Reşat Nuri Erol
05.07.2011
09:47
| Nerede millet iradesi?
Bugün, tutuklu oldukları için yemin etmeyen milletvekilleri hakkında "milli iradeye saygı duyulması gerektiğini" hatırlatanlar var. Tabii ki milli irade her şeyin üstünde olmalı. 1999'da Merve Kavakçı hakkındaki yorumları hatırlatmaktan maksadımız, "Dün bana, bugün sana" mesajı vermek değil. Ama, meslektaşlarımızın yüzüne bir ayna tutmak da vazifemiz. Bakın neler yazmışlar:
Emin Çölaşan:
Belli kesimler şimdi bir tantana yapıyor: 'Merve milletvekili seçilmiş, mazbatasını almıştır. Yemin etmese bile milletvekilidir. Bütün özlük haklarından yararlanır, maaşını alır, sadece türbanıyla genel kurul ve komisyon çalışmalarına katılamaz.' Hayır! Anayasa'nın 81. maddesi aynen şöyle başlıyor: 'TBMM üyeleri göreve başlarken aşağıdaki şekilde ant içerler...' Demek ki göreve başlaması için milletvekilinin ant içmesi gerekiyor. Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına göre, Meclis önünde ant içmeyen Cumhurbaşkanı göreve başlamış sayılmayacak ama, Merve isimli kadın, milletvekili olacak! Herkesi uyarıyorum. Bu oyuna gelinmesin.
Oktay Ekşi:
Merve olayı, devlete yönelik bireysel bir başkaldırı teşebbüsü ile kendi temel felsefesinden ve kimliğinden fedakârlık yapmamaya kararlı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki son raundu bekliyor. Merve kızımız, kiminle dans ettiğini o zaman öğrenecek.
Tufan Türenç:
Türban olayının bir tek amacı vardı, o da devlete meydan okumaktı. Ondan sonraki hedef ise laik ve demokratik cumhuriyeti yıkıp, yerine bir İslâm cumhuriyeti kurmaktı.
Ertuğrul Özkök:
Ecevit, İspanya Meclisi'ni basan askerlerin önüne çıkan o meclis başkanı gibi. Meclis'i basan bir zihniyetin karşısına dikildi. Ecevit'in bu çıkışının ve orada yaptığı konuşmanın ne kadar tarihi bir öneme sahip olduğunu, o gece o konuşmanın Türkiye'de neleri önlediğini tarih yazacak. Merve Hanım'ın çocuklarını almak için gittiği okulda küçücük öğrencilerden aldığı dersler, bu haddini bildirme sürecinin ilk işaretleridir.
Enis Berberoğlu: DSP'nin milliyetçi Meclis'te tek başına sergilediği tutum, bize göre de doğrudur: Türbanlı Merve dışarı!
Yalçın Bayer:
Erbakan'ın kuklası olarak, Nazlı Ilıcak'ın koruyucu kanatları altında Türkiye'yi geren Merve, Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı ve komutanlar yemin törenini izlerken salona girebilir miydi? Fazilet sıralarından başını kaldırıp Demirel ve Kıvrıkoğlu'nun yüzüne bakabilen oldu mu? Biliniz ki hayır.
Ferai Tınç:
TBMM'nin koşullarını hiçe sayarak, kendi doğrusunu zorla dayatmaya kalkıştı. TBMM'nin toplumsal uzlaşmayı yansıtan eğilim ve uygulamalarına omuz silkerek, milletin Meclis'ine sızmaya çalıştı.
Fatih Altaylı:
Kavakçı'nın Meclis'teki eyleminin, Türkiye Cumhuriyeti'ne bir meydan okuma olduğu açık. Benim anladığım kadarıyla Kavakçı suç işliyor. O zaman hakkında dava açılmalı. Ne zaman adam oluruz? TBMM, Merve-Nazlı Ilıcak gibilerden temizlendiği zaman.
Hasan Cemal:
Merve Kavakçı, Fazilet milletvekili. Daha Meclis'in ilk gününde türbanıyla meydan okudu. Bunalım kışkırtıcılığı yaptı.
Fikret Bilâ:
Merve Kavakçı olayı, cumhuriyet kurulduğundan ve laik içerik kazandıktan bu yana süregelen rejim karşıtı akımın yansımasıdır.
Ruhat Mengi:
Türkiye, onların TBMM çatısı altında bulunmaya lâyık olmadıklarına inandı! Yemin töreninde mide bulandırıcı bir yalan havası hâkimdi. Merve Kavakçı, fırsat bulsa "Demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağına" yemin ederek bir ikiyüzlülük örneği vermiş olacaktı.
Can Ataklı:
Gerçekten bir ajan provokatör olan Merve Kavakçı, Meclis'teki tüm partilerin gafletinden yararlanarak, çağdaş ve laik Türkiye'yi yaralayan eylemini gerçekleştirdi. Meclis Genel Kurulu'na girmesi, yemin ettirilmese bile uzun süre oturması rezalettir, skandaldır. Buna neden olan tüm siyasi partileri kınamak gerek.
***
Şükür
Tüzükte başörtüsüne mani hal yok. Buna rağmen Kemal Kılıçdaroğlu, başörtülü aday konusunda soru soranlara, "Yasa müsait değil" cevabını verebiliyor. "Nasıl bikiniyle girilmiyorsa, başörtüyle de girilmez" diyebilirdi... Buna da şükür!
Nazlı ILICAK
|
Reşat Nuri Erol
06.07.2011
05:38
| KİTAP !!!
tek kelimeyle KİTAP !!!
tek kelime haykırıyorum: KİTAAAP !!!
"OKU" diye emreden dinin mensupları ve KİTAAAP !!!
okumayan nesiller ve "ÜSTAD" ile yazılmış onlarca/yüzlerce KİTAAAP !!!
*
yukarıdaki feryat
"yorum"
niyetine yazılmıştır..
anlayan, anlamak isteyen bir şeyler anlar..
anlamak istemeyene bir şey yok !!
şimdilik sadece bu kadar !!!
*
gerisi Mustafa Kutlu'nun yazısında...
*
Mustafa Kutlu
Kitap davası
Kırk yıllık yayımcıyız. Ömrümüz kitap denizinde yüzmekle geçti. Ülkemizde öyle bir gerçek var ki, ara sıra (önemine binaen) halka hatırlatmak lazım. Efendim nüfusumuz yetmiş dört milyona çıktı. Yedi üniversitemiz vardı neredeyse yüz yetmiş yedi olacak. Çok genç bir nüfusumuz var ve çoğu okuma çağında. Bu üniversitelerin öğrencileri bir yana, hocaları, lisans ve doktora öğrencileri büyük bir yekun tutar. Türkiye dünyadaki ve ülkedeki krizlere rağmen büyümesini sürdürüyor. Fert başına milli gelir çok arttı. Bütün bunlar doğru orantılı olarak bir "artış" gösteriyor.
Bir tek "kitap" bu gidişe uymuyor.
O, ters orantılı olarak başaşağı gidiyor. Bu sebeple kitaba dava açabiliriz. Kitabın ağzı var dili yok, bu dava kendimize döner. Acı bir tablo ile karşılaşırız.
Efendim ben taşrada, küçük bir şehirde büyüdüm, ilk ve orta tahsilimi orada yaptım (Erzincan). O yıllarda şehrin nüfusu yirmi-otuz bin civarında idi. Dört kitabevi vardı ve bunlar sadece kitap satarak geçinirdi. Şimdi belki yirmi dört kitabevi var, ama adı kitabevi. Kırtasiye, oyuncak ve spor malzemesi satıyorlar.
Kitabevlerini ayakta tutan esasen MEB kitabı satışı idi. Yanında defter, kalem, çanta satarak okul sezonunu açar, bütçesini güçlendirir, yıl boyu kültür kitabına ağırlık verirdi.
Tıpkı televizyonun yaygınlaşması ile taşrada sinema salonlarının bir bir kapanması gibi; MEB, kitabı öğrenciye ücretsiz vermeye başlayınca zaten zor ayakta duran kitabevleri bir bir kapandı. Kırk bin civarında olan kitabevi sayısı 10.383'e düştü. Biz yayıncılar 1970'lerde bir kültür kitabını tahmini satışa göre ya üç bin veya beş bin basardık. Şimdi bu rakam ortalama bin'e düşmüştür.
Ters orantı dediğim budur.
Eğer Türkiye'de artan üniversite, orta öğrenim kurumu, öğrenci sayısını göz önünde bulundurursak doğru orantılı olarak yayıncıların bir kitabı ilk baskıda on bin, yirmi bin basmaları gerekirdi. Okumuyoruz (Bunca yıldan sonra bu hastalığın şifa bulacağına dair umudumu kaybettim). Bunun pek çok sebebi var. Bu yazıda hepsini sıralamak mümkün değil. En önemlisi okulların ilk mektepten itibaren çocukları, okumaya alıştıramamaları veya bunu hiç gündeme getirmemeleridir. Çünkü bırakın çocukları, öğretmenler okumuyor. Prof. Dr. Orhan Okay seksen yaşın tecrübesi ile geçenlerde bir gazetede "Edebiyatçılar edebiyat okumuyor" demişti.
Bu bana bir derginin dramatik kapanış yazısını hatırlattı. Bundan 15-20 yıl önce "Sonbahar" adlı kaliteli bir şiir dergisi vardı. Kapanırken şöyle bir yazı yayımladı:
"Eğer dergimize şiir gönderen şairler bu dergiyi alsalardı Sonbahar kapanmayacaktı." Ben de yirmi iki yıldır tek başıma çıkardığım Dergâh dergisinde böylesi durumlarla karşılaşıyorum. Adam şöyle yazıyor bana: "Gönderdiğim şiir eğer dergide yayımlanırsa lütfen beni haberdar edin."
Bu manzara içinde bir parlak köşe, okurları ve yazarları kışkırtıyor. O da tüketim kültürü paralelinde gelişen "popüler kitaplar". Bunlar içinde sağlıktan, dinden, siyasetten romana kadar pek çok çeşit var. Heveslenen gençler kısa yoldan para kazanmak için yayınevi kuruyor ve bu kitapların peşinde koşuyorlar. 2000'de 844 olan yayınevi sayısı 2010'da 1691'e çıkmış. 2000'de 140 olan senelik roman sayısı 2010'da 570'e fırlamış. Bunların çoğu muhtemelen ilk romanlardır.
Nobel Edebiyat Ödülü'nü de alan Türkiye'de beş on yazar gerçekten yüksek tirajlara ulaşan romanlar yazıyor ve bu tirajlar gençlerin gözlerini kamaştırıyor. Bir "meta" haline gelen kitap elbette yılın "moda terlikleri" kadar satabilir. Bunun küçümsenecek bir yanı yok.
Terlikler ne kadar dünyayı takip ediyor, bir kalite ve çekicilik taşıyorsa, kitapların da bir kalitesi olmalı değil mi?
Elbette vardır.
Konu iyi seçilmiş, iyi anlatılmıştır.
Kitabın tanıtımı iyi yapılmıştır.
Ve netice alınmıştır.
Buna da takılıp kalmamalı. Büyük fotoğrafı görmeli. Televizyon yaygınlaşınca radyonun pabucu dama atıldı. İnternet ve görsel medya zaten zayıf olan yazık kültürü büsbütün köreltiyor. Dünyada bırakın edebiyatı, alışkın olduğumuz sanatın sonunun geldiği tartışılıyor. Demek ki bir problem var.
Dâvâ konusu olan bir mesele.
Bu meseleye Fransız kalmayalım.
|
Reşat Nuri Erol
07.07.2011
17:56
| Yeni Şafak Yazarı Abdülkadir Selvi, bugünkü 'Ustalık işi kabine...' başlıklı yazısında CHP'nin Meclis boykotunun arkasında Fenerbahçe Orduevi'nde yapılan bir toplantıya ve
Süleyman Demirel'
e dikkat çekti.
İşte Selvi'nin yazısının ilgili bölümü:
"...Bir süredir Kemal Kılıçdaroğlu'nun Meclis'i boykota kadar varan tepkisinin arkasındaki karar odaklarını araştırıyorum.
Fenerbahçe Orduevi'nde yapılan bir toplantı geliyordu kulağıma.
Ama doğruca Demirel etkisine dair duyumları dikkate almıyordum.
Ancak bu konuda dün aldığım bir bilgi, Demirel ihtimalinin güçlü bir aktör olduğunu düşünmeme yol açtı.
Demirel, oturduğu yerden CHP'yi idare ediyor.
Kemal Bey'in partisini parçalama pahasına girdiği mücadelenin arkasındaki isimlerden biri Demirel.
Demirel'in tek hedefi ise Haberal'ı çıkarıp, Meclis'e getirmek.
Haberal konusunda ısrarlı olduğunu kendisi itiraf etmişti. Kemal Kılıçdaroğlu'nu zor durumda bırakma pahasına.
Süleyman Bey, Recep Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı'nın önünü kesmek, parlamentoda 28 Şubat'ınDTPbenzeri bir şemsiye partisi kurdurmak ve yeni anayasayı engelleme projesini Mehmet Haberal'ın üzerine kurmuş durumda.
12 Eylül'ün yasaklı döneminde Süleyman Demirel'in ismi parti kapatmak için yeterli bir nedendi. DYP'yi perde arkasından yöneten isim oydu. Ancak adı, "Bir Bilen" ya da "Antrenör"dü.
Şimdi Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Bir Bilen"liğini yapıyor, "Antrenörlük" görevini yerine getiriyor."
|
Reşat Nuri Erol
09.07.2011
04:46
|
Bilinmeyen yönleriyle Erbakan
Merhum Başbakan Necmettin Erbakan'ın tüm bilinmeyen yönlerini bu kitapta bulabilirsiniz...
Araştırmacı-yazar M.Emin Gerger'in, “Bilinmeyen Yönleriyle Necmettin Erbakan, Milli Nizam'dan Başbakanlığa” adlı yeni kitabı, Gerger Yayınları tarafından yayınlandı.
Erbakan'ın, “Milli Birlik, Kardeşlik ve Kalkınma Projeleri”nin de yer aldığı kitap merhum Başbakan Erbakan'ın vefatının ardından yayınlanan en kapsamlı eser durumunda.
Gerger'in kitabı; toplam 421 sayfa ve altı ana bölümden meydana geliyor.
1.Bölüm'de; “Dava arkadaşlarının gözüyle Erbakan..”,
2. Bölüm'de;Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet Partisi Kurucular Heyeti..”,
3.Bölüm'de; “Erbakan'ın, Milli Birlik,Kardeşlik ve Kalkınma Projeleri”,
4.Bölüm'de; “Erbakan diyor ki..”,
5. Bölüm'de; “Erbakan hakkında ne dediler?..”,
6. ve son Bölüm'de ise “Fotoğraflarla Erbakan..” yer alıyor.
Kitabının Önsözü'nde Gerger geniş bir biçimde Erbakan Hoca'nın çileli siyasi-demokratik mücadelesini tahlil etmiş.
Yazının bir bölümü şöyle:
“Evet, “Allah'tan geldik, sonunda yine Allah'a döneceğiz.” Milli Nizam, Milli Selamet, Refah ve Saadet Partilerinin Genel Başkanı, Milli Görüş lideri Türkiye'nin -54.Hükümeti'nin- Başbakanı, büyük ilim, siyaset, millet ve devlet adamı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, 27 Şubat 2011'de rûhunu çok sevdiği Rabbine telim ederek Hak'ka yürüdü. (Refik-i alaya kavuştu.)
Türkiye ve İslam alemi çok sevilen, yeri kolay doldurulamayacak büyük bir hizmet adamını, karizmatik bir liderini kaybetti.
Muhterem/merhum Erbakan hocamız, Milli Nizam'dan başbakanlığa uzanan demokratik siyasi mücadelesinde fikirleri, hareketi ve icraatlarıyla ömrünü İslam'a, Müslümanlara ve insanlığa adamış, İslam Medeniyeti'nin yetiştirdiği ulu bir çınar, bir İslam mücahidi, büyük bir dava ve çile adamıydı.
Türkiye ve dünya Müslümanları ona çok şey borçludur..Erbakan hoca, hakaretlere, iftiralara, darbelere, hapislere, yerli(!) ve yabancı Siyonist komplolara, tuzaklara, oyunlara, zulümlere rağmen, inancından, davasından asla taviz vermedi, daima Hakkın hakimiyeti, Müslümanların –ümmetin- Selameti, birliği-dirliği, kalkınması, ilerlemesi, mamur-müreffeh olması ve insanlığın sömürüden kurtulması, hidayeti, huzur ve saadeti için gece-gündüz demeden mücadele etti..
Selçuklu Sultanı Alparslan gibi, İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmet gibi fetihçi bir ruha ve İslami şuura sahipti.. Sultan 2.Abdülhamit gibi siyonizme karşı tavır koydu.. Öğrencilik yıllarından son nefesini verinceye kadar “İslami tebliğ”e devam etti, kınayanların kınamasından çekinmedi, “sırat-ı müstakim”den ayrılmadı. Rasul-i Ekrem(s.a.v.)'in güzel ahlakını örnek almış, ibadete ve ilme/bilime düşkün, çalışkan, azimli,kararlı, mütebessim bir İstanbul beyefendisiydi..
Dava arkadaşları ile birlikte “Besmele”yle başladıkları “Milli Nizam” hareketi/Partisi'nin Kuruluş Beyannamesi'nde şöyle diyorlardı:
“Allah'ın hakkı tutma, iyiliği emretme, kötülüğü nehyetme yolunda seçtiği aziz ve mümtaz milletimize…”(H.Aksay'dan naklen.)
TBMM Eski Başkanı ve SP GİK Üyesi Yasin Hatiboğlu'nun veciz bir biçimde ve isabetle belirttiği gibi;
“Tarihin eline verdiği mührü,
Da'vası uğruna kullanan adam,
Kim ne derse desin, fütûr etmeyiz,
Seni seviyoruz, savunan adam.
Öksüzün yanında, çaresize dost,
Her zaman hayr ile anılan adam,
Yalnız değilsin, işte milyonlar,
Seni seviyoruz, savunan adam.”
Erbakan hoca, “Önce ahlak ve maneviyat” dedi..
“Hakkın hakimiyeti için çalışacağız..” dedi.
“Yeniden büyük (güçlü, lider ülke) Türkiye..” dedi.
“Müslüman olmakla iş bitmez, başlar..” dedi.
“İman varsa, imkan da vardır milli görüşçü asla vazgeçmez..” dedi.
“Milli Görüş; bu milletin inancıdır, tarihidir, kimliğidir, ruh köküdür..” dedi.
“Bir çiçekle bahar olmaz ama her bahar bir çiçekle başlar..” dedi.
“Bizim davamızda herkes kardeşi için yaşar..” dedi.
“Çok çalışmalıyız, korkmadan Allah'a teslim olup, tevekkül etmeliyiz takdiri ilahiye razı olmalıyız..” dedi.
“Dünya ahirete hazırlık yeri, çok önemli bir imtihan yeridir, çünkü ölüm bize çok yakındır” dedi.
“İslam dini Allah'ın dinidir, mükemmeldir, bir bütündür,ona bir şey katılamaz ve ondan bir şey çıkarılamaz. İslam, dünya ve ahiret saadetinin tek ilacıdır..” dedi.
“İslam'ı iyi öğrenmeliyiz, Kur'an'ın hükümlerini hayatımıza tatbik etmeliyiz, her yerde, her halde ve her meselede mutlaka İslam'a göre düşünmeliyiz..” dedi.
“Milli Görüş; bir medeniyet projesidir. Milli Görüş, Sultan Alparslan'ın, Sultan Fatih'in, Ulubatlı Hasan'ın görüşüdür..” dedi.
“İslam Birliği'ni kuracağız, Türkiye'yi lider ülke yapacağız..” dedi.
“Kendi fabrikamızı, kendi tankımızı, kendi uçağımızı kendimiz yapmalıyız/ yapacağız..” dedi.
“Âdil Düzen'i kuracağız, sömürüye son vereceğiz..” dedi.
“İstanbul nasıl kalkınmışsa, Anadolu da öyle kalkınacak..” dedi.
“Türkiye'yi bölmeyi amaçlayan dış destekli terörü, İslam kardeşliği ve Doğu-güneydoğu ekonomik açıdan kalkındırarak önleriz..” dedi.(…)
Siyasi mücadelesi boyunca ve Hükümet olduğu dönemlerde daima Müslüman ve özgür bir Türkiye (Din eğitim ve öğretiminin kamil manada sağlandığı, demokrasinin, insan haklarının,hukuk devleti ilkelerinin egemen olduğu, Başörtüsü (kılık-kıyafet) yasağının –kamu ve özel sektörde- tamamen ortadan kalkması v.s.) için gece gündüz demeden mücadele etti.
Araştırmacı-yazar M.Emin Gerger'in, “Bilinmeyen Yönleriyle Necmettin Erbakan,Milli Nizam'dan Başbakanlığa” adlı 421 sayfalık yeni kitabı hem merhum Erbakan Hoca'nın 42 yıllık büyük siyasi mücadelesini bilinmeyen yönleriyle ortaya koyarken, hem de Türkiye ve dünya siyasetine ışık tutan önemli bilgi ve belgeleri ihtiva ediyor.
Habervaktim.com
|