Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
01.07.2011
BDP’yi konuşmadan, onu eleştirmeden önce demokrasimizin hâlâ tam oturmamış olmasının ve bu durumdan en çok zarar görenlerin başında Kürt siyasi hareketinin, dolayısıyla BDP’nin geldiğinin altınız çizmemiz gerekir. Yüzde 10 gibi aşırı bir baraj nedeniyle seçimlere bağımsız adaylarla katılan BDP beklenenin üzerinde bir performans göstererek 36 milletvekiline ulaştı. Ama daha ilk günden bunlardan Hatip Dicle’nin milletvekilliği YSK tarafından iptal edildi. Dicle gibi KCK davasından tutuklu olan 5 milletvekili yargılandıkları mahkemeler tarafından tahliye edilmedi. Geri kalan 30 milletvekilinden 25’i beklendiği gibi BDP’ye katılıp TBMM’de grup kurma hakkı kazandı. Leyla Zana, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk siyasi yasaklı oldukları için BDP’ye giremediler. Şerafettin Elçi KADEP, Levent Tüzel de EMEP Genel Başkanı oldukları için BDP’ye katılmadılar. Elçi, Tüzel ve siyasi yasaklı üç milletvekilinin BDP Grubu ile birlikte hareket edecek, KCK tutuklularının da tahliye olur olmaz onlara katılacak olması demokrasimizin içler acısı durumunu hafifletmeye yetmiyor.
Boykot yanlışı
Bu zorunlu girişten sonra BDP’nin geleceğini konuşabiliriz: Önceki gün yazdığım gibi, BDP’li milletvekillerinin Hatip Dicle olayı nedeniyle TBMM’yi boykot etmelerini anlayışla karşılıyor ama doğru bulmuyorum. Çünkü 12 Haziran seçimlerinin AKP ile birlikte en büyük galiplerinden olan bağımsızlar tüm Türkiye’nin ve hatta uluslararası kamuoyunun dikkatleri üzerlerindeyken, ilk gün TBMM’ye gelmeyip Diyarbakır’da toplanarak çok büyük bir fırsatı kaçırdılar. Diğer bir deyişle yasal Kürt siyasi hareketi bir kere daha o büyük açmazın esiri oldu ve Kürt kamuoyuna seslenmeyi tercih edip diğer kamuoylarını geri plana ittiler. Eğer Salı günü TBMM’ye gelmiş olup yeminlerini etselerdi, diyelim ki en çok ilgi gören milletvekilleri arasında en az 5 tane bağımsız, örneğin Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü, Şerafettin Elçi, Altan Tan bulunurdu.
Elimde somut bir delil veya kulis bilgisi yok ancak çok geçmeden TBMM’ye gelip yemin edeceklerini, dolayısıyla TBMM Başkanı seçimi, yeni hükümete güvenoyu gibi süreçlere dahil olacaklarını tahmin ediyorum. Diyelim ki Pazartesi günü yemin ettiler, muhakkak belli bir ilgiyi yine göreceklerdir fakat bu ilginin, Salı günü AKP ve MHP’lilerle aynı anda yemin etmiş olmaları durumunda göreceklerinin çok gerisinde kalacağı açıktır.
DTP’nin kapatılmasıyla birlikte devreye giren BDP’nin bugüne kadar çok hata yaptığına tanık olduk. Ancak toplu olarak baktığımızda başarıları hatalarının önüne geçtiğini, daha önemlisi, başta AKP olmak üzere rakiplerinin BDP’nin hatalarından tam olarak istifade edemediklerini, hatta orta vadede bu hatalardan garip bir şekilde BDP’nin kazanımlar elde etmiş olduğunu görüyoruz.
HEP’le başlayan yasal Kürt siyasi hareketinin bugün BDP ile zirveye tırmandığı açıktır. İşte BDP’nin temel sorunu tam da bu nokatada karşımıza çıkıyor: Ya bu aşırı güçlenmenin nedeniyle bir tür özgüven zehirlenmesi yaşıyor ya da kendi gerçek gücünün farkına varamıyor. Tabii bu bocalamalarda, Öcalan ve PKK ipoteklerinden kurtulamamanın (daha doğru deyişle buna razı olmanın) da payı yüksek. Mesela DTP kapatıldığında “sine-i millet” kararı alınmıştı. Hareket pekala bu kararın arkasında durabilir ve sistemi acil çözüme mecbur bırakabilirdi. Fakat Öcalan’ın devreye girmesi üzerine geri adım attılar ve peşinden, uzun bir süre düşük ölçekli bir stratejiye yöneldiler.
Daha sonra “sivil itaatsizlik” kampanyası başlattığında BDP’nin bunun altından kalkamayacağını düşünenler (başta iktidar partisi) çok kötü yanıldılar. Özellikle “sivil Cuma namazı” uygulamasının sonuçları birçokları için tam bir alarm niteliğindeydi.
Sözü çok fazla uzatmaya gerek yok bugün BDP çok güçlü bir konumdadır ve bu gücünü TBMM’ye taşırsa Türkiye’de çok şeyler değişebilir. Bunun yerine Diyarbakır’da haftada bir grup toplantısı yapmayı tercih ederlerse ne kendileri, ne Türkiye kazanır. Sonuç olarak, BDP’nin boykotu daha fazla uzatma ihtimali olduğunu düşünmüyorum. Sanıyorum Öcalan da devletle pazarlık sürecinde güçlü bir BDP’yi arzu edecek ve kısa süreli “sembolik direniş”in ardından onlara adres olarak TBMM’yi gösterecektir.
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Ruşen Çakır’ın geçen haftaya ait yazısı bulunmadığından daha önceki haftadan bir yazı almayı uygun gördüm.
SAĞDUYUYA DAVET
Söz konusu Kürt siyasi hareketi olunca demokrasi damarı iyice kabaran Sayın Çakır’ı anlamak için ne yapmak gerekiyor acaba? Kürt halkı üzerinden siyasi rant oluşturan BDP ve türevi partilerin ne kadar çözüm yanlısı, ne kadar hizmet sevdalısı oldukları çay bahçelerini kendilerine meclis edinmelerinden ve işin ciddiyetine o kadar vakıf olduklarını kanıtlamalarından belli.
Kuşkusuz bunca şehit haberi ülkede iç savaşı tetiklemekten başka amaç içermiyor. Beklenen hükümetin bu yeme atlayıp sert adamı oynaması ve Sayın Çakır’ın da içinde bulunduğu belli bir kitlenin üstüne titredikleri kısmi demokrasinin zarar görmesini sağlamak ve bu sayede ülkede iyice kargaşa çıkarmaktır.
Sağduyulu olmak ve olayları çok iyi analiz etmek gerekiyor. Hükümetin bundan sonraki adımları gerçekten çok kritik. “Allah işlerini kolaylaştırsın” demekten başka çare gelmiyor elden, maalesef.