Mahir KAYNAK
Mutluluk
12 Haziran 2011 Pazar
Bugün ülkemizi kimlerin yöneteceğini belirleyeceğiz. Bunun bizi nasıl etkileyeceğini düşünelim. Mutluluğun iki boyutu vardır. Birincisi çevre şartları diğeri iç dünyamızdır. Yönetim çevre şartlarının mutluluğumuza olumlu katkı yapmasını sağlamalıdır.. İç dünyamız ne kadar zengin olursa olsun eğer temel ihtiyaçlarımızı karşılayamıyorsak, yani beslenme, barınma, eğitim benzeri şartlar yeterli değilse mutlu olamayız. İç dünyamızda mutluluğa götüren yol sevgiden geçer. Ondan daha fazla bizi mutlu eden bir duygu yoktur. Mesela karşı cinsten bir insanla birlikte olurken sevginiz yoksa bu biyolojik bir ihtiyacı karşılamak gibidir ve değişik bir yemek yemekten öte bir anlam taşımaz. Lokantada karnını doyuran hesabı öder, servis sağlayan bedelini alır.
- Yönetim iç dış dengesini kurmaktır. Mutluluk sevgiden geçer.
- İç dış dengesini kurmak yönetime aittir. Sevgi ise siyasetin değil dinin konusudur.
Sevgiyi karşı cinsten iki kişiye ya da yakınlarınıza indirgemek bu duyguyu hiç tanımamak demektir. Bazen hiç ilişkiniz olmayan bir kişiyi de sevebilirsiniz. Ama asıl önemli ve farklı olan bir düşünceye duyulan yakınlıktır ve en çok istismar edilen duygu budur. Mesela gelir adaleti sağlanmasını istersiniz ama bunun nasıl sağlanacağı hakkında bir düşünceniz yoktur ya da eşitsizliği sağlayan düzeni savunabilirsiniz. Önce gelir adaleti nedir sorusuna cevap vermek gerekir. Bu mutlak bir eşitlik anlamına gelirse imkansızdır. Yeni bir mal üretildiğinde aynı anda herkese yetecek kadar üretilemez. Önce bunu bazıları satın alır ve onlar daha zengindir. Doğada da eşitlik yoktur. Mesela en sevilen yiyecek bir balık türü ise bunun doğadaki miktarı sınırlıdır ve seçkin bir zümre satın alır diğerleri hamsiyle idare eder.
- Adaleti seversiniz. Adaleti tanımlamak zordur.
- Adalet hakemlerden oluşan bağımsız, yansız, etkin ve saygın yargı kararlarına isteyerek uymaktır.
Kapitalist düzen herkesin gelirinin ne kadar olacağına ilişkin bir kriter getirmiştir. Bir insan üretime ne kadar katkı yaparsa o kadar gelir elde eder. Üretime katkı yapacak bir insana müteşebbis iş verir. Çünkü bu onun da yararınadır. İşe aldığı her kişi üretime yaptığı katkıdan daha az ücret alır ve aradaki fark onun karıdır. Bu nedenle üretime katkı yapan bir insanın işsiz kalması söz konusu olamaz ve katkısıyla orantılı gelir elde eder. Bu kadar objektif görünen bu kritere rağmen neden katkısız bazı insanların gelir elde etmesine çalışacağız?
- Kapitalistlerde herkes üretime katkısı nispetinde pay alır. Onunla yaşar, artan işverenindir. Çünkü sermaye ona gerek.
- Kapitalistler maksimum kârla çalışırlar, bu da üretimi yarıya düşürür, insanların yarısı işsiz kalır.
Sosyalizm üretimin işçiler tarafından yaratıldığını savunmuş ama gelirin nasıl dağıtılacağına dair bir kriter ortaya koymamıştır. Yöneten güç bu dağıtıma karar verecektir ve yöneten güç işçiler olacağı için adaletsizliğin söz konusu olmayacağı düşünülmüştür.
- Sosyalistlere göre üreten işçilerdir. Artan ürün devletindir. Serbest piyasa olmadığına göre dengeli bölüşme nasıl olacaktır.
- Kapitalistler aç bırakarak, sosyalistler dayak atarak çalıştırıyorlar. Hangisi daha iyi?!
Seçim sürecinde en çok istismar edilen bu konuda şu soruya cevap verilmemiştir: Üretime katkı yapmayan kişiye neden ücret ödeyeceğiz ve bunun miktarı nasıl belirlenir? Şöyle bir cevap verilebilirdi: Geliri olmayanlar toplumdaki huzuru bozar ve güvenliği tehdit edebilir. Karşılıksız görünen bu yardım, huzuru sağlayarak, herkese katkı yapmaktadır ve herkes bunun bedelini ödemelidir. Ya da inançlarımız ve duygularımız bu insanların sefaletine izin vermemektedir, duygularımızı tatmin için bir bedeli ödüyoruz denebilirdi. Yani önce sebep sonra dağıtım kriterleri tespit edilebilirdi.
- Katkısı olmayanlara huzuru bozmamaları için pay vermeliyiz.
- Yeryüzü insanlığındır. Katkıda bulunmayanlara kira payları verilir. Çalışamayanlara dayanışma içinde pay verilir. Muhtaçsam bana yardım edilir, muhtaç değilsem muhtaç olana verilir.
İktidardan çevre şartlarının bizi olumsuz etkilemesini engellemesini, ülke olarak karşılaşmamız kaçınılmaz görünen dünyadaki gelişmelere karşı uygun tedbirler almasını bekliyoruz. Ancak bu mutluluğumuz için sadece uygun bir ortam yaratır. İçinizde sevgi yoksa çevre ne kadar iyi olursa olsun mutsuz olursunuz. Birçok örnek var ama IMF eski başkanını hatırlayın yeter.
- Maddi imkanlar insanları mutlu etmez. Sevgi gerek
- Refah saadetin gerek şartıdır ama yeter şartı değildir. Saadet refahla sağlanamaz.
Değişen Türkiye
18 Haziran 2011 Cumartesi
Siyaseti ülke sınırları içinde değerlendiririz ve herhangi bir dış etki ya da müdahaleyi olumsuz karşılarız. Oysa, her devlet gibi, biz de dünyanın bir parçasıyız ve diğer güçlerin hem etki hem de müdahalesine maruz kalabiliriz. Bunu önlemenin yolu tarihin çizgisine ayak uydurmak ve gücümüzü kendi geleceğimizi olumlu etkileyecek biçimde kullanmaktır.
Bu konuda genel eğilimden farklılaşıyorum. Mesela Suriye’de olanları halkın demokrasi talepleriyle açıklamanın son derece anlamsız olduğunu düşünüyorum. Bu talepler araçtır ve asıl hedefe varmak için kullanılmaktadır. Başından beri Arap Baharı olarak adlandırılan eylemlerin Akdeniz’de egemenlik mücadelesi olduğunu ve Tunus’taki olaylardan beri de bunun Suriye’ye sıçrayacağını savundum. Ama henüz gelişmelerin son safhasında değiliz. Asıl mücadelenin Basra Körfezi’nde olması muhtemeldir ve buna Şii-Sünni çatışması maskesi takılacaktır.
- Dış siyasete dayanmayan iç siyaset olmaz. Suriye’deki olaylar Akdeniz hakimiyeti çatışmasıdır.
- Dış çevredir. İç bedendir.
Türkiye’nin resmî ideolojisi sınırlarımız içinde geçerliydi ve bu hem savunma amacı taşıyor hem de büyük güçlere eski topraklarımız üzerinde bir iddiamız olmadığı mesajını veriyordu. Aslında bu da savunma amaçlıydı ve büyük güçlerin ülkemize yönelik operasyonlarını gereksiz kılıyordu.
Dünyadaki NATO-Varşova paktı zıtlaşması yapaydı ve ABD ile SSCB’nin kendi alanlarını kontrol etmesini sağlıyordu. Bu denge Avrupa içinde gelişen ve ABD’de ortak bulan güçler tarafından değiştirilmek istendi ve bir ABD-Avrupa dengesinin kurulmasına çalışıldı. Türkiye’deki iç çatışmalar bu değişim sürecinin bir yansıması idi.
- Sovyet-Batı dengesi ABD-AB dengesine dönüştü. Türkiye’deki iç siyaset dengesi buna göre oluştu.
Son seçimlerle Türkiye farklı bir görünüme ve dünya görüşüne kavuştu ve bu tarihin akışına uygundu. Artık ülkemizin kendi sınırları içine hapsolması gerekmiyordu ve bu nedenle kuruluşumuzdan beri zaruri olarak savunduğumuz dünya görüşümüzü değiştiriyor ve bölgemizde etkili ve sorumluluğu olan bir ülke konumuna geliyorduk.
- Türkiye’nin komşuları ile ilgilenmesine artık izin verilmektedir. Seçim buna uyumludur.
- Türkiye’nin hakim olması şeklinde değil de yerel birliklere katılması şeklinde olmasına kimse mani olamaz.
Bu konuda bir ikilemle karşı karşıya kaldık. Her yeni şey eskisinin yanlışlığını kabul etmekle gerçekleşir. Biz de geçmişi değiştirirken geçerli dünya görüşü içinde yapılan hataları ve hukuksuzlukları insanların kusuru değil sistemin bir hatası olarak gördük. Bu yanlıştı ve haksızlıktı. İnsan hataları ile sistemin emrettiklerini birbirinden ayırmalıydık. Bir kişi o zaman geçerli dünya görüşüne uygun hareket ettiyse ve bunu amirlerinin emrine uygun olarak yaptıysa suçlu sayılamazdı. Ancak işkence gibi insanlığa aykırı davranışlar hoş görülemezdi.
- Sistem değişince o zamanki suçlar takip edilemez. İşkence hiçbir düzende meşru sayılamaz.
- Adil olmayan düzende işkence yapmadan düzen korunamaz. İşkence yapılanlara devlet tazminat ödemek durumundadır.
Bunun en açık örneği Kürt sorununa yaklaşımdı. Yönetenler dünyadaki değişimi fark edemediler ve homojen bir halkımız olduğunu savundular. Ayrıca bu düşünceyi gerçekleştirmek için insanlık dışı eylemlere başvurdular. İki hataları vardı. Biri tarihin seyrini anlamamak ikincisi yanlış yola başvurmak. Bu uygulamalar Türkiye’yi hem maddi hem de manevi açıdan büyük bedeller ödemek zorunda bıraktı
- Dünyada gidişi göremeyen Türkiye, homojen halk anlayışı yanlıştır.
- Aynı kaba konan gazların aynı cins olması gerekmez. Birbirleriyle çarpıştıkları için aynı rengi, aynı basıncı, aynı sıcaklığı ve aynı yeri paylaşırlar. Aynı yerde yaşayan aynı dili konuşan, birbirine serbestçe gidip gelebilen ve birbirleri ile evlenen halk bir topluluk oluşur. Halkın birbirine benzemeleri gerekmez.
Şimdi yapılması gereken şey, geçmişte olduğu gibi bizi yanıltacak olan iç ve dış etkilere kapılmadan doğru çözümler üretmektir. Bunun için şu soruya cevap aranmalıdır: Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin çizdiği sınırlar ilahi bir emir midir? Bundan sınırlarımızı ülkemiz lehine çizmek gibi bir hevesim olduğu düşünülmesin. Sadece bölgede istikrarı sağlamak ve halkların güvenlik ve refahına katkıda bulunmak için nasıl bir yapı oluşturulması gerektiği sorusuna cevap arıyorum. Ülkemiz artık sadece kendi çıkarlarını düşünen pasif bir güç değil sorumlulukları da olan bir devlettir.
- 1920’lerde İngilizlerin çizdiği sınırlara sıkışamayız. Sınırları genişletmeden ilgilenmeliyiz.
- Adil Düzen ocak, bucak, il, ülke ve insanlık şeklinde organize olunacaktır. Bloklar ise
Yorum:
Değişecek Dünya
İnsanlık toplayıcılık, avcılık, çobanlık, çiftçilik, tarımcılık dönemlerini geçirmiş ve kentleşmeye başlamıştır. Pazarcılık, tüccarlık ve işçilik dönemlerini geçirmişlerdir. Şimdi ortaklık dönemine geçilmektedir.
Göstererek, tümden gelim, tüme varım sistemlerinden sonra şimdi analoji sistemlerine geçilmektedir. Kabile dinlerden sonra kavmî dinler gelmiştir. Sonra da beşerî dinler ortaya çıkmıştır. Bunlar peygamberlerin getirdikleri dinlerdir. Şimdi alimlerin öğreteceği bir dine geçmekteyiz.
Siyasî evrimler, bundan beş bin yıl önce başladı. MÖ 3000 yıl önce Nuh, 2000 yıl önce İbrahim, 1000 yıl önce İbranî, Milat’ta Hıristiyanlık, Milat’tan sonra 1000’lerde İslam uygarlığı oluşmaya başladı. Bugün III. bin yıl uygarlığı doğuyor.
Her uygarlığı bir kavim getirir sonra beşerî olur. Uygarlığı getiren kavim
İlki uygarlığı sentez edecek kavim olur. III. bin yıl uygarlığı sentez edecek kavim Türk kavmidir. 300 senelik tarih bunu göstermektedir. Dünya değişiyor, Adil Düzen’e gidiyor. Türkiye değişiyor Adil Düzen’i üretiyor. AK Parti ya Adil Düzen’e sahip çıkacaktır. Ya da helak olacaktır. Türkiye ya Adil Düzen’e sahip çıkacaktır. Ya da yeni cumhuriyet kurulacaktır.
Evet dünya değişmektedir. Değişecektir.