle Değerler Eğitimi Merkezi'nin Türkiye'de tüm okullarda faaliyete geçirilmesi, neslimizin buna çok fazla ihtiyacı olduğunu, nitekim 18. Milli Eğitim Şûrası'nda, Alevi çalıştaylarında konu gündeme geldiğini, Talim Terbiye'nin de bu konuyu çalıştığını, bir tavsiye kararı alındığını aktardı. İkinci bir konu olarak da İsteğe Bağlı Din Eğitimi meselesini gündeme getirdi. Biliyorsunuz okullarda din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri okutuluyor. Anayasanın 24. Maddesinde bunun dışında din eğitimini düzenleyen bir madde var. Ama henüz pratikte uygulanmadı. Son dönemde farklı gurupların din eğitimi alanında farklı talepleri ortaya çıkmaya başladı. Ahmet bey başta Aleviler olmak üzere, Hristiyanların da, Musevilerin de din eğitimi alabilecekleri bir yeniden yapılanmanın gerekliliğinden yola çıkarak hazırladığımız projeyi bakan beye takdim etti. Model önerimizi sunduk. İsteğe Bağlı Din Eğitiminin nasıl uygulanması gerektiğini ortaya koyduk. İmam Hatip Liselerinin yeni dönemde geliştirilmesi, önündeki engellerin kaldırılması noktasındaki taleplerini de iletti.
Bakan Dinçer tüm bu talepleri nasıl karşıladı, peki?
Bakan öncelikle eğitimle ilgili genel politikalar konusunda bir sivil toplum kuruluşunun yaptığı bu çalışmadan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Mesela Değerler Eğitimi Merkezi ile ilgili, "Bakanlık sizden bir talepte bulunursa bunu karşılayabilir misiniz, kaynak sağlayabilir misiniz?" diye sorunca, Ahmet bey, "Kesinlikle tüm materyallerimizi paylaşırız" dedi. Bakan bey de memnun kaldı ve iyi bir şekilde ayrıldık.
Ahmet beyin son 24 saatinde yanında sizden başka kimler vardı?
Sakarya Üniversitesi'nden Prof. Dr. Recep Kaymakcan, EDAM Danışma Merkezi'nden Alparslan Durmuş ve Değerler Eğitim Merkezi adına da ben vardım. Ahmet beyle birlikte araçta 4 kişi idik.
"EDİRNEKAPI'YA TAŞINACAĞIM"
Peki Ankara'dan dönüşte neler yaşandı?
Dönüşte de Ahmet bey yine birçok projesinden söz etti. Okuduğu bazı Almanca kitapların çevirisini yapmayı düşündüğünü söyledi. Dönüşümüzde şöyle bir hadise oldu. Ahmet bey, "Benim annem babam Edirnekapı'da ben de Edirnekapı'dan bir daire satın aldım. Ben de oraya taşınacağım." dedi. (Şişman Edirnekapı Mezarlığı'na defnedildi.)
Ben tabi meselenin apartman olduğunu zannettim. Meğer anne babasının medfun olduğu yerde kendi mezar yerini hazırlamış. Oradan bir yer aldığını orada ikamet edeceğini üstü kapalı anlatmış ama biz o yol yorgunluğu ile anlayamadık.
Çok ilginç...
Böyle bir hatıra oldu. Ankara dönüşü Bolu'daydık, gece saat 21:30 gibi eşi Fatma hanım aradı, nasılsın iyi misin diye. Fatma hanım Ahmet beyin üzerine titreyen bir insandır. Arabada Fatma hanımla çok muhabbetli bir konuşma yaptılar. "Geliyorum, kavuşmamıza az kaldı..." gibi ifadeler kullandı.
Telefonu kapattıktan sonra dedi ki, "Ya hanım benim hep evde oturmamı istiyor. Ben evde otursam ona zarar veririm. Ben uslu bir adam değilim ki. İnsan ölecekse bir yerde ölecek. Ben bu canı teslim edeceğim ama bu yer ev olmamalı."
Ankara yolculuğu da din eğitimi adına bir yolculuktu. 2007'de Nimet Çubukçu hanım Bakan olunca da biz kendisini ziyarete gitmiştik. Aynı noktada aynı rahatsızlığı nüksetmişti. Derdi ki, "Bu Ankara'nın havası bana iyi gelmiyor. Her gittiğimde sıkıntı oluyor. Ben Ankara'ya bayılıyorum, her gittiğimde bayılıyorum." Böyle de latif bir insandı.
Vefat haberini nasıl aldınız?
Gece İstanbul'a saat 24:00 gibi dönünce önce beni eve bıraktı. Bahçelievler'de bulunan evinde ailesiyle bir süre sohbet etmiş. İki oğluna, "Sizin bir şey bulacağınız yok ben size kız bulup evlendireceğim" demiş. Gece 02:00'ye doğru istirahate çekiliyor. Yatağına uzanıyor. Eşi de yanına geldiğinde nefes alış verişinin biraz anormal olduğunu görüyor. 'Ahmet, Ahmet' diye sesleniyor, tepki gelmeyince bir kriz geçirdiğini anlıyor, dil altı ilacını vermeye çalışıyor ama ses seda çıkmıyor Ahmet beyden. Aynı apartmanda oturan bir doktor akrabası hemen çağrılıyor, masajlar yapılıyor, bir yandan da ambülans çağrılıyor. Ambülansın gelmesi, hastaneye gidilmesi süreçleri sonunda tüm müdahalelere rağmen geri döndürülemiyor. Hastane yolunda zaten ruhunu teslim etmiş. Hemen bana da haber verdiler. 2 saat önce birlikte olduğumuz Ahmet beyin vefat ettiğini öğrenince bir anda şok geçirdim. Hemen eşimi de alıp evine gittim. 4-5 saat ailesiyle birlikte olduk. Ondan sonra cenaze işlemlerini takip etmek üzere vakıfa geldim. Onu tanımış olmaktan mutluyum ama erken kaybetmekten dolayı da son derece üzgünüm.
Merhum Ahmet Şişman Ensar Vakfı'nı hangi amaçlarla ne zaman kurdu?
Ahmet bey aslında sadece Ensar Vakfı'nı değil camiamız içinde birçok sivil toplum kuruluşunun kurulmasında öncülük etti. Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı, İslam Dünyası sivil toplum örgütleri, Kur'an 1400 Platformu, Filistin Platformu ve son olarak da temiz medya ile ilgili çalışmaları vardı. Bütün bunlar onun bu alanda ne kadar girişimci ve vakıf gönüllüsü olduğunu ortaya koyuyor. 1990 yılından 2011 yılına kadar Ensar Vakfı Başkanlığı yaptı. Onun başkanlığı döneminde Ensar Vakfı birçok çalışmaya imza attı. En büyük arzusu Vakfın politika ve bilgi üretmesi idi. Bu amaçla 2003 yılında Değerler Eğitim Merkezi'ni kurdu. Son olarak İsteğe Bağlı Din Eğitimi alanında ortaya koyduğu raporlar bu merkezin son çalışmasıdır. Bu isimle uluslar arası hakemli yayın yapan dergimiz de önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Geniş anlamıyla değerlerimizin araştırılması ve politikalar ortaya konulması bu merkez sayesinde gerçekleşti. Bunda da Ahmet bey öncü rol oynadı. Mesela 2004 yılında bu alanda düzenlediğimiz sempozyumun benzerini Milli Eğitim Bakanlığı 6 sene sonra yaptı. Din eğitiminin nasıl olması gerektiği hususunda bir merkez oluşturdu. Öğrenciler yetiştirdi. Lisans, master ve doktora düzeyinde. Tam bir kitap aşığı idi. Her yurt dışına gittiğinde koltuğunda kitaplarla gelirdi. İnsan Yayınları, İz Yayınları, Düşünce Dergisi, İzlenim Dergisi'ne de öncülük etti. Yeni Şafak Gazetesi'nin sahibi idi. Doktoramı bu Vakfın katkısıyla yapan biri olarak şunu söylemeliyim; Ahmet bey bizimle bir patron gibi değil, bir babanın evladına davrandığı gibi davranırdı. Gecesini gündüzünü buraya ayırdı.
10 yıldır birlikte çalışıyorsunuz. Ahmet Şişman denilince gözünüzde nasıl bir insan canlanıyor?
Çok sıra dışı düşünen, bir fikri ve davası olan ama bu sıra dışı düşüncelerini de uygulanabilir bir zemine dayandıran ikinci bir kişi tanımıyorum ben. Baktığınız zaman kendi halinde, halim selim bir insandır. İlk bakışta antipatik denen özellikleri bile var denebilir ama biraz tanıyınca çok neşeli muhabbetli ve bir o kadar da derinliği olan bir insan. Bir fikre sahip olup da bunu gerçekleştirmek isteyen nadir insanlardan biri. Bu yönüyle Ahmet bey müstesna bir şahsiyettir bana göre. Ufku sürekli açıktır, dünyayı takip eder. Yabancı yayınları takip eder. 5-10 yıl sonrasını görebilen bir ufka sahip. Değerler Eğitim Merkezi bu niteliklere sahip. Sadece burs veren ve klasik birtakım çalışmalar yapan bir vakıfçılığın dünyadaki gelişmeler karşısında artık geçerliliğini yitirdiğini, bir konuda söz sahibi olmak gerektiğini düşünen ve uygulayan bir hizmet insanıydı. Bu yönüyle çok girişimci idi.
'Sıra dışı düşünen' dediniz. Nedir Ahmet beyin sıra dışı düşünceleri?
Çok ilginç fikirleri vardı. Mesela İstanbul Tasarım Merkezi diye bir merkez kurdu. Özbekler Tekkesi'nde. Klasik sanatlarla modern sanatların sentezini bu merkezde gerçekleştirdi. İnsanın aklına gelmeyecek yorumları, değerlendirmeleri vardı. Ahmet bey her zaman toplumun yüzde 80'inin düşündüğünün dışına çıkan farklı pencereler açan bir yapıya sahipti. Bu yönüyle çok büyük bir entelektüel olduğunu söyleyebilirim. Yayıncı olması, sivil toplumun varlığına inanması, sivil toplumun toplumu dönüştüren bir güce sahip olduğuna inanması ve bunu uygulamaya koyması onu başlı başına öncü yaptı bu camiada. Ve hiçbir zaman heyecanını kaybetmedi. Ahmet bey uluslar arası bir işadamı idi. Kereste ticareti yapıyordu. Yurtdışına gider gelirdi. Her yurt dışı dönüşünde ilk icraatı Vakıf çalışmaları idi.
Ahmet Şişman siz de dahil olmak üzere çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Ahmet bey sizde neyi çağrıştırıyor?
Bence şunu gösterdi; hepimiz dünya için yatırımlar ve beklentiler içindeyiz ama Ahmet beyin en büyük farkı insana yatırım yapan bir insan olmasıdır. İlk yayınevinin adı da zaten 'İnsan Yayınları'dır. Bunu yaparken de İslami hassasiyetleri gözetirdi. İnsana yatırım yapmayı camiamız içinde en iyi başaranlardan birisi diyebiliriz.
***
Ömrünü İslam toplumunun dirilişine adamış bir beyin
Ensar Vakfı başta olmak üzere birçok vakıf, dernek ve STK'nın içinde yer alarak kendisini İslam Ümmetine vakfeden bir vakıf insanı,
Ömrünü İslam toplumunun dirilişine adamış düşünce ve eylem insanı, çalışkan ve üretken bir beyin,
İmam Hatip Liseleri'ni her platformda savunan, bu okullara karşı yürütülen olumsuz çabaların ve zorbalıkların her zaman karşısında duran entellektüel bir mücâhid,
İmam Hatip Liselerinde eğitim ve öğretimin kalitesi için bir çok projeyi hayata geçiren İHL gönüllüsü ve dertlisi,
28 Şubat sürecinde haksızlıklara karşı dur demek için gece gündüz demeden, birçok vakıf ve dernek içerisinde toplantılara, istişarelere, görüşmelere katılarak mücâdelelere yön veren bir lider,
İslam ve Kur'an gerçeğini anlamayarak, din eğitiminin ve dini hayatın yok edilmesini isteyen çevrelere karşı hak ve hakikati, din eğitiminin önemini gâyet zekice ortaya koyan bir yiğit insan,
İslam ümmetinin geçmişini yorumlayarak geleceğini planlamasında birçok projeyi başlatan bir Müslüman sosyolog,
Basın ve yayın hayatında hâlâ etkinliğini sürdüren TV, gazete, dergi ve yayınevlerinin öncüsü,
Din eğitiminin içinde yaşadığımız çağa uygun olarak sistemli ve doğru bir şekilde verilmesi için nice projeleri başlatan, merkezler kurmaya çalışan bir önder,
İrtibatı olan her vakfın ve derneğin mutlaka görüşlerine başvurduğu bir ehil danışman,
Geleceğimiz olan genç nesillerin yetişmesi için yurt içinde ve yurt dışında yapılan çalışmaların, açılan üniversitelerin, tertip edilen konferans ve organizasyonların danışmanlığında, tertip heyetinde ve mütevelli heyetlerinde bulunan ufuk insan,
İslamlaşma uğruna gösterilen her gayreti destekleyen, makul ve uygulanabilir her projeyi destekleyerek eğitimcilerin ve girişimcilerin yolunu açan bir yönetici,
Bütün bunları yaparken zamanını fedâ etmekten hiçbir zaman çekinmeyen, çağrıldığı her toplantıya az bir zaman dilimi de olsa katılmaya çalışan cemiyetçi bir insan,
Yapılan çalışmalardan hiçbir makam, mevki ve menfaat beklemeyen üstelik ticari hayatını dahi bu uğurda fedâ eden Ahiret sevabına inanmış bir mü'min,
Son üç gününde yoğun bir şekilde İmam Hatip Liseleri ve Din Eğitimi için üst üste yapılan toplantılardan sonra daha iyisini önermek için gittiği Ankara dönüşünden hemen sonra mübarek bir "Berât Gecesinde" Rahmet-i Rahmâna kavuşan bir Müslüman,
"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz" hadisinin mazharı olarak İslamlaşma uğruna, İmam Hatip Liseleri ve Din Eğitimi dâvâsında fedâ edilen bir cân... Salih amelleri olsun sebeb-i gufrân, Fâtiha okusun her bir Müslüman...
MİLLİ GAZETE
|
Reşat Nuri Erol
18.07.2011
19:22
| ZAPTEDİLMEZ MÜTEŞEBBİS AHMET ŞİŞMAN
Bu satırların yazarı
Erhan Erken
ile aşağıda anlatılan işte bu matbaa ve yayınevi döneminde tanışıp zaman zaman çalışmalar yaptık...
"İslam Devlet ve Dünya Düzeni"
kitabımızı orada bastık...
Adı geçen
İzlenim
dergisinde zaman zaman yazılar yazdım...
İstanbul'a henüz yerleşmeden bile
İnsan Yaınları
uğrak yerimdi, daha sonra da öyle...
Ensar Vakfı; İslam Medeniyeti Vakfı Genel Sekreteri olan bendeniz için daima "kardeş ve işbirliği yapılacak kuruluş" oldu...
Hepsinden daha önemlisi; AKEVLER ve AHŞAP EVLER İstanbul ve İzmir çalışmalarımızda Ahmet Şişman dönem dönem en büyük iş ortağımız oldu...
Üstad ve S. Akdemir "Ahmet Şişman" ile anlaşıp Akevler'de üretilen kitaplardan her ay birin İZ YAYINCILIK yayınlar arasında yayımlanması anlaşmasını yaptıktan sonra, aşağıda ismi geçen isimlerle görüşmeler yaptım;
"her zaman her yerde bize ve çalışmalarımıza karşı olan birileri"
-maalesef- orada da karşımıza çıktı ve bu güzelim proje başlamadan sadece iki kitapla bitti!!!
1- ALTERNATİF FAİZSİZ BANKA / SELEM VE KREDİLEŞME,
2- SÜLEYMEN AKDEMİR'İN SOSYAL DENGE-II KİTABI.
Aşağıda adı geçen isimlerin tamamına yakını ile zaman zaman yollarımız çakıştı...
Gerisini
Erhan ERKEN
'in yazdıklarından okuyabilirsiniz...
Reşat Nuri EROL
***
"Bana hayal kurmayı öğretti!"
Rahmetli Ahmet Şişman ile uzun yıllar iş arkadaşlığı, ortaklık yapan Erhan Erken "değişik" arkadaşını anlattı.
18 Temmuz 2011 Pazartesi
*
Rahmetli Ahmet Şişman ağabeyi ilk tanıdığımda yanılmıyorsam 1984 yılı idi. Cağaloğlu, Klodfarer Caddesi üzerinde, Çemberlitaş Kız Yurduna yakın bir binanın giriş katında faaliyet göstermekte olan İnsan yayınlarına gitmek üzere, Alman plakalı Mercedes’inden inerken ilk defa karşılaşmıştık.
Almanya’da bir dönem din görevlisi olarak çalıştıktan sonra Yurda yeni dönmüştü sanırım.
Ahmet ağabeyin kuzenleri olan Kemal ve Alaaddin Şişman bizim emsallerdi. Şişmanoğlu ailesinden daha çok onlarla tanışıyordum. Nazife Şişman hanım da Boğaziçi Üniversitesi’nden bazı derslere birlikte girdiğimiz bir arkadaşımızdı.
Aynı aileden olan Celaleddin Akça ile, okul öncesi eğitimde uzun yıllar birlikte gayret göstereceğimiz Elif Yuva’nın kuruluş çalışmalarına henüz başlamamıştık.
Cağaloğlu’nda yeni yeni hayat bulmakta olan Reklam Ajansımızın ilk müşterilerinden biri de Şişmanoğlu Mobilya idi. Onlara broşür, katalog türü çalışmalar yapıyorduk
O gidiş gelişlerde ismini duyduğumuz Ahmet ağabey Almanya’dan gelip aile işi ile ilgilenmeye başladıktan sonra bizim de daha fazla muhabbet ettiğimiz bir isim olmaya başladı
Tanıştıktan sonra bende bıraktığı ilk intiba; Değişik bir insandı. İlk intiba son intibadır diyen bir dostumuzun sözünü hatırlarsak bendeki bu görüş daha sonra da değişmedi.
Bir şey söylediğiniz zaman, o, sizin dediğinizin muhakkak başka bir tarafından bakarak konuya ayrı bir boyut getirir ve başka bir şey daha söylerdi.
Ahmet ağabeyin , İlhan Akıncı ve Adnan Başdemir adlı arkadaşlarıyla beraberce kurmuş oldukları İnsan yayınları, o devirde dünyanın değişik bölgelerinden yazarların kitaplarını tercüme edip yayınlayan bir politika izlemekteydi. Tefhim-ul Kur’an isimli tefsirleri de yayınevinin önemli bir kitabıydı.
Bir gün, o zamanki ajansımız Es Ajansa, ortağı İlhan Akıncı ile gelip bize de bir çalışma yaptırdıklarını hatırlarım.
Günler birbirini kovaladı, işin şeklini değiştirmeye yönelik bir karar arefesinde, yanılmıyorsam 1990 yılı başları idi Ahmet ağabey beni telefonla aradı.
Beraber bir matbaa kuralım mı? Dedi.
Bu benim için değişik bir teklifti, önce kafam karıştı sonra görüşelim dedim.
İz yayıncılık ve Eramat
Cağaloğlu’nda Pierre Loti yokuşundan aşağıya doğru inerken, yolun sol tarafında bulunan Kanarya apartmanının dördüncü katında buluştuk. Burası İz Yayıncılık’ın yeni bürosu idi.
İnsan yayınlarından ayrıldığını ve yeni bir yayınevi kurmakta olduğunu, benimle de bir matbaa kurup, yayınevinin kitaplarını burada bastırmayı düşündüğünü, yayınevi çalışmalarında da arzu ettiğim kadar onunla beraber olabileceğimi ifade etti.
Biraz düşündükten ve detaylar üzerinde anlaştıktan sonra başladık. İşi ben yönetecektim, o iki, ben de bir hisse koyacaktım, diğer kalan hisseyi de benim emeğime sayacaktık ve ortak olacaktık.
Topkapı’da iki katlı bir yer tuttuk, önce bir, kısa bir süre sonra da bir ikinci matbaa makinasını alarak matbaacılığa başladık. 57 x 82 Roland Parva ofset makinalarının yanında bir tane de formaları elle beslenen kırma makinamız vardı
Yaklaşık bir yıl böyle devam ettikten sonra Rahmetli Ahmet ağabey, işi büyütmemizin iyi olacağını söylemeye başladı. Yoğun görüşmeler sonrası beni ikna etti ve Merter’de sadece giriş katı dolu olan 5 katlı bir binanın 4 katını tuttuk. Üst kata İz yayıncılık taşınacaktı, diğer katlara da Matbaa ve Mücellithaneyi kuracaktık.
Konunun gidişinden anladığınız gibi olay sadece yer tutmak değil, iki makinanın yanına büyük bir tesis ilave etmekti.
Kısa bir süre içinde Almanya’dan iki tır dolusu makine İstanbul’a geldi. Daha sonra buna bazı ilaveler daha oldu. Derken bodrum katı aynı zamanda ambalaj baskıları da yapan, bir katı kitap ve dergi baskıcılığı, en üst katı da mücellithane olan bir tesis ortaya çıktı. Ara katta da İz yayıncılık çeşitli yayıncılık şubeleri ile 350 metrekarelik bir büroda çalışmaya girişti.
Matbaa, Mücellithane, ambalaj bölümleri, İz yayıncılık çalışanları ile 50’ye yakın bir kişinin çalıştığı bayağı büyük bir teşkilat.
Ahmet ağabey ile yarı yarıya ortak olan ben küçük ortak durumuna düşmüştüm. Çünkü onunla beraber aynı oranlarda borçlanmaya cesaret edememiştim. Fakat enteresan bir durum şu ki yayınevinde ortak olmamama rağmen manen ben yayınevinin de ortağı gibiydim. Ahmet ağabey bana bunu çok rahat bir şekilde hissettirmişti. Yayınevinin müdürü kadim dost Hüsrev Şeref ile biz adeta kader birliği etmiş, işleri beraberce sırtlanmıştık.
Benim günlerimin önemli bir bölümü matbaa ile birlikte yayınevinde geçiyordu. İmkan ve imkansızlıkları beraberce yükleniyorduk.
Durmak bilmiyor
Kitaplar çıkıyor, yazarlarla toplantılar yapılıyor, yurt dışından gemilerle kağıtlar geliyor… Müthiş bir hareket.
Rahmetli Ahmet Şişman her yeni hareketin üzerine bir başka hareket daha koyuyor, yayınevinin yanında başka alanlara da açılıyorduk. Mustafa Özel’in yönetiminde, benim de kısmen içinde yer aldığım İktisat ve İş Dünyası Bülteni bu sıralarda yayın hayatına başladı. Derken Ahmet abinin eski dostu ve çok önem verdiği bir entelektüel olan Ali Bulaç’ın yönetiminde Bilgi ve Hikmet Dergileri yayınlanmaya başladı.
Bu yayınlar içinde, camianın o dönemdeki neredeyse tüm entelektüel birikimi sergilenmekteydi.
Belli bir süre sonra Ertuğrul Düzdağ İz Yayıncılık’ta kitaplarını yayınlamaya başladı.
Adeta bir efendilik timsali olan Ebubekir Eroğlu’nun Yönelişler Dergisi de Merter’den yayına devam eder oldu
Her yeni yayın Merter’i biraz daha cazibe merkezi yapıyordu. Tekstil firmalarının merkezi olan Merter şimdi kültür hayatının da merkezi olmaya doğru gidiyordu.
Yayınevinin mütavazi ama birikimli editörü Prof. Dr. İlhan Kutluer, Sürurlar Süruru Mehmet Ali Metinyurt, tashih ve redaksiyonda Rahmetli Hamit Can, Metin Karabaşoğlu, ve daha bir çokları…
Tabii yazarlar, hocalar, kültür ortamından istifade etmek isteyen gençler mekanımızı canlı birer kültür yuvası haline getirmişlerdi
Rahmetli Ahmet ağabeyin en büyük hayallerinden biri de gazete çıkarmaktı. Biz öyle bir gazete çıkarmalıyız ki burada Müslümanların bütün birikimi yer almalı derdi. Her toplantıda bu konu dile gelirdi.
*
İzlenim nasıl kuruldu
Fakat daha sonra bu hedefe giden yolda önce bir dergi çıkarıp sonra gazeteye yönelelim görüşü ağırlık kazandı ve biz bir dergi üzerinde yoğunlaşmaya başladık.
Derginin yönetimi için kendi aramızda yaptığımız görüşmelerde başlangıçta benim ismim üzerinde bir mutabakatımız oldu. Fakat daha sonra, ‘Erhan, bu derginin yönetimini üçlü bir grupla mı yapsak acaba’ diye sormaya başladı. Bana güvendiğini biliyordum, lakin benden daha tecrübeli olduğu için böylesi önemli bir projede yanımda birilerinin daha olmasını düşünüyordu. Ben ise bir grup oluşsa da nihai sözün bana ait olmasında diretiyordum.
Grup olarak düşündüğü isimler benim de rahatlıkla kabul edebileceğim kişiler olmasına rağmen tek endişem şu idi. Dergi projesinin kaldıramayacağımız bir yöne gidip, var olan yapımıza da menfi tesir edebileceğinden korkuyor ve nihai söze sahip olarak bunu kontrol etmeyi hedefliyordum.
Rahmetli Ahmet ağabeyin zaptedilemez bir müteşebbis olduğunu bildiğimden her an olayın şekli değişebilirdi. Bu süreç bir miktar böyle sürdü ve Rahmetli benim teklifim konusunda tereddütünü yenemedi. Ben de o zaman buraya başka birini bulalım, ben sürece destek olayım demek durumunda kaldım.
Fakat bu kararın devamında Matbaa işimizi ayıralım diye teklif ettim. Tezim şu idi. ‘Tam kontrol edemediğim dergi sürecinde bir problem olursa bu matbaaya da menfi tesir eder ve maazallah batarız dedim. Seni ailen kurtarabilir fakat benim ailem bunu kaldıramaz ‘ diye de ilave ettiğimi hatırlıyorum.
Rahmetli, bana çok kızdı. İkna etmeye çalıştı. Samimiyetini bildiğimden ve kendisine büyük bir saygım olduğundan dolayı bu süreci onu kırmadan, fazla üzmeden, projelerine zarar vermeden nihayetlendirmemiz gerektiğini düşünüyordum.
Şu teklifi yaptım; matbaa yönetiminde en iyi idarecileri, usta başını ve ustaları sana bırakayım, ben de aynen ortak gibi koşturayım ama bana müsaade et.
Baktı kararlıyım. İstemeye istemeye evet dedi.
Büyük hayalleri gerçekleştirmekti işi
Yalçın Çetinkaya’yı derginin başına düşündük. Ahmet ağabeyin arzu ettiği bir ekip derginin muhtevasını oluşturacaktı ve benim de Hüsrev Şeref’e yardımcı olmam konusunda anlaştık. Birlikte ben, daha çok ambalaj yönüne ağırlık veren bir matbaa oluşumuna başladım.
Aynı bina içinde katları ve personeli ayırdık.
Benim yayıneviyle gönül bağım hiç kopmadı. İlişkimiz yine devam etti ama Rahmetli her fırsatta canının sıkıldığını bana hissettirdi.
İzlenim dergisinin ilk sayısı için Hüsrev abi ile baskı yerleri aradık, beraber koşturduk ve sonunda ilk ürün çıktı. Yönetiminde yer almasam da İzlenim benim de bir çocuğum gibiydi.
Ahmet ağabeyin bir dönem gazete için hayal ettiği mozaik kısmen oluşmuştu. İzlenim, önceleri aylık daha sonra bir dönem haftalık ve devamında yine aylık olarak 1997 yılına kadar devam etti.
Matbaayı ayırdıktan bir müddet sonra ben kısa dönem askere gittim. Tam askerdeyken 5 Nisan gelişmesi yaşandı ve Türkiye’de iktisadi bir deprem oldu.
Rahmetli Ahmet Şişman’ın aile şirketi bu depremde çok ciddi etkilendi, tabii matbaa ve yayınevinin de dengesi bozuldu.
Ahmet Şişman bu süreçte Persan ailesini yayınevine ortak aldı. Daha sonra Yeni Şafak gazetesini yine onlarla çıkarmaya başladı.
En sıkıntılı zamanında bile kültür ve hizmet hayatına ait çalışmalarına devam etti. Gazete ile bir dönem ilgilendi ama bir kere işin sihri kaçmıştı.
Fakat tüm bu problemli durumlar bile Yeni Şafak gazetesinin onun hayalleri doğrultusunda yayınlanmasına engel olamadı.
Yeni Şafak, daha sonra Albayrak ailesine geçti, İz yayınları ise Persan ailesi kontrolünde başlangıç ilkeleri çerçevesinde bugüne kadar devam etti ve ediyor.
Ahmet Şişman bana hayalin büyük kurulmasını gösteren önemli kişilerden biridir. Hedefe kitlenmeyi, en zor zamanda bile ümidini yitirmemeyi, oluşan her düşünceye farklı bir yönden bakabilmenin mümkün olduğunu gösteren insandır.
*
İstişaresiz iş yapmazdı
İslami düşüncenin yaygınlaşması için samimiyetle çalışmanın güzel bir örneğini onda görmek mümkün olmuştur. Ben onun iş hayatındaki cesaretinin boyutlarını bazen tartışsam da samimiyeti konusunda hiçbir zaman tereddüt etmemişimdir. Ortak olduğumuz süre zarfında çok farklı noktalarda kalsak da beni ikna etmeden bir karar aldığına şahit olmamışımdır.
Bu nokta ortaklıklarda çok önemlidir. Yaşça ve tecrübece benden ileri olmasına rağmen bu hassasiyete sürekli riayet etmiştir ve ben de bu hususu her fırsatta ve her zeminde ifade etmeyi bir vazife bilmişimdir.
Kültürel ve düşünsel faaliyetlerde para kazanmak dürtüsüyle hareket ettiğine şahid olmadım. Her karar öncesinde ‘ortak, biz bu işte kaç para batırabiliriz, imkanlarımız ne kadar para kaybetmeye yeter’ sorusunu sormuştur ki bu her babayiğidin yapabileceği bir şey değildir.
Yaptığı ve yapacağı çalışmaların hep en iyi kişilerini bulup onlarla iş yapmayı tercih etmiştir. Projeleri sadece finanse etmemiş, o projelere daima kendi ana rengini vermeyi ilke edinmiştir. Müslümanların en farklı düşünen kesimlerinin bile aynı çatı altında beraberce olmalarını önemsemiş ve kendi kurduğu yapıları onların ürün verebileceği bir tarzda organize etmeye çalışmıştır.
Beraberce yapmaya çalıştığımız yayıncılık eksenindeki çalışmalar dışında bizim diğer eğitim çabalarımıza da ailesi ile birlikte karşılıksız destek olmuş, her fırsatta yararlı eleştiriler getirmiştir.
Çağırdığımız tüm aktivitelere imkanı ölçüsünde gelmiş, eğitim ve kültür alanındaki her projesini bir şekilde duyurmuş, katkımızı istemiş ve bizi bu çalışmalara dahil etmeye çalışmıştır.
Eğitim çalışmalarını ucuz ve olabildiğince fazla sayıda kişinin katılımına açık yapalım ana ilkesini muhafaza etmiş ve bizim çalışmalarımızı, siz seçkincilik yapıp işi pahalıya çıkarıyorsunuz bak ben bunları çok daha ucuz ve kaliteli yapacağım diye hizmette adeta yarış etmiştir.
Tabii bu eğitim faaliyetlerine de hiçbir zaman bir gelir getirme aracı olarak bakmadığını da burada zikretmemin bir vecibe olduğunu ifade etmek isterim.
Rahmetli Ahmet Şişman çok farklı alanlarda hizmet üreten bir insandı. Ensar Vakfı, TGTV, Birlik Vakfı, İmam hatiplerle ilgili diğer çalışmalar, kendi ticari yatırımları ve bu alandaki mesleki organizasyonlar, son dönem Özbekler Tekkesindeki Sanat ve Kültür faaliyetleri ve daha bir çokları…
*
Hatıralar yazılmalı
Benim burada anlattıklarım onun portresinin sadece belli bir yönünü konu edinmektedir. Onunla farklı alanlarda yakın çalışanların anlatacakları hatıralar, portreyi daha eksiksiz hale getirecektir kanaatindeyim.
Son söz olarak şunu söyleyebilirim. Hiçbir kul kusursuz olamaz. Hayatı bu kadar fırtınalı geçen, çok farklı alanlarda önemli hizmetler yapmaya çalışan, yanında insanlar istihdam eden, birileriyle beraber karar verme durumunda olan, ticari hayatında büyük badireler atlatan bir insanın muhakkak ki hataları olmuştur, istemeden de olsa birilerinin hoşuna gitmeyen işler yapmıştır. Fakat ben onun özünde var olan; büyük gaye uğrunda sıra dışı, kaliteli, gelenek oluşturan ve iz bırakan faaliyetleri yapma isteğinde samimi olduğuna inanıyorum. Bu samimiyet, onun kullar gözünde ve gönlünde her halükarda hoş görülmesini de beraberinde getirmelidir.
Cenazesinde çok farklı kesimden insanın yaz sıcağında akın akın Fatih camiine ve Edirnekapı mezarlığına koşmasının Ahmet Şişman’ın bu samimiyetinin gönüllerde kabul gördüğünün bir nişanı olduğuna inanıyorum
Rahmetli Ahmet Şişman kendi döneminin çok önemli bir rol modeli olarak ömrünü tamamlamıştır.
Allah-u Teala’nın ona Rahmetiyle muamele etmesini diliyorum, Mekanı Cennet olsun. Amin
***
Erhan Erken
bir yol arkadaşını anlattı...
|
Reşat Nuri Erol
19.07.2011
17:43
| MAHİR KAYNAK ile MİNİK RÖPORTAJ
Baş
bakan kendi ağzıyla söyledi: Silvan'daki baskın sıradan bir olay değil.
(iyibilgi, özel röportaj)
Terör örgütü PKK'nın 13 askerin şehit olduğu Diyarbakır saldırısı sonrasında, Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçirilmesi emrini veren CIA'in çiçeği burnunda başkanı Orgeneral David Petraeus'un süpriz bir şekilde, ilk ziyaretini Türkiye'ye yapması her açıdan dikkat çekici bir haberdi. Petraeus'un temasları ile ilgili basına pek fazla detay yansımasa da, en azından rüzgarının kımıldattığı yapraklar açısından bir fikir edinebiliriz diye, istihbarat uzmanı Prof. Dr. Mahir Kaynak'ın görüşlerine başvurduk.
CIA Başkanı olarak David Petraeus'un ilk ziyaretini Ankara'ya yapmasını nasıl değerlendirilmeliyiz?
Bizim yanılgımız, PKK'yı kendi başına bir olay olarak görmemiz. Halbuki bu geniş bir politikanın bir parçası. O zaman sorgulayacağımız şey şu olmalı: ABD, Kürt meselesinde nasıl bir tavır alıyor? Burada benim uyguladığım model şu: Avrupa, Saddam zamanında Kuzey Irak ile Türkiye'nin güneydoğusunun birleşmesini istiyordu. Bunu Irak'ın kontrolüne verecek, kendisi de Saddam'ı kontrol edecekti. Amerika buna razı olmadı. Yani Avrupa'nın kendi enerji kaynaklarına hükmetmesine razı olmadı. O zaman soru şu: ABD, Irak'a neden müdahale etti?
Kağıt üzerindeki sebebi, Saddam'ın geliştirdiği kitle imha silahlarını yok etmek.
Hayır, işte bu yukarıda bahsettiğim projeyi bertaraf etmek için yapılmış bir müdahaledir. ABD, Irak'a müdahale etti çünkü esas amacı Avrupa'nın kontrolünü betaraf etmekti. Şu anda ABD'nin Kürt politikası bizimle beraberdir. Bir başka ciddi soru da şu: ABD, PKK'yı destekliyorsa, Öcalan'ı bize neden teslim etti? Bu çelişkiyi çözebilir misiniz? Kandil, şu anda ABD'nin kontrolünde. İsterse bir bomba ile yerle bir edebilir.
13 şehit verdiğimiz Silvan'daki PKK baskını sonrası basınımızda Kandil ile Öcalan arasında uyuşmazlık olduğuna dair haberler çıktı. ABD herkesi kontrol ediyorsa, bu da bir çeşit çelişki değil mi o zaman?
Modele bakın. Öcalan'ı ABD teslim etti. Kandile'e de hükmediyor.
Bu durumda Öcalan PKK'dan tasfiye mi ediliyor?
Evet. Sabahtan beri Öcalan denmesinin sebebi de şu: Bir, esas faili aramıyorsunuz. İkincisi, Öcalan herhangi bir şekilde hapishaneden çıkamaz, onu ebediyen oraya mahkum ediyorsunuz. Politikalarınızı uygulamaya devam ediyorsunuz.
Peki hocam, bu durumda ABD, Kandil'i kontrol ediyorsa, öteki taraftan nasıl Türkiye'nin yanında olabilir?
ABD, siyasi sonuçlar yaratmak istiyor. Kürtler'in arasındaki farklar ortaya çıkartılıyor. Ve İmralı'nın güdümünde bir araya getirilmek isteniyor. Nasıl Avrupa, Kürtleri bir araya getirmek istediyse, ABD'de aynı şeyi istiyor. Tek fark, Türkiye'nin güdümünde olması.
www.iyibilgi.com özel
|
Reşat Nuri Erol
19.07.2011
17:47
| BAŞBAKAN AÇIKLADI ilvan'daki olay sıradan bir olay değil" !
"13 yavrumuzun şehit olduğu böyle bir olayın Genelkurmay tarafından incelenmesi, tetkiki yapılacağı gibi, bir de sivil gözle, sivil iradenin bu şekilde inceleme yapması, araştırması en doğal, en tabii yöntemdir."
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Silvan'da 13 askerin şehit edilmesinin ardından İçişleri Bakanlığı'nın soruşturma başlatmasıyla ilgili, ''Güvenliğimizle alakalı 13 yavrumuzun şehit olduğu böyle bir olayın Genelkurmay tarafından incelenmesi, tetkiki yapılacağı gibi, bir de sivil gözle, sivil iradenin bu şekilde inceleme yapması, araştırması en doğal, en tabii yöntemdir'' dedi.
Erdoğan, KKTC'ye yapacağı resmi ziyaret öncesinde Esenboğa Havaalanı'nda açıklamalarda bulundu ve gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Terör örgütü tarafından Silvan'da 13 askerin şehit edilmesinin ardından İçişleri Bakanlığı'na da soruşturma talimatı verilmesiyle ilgili soruyu yanıtlarken Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:
''Bu olay sıradan bir olay değil. Dolayısıyla güvenliğimizle alakalı 13 yavrumuzun şehit olduğu böyle bir olayın Genelkurmay tarafından incelenmesi, tetkiki yapılacağı gibi, bir de sivil gözle, sivil iradenin bu şekilde inceleme yapması, araştırması en doğal, en tabii yöntemdir. Toplumdaki, halkımız arasındaki soru işaretlerine de cevap oluşturabilecek bir araştırmayı çift yönlü yapmamızın uygun olacağına inanarak böyle bir kararı aldık ve onun için böyle bir talimatı vermiş bulunuyoruz''
A.A.
|
Reşat Nuri Erol
19.07.2011
17:49
| Çevik One…!!!
Sevgili meslektaşım Hürriyet’in Washington temsilcisi Tolga Tanış geçtiğimiz pazar, "Arap Baharı’nı Çevik Bir mi planlamış" başlıklı bir mini yazı kaleme almış…Bence çok bulmaca çözer!
Hem başlığın işaret ettiği ve hem de benim ilgimi çeken kısım şöyle;
“… birkaç hafta önce görüştüğüm İsrail’in eski Ankara Büyükelçisi Alon Liel’den öyle bir hikâye dinledim ki... Önce bir toplatıda söyledi. 28 Şubat’ın güçlü paşası Çevik Bir 1997’de İsrail’e gitmiş ve Ortadoğu’da bugünkü Arap Baharı’na benzeyen bir hareket başlatalım, demiş. Sonra buluştuk Liel ile. Olayı sordum. ‘28 Şubat’tan hemen sonraydı’ deyip anlattı: ‘Tel Aviv Üniversitesi’nde kapalı bir toplantı düzenledik. Yanında 10 Türk subayı vardı. Bir, büyük bir ekranda bize çok uzun bir sunum yaptı. Sunumda da ‘Beraber Ortadoğu’yu değiştirelim’ dedi. ‘Bu ülkelere demokrasi taşımak gerek’ diyordu.’ ‘Siz ne dediniz’ dedim. ‘Biz ‘Hayır’ dedik. İşin içinde İsrail olursa reddederler. ‘Siz bu işi yalnız yapın’ dedik’ dedi...”
Bu hikayeden ne anlamalıyız?..
İsrail-Türkiye ilişkilerinin son birkaç yılını anımsadığımızda bu öykünün kıssası nedir?..
Var mı bunu açıklayacak?
1 dakika..
Buldum!
|
Reşat Nuri Erol
19.07.2011
17:53
| ÖNEMLİ BİR ANALİZ...
Tel Aviv Basın Merkezi'ni temmuz sıcağına rağmen doldurmuş kalabalık, kürsüden Türkiye aleyhine ateşli bir ‘vaaz' veren profesörü dinliyor. Hatip, isminin önünde seçkin bir üniversiteden alınmış ‘siyaset bilimi doktoru' unvanı olmasına rağmen duygusallığın ve heyecanın etkisiyle zaman zaman aklın, mantığın dışına çıkıyor: “Türkler bir dünya imparatorluğu kurmak istiyor! Erdoğan (Başbakan), Osmanlı devletini yeniden kuracak! Türkler, NATO sisteminden uzaklaşıyor!” Aynı profesör, anlattıklarını ikna edici kılmak için eşine az rastlanan bir çabayla en olmayacak şeyleri bir araya getirmeye çalışıyor: “Türkler Çin ile ticaret yapıyor. Türk istihbaratı İran istihbaratı ile neredeyse entegre olmuş.” İstanbul'da uzun yıllar kalmış tecrübeli gazeteci Günter Seufert bana dönerek “Çin, şu an ABD ve Almanya'nın neredeyse bir numaralı ticari ortağı” diyor. Hâlbuki ateşli vaaz veren profesörün tesiriyle kalabalık Türkiye'nin Çin ile işbirliği yapıp Batı'ya karşı başka bir kumpas kurduğuna çoktan ikna olmuş hâlde.
Yukarıda özetlenen tablo Tel Aviv'den Türkiye'nin nasıl göründüğünü büyük ölçüde temsil ediyor. Kötüsü, İsrail'in idaresinde bugün sözü geçen aktörler bu karamsar tablonun yerleşmesi için çaba harcıyor. En dramatik olan ise hükümette çalışan üst düzey bürokratlarla generallerin ‘eski Türkiye hatıralarını' neredeyse birer menkıbe gibi anlatmaları. Hemen herkesin bir Yaşar Büyükanıt hatırası var. ‘Ah nerede o eski günler!' tadında anlatılan bu hikâyeler, geçmişin kudretli Türk generallerinin kendilerine ne kadar değer verdiklerini hatırlatıyor ve şimdilerde durumun tam tersi olduğu mesajıyla bitiyor. 1990'lı yılların sonunda dönemin İsrail cumhurbaşkanına askerî danışmanlık yapan biremekligeneral bana “O zamanlar TürkiyeGenelkurmayBaşkanı, bize Türk Başbakanı'nı işten kovmak için Ankara'ya dönmesi lazım geldiğini söylemişti.” diyerek inanılması zor bir anekdotu anlattı.
Velhasıl,28 Şubatile başlayan dönemi, İsrailli üst düzey aktörler adeta bir ‘altın çağ' gibi hatırlamakta. Durumun ne kadar değiştiğini ise yine eski bir İsrailli generalin esprisinden anlamak mümkün: “ArtıkAnkaraziyaretlerimde sokağa çıkmıyorum. Çünkü bana sokakta görülen generallerin tutuklandığı söylendi!” Bütün bunlar şunu gösteriyor: İsrail elitlerinin kafasına, Türkiye ile ilişkiler ancak ordu üzerinden sürdürülebilir algısı adeta kazınmış durumda. İsrail, Türkiye'nin toplumsal dinamiklerinin demokrasiyi koruyacağını göremiyor. Türkiye'nin sosyal yapısını yansıtan demokratik yapının İran tipi bir rejim getireceğine saplantı derecesinde inanılmış. “Türkiye değişiyor, bunu durdurmak mümkün değil, İsrail bu değişime uygun bir pozisyon alıp çıkarlarını korusun” telkini karşılık bulmuyor. Hâlihazırda İsrail elitleri, Türkiye'yi geri dönülmez biçimde kaybedilmiş görüyor. Kendi sosyal dengelerini yansıtan demokratik bir Türkiye'nin muhakkak İsrail karşıtı olacağı kanaati Tel Aviv'de çoktan yerleşmiş.
Diğer ilginç nokta, Tel Aviv'deki Recep Tayyip Erdoğan algısı. Akademisyenler de dâhil Tel Aviv'deki seçkinler bir ölçüde ikonik hatta mitolojik bir Erdoğan portresi üretmiş durumda: “Erdoğan her olayı siyasi fırsata çeviren deha. ABD yönetimini dahi peşine takabilen bir lider. Nasır'ın (Mısır'ın ikinci cumhurbaşkanı, sosyalist) yapamadığını yapabilecek kişi. Yahudi devletinin kuruluşundan beri karşılaştığı en büyük tehdit.” Erdoğan hakkındaki Yahudi algısı ‘nefret, merak ve hayranlık' üçgeninde yoğruluyor. Erdoğan ismi, sihirli bir kelime gibi İsrail aydınında, medyasında ve siyasetinde kulaktan kulağa fısıldanıyor. Pek çok kişi ‘Erdoğan ne isterse yapabilir' türünden düşüncelerini paylaşmaktan çekinmiyor. Binlerce yıldır evrilen ve kadim Yahudi inancının ‘Benî İsrail ve düşmanları' telakkisiyle yoğrulan çağdaş İsrail siyaset algısı, Erdoğan'ı kadim geçmişe götürüp orada yorumluyor ve Yahudi milletinin karşısına çıkan bir modern Câlut'a dönüştürüyor.
Tel Aviv'de esen bu karamsar rüzgâra bireysel olarak direnen insanlar da var. Tel Aviv Üniversitesi bünyesinde kurulan ‘Club Turkey' bütün olumsuzluklara rağmen yüz yüze ilişkileri sürdürerek uzun vadeli bir katkı sağlamaya çalışıyor. Aynı üniversitenin Ehud Toledano ve Ofra Bengio gibi kıdemli hocaları bütün olumsuz havaya rağmen en azından entelektüeller arasında ilişkileri devam ettirmek için çabalıyor. Tel Aviv Üniversitesi Osmanlı Çalışmaları Bölümü Başkanı Profesör Ehud Toledano “İsrail'de pek çok entelektüel Türkiye'nin nasıl değiştiğini anlayamıyor.” diyor. Toledano ve Bengio gibi uzmanlarla konuşurken insan bir noktanın hemen farkına varıyor: Entelektüel birikimi dünya ölçeğinde tescil edilmiş bu gibi aydınlarla Türkiye'nin yeni entelektüel sınıfını irtibata geçirmek gerekiyor. ‘Eski Türkiye' sosyolojik ve politik olarak tarihe karışmış olmakla birlikte ‘eski Türkiye'nin aydınları' şaşılacak biçimde hâlâ dışarıda imaj üretmek konusunda güçlü. Bu, şüphesiz üzücü bir durum. Sorunun çözümü de Yahudi entelektüelleriyle Türkiye'nin yeni kuşak entelektüelleri arasında bağ kurulmasına bağlı.
Şunun altını çizmek gerekiyor: Türkiye'nin bugün ıskalanan temel meselelerinden birisi dünyada yanlış çizilen imajıdır. Türkiye, kendi içinde yaşadığı büyük dönüşümleri dışarıya doğru aktaramıyor. Gerçek ve algı bazen o kadar farklı tecelli ediyor ki, insan akıl erdiremiyor. Algıya ait bu durumun çözülmesi için yabancı dilde yazan, konuşan ve dünyayla irtibatı olan yeni kuşak entelektüelleri desteklemekten başka yol yok. Çünkü daha ziyade iç politik tartışmalarla vaktini geçiren eski tarz Türk aydınının emeği ulusal sınırlar içinde buharlaşıp gidiyor. Günlük siyaset tartışmaları içinde her gün Türk televizyonlarını işgal eden pek çok meşhur insan Tel Aviv'de, New York'ta yahut Moskova'da bilinmiyor bile. Doğru Türkiye algısını dünyaya taşıyacak yeni sınıf entelektüellerin öneminin önce Türkiye'de kavranması gerekiyor. Türkiye'nin eski tarz usullerle dünyada doğru imaj oluşturma imkânı yok.
Türkiye ve İsrail arasında zor bir dönem yaşanıyor. Bu dönem içinde tarafları savaşa dahi yaklaştırabilecek dramatik sorunlar yaşandı. Ancak ilişkilerin bütün zorluklarına rağmen özellikle Türkiye'de fark edilmesi gereken son derece insani noktalar da var. Olaylar nasıl olmuş olursa olsun, kimin haklı olduğu bile bir kenara, İsrail'de Türkiye ile olan ilişkilerin bozulduğuna gerçekten üzülen insanlar var. Akademisyen, gazeteci, işçi, emekli... Mesleği her türden pek çok insanın ilişkilerin kötü gitmesine üzüldüğünü görmek mümkün. Tel Aviv'de -haklı yahut haksız- duygusal olarak gerçekten kalbi kırılmış ve üzülmüş insanlar var. Sürgünlerden, Holokost'tan geçmiş Yahudilerin çoğu için Türkiye'nin dostluğu Ankara ve İstanbul'dan görülmeyecek şekilde istisnai bir anlam kazanmış. Siyasilerin yanlışları bir kenara bu üzülen Yahudilerin duygularını da hesaba katmak gerekiyor. İkili ilişkilerin kötüleşmesinden en fazla etkilenmiş olanlar da şimdi İsrail'de yaşayan Anadolu Musevileri. İstanbul'u, İzmir'i, Antep'i terk etmek durumunda kalmış eski Anadolu insanları olan bu Musevilerle konuşunca hüzünlenmemek mümkün değil. Sigortacı Dayan, “Anteplilerle çok iş yaptım” diyen betoncu Sadi ve daha niceleri. Hepsi eskinin çok kültürlü Türk-Osmanlı barışının son kalıntıları. Siyasetin hırgürü içinde bu insanların hüzün dolu bakışlarını ihmal etmemek gerekiyor.
Aksiyon /Gökhan Bacık
(Orta Doğu Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü)
|
Reşat Nuri Erol
19.07.2011
19:50
| Eğer doğruysa...
Türkiye'de yer yerinden oynayacak!
Yiğit Bulut'un iddiasına göre, İngiltere'deki telekulak operasyonu Türkiye'ye sıçrayabilir. İşte Bulut'un o şok iddiaları...
Yiğit Bulut, daha Rebekah Brooks gözaltına alınmadan önce Ertuğrul Özkök ve Brooks'un dostluğuna dikkat çekmişti. Bulut, Özkök ve içinde bulunduğu medya grubunu "telekulak'ın Türkiye uzantıları" olarak nitelemiş ve iddiasını temellendirecek çeşitli örneklere yer vermişti yazısında.
O yazıdan sonra Rebekah Brooks da gözaltına alındı, daha sonra kefaletle serbest bırakıldı Murdoch'un manevi kızı ve CEO'su. Yiğit Bulut bu gelişmelerden sonra tekrar kalemi eline aldı ve daha iddialı ve ileri boyutta çarpıcı iddialara yer verdi köşesinde.
Yiğit Bulut'a göre, global bir telekulak operasyonu gelecek. Bu operasyonun Türkiye'de de gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel. Eğer operasyonun arkasında güçlü bir irade olursa Türkiye'de yer yerinden oynayacak...
*
İşte Yiğit Bulut'un bugünkü köşesinden ilgili kısım...
*
Ne dediğimi, ne yazdığımı çok iyi biliyorum: Murdoch çetesinin Türkiye'deki uzantıları kimler?
Geçtiğimiz günlerde Murdoch çetesinin geçmişte Türk basınında bazı isimlerden nasıl övgüler aldığını "alıntılar"la sizlere aktarmış ve yine Türkiye'de bazıları tarafından el üstünde tutulan Rebakah Brooks'un "çetenin liderlerinden" biri olduğunun altını çizmiştim... İzlediğim çizgide bulduğum "detaylarda" yanılmadım, Rebakah tutuklandı, şimdi kefaletle serbest kaldı ve "dinleme" çetesinin geri kalanları için harekete geçildi, yeni küresel tutuklamalar gelebilir.
Sevgili dostlar şimdi size çok daha önemli bir adamdan bahsedeceğim. Aynı adam her yerde var ve size daha önce "o isimle" ilgili çok detaylı bir yazımı aktararak "Bu adam kim?" sorusunu sormuştum.
Bu adam kim mi? İnanın ben de bilmiyorum ama her yerde var! Murdoch'un yakın çevresinde, yönetiminde, Rebakah'ın yanı başında, "411 el kaosa kalktı manşeti atıldığında; öncesinde ve sonrasında Türkiye'de ve o manşeti atan gazetenin yönetiminde"! Şaka yapmıyorum; aynı adam "Murdoch ve Türkiye'deki bazı basın kuruluşlarının ortak paydası"! Tekrar ediyorum; İngiltere'deki skandalları yaratanların "odağındaki" isim ile Türkiye'de "411 el kaos'a kalktı" manşetini atan ve öncesinde-sonrasında "halkın iradesine kastedenlerin" en yakınındaki isim hep aynı;
KAI DIEKMANN...
Sonuç: "Ergenekon nedir" sorgulaması içinde Alman bağlantısına dikkat çekmiş özellikle Baron Von Sebottendroff isminden yola çıkarak Türkiye'deki yerleşik düzenin nasıl tesis edildiğini analiz ederken çok önemli bir de not düşmüştüm; Ergenekon diye bir örgüt varsa ve bunun da "bir" numarası varsa; bu kişi Türk değil! Bugün geldiğimiz noktada o veya bu demiyorum ama "şebekeyi" İngiltede'den Türkiye'ye çektiğim çizgi üzerinde "net" olarak görebiliyorum; şuna da adım gibi eminim; Türkiye'de de "İngiltere gibi" dinlemeler, takip etmeler, dosyalamalar yapıldı, arşivlendi ve yakında kokusu çıkacak!
Son söz: Murdoch "operasyonunun" Türkiye uzantısı "şikeden de, diğer bütün operasyonlardan da" önemli! Önemli ama "arkasından çıkabilecek isimler" çok büyük ve küresel olduğu için bu operasyonu başlatmak büyük cesaret ve çok sert bir irade gerektiriyor. Yapabilecek miyiz; bekleyip göreceğiz.
Not: Yukarıda yazdıklarımın "ne olduğunun" farkındayım ve sonuna kadar eminim, arkasındayım...
Yiğit Bulut/Habertürk
***
Ve Fehmi KORU'nun bugün yazdıkları...
Taha Kıvanç
Avustralyalılar medyadan tasfiye oluyor galiba...
"Hayrola, bizi Avrupa ve Amerika'dan tasfiye harekâtı mı başladı?" diye soruyor Rupert Murdoch'un medya imparatorluğunun temelini teşkil eden Avustralya'dan dostları...
İmparatorluğu dipten sarsılan imparator ise, karar almada yaşadığı üç günlük tereddüdün kendisini de parmaklıklar ardına götürüp götürmeyeceği endişesini yaşıyor...
Bilmeyenlere hatırlatayım: İngiltere'nin The Times ve Sunday Times ile Sun gazetelerinin patronu olan Murdoch aslında Avustralya kökenli... Babasından devraldığı küçük gazeteyi ülkesinde büyüttükten sonra İngiltere'ye yelken açtı. Oradan da ABD'ye... New York Post onun, Fox televizyonu da; ülkenin en çok satan gazetesi Wall Street Journal'i de kısa süre önce satın aldı.
Dünyanın pek çok ülkesinde yüzlerce gazetesi ve TV kanalı bulunan Murdoch İmparatorluğu'nun Türkiye'de de uzantısı var: Fox-TV...
İngiltere'nin en çok satan haftalık gazetesi News of the World (NoW) Murdoch'a aitti; patlayan skandal yüzünden altın yumurtlayan tavuğu kendi elleriyle kesmek zorunda kaldı. Hemen kapattı. NoW gazetesinde tanıyıp önce onun başına getirdiği, daha sonra günlük Sun gazetesine genel yayın yönetmeni atadığı, sonunda İngiltere'deki bütün medya operasyonlarının başına getirdiği Rebekkah Hanım'ın kellesini kurtarabilmek için...
Gazete kapattı... İngiliz ve Amerikan gazetelerine tam sayfa ilânlar vererek yapılanlardan duyduğu üzüntüyü beyan etti... Rencide ettiğine inanılan aileleri ziyaret ederek herbirinden ayrı ayrı özür diledi...
Hepsini, evlâdı gibi sevdiği Rebekkah Brooks'u yerinde tutabilmek için yaptı Murdoch, ama başarılı olamadı; 44 yaşındaki Rebekkah Hanım tutuklandı.
Global medya imparatorunun "Acaba beni de içeri alırlar mı?" endişesi herhalde büyümüştür...
Bir tezim var benim: Uzun yıllar aynı kişilerle çalışan patronların gözleri perdeli oluyor ve bu da onların sonunu getirebiliyor... Son örnek Murdoch işte: "Bu âdiliği haberim olmadan yapmışlar; ben de her şeyden haberdar olması gereken yöneticimi kovdum" diyebilseydi, bugün kendisini anlayışla karşılamaya hazır pek çok kişi "Rebekkah'yı bu kadar koruduğuna göre, demek o da bu kirli işlerin içinde" noktasına gelmezdi...
Konuyu daha önce burada yazdığımdan biliyorsunuz: NoW tirajını artırmak için sulu haberciliğe, bunun için de yasa-dışı yollara başvurmuş... Kraliyet Ailesi'nden başlayarak önemli herkesin telefonlarını dinletmiş... Irak'ta ölen askerlerin ailelerine, hatta cinayete kurban giden küçük bir kıza kadar...
İngiltere ayaktaydı günlerdir, şimdi ABD ayaklandı... Murdoch kablodan yayın yapan BSkyB kanalının tüm hisselerini almayı umuyordu devletten; skandal patlayınca umudu yok olduğu gibi "Times ve Sunday Times bu adamın elinde kalmasın" kampanyalarına muhatap oluyor şimdilerde...
ABD'de ise "Etik kurallara aldırmayan, insanların mahremiyetine tecavüz edebilen, siyaseti etkilemek için elinden geleni ardına komayan birinin elinde gazeteler ve TV kanalları bulunması tehlikelidir" diyenler çığ gibi büyüyor...
Rebekkah yüzünden hep...
Kızıl saçlı, cerbezeli biri Rebekkah Brooks... İlk eşi bir TV dizisinde kabadayı rolünde oynuyordu; kabadayıyı sokak ortasında dövdüğü için karakolluk ve mahkemelik olmuştu. İş yerinde insanlara nasıl davrandığını, nasıl bir yayın anlayışına sahip olabileceğini o olaydan çıkarmış olmalısınız...
Bizim 'pop sosyolog' ile de arkadaş Rebekkah Hanım ve onun kankası sayılan Alman Bild gazetesi yönetmeni Kai Diekmann ile de çok yakın... Kai Bey bu yıl Rebekkah Hanım sayesinde Murdoch medya grubunun yönetim kuruluna üye olarak girdi...
Birkaç hafta önce Kai Bey, Rebekkah Hanım ve bizim pop sosyolog Londra'da Kensington Garden'de buluşup yemek yediler. Rebekkah Hanım'a "Welcome to the Club" ("Bizim kulübe hoş geldin") dediğini yazdı pop sosyolog... Kadının yasal olmayan dinlemeden başının fena halde ağrıdığını ve yakında bu yüzden içeri gireceğini öngöremeyen bir 'sosyolog' işte...
Rebekkah Brooks yüzünden Murdoch'un kayıpları milyarlarca dolar... Paracıkların gittiğine mi yansın adam, Global Medya İmparatorluğu'nun sona erdiğine mi, bütün dünyanın gözünde 'en fazla nefret edilen kişi' durumuna geldiğine mi?
Yıllarca kendisinden medet uman siyasiler, arkasını sıvazladığı için önü açılan bürokratlar, ondan korkan işadamları, bu duruma düştüğünde, Murdoch'la aralarına kapkalın bir duvar çekme gayretine girdi.
Zor bir durum, çok zor... Bunları başına açan kişiden vazgeçemediğinden kendi başına iş açmış oldu Murdoch...
Avustralyalılar "Dünya sistemi bizi tasfiye mi ediyor?" endişesini boşuna duymuyor.
t.kivanc@zaman.com.tr
19 Temmuz 2011, Salı
|
Reşat Nuri Erol
19.07.2011
23:21
| Bugün gazetesi yazarı Ali Atıf Bir, Murdoch'un telekulak skanalına ilişkin
Türkiye'deki Fox Tv'yi
hedef tahtasına oturttu:
"Ya Fox Tv de bizi dinliyorsa..."
İşte Ali Atıf Bir'in o yazısı...
FOX TV Türkiye'de de aynısını yapıyorsan ne yapacağız?
ABD'de ise Murdoch'ın medya holdingi News International'ın sahip olduğu New York Times, The Wall Street Journal, Fox diğer medya markaları sorgulanıyor. (Sorgulamanın Murdoch'ın sahip olmadığı medyada yapıldığını da belirteyim.) Çünkü İngiltere'deki telekulak skandalı siyasetçi, polis, haberci üçgeninde çok pis parasal ilişkiler içeriyor. Amerikalılar aynı pis ilişkilerin Murdoch'ın ABD'deki kuruluşlarında da olabileceğini düşünüp korkuyorlar.
Özellikle de FBI'ın 9/11 saldırısı kurbanlarının cep telefonlarının şifrelerinin kırılıp kırılmadığıyla ilgili yürüttüğü soruşturma, ABD'de sorgulamanın nereye gidebileceğini gösteriyor. ABD Adalet Bakanlığı ise üç demokrat senatörün isteği üzerine Murdoch'ın ABD'deki şirketlerinin az gelişmiş ülkelerde rüşvet verip vermediğini araştırıyor.
News International'ın yıllık geliri 24.4 milyar dolar. Ve bu gelirlerin %26,5'i basından geliyor, geri kalan %73,5 ise TV kanalları, TV program yapımcılığı, sinema yapımcılığı ve uydu hizmeti operasyonlarından.
Merak edilen en önemli konu Amerikan halkının Murdoch'ın medya şirketleri İngiltere'de basın etiğine aykırı davrandı diye American Idol'den vazgeçip vazgeçmeyeceği ya da 20'th Century Fox'un filmlerini boykot edip etmeyeceği.
En önemlisi de reklamverenin nasıl davranacağı. Şu anda sadece Renault ve Shop Direct şirketleri Murdoch'ın İngiltere'deki diğer medya kuruluşlarına reklam vermeyi kestiler. Reklam boykotu işini ABD'ye de uzatan hiçbir global marka yok. Reklamveren her zaman olduğu gibi medya etiğiyle değil daha çok izleyicinin, okurun ne izlediği, ne okuduğuyla ilgileniyor.
Ancak İngiltere'deki basın rezilliğinin ayrıntıları öğrenilmeye başlar, Murdoch'ın medya kuruluşlarının özel hayata, hatta 9/11 gibi dramatik olaylarda ölülerin telefon kayıtlarına girdiği anlaşılırsa reklam boykotunun çapı genişleyebilir.
Bize gelirsek.
Bildiğiniz gibi Fox TV, Murdoch'ın sahip olduğu bir TV kanalı. Şu ana kadar Fox TV'yi sorgulayan, "Acaba Türkiye'de de İngiltere'deki gibi telefon dinlemesi yapıyorlar mıdır?" diyen çıkmadı!
Bunun dört nedeni olabilir: Ya Fox TV'yi kimse ciddiye almıyor. Ya Murdoch'la ilişkisini bilen yok. Ya da telefon dinleme, özel hayata müdahale bizler için o kadar sıradan, o kadar kabul edilebilir bir olay ki, "Dinlese ne olur ki!" deyip umursamıyoruz. Ya da o kadar sağduyulu insanlardan oluşuyoruz ki, sapla samanı birbirine karıştırmıyoruz!
Reklamveren mi? Hah! Bazılarının darbeye destek verdiği resmen ortaya çıktı, kim takar darbeyi marbeyi, reklam cephesinde hâlâ değişen bir şey yok. Hâlâ sıralama eski tas eski hamam.
Özeti: Dünyayı düzeltmek için reklamverene güvenmeyin...
ALİ ATIF BİR - BUGÜN
|
Reşat Nuri Erol
20.07.2011
08:52
| Önceki yazıları okuduysanız, bu yazı onların üzerine iyi gider ve mesele daha iyi anlaşılır...
İbrahim Karagül
20 Temmuz 2011 Çarşamba
Medyanın yüzde 96'sı onların! Sabra ve Şatilla da..
Avrupa'yı sarsan Murdoch krizi, cinayetle devam ediyor. Telekulak skandalı, kapatılan News of the World gazetesinin haber kaynaklarının deşifre olmasının çok ötesine geçti. Medya dünyası, siyaset dünyası, medya-siyaset-sermaye ilişkileri ve karanlık ilişkiler ortaya saçılmaya başlandı.
Rupert Murdoch'ın sahibi olduğu gazetenin, haber kaynaklarının telefonlarını dinlettiği açığa çıkınca, zincirleme ilişkiler sorgulanır oldu. Gazete kapatıldıktan sonra istifalar başladı. Londra Emniyet Müdürü ve yardımcısı istifa etti. Dün, Rupert Murdoch ve oğlu ve şirketin eski üst düzey yetkilisi İngiliz parlamentosu'nda sorgulandı.
Ancak dün, bunlardan daha önemli bir gelişme yaşandı ve BBC'de katıldığı bir programda skandalı ilk haber veren kişi, gazetenin eski muhabirlerinden Sean Hoare evinde ölü bulundu. Polise göre intihar, şüphe yokmuş ama soruşturma devam ediyormuş!
Ölen belki de öldürülen gazeteci, İngiltere Başbakanı David Cameron'ın eski iletişim danışmanı Andy Coulson'ın da skandalın içinde olduğunu söyledi.
Parlamento'daki sorgulamadan sonraki gelişmeleri merakla bekliyoruz. Skandal, haber kaynakları boyutunun ötesine geçtiğinde, sermaye-güç bağlantılı ilişkileri deşifre ettiğinde, İngiltere sınırlarını aşıp ABD ve Murdoch'ın diğer ülkelerdeki yatırımlarına, medya gücüne yansıdığında neler ortaya çıkacak, kimlerin kellesi gidecek ya da kaç intihar daha olacak bekleyip göreceğiz.
Kim kiminle hesaplaşıyor, Birileri Murdoch'a tuzak mı kurdu, gücünü zayıflatmak mı istiyor, birileri Murdoch gibi bir gücün oluşturduğu tehlikeden kurtulmak mı istiyor ya da dünya medyası üzerinde yeni bir güç mücadelesi mi var, umuyoruz zamanla öğreneceğiz.
Konu buraya gelmişken dünya medyasına ilişkin çarpıcı gerçeklerden söz edelim biraz. Edelim de, sermaye, güç, siyaset, küresel kitle yönetimi, algı yönetimi üzerinde kimlerin saltanat sürdüğünü, işgallere ve iç savaşlara uzanan stratejilerin kimler eliyle gerçekleştiğini bir kez daha sorgulayalım.
Dünya medyasının yüzde 96'sı altı büyük şirketin elinde. Ne gariptir ki, bu altı büyük şirket Musevi kökenli insanlara ait ya da onlar tarafından yönetiliyor.
En büyük medya şirketi, yani birinci sıradaki güç Walt Disney imparatorluğu. Şirketin CEO'su Musevi. Bir dizi televizyon, 14 milyon abonelik kablo yayını, iki video yapım şirketi, film endüstrisinin öncü kuruluşları var Walt Disney'in ve hepsi Musevi kökenli kişiler tarafından yönetiliyor.
İkinci büyük şirket Time Warner: Dev medya şirketinin CEO'su yine Musevi. ABD'nin en geniş kablo yayınına sahip şirket, müzik endüstrisinden sinema endüstrisine, yayıncılıktan televizyonlara kadar çok sayıda şirketi bünyesinde barındırıyor. Yıllık 10 milyar dolar cirolu medya şirketinden Showtime, Nickelodeon ve MTV'ye kadar geniş bir alanda faaliyet gösteren şirketlerin çoğunun yöneticisi yine Musevi.
Dördüncü sırada Rupert Murdoch'ın grubu var. Fox Tv ve Fox Film dahil, yüzlerce televizyon yayınını kontrol eden şirketin bir çok üst düzey yöneticisi yine Musevi. Beşinci sırada yer alan Japon Sony şirketinin Amerika bölümü yine Museviler tarafından yönetiliyor. Mesela Sony Pictures gibi?
Daha küçük medya şirketlerine bakıyoruz. Tek tek liste yapmaya gerek yok. Hemen hepsinin ya sahibi, ya CEO'su ya da üst düzey yöneticileri aynı. Üç büyük televizyon; ABC, CBS ve NBC bağımsız değil ve aynı çevrelerin kontrolünde.
Burada bir dini ya da etnik yapıyı ya da başka bir kimliği sorguluyor değiliz. Dünya medyasının aynı çevrelerin tekelinde olmasının nasıl bir güç olduğuna, bu gücün nasıl kullanıldığına, kimler için seferber edildiğine, bu güçle ülke ve küresel güç ilişkilerinin nasıl yürütüldüğüne, insanlığın doğru ve yanlışlarının nasıl denetlendiğine dikkat çekiyoruz.
Dünya medyasının yüzde 96'sı aynı çevrelerin kontrolünde. Radyolar, televizyonlar, yayın şirketleri, sinema ve eğlence endüstrisi ve aklınıza gelebilecek her şey.. Öyleyse, Murdoch'ı masaya oturtan ilişkiyi, skandalı ve süreci, bu gözle okumakta fayda var.
Murdoch'la ilgili bir anekdot daha..
Yıl 1980: İsrail başbakanı Ariel Şaron, ABD'de bir dizi temaslar yaptı. Ardından İsrail'deki Negev Çölü'nde bir toplantı düzenledi. Katılımcılar arasında Henry Kissinger da vardı. 1982'de Lübnan işgali başladı. İşgal kararı bu toplantıda alınmıştı. 4 Haziran 1982'den 31 Ağustos'a kadar tam 19 bin Filistinli öldürüldü, 30 bin kişi yaralandı. Yapılan ateşkes 15 Eylül'de bozuldu. 16 Eylül'de Sabra ve Şatilla ile Burcu l-Beracine katliamları yaşandı. Şaron kontrolündeki Falanjistler tarihin ender gördüğü katliamlardan birine imza attı. BM katliamı sert bir şekilde kınadı! Şaron durmadı, Cenin, Ramallah ve Beytüllahim'de cinayetlere devam etti. Katliamdan bir ay sonra aynı ekip Negev toplantısının ikincisini Lübnan'da yaptı. Toplantıda Rupert Murdoch'tan İngiliz istihbaratına ve Kissinger'a kadar herkes vardı. Bölgeyi ve dünyayı böyle yönetiyorlardı işte?
|
Reşat Nuri Erol
20.07.2011
16:03
| Hafyata AHMET ŞİŞMAN ile başladık...
AHMET ŞİŞMAN'a ithafen yazılmış bir yazı ile devam edelim...
***
Ben bir İmam-Hatipliyim
İhsan TOY, Haber7
*
Merhum Ahmet Şişman’a ithafen...
*
İlk dersimiz zaten Kuran’dı. Çokça Kur’an ezberi yaparken, üzerimizdeki çokça “ezberi” de bozuyorduk.
Geçmişten çıktık, gelecek ise bizden sadır olacaktır idrakiyle kendimizi hep seçilmiş hissettik, ancak hiç bir zaman seçkin ve elit görmedik.
Okurken burs aldık. Okulları bitirdik, elimiz iş-ekmek tuttu burs vermeye başladık. Ezmedik, ezilmedik en önemlisi ezdirmedik.
Besmeleyle kerhâneye giren hacıyatmazlardan olmadık.
Hamasetin kralını yapacak teçhizat ve donanımlara sahiptik. Lâkin çıkarlarımız için kullanmadık. İçimizden gelmeyeni, özümüze sinmeyeni söylemedik. Aklımıza yatıp yüreğimizden beslenmeyene yol vermedik.
...
16 yaşındaydım. Cami stajında (mesleki uygulamada) verdiğim hutbeden, kıldırdığım Cuma namazından sonra cüppem yeri süpürüyor ve imam sarığı başıma bol geliyorken daha, gözü yaş dolmuş sakallı amcalar sarıldı ellerime. Utandım, mahcup oldum. İşte o zaman kendimi seçilmiş hissettim. Ancak hiç bir zaman seçkin ve elit görmedim.
...
Sabah saat sekizde girdiğimiz derslerden çıktığımızda yatsı ezanı okunurdu. Muhasebe de gördük Kooperatif dersi de. Müzik dersimiz vardı mesela. Ardından Dini Musikî’ye girerdik. Birinde öğretmenimiz bize Resim öğretirken diğerinde hocamızdan Hüsn-ü Hat dersi alıyorduk...
...
Yer Maraş. Orman Haftası kutlamaları yapılıyor. İl erkanı hazır. Dönemin Valisi (sonradan milletvekili ve TBMM başkanı) Necmettin Karaduman, resim yarışmasında ilk üç dereceye giren öğrencilere ödüllerini verecek. Birinci gelen öğrenciye ödülünü verdikten sonra soruyor;
-Tebrik ederim oğlum hangi okuldansın sen?
El cevap;
-İmam-Hatip Lisesi efendim.
Vali “Afferim” derken gülümseyerek yanağını okşuyor öğrencinin.
Sıra ikincide, ödül tepsiden alınıp veriliyor. Tokalaşma esnasında yine aynı soru;
-Seni de Tebrik ederim oğlum. Peki sen hangi okuldansın?
V’el cevap;
-İmam-Hatip Lisesi efendim.
Vali şaşkın biraz. Bu kez başını okşuyor öğrencinin.
Sıra üçüncülük ödülü için bana geliyor. Kendimi tutamıyorum, bacaklarım tir tir titriyor. Aşırı heyecanlıyım ve yüzümde hafif bir gülümseme belirmiş.Vali Karaduman ödülü verirken yüzümdeki tedirgin tebessümden (belki de sırıtışımdan) durumu anlamış olacak ki;
-Tebrik ederim oğlum, yoksa sen de mi?..
Heyecandan konuşamıyor, onay için sadece başımı sallayabiliyorum.
(Resim yarışmasında 1. Necmettin Çanak, 2. Hüseyin Küçükkürtül, 3. İhsan Toy ve (hürmetlerimi sunarım) Resim Hocamız Ahmet İhsan Aslantürk, )
...
Milli Güvenlik dersimiz vardı. Omuzu işaretlerle dolu harici üniformalı bir subay gelir anlatırdı rütbeleri ve kaç kişiye komuta ettiklerini. Bize davranışlarında bir soğukluk hisseder, anlam veremezdik. Öğrenemedik de rütbeleri ya da sınavdan sonra unuttuk gitti.
...
Tek kanatlı kuşun uçamayacağını hocalarımız kadar öğretmenlerimiz de biliyordu. Meşhur film repliğindeki gibi “Hoca sadece camide” değildi.
İlk dersimiz zaten Kuran’dı. Çokça Kur’an ezberi yaparken, üzerimizdeki çokça “ezberi” de bozuyorduk.
Tefsir, Hadis, Akaid, Fıkıh, Arapça, Hitabet, İslâm Tarihi, Siyer dersleri, aralarına Tarih, Coğrafya, Mantık, Psikoloji, Sosyoloji, Matematik, Geometri, Analitik Geometri, Fizik, Kimya, İngilizce ve Beden Eğitimini alırlardı. Beden Eğitimi dedimse laf olsun torba dolsun, spor olsun kabilinden değil ha! Hakkını vererek il ve Türkiye dereceleri alacak kadar... Şakaya gelmez yani.
...
Beden eğitimi öğretmenimin elimden tutup “hadi spor akademisi seçmelerine gidiyoruz” diyeceği denli ciddi. Ama ben eğitimi spor olsun diye yapmıyordum ki. Ülkem ve kendim için büyük ideallerim vardı.Top peşinde koşamazdım.
...
Yaptığımız her işi ciddiye aldık. Ciddiye almadığımız işi bıraktık yapmadık.
Köyden, kasabadan, şehrin kenarlarından da geldik kentin göbeğinden de.
Bizi barlarda, pavyonlarda elinde içki kadehi ile hiç görmediniz. Eşkâlimiz sabıka kayıtlarına girmedi. Kamu menfaatinin olmadığı, mazlumun yanında yer almayan ve insanî-ahlâkî yardım gibi sosyal organizasyonlar dışında organize işlerde bulamazsınız bizi. GBT kayıtlarında bırakın adımızı, izimize bile rastlayamazsınız.
İstikamet üzre hep yollardaydık. Yolsuzluklar bize yol bulamadı.
...
Gençlik var serde. Kanımız deli akıyor. Çıkmışız okuldan, adres kız meslek lisesi. Bizi gören ve niyetimizi anlayıp kıyafetimizden bizi tanıyan esnaf dedi ki; “Hoop!”, “Siz İmam-Hatiplisiniz utandırmayın bizi, yakışmaz size...”. Onlardan çok biz utandık. Kıpkırmızı suratlarla, başımız öne eğik dönerken, yol boyunca susarak konuşuyorduk arkadaşlarla.
...
Geçmiş zamanlarda bize dediler ki: “Siz üniversiteye gidemezsiniz?”. “Niye?” dedik. “Sizin buna hakkınız yok, ancak imam olursunuz!” dediler. “Oldu” dedik. Ama oldurmadık. Dışardan bitirme sınavlarına girip fark derslerini vererek ikinci ama bu kez “düz lise” diplomalarımızı aldık. Üniversite sınırlarını o pasaportlarla aşmıştık.
...
Her cemaate girdik ama hiç bir fraksiyonun adamı ol(a)madık. Kullandırmadık kendimizi ve kullanmadık kimseyi. O yüzden ard niyet taşıyan ve oyun kuranlar çekinip tedirgin oldular bizden. Çünkü tutmuyordu bize çaldıkları sahte maya.
12 Eylül öncesini de yaşadık, 28 Şubat’ı da. Elimize bırakın silahı, su’izanla çakı dahi almadık. Tuzak kurmadığımız gibi oyun da kurmadık, tasarlanan oyunların nesnesi hiç değildik. “Öz nedir?” sorusunun cevabını, tuttuğumuz işlerde hep özne olarak bulduk.
...
Yer Tuzla Piyade okulu, mevsim yaz ve hava çok sıcak. Yedek Subay sınavları öncesi iki kayıt masası kurulmuş, birinin önünde ağır aksak ilerleyen upuzun bir kuyruk. Sıradaki herkes güneşin altında durduk yere ter döküyor. Öbür masanın önü tenha ve bekleyen yok. Dayanamadım elimde evraklarla sıranın en arkasından geldim, çıkışırcasına sordum masanın arkasındaki, yazlık asker kıyafetiyle gölgede sinek avlayan subaya:
-Siz niye kayda yardımcı olmuyorsunuz?
Omuzundaki rütbesinin altına, yeşil beresini katlayıp sokmuş o subay (sonradan öğrenecektim rütbeleri, Üsteğmendi ) bana dedi ki:
-Burası gönüllü komando masası.
Evraklarımı masaya koyup dedim ki:
-Bu iş gönülsüz olur mu? Gönüllüyüm ben de. Yapın lütfen kaydımı.
...
Üniversitede en sevdiğim hocam solcuydu. İmam-Hatipli olduğumu bilir, o da severdi beni. Bir iki kitap kapağı yaptım ona. Hatta bir kitabı için karikatürler çizmemi istedi. Çizdim de; kitap kapağında adımı, adının yanına yazdırdı.
...
Yaz mevsimiydi, fakülte tatil. Çağırdı beni ve dedi ki o hocam;
-Staj var İhsan. Seçeneklerin; üniversite kütüphanesi, araştırma kütüphanesi, Nazım Hikmet Vakfı Kütüphanesi...
Sözünü kestim;
-Tamam hocam. Nazım Hikmet’e gideceğim saymayın diğerlerini.
Önce şaşırdı. Sonra gülümsedi, bir şey sormadı.
Ama ben;
-Nazım’ın bir iki kitabını ve şiirini öylesine okumuştum. Şimdi külliyatı (bütün eserlerini), ortamında okurum...
deme ihtiyacı hissettim.
...
Okulda Türktük, Kürttük, Zazaydık, göçmendik, Lazdık, Çeçendik, Çerkezdik ve bunları farketmezdik.
Tarafımız hep “Bir”den ve birleştirenlerden yanaydı. Hiçbir zaman bölenlerden olmadık. “Sürü psikolojisi” çobanlık yapamadı bize, ne sosyal ne fizyolojik, ne iç ne de dış muharriklerle “güdü”lenip güdülenlerden olduk.
İmam-Hatip ve İmam-Hatiplilik üzerinden yeni bir hizip kurmadık, teşebbüs edenlere pirim de vermedik. Zira talip olduğumuz habbe değil kubbeydi.
Birilerinin bizi arka bahçe olarak görmelerini/göstermelerini sevdik. Görene hürmet ettik gösterene kin tutmadık. Ama güdülecek koyun değildik, hiç kimsenin arka bahçesi ol(a)madık.
Memur, iş adamı, esnaf, imam, yazar, çizer, sanatçı, bürokrat, bakan, başbakan, başbakan oğlu, başbakan kızı olduk...
Ama Muhammed İkbal’in deyimiyle “sahile vurmuş çer çöp” hiç olmadık.
...
Vefat eden Ensar Vakfı eski Başkanı Ahmet Şişman’a ve menfur terör saldırıları neticesi şehit olan askerlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Mekânları Cennet olsun.
|