İSRÂ SÛRESİ TEFSİRİ
Süleyman Karagülle
4237 Okunma
İSRA SÛRESİ 23-27 .AYETLER

İSRA SÛRESİ - 6. Hafta

23-27 ayetler

 أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

وَقَضَى رَبُّكَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَا أُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَرِيمًا (23) وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيرًا (24) رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا فِي نُفُوسِكُمْ إِنْ تَكُونُوا صَالِحِينَ فَإِنَّهُ كَانَ لِلْأَوَّابِينَ غَفُورًا (25) وَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا (26) إِنَّ الْمُبَذِّرِينَ كَانُوا إِخْوَانَ الشَّيَاطِينِ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّهِ كَفُورًا (27)

 

وَقَضَى رَبُّكَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَا أُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَرِيمًا (23)

Va QAWAy RabBuKa EANLAv TaGBuDUv EilLAv EiyYAvHu VaBi eLVaLiDaYNı İXSANan EimMAv YaBLuĞanNa GıNDaKa eLKiBaRa EaXaDuHuMAv EaV KiLAvHuMAv Fa LAv TaQul LaHuMAv EufFın Va LAv TaNHaRHuMAv Va QuL LaHuMAv QaVLan KaRIyMan

“Ve Rabbin kendisinden başkasına ibadet etmeyin diye kaza etti ve valideyne ise ihsanı. İkisinden ehadı veya her ikisi indinde kibere baliğ olursa, onlara ‘Uf’ bile deme ve ikisine nehr etme ve ikisine kerim kavli kavl et.”

Bundan önceki ayette Allah’la beraber başka bir ilah yapma yoksa zem edilmiş, hezl edilmiş olarak oturursun demiş, ayet ile emirler vermeye başlamıştı. Birinci emir o idi. Gerçi ondan önce nazar etme emri vardı. Ancak ona atıf yapılmamıştı. Aynı grup emirdir.

Orada düşünme emredilmiştir.

Buralarda ise yapma emredilmiştir; on emir benzeri emirler verilmektedir.

Birinci emir şirkten men etmedir. Hangi topluluğa mensup iseniz o topluluğun kurallarına uyacaksınız, o topluluğun yönetimine uyacaksınız. Toplulukta ikilik çıkarma yasaklanmıştır. Topluluğun içinde kalırsanız o topluluğun kurallarına uyacaksınız ve yönetime itaat edeceksiniz. Bu sebepledir ki iktidarı değiştirmek üzere bir muhalefet yapmak caiz değildir. Sadece dayanışma ortaklıkları kurulur ve insanlar birlikte hayırda yarışırlar. Dört çeşit dayanışma ortaklığı vardır; ilmî, meslekî, siyasî ve ahlâkî dayanışma ortaklıkları vardır.

Her bucak ayrı yönetimdir. İlmî dayanışma ortaklıklarından oluşan ilmî şura, sıralama usulü ile ilim ve cisim sahibi (askeri eğitimi de almış âlimi) bucağa başkan olarak seçer. Bu başkan semtlere (köy veya sokaklara) birer emir atar. Emirler kendi semtleri dışındaki bucak halkından biat alırlar. Bu biat aynı zamanda başkana biattir. Böylece tüm bucak halkının biat ettiği başkan seçilir. İşte bu biat ona ait bucağın topluluğuna biattir.

İller de il merkez bucağı başkanını seçer.

Ülke de ülke merkez bucağı ülke başkanını seçer.

İnsanlıkta ise Mekke bucağı insanlık başkanını seçer.

Böylece tün insanlık Allah’ın yeryüzündeki halifesi olur.

Bundan önceki ayette zikredilen “Allah’la beraber başka ilah ittihaz etmemek” demek, her bucağın ve dolayısıyla insanlığın bir başkanı ve onun meclisi, meclisinde de dayanışma ortaklıklarından oluşan şuraları vardır demektir. Buradaki birliği bozup da bucakta ikinci başkan veya topluluğa yönelmişlerdir demektir.

Bu ayette ise “Rabbin kaza etti” diyor. “Allah” demiyor, “Rabbin kaza etti” diyor.

“Rab” terbiye eden ve eğiten anlamında ilmî, ahlakî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıklarının sorumlularının oluşturduğu yönetim sistemini temsil eder. Kişi Allah’ın halifesidir, kendi içtihadı ile hareket eder. Rab sıfatında ise kişiler dayanışma grupları içinde bir araya gelirler ve sözleşmelerle oluşan kurallara biat ettikleri kimselerin komutasında hareket ederler.

İbadetlerini topluluk içindeki hareketleri ile o düzen içinde yaparlar. Paralel güçler oluşturmazlar. Bu bakımdan gerek Gülenciler gerekse Erbakancılar hata etmişlerdir. Çünkü mevcut sistemde iktidara talip olmuşlardır. Hâlbuki bunlar hakka davet etmek için parti kuracak ve cemaat oluşturacaklardı. İktidarda olanların veya zengin olanların ilahi şeriata göre hareket etmelerini tebliğ edeceklerdi. Kendileri ise Akevler benzeri kooperatiflere hicret edecek ve orada Allah’tan başkasını ilah ittihaz etmeyecek ve yalnız ibadet edeceklerdi.

Bugün “Adil Düzen” çalışanlarının yapacakları iş de budur. Kendi kurallarına göre yaşayacaklar, iktidarda ise onlara uyacaklar ama tebliğ görevini yapacaklardır.

Burada “ibadet” kelimesini açıklamamız gerekmektedir. Bugün Müslümanlar ibadeti namaz, hac, oruç ve zekât olarak görürler, Kur’an okumayı da ibadet sayarlar. Kur’an namazı ve zekâtı ibadete atfetmektedir. Öyleyse bunlar ibadet değildir. Bunlar ibadetin nasıl yapılacağını öğreten eğitim kurumlarıdır. Okullar fabrikalardan nasıl farklı iseler, namaz ve zekât da ibadetlerden faklıdır.

“Tesbih” kelimesini bütün bunları için alan kelime olarak kabul edebiliriz.

O halde ibadet nedir?

İnsanlar iki şekilde hareket ederler.

Biri, insan bir canlı olarak doğada yaşayan varlıktır. Yemesi, içmesi, dolaşması, evlenmesi, eşinin ve ailesinin olması; bunlar kişisel davranışlardır. Buralarda Allah’ın emirlerine göre hareket etmek ittikadır.

İnsanın bunun dışında davranışlarında uyması gereken topluluk kuralları vardır. O topluluk kuralları içinde hareket ederken topluluğun istediği işleri yapmak, sonra buna karşılık olarak da topluluktan ücret almaktır. Her gün Fatiha’da tekrar ettiğimiz söz vardır, ‘yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım alırız’ denmektedir. İnsanın topluluğa yaptığı işlere ibadet denir ve ibadet kişilere değil topluluğa yapılır.

Anne sütünü çocuğuna emdirirken çocuğuna emdirmiyor; kendisi bebekken süt emdiği için topluluğa/insanlığa yani Allah’a borcu vardır ve bu borcunu ödemek için çocuğu emdirmektedir. Çocuk da annesine borçlu olmuyor, Allah’a borçlanıyor.

Siz bir kimseye bir şey sattığınız zaman siz önce topluluğa satıyorsunuz ve sonra topluluğun yani Allah’ın vekili olarak O’nun emrettiği yere veriyorsunuz. O da önce Allah’tan alıyor, sonra senden O’nun vekili tesellüm ediyor. Böylece insan bir taraftan Allah’ın halifesi olarak tasarruflarda bulunuyor, kulu olarak da Allah’ın emirlerini yerine getiriyor.

Herkesin kendi içtihadının âmili olmasının manası budur.

Kim olursa olsun, topluluğun dışında kimseye ibadet edilmeyecektir.

Anne babaya ise ihsan yapılacaktır.

İttika, kurallara uymadır, şeriat dışına çıkmamadır.

İhsan ise şeriatın içinde yararlı işler yapmadır.

Allah bize ihsan ettiği için biz borçluyuz; Allah’a borçluyuz. Allah bize borcu işte bu şekilde anne babaya ödememizi emretmektedir. Yani onlara bizim elimizle ihsan etmektedir. Biz de vergiyi mal olarak alırız, O’nun adına O’nun emrettiği yerlere teslim ederiz.

Ayetin bundan sonraki kısmı ihsanı örnek olarak anlatmaktadır. Önce bu ayetin bizi ilgilendiren en önemli noktası buradaki “Ke” zamirinin Kur’an’ı getiren resule ait olmadığını ifade etmesidir. Hazreti Muhammed babasını doğmadan, annesini ise 6 yaşından önce kaybetmişti. Hazreti Muhammed onları yaşlı iken şöyle dursun, onların olgun yaşlarına bile erişmemiştir. O halde Kur’an Hazreti Muhammed’e değil, her Kur’an okuyana hitap etmektedir. Bazı ayetler ise ilgili kişilere hitap etmektedir. Yani kitabın içinde bazı kimselere hitap yapmaktadır. “Ke”nin dört müşterek manası vardır. Yani mani karineye gerek kalmaksızın dai karine ile özel muhatap belirlenmiş olur. Bunlara tercihli müşterek denir. Karine yoksa delalet eden bir mana varsa o tercih edilmektedir.

Mesela Karagülle insanlar arasında tercihsiz müşterektir. Yakınlarına ise Karagülle soyadını taşıyanlar için müşterektir. Akevler’de Karagülle dediği zaman Süleyman Karagülle anlaşılır. Üniversitede Hira Karagülle anlaşılır. Ancak Akevler’de Hira Karagülle önceden konuşmada geçmişse o zaman karine olduğu için o anlaşılır.

Kur’an’da “Ke” sırasıyla dört mana taşır.

Birincisi insanlardır, buna çocuklar da dâhildir.

İkincisi ise baliğ olan insanlardır.

Üçüncü ise yöneticilerdir.

Dördüncü ise Muhammed’dir.

Burada hitap edilen kimse baliğ olan kimselerdir. Baliğ olmayanlar emri yerine getiremeyecekleri için muhatap değildir. Çocuk diyelim ki anneden zengindir. Miras yoluyla ona mal intikal etmiş. Babası da yoksuldur. Onun mal varlığından babasına nafaka verilmez. Çünkü buradaki “Ke” harfi içine dâhil değildir.

Bakınız, “Ke” harfine verdiğimiz mana ile koskoca bir hukuk kuralı doğmaktadır. Eğer buradaki “Ke” harfi ile yönetici kastedilse, o zaman oğul da mükellef olmaz, başkanın babasına saygılı olması yeterli olurdu. Müşterek kelimelerin hükmü vardır. İkisi birden akdedilemez. Hükümler böyle istidlal edilir. Usul ilmi bunları öğrettir.

Bu ayetlerde ihsanı dört şekilde tasnif etmiştir; uf demeyeceksin, nehr etmeyeceksin, rahmet kanadını gereceksin ve onun haklarını yönetimde koruyacaksın. Topluluğun görevlisi olarak bunu yapacaksın.

Kur’an’ın yüceliği buradadır. Allah kelimesi ile insanı yaratıcısı ile baş başa bırakır, sonra insanın Allah’ın halifesi olduğunu beyan eder, sosyal yapının hükümlerini ortaya koyar.

Allah’ın haklarının topluluğun hakları olduğu hususunda usulcülerde ihtilaf yoktur.

Bu kuralları bilmediğiniz zaman Kur’an’ı anlamanız mümkün olmaz.

وَقَضَى رَبُّكَ

Va QaWAy RabBuKa

“Ve Rabbin kaza etti”

“Kaza” kelimesi “kader” kelimesi karşılığında kullanılmaktadır.

“Kader” plan yapmadır.

“Kaza” ise planın uygulamasıdır.

“Kaza” kelimesi aynı zamanda “Eda” kelimesi karşılığı kullanılmaktadır.

Borcun edası vardır, kazası vardır.

“Eda” zamanında ödenen borç, “Kaza” ise ertelenmiş ödenen borçtur.

Burada ise “Kaza” kelimesi emretme anlamında getirilmiştir.

Emir bir defa ifa edilen bir fiil için yapılır yahut belli şart ve sebeplere bağlanan fiiller için yapılır.

Kaza ise konan kurallar için söylenir.

“Rabbin kaza etti” demek, hiçbir şarta ve vakte bağlanmaksızın her zaman böyle yapılacaktır anlamındadır. Yani yasa koydu demektir. Nehiylerin hükmü budur.

‘İçki içme’ dendiği zaman hiçbir zaman içki içme anlamı çıkar.

Ama ‘buraya gel’ dendiği zaman bir defa gel denmiş olur.

Kazada ise ‘buraya gel ve bir daha gitme’ denmiş olur.

“Rabbin kaza etti” denmektedir. Terbiyenin gereği böyledir.

İnsanlar çocuk olarak doğarlar, ilk yaşlarında eğitilirler. Kimler eğitir? Yaşlılar eğitir. Orta yaşlarda uygularlar, ileri yaşlarda da eğitirler. Böylece uygarlaşma sağlanır. Orta yaşta elde edilen bilgiler yaşlılar tarafından gençlere aktarılır, eğitirler. Burada onun için Rabbuke” denildi. Öğrenme, uygulama, öğretme ve derecelerine ayırma önerimizi buradaki “Rabbuke” kelimesi tansıs etmektedir.

أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ

EAN LAv TaGBuDUv EilLAv EiyYAvHu

“Kendisinden başkasına ibadet etmeyiniz”

İnsanlar öğrenme çağında yaşlılardan ehliyetli olanlardan öğreneceklerdir.

Öğrenme ve diploma alma, teminatlı ehliyete sahip olma dayanışma içinde olacaktır. Ancak ondan sonra kişi içtihatları ile hareket edecektir. Başkalarının emrinde değil, kendi içtihatları ile hareket edecektir.

Demek ki ibadet etmek demek içtihatlarla amel etmek demektir, icmalara göre amel etmek demektir, başkasının içtihadı ile amel etmemek demektir. “Yalnız sana ibadet ederim” derken yalnız icmalara uyarım demektir, icma dışında kimsenin emrine girmem demektir. Kendin içtihat yapamıyorsan içtihat yapanı seçersin. Bu da senin içtihadındır. Seçme yeteneğin yoksa doğal velin senin müçtehidini seçer.

Konuşma dilinde kelimelerin ifade ettiği şeylerin sınırları çizilmemiştir, mantık dilinde ise çizilmiştir. Buna “içtihat” diyoruz. Kelimelerin manalarını sıralarız. Herkes kendisi için sıralar. İttifak hâsıl olunca “icma” olur.

Dört halifeden sonra fukaha bu işi yapmış, böylece fıkıh doğmuştur.

Bugün de bu iş Akevler’de başlamıştır, üçüncü binyıl fıkhı oluşmaktadır.

وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا

Va Bi eLVALiDAYNı İXSANan

“Ve valideyne ihsanı”

Yani valideyne ise ihsanı kaza etmiştir.

Kendi içtihadınla hareket edeceksin ama bu içtihattaki ana gaye ihsan olacaktır.

Surenin bundan sonra gelen ayetlerinde içtihadın dayandığı örnek hükümler devreye konacaktır. Valideyn kelimesini Allah’ın ibadetine atfetmiştir.

Topluluğa ibadet, valideyne ihsan.

Topluluk ve aile insan yapısının ana kaynağıdır. Aile biyolojik yapıya dayanmaktadır. Topluluk ise sosyolojik yapıya dayanmaktadır. Topluluğun ve ailenin farklı olması insanlara has bir özelliktir. İnsanlar birlikte üretirler. Ondan sonra bölüşürler, değiştirirler ve tüketirler. Yani birlikte işletmelerde üretme ve paylaşma, sonra ürünleri değiştirme, sonra ailece tüketme.

İşte, ailede tüketmenin temel yapısı anne, baba ve çocuklardır. Çocuklar ailede doğarlar, borçlanırlar, olgunlaşırlar, çocuklar yaparak alacaklı olurlar. Olgunken yaşlılara bakarlar ve yaşlanınca da çocukları onlara bakar. Bu mekanizmayı anlatmaktadır.

إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ

EinMAv YaBLuĞanNa GıNDaKa eLKiBaRa

“İndinde kibere baliğ olurlarsa”

Diğer canlılarda değiştirme vardır. Çiçekler balözü verirler, çiçek tozunu alırlar. Her hücre kana ürünlerini verir, kandan da gerekenleri alır.

İnsanlarda bu değişme miktarladır, para ile takdir edilen değerle alınıp verilir. Bununla beraber ailedeki alışveriş ürüne katkı ile orantılı değil ihtiyaca göredir. Çocuklar, anne ve babaları yanlarında yaşlanırsa, borçlarını ödeme durumundadır; yoksa anne babası öldüyse, başkalarının anne babasına ödemezler.

Bugünkü sigorta sisteminin meşru olmayışı buradan doğmaktadır. Sigortada şeriatta olduğu gibi olgunlar yaşlılara bakarlar ama kendi anne babalarına değil tüm anne babalara bakarlar. Kur’an ise bunu meşru saymamıştır. Çünkü bu aile müessesesini ortadan kaldırır. Erkek ve kadın evlenir ve çocuk yaparlar ki yaşlandıkları zaman onlara baksınlar. Nafakayı temin etme erkek çocuğuna, bedeni hizmet yapma kız/kadın çocuğuna aittir. Topluluk doğrudan anne babaya destek vermez, topluluk onları yanlarında bulunduranlara destek verir.

İşte, Batı mantığı ile İslâm mantığının çatışması buradadır.

Sigorta gayrimeşrudur. Bu sebepledir ki yaşlılara emeklilik maaşı bağlanmaz, yaşlıları yanında bulunduranlara maaş bağlanır. Yaşlı hâle gelen anne baba artık kendi aile ocağını kapatır, çocuklarından birisinin yanına varırlar. Bütün malların idaresini ona bırakırlar. Ana mala dokunmaz ama onu işletir ve gelirinden bakan yararlanır. Diğer vârisler bir şey iddia edemezler. Emeklilik yaşı yoktur. Kişinin ben emekli olacağım dediği tarih emekli yaşıdır. Artık çalışma kredisini almaz, emeklilik payını alır, bu payı da kendisi değil, kimlerin yanında kalıyorlarsa onlar alırlar. Anne babanın kaldığı ev erkek çocuğunun evidir, nafakayı da o temin eder. Hizmet etmek karısına veya kız çocuklarına aittir.

İşte, buradaki yanında kibere baliğ olmak demek, emekli olmak demektir.

“Ke” harfi ile elbette yalnız erkek kastedilmiyor, erkek ve kadın kastediliyor.

Kendi kendine bakacak durumu olmayan erkekler yaşlanmış eşlerinin yanında kalırlar. Erkeklerin çocukları nafakalarını temin eder. Devlet de kocasına baktığı için kadına maaş bağlar. Kadınlar ise kız çocuklarının yanında kalırlar, onların nafakasını yine erkek temin eder. Devlet anne babasına baktığı için maaş bağlar. Erkek çalışma kredisini almaz ve mamelekeni yanında kaldığı erkek çocuğuna verirse, ona da devlet maaş bağlar.

Çocuğu, karısı veya kızı olmayanlar ise en yakın olan diğer yakınlıları tarafından bakılırlar. Oğlunun yerine erkeğin erkekten yakınları, kızının yerine kadının kadın yakınları. Erkekler için “kiber” çalışamayan kimseler demektir. Bunlar artık kredi alamaz, emeklilik payını alırlar. Kadınlardan “kiber” demek, kendi kendine yaşayamayan yatalak ve sakatlar demektir. Bunlar da çalışma kredisini alamazlar, yakınları tarafından bakılırlar.

أَحَدُهُمَا أَوْ كِلَاهُمَا

EaXaDuHuMAv EaV KiLAvHuMAv

“İkisinden biri veya her ikisi”

Burada KİBER durumuna gelmeleri ikisi için olabileceği gibi tek başına da olabilir. İkisi sağ olduğu halde biri kiber durumunda olabilir,  ikisi birden kiber durumunda olabilirler, biri ölmüş diğeri kiber durumunda olabilir. Anne baba veya karı koca aynı çocuğunun yanında yaşamış olurlar yani aynı evde otururlar.

Yüz lojmanlı apartmanları planladığımız zaman, anne baba bir arada otururlar, çalışmadıkları zaman evden çıkarılmazlar, iki odalı bağımsız tuvaletli bölümde otururlar. Kızlarının veya kadınlarının katlarında kendilerine oda verilmiş olur. Çalışmıyor diye atılmazlar. Yanında bulunduran kimse o apartmanda çalışır olmalıdır.

Üçüncü binyılın fıkhının ikinci binyılın fıkhına benzemeyeceğini görüyorsunuz.

فَلَا تَقُلْ لَهُمَا أُفٍّ

Fa LAv TaQuL LaHuMAv EufFın

“İkisine ‘uf’ bile deme”

İhsanı açıklamaktadır.

Önce ‘uf’ bile demeyeceksin, nehr etmeyeceksin, kerim kavl söyleyeceksin.

Bunların üçü söz ile ilgilidir ve bu ayette zikredilmiştir, ikisi ise iş ile ilgilidir ve ikinci ayette zikredilmiştir.

“Uf” kelimesi Kur’an’da üç defa geçmektedir. Biri burada, biri Hazreti İbrahim’in kavmine putları için söylediklerinde, biri de facir bir oğulun anne babasına söylediğinde. Bunu çifte tamamlayan kelime “Esef” kelimesidir, beş defa geçmektedir. İkisinin toplamı sekiz etmektedir. Her ikisinde “F” harfi vardır, “E” harfi vardır. Birinde “S” düşmüş, diğerinde eklenmiştir. “Üf”de eksiklik vardır, “Esef”de süreklilik vardır. “Üf” kelimesine mana olarak benzeyen “Ah” kelimesi vardır, iki defa geçmektedir. Esefte üzülme vardır. Esif gadaban olarak demektir. Kızgınlığın bir halini ifade eder. Bir taraftan kızıyor ama diğer taraftan üzülüyor.

Bugün biz de Gülencilere yaptıklarından dolayı kızıyoruz ama aynı zamanda üzülüyoruz, onların kötülüğünü istemiyoruz. Onları sevdiğimiz için üzülüyoruz. Yaptıklarından dolayı üzülüyoruz. Benzer şekilde olağanüstü hal uygulamalarına kızıyoruz ama onlara düşman olduğumuz için değil, onları sevdiğimiz için kızıyoruz.

15 Temmuz’dan sonra ben bu darbeyi Gülenciler yapmadı, CIA yapmadı dedim, yine dedim. AK Parti olağanüstü hal uygulamasın dedim. Öyle olsa bile öyle davranmamız gerekirdi. Kimse kulak vermedi. Olağanüstü hal uygulaması yapıldı. Böylece ezilen Gülen grubu ister istemez karşıya itildi. Şimdi gerçekten darbe hareketini yapmaktadırlar. Onlar da aynı tuzağa düşüyorlar. Sermaye oyununu çok iyi bir şekilde oynamaktadır.

Anne babaya ‘üf’ bile demeyeceksin, yanlış yapıyorsun demeyeceksin, onları değiştirmeye kalkışmayacaksın, kavli kerim söyleyeceksin.

وَلَا تَنْهَرْهُمَا

Va LAv TaNHaRHuMAv

“İkisine nehr etme”

“NHR” kökü iki anlamda kullanılır. Biri ırmak demek, akarsu demektir. Diğeri ise “nehar” kelimesidir, gündüz demektir. Kur’an ayrıca enerji yani madde karşılığı anlamında kullanmaktadır. Dördüncü manası ise fiil olarak kullanmaktadır, iki yerde kullanılmaktadır. Biri sailine nehretme, diğeri de anne babayı nehretme denmektedir. Önce üff kelimesinden sonra getirilmiştir. Üfden farklıdır, daha hafiftir.

Acaba “nehr etmek” ne demektir? 

“Nehr” kelimesinden fiil yaparsanız ıslatma demektir. Türkçede kullanılır. Birinin kötülüklerini sayarsanız onu ıslattık derler. Yıkadı anlamındadır. Yıkadı kelimesini de kullanmaktayız. O halede “Nehr etme” demek bu manada kullanılmış olur. Ona karşı cephe alma demektir. Onu azarlama demek olur.

Eğer “Nehar” kelimesinden alırsak aydınlatma, açığa çıkarma, kusurları, eksiklikleri ortaya dökme demek olur. Türkçede buna kurcalama demekteyiz.

وَقُلْ لَهُمَا

Va QuL LaHuMAv

“Ve ikisine kavl et”

Onlara söyle dendiği zaman tek başına bir de onlara söyle emrini içine alır. Yani ikisine bir defa söyle anlamında değildir, her birine ayrı ayrı söyle demektir. Onlarla istişare et dendiği zaman, onlarla birlikte istişare et anlamında değildir. Her birine ayrı ayrı istişare et anlamındadır.

قَوْلًا كَرِيمًا (23)

QaVLan KaRIyMan

Kerim bir kavl söyle.”

Kavlin ahsenine ittiba ederler diyor. Burada da kerim kavl diyor.

“Kerem” ve “Hasen” de akraba kelimelerdir. İkisi de güzelliği ifade eder. Üzüm salkımıdır. “Kerume” fiil olarak bol yağmur yağdı, yani iyi üzüm oldu manasında kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra iyi ve güzel oldu anlamı kazanmıştır.

İkram etti” de iyilik etti demektir. İhsan da iyiliktir ama daha çok manevi, ikram ise daha çok maddi iyiliktir.

“Hasen kavl” içeriği yani hükümleri iyi olan söz demektir. “Kezib kavl” demek hatalı söz demektir. “Kavli kerim” yumuşak söz demektir. Karşı tarafa cephe alacak söz değil, kerim söz söylemek demektir.

Kim Allah’a karzı hasen ikraz ederse karzı hasen katlanarak verilir ve onlar için kerim ecir vardır deniyor.

إِنَّ الْمُصَّدِّقِينَ وَالْمُصَّدِّقَاتِ وَأَقْرَضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا يُضَاعَفُ لَهُمْ وَلَهُمْ أَجْرٌ كَرِيمٌ (18)

“Tasadduk eden erkekler ve tasadduk eden kadınlar ve Allah’a karzı haseni ikraz edenlere karzları tadif edilir ve onlar için kerim ecir vardır” denmektedir.

Karzı hasen ve kerim ecir.

Karzı hasen faizsiz borçtur.

Kerim ecir nedir?

Tadif edilmesi, kredileşmede mevduat hacminden daha çok istikraz halinin olacağını ifade eder.

Ayrıca hasen ücret nedir?

Kişiler çalıştıkları yerlerde ürettikleri ürünlerin zekâtını verirler. Ortak işletmede ödenen zekâtın kişiye düşen payı kişinin ödediği zekât olur. Zekât nisbetinde de ücret istihkak eder. Vergiden dolayı istihkaklarda karzla ve tasaddukla orantılı haklar elde edilir. Bu ecri kerim olarak ifade edilmektedir.

Yaşlı kimseleri ziyaret etmek, bir isteğinin olup olmadığını sormak köyümün âdetidir. Çocukları, torunları kendisini saydıkça o da dünyasından memnun olur. Benim söylediklerime kulak vermek kulak verenlerin lehinedir. Benim söylediklerimi yapmaları gerekmez ama benim söylediklerimi duymaları yani söyletmeleri beni memnun eder. Konular yaşlılara danışılır. Onlarla tartışılmaz, kerim kavl ile cevap verilir. Onların dedikleri yapılmaz. Her mükellef kendisi içtihat eder.

Ayet anne babaya itaat edin demiyor, dediklerini yapın demiyor, dediklerini dinleyin diyor.

وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيرًا (24)

VaPFıW LaHuMAv CaNAvXa elÜulLi. MiNa elRXMaTi Va QuL RabBı iRXaMHuMAv KaMAv RabBaYAvNIy SaĞIyRan

“Ve onlara rahmetten züllün cenahını hıfd et ve ‘Rabbim, beni nasıl sagirken ikisi terbiye ettiği gibi sen de ikisine rahmet et’ de.”

Kur’an’da “Hıfdetme” dört defa geçmektedir. Biri yükseltmek, biri alçaltmak olarak geçer. Kuş kanadını düşey hale getirip yükseltir, sonra yatay haline getirip indirir. Böylece havada kalır. Kur’an’da diğer üç yerde kanadını hıfd et denmektedir. İnsanda kanat olmadığına göre burada hakiki manasında değildir demektir. Böyle durumlarda mecazi manaya gidilir.

Peki, kanadı indirmek ne demektir?

Onlara indirmek değil onlar için indirmek. Kuş nasıl kanadını havada kalmak için indirirse, senden olan ihtiyaçlarının giderilmesi için sen de kanadını yani imkânlarını onlar için indir anlamındadır.

“Cenah” kelimesi kanat demektir. Askerlikte cenah kol, sol kol anlamındadır. Sağ cenah, orta cenah ve sol cenah. Rahmetin bir izzet cenahı var, bir de zül cenahı var. Zilletin iki manası vardır; biri izzet karşılığıdır, üstte olmaktır, diğeri ise eğitilmiş alıştırılmış demektir.

Arabayı kullanmayı bilirsiniz ama kullanmanız için direksiyon eğitiminizin de olması gerekir. İşte, direksiyon bilgi ve tecrübesi olma zelül ile ifade edilmektedir. Rahmetten züllü iki manası ile birlikte düşünmemiz gerekir. Rahmet edeceksiniz ama bir üst olarak değil bir ast olarak merhamet edeceksiniz. Rahmetin zül tarafından yaklaşacaksınız, izzet tarafından yaklaşmayacaksınız. Bir de örfte ne yapılması gerekiyorsa onu yapacaksınız.

Yaşlıların toplulukta bir yeri olacaktır. Onlara verilen yetkiler ve hizmetler vardır, saygı göstereceksiniz. Örnek olarak yer vereceksiniz, yürürken önlerinden yürümeyeceksiniz, onlar konuşurken araya girmeyeceksiniz. Bu hususta tam bilgiye sahip olmak için araştırmalar yapılmalıdır. Henüz ilkel yaşayan topluluklarda bu görülmektedir. “Rabbim, onlara merhamet et” diye dua edeceksiniz. Onların bir ihtiyacı olur da siz onu karşılayamazsanız onu yönetime bildiriniz, onlar gidersinler. Yaşlılık faslından onlara pay ver.

Aile müessesesi insanda mevcuttur. Diğer canlılarda evladı büyütme vardır. Ama başka canlılarda yaşlılara bakma gibi bir şey yoktur. Sadece insanlarda yaşlılara bakma vardır.

İnsanın yaşlısını neden yaşatıyor ve hizmet ediyoruz?

İnsanlar aile kursun, evlensin ve kendilerini sigortalasın diye yaşlıların bakımı teşri edilmiştir. Yani yaşlılara bakma hükümlerinin hikmeti, aile oluşturmanın ve çocukları büyütmenin sağlanması gayesiyledir.

Doğan insanlar insanlığa borçlanarak büyürler. Borçlarını babalarına ve annelerine ödeyemezler. Ancak onlar da çocuklarını büyüterek borçlarını öderler. Bu borçlanarak yaşamadır. Çalışırken artırdıkları ile yaşlılara bakarlar, yaşlandıkça da yaşlılardan değil çocuklarından alacaklarını tahsil ederler. Burada alacaklı olurlar. Yani olgun yaşta olanlar bir taraftan borçlarını öderken, diğer taraftan çocuklarından alacaklı hâle gelirler.

Buradaki bu borçlu-alacaklı olma işlemi aslında topluluğa borçlu ve alacaklı olma halidir. Benzetme borç ve alacakların miktarlara dayalı olarak değil, ihtiyaçları olmasıdır. Yani çocukların neye ihtiyacı varsa onlara o borç verilecek. Yaşlıların neye ihtiyacı varsa onlar da onu isteyebileceklerdir. Yetim faslı ile yaşlılık faslı birbirine sistem bakımından benzerdir.

وَاخْفِضْ لَهُمَا

VaPFıW LaHuMAv

“Ve ikisi için hıfd et”

Birisini oturtmak için yere minder ve halı serersiniz, yatması için yatak serersiniz.

“Hıfd etmek” bu anlamdadır. Rahmetin zül kanadı tarafı serilecek. Yani rahmetin izzet cenahı değil. Babanın çocuğa serdiği rahmet kanadı izzet kanadıdır. Yani eğitmekte ve onu gözetmektedir. Burada ise anne babayı eğitme veya anne babaya emretme şeklinde değil de onu terbiye etme değil de sadece ona yardım etme ve onun ihtiyaçlarını giderme şeklinde olacaktır. Oysa onlara sadece rahmet cenahını hıfd et denmektedir.

جَنَاحَ الذُّلِّ

CaNAvXa elÜulLi

“Zül cenahı”

Rahmetin iki cenahı vardır; izzet cenahı ve zül cenahı.

İzzet cenahı üstün astına olan rahmetidir.

Zül cenahı ise astın üste olan rahmet cenahıdır.

İzzet, zillet ve meskenet olarak da Kuran’da ifade vardır.

Meskenet miskinliktir, yoksulluktur, imkânsızlıktır yani ekonomiktir.

Zillet ise sosyal imkânsızlıktır, izinsiz hareket edememektir. Yurt dışına çıkma yasağı zillettir. Ekonomik sebeplerden değil de içtimai sebeplerden dolayı hareketsiz olmaktır.

مِنَ الرَّحْمَةِ

MiNa elRaXMaTi

“Rahmetten”

Buradaki “Min” izafet “Min”idir. Arapçada tamlama aslında iki çeşittir. Biri izafeti lamiyyedir, diğeri izafeti miniyyedir. Biri aidiyeti ifade eder. Bu lamiyyedir, diğeri cinsiyetini ifade eder, bu da miniyyedir.

“Züll” aidiyeti ifade eden izafettir. “Rahmet” ise cinsini ifade eder. İkisi lamiyye ve miniyye ise harf getirilmez. Ama eğer biri lamiyye diğeri miniyye ise o zaman yerine göre “Min” veya “Li” getirilir.

“Ahmet’in babasının evinden” diyecekseniz, “Min Beyti Ebi Ahmede” dersiniz.

Ama “Ahmet’in ahşaptan evi” diyecekseniz, “Beyti Ahmede Mine’l-Haşebi” dersiniz.

Burada da bu sebeple “Cenaha zülli errahmet” denmemiştir.

Biz bu seminerlerde Arapça kaideleri de ara ara anlatıyoruz. İlk okuduğunuzda anlamanız zordur. Başlayacaksınız ve çalışmaya devam edeceksiniz, sonra sonra Arapça bilginiz arttıkça bunları da kolayca kavrarsınız.

وَقُلْ

Va QuL

“Ve kavl et”

Muhasebede ortak hesap tutarız. Ben Ahmet’e yüz lira veririm ve alacaklı olurum. Ahmet’ten değil toplulukta herhangi başka birinden aldığım zaman alacağımı tahsil ederim.

Buna “ortak hesap” denir.

Aslında para veya hamiline yazılmış senet böyledir.

Buradaki borçlu ve alacaklı olma kişilerin birbirlerine alacaklı ve borçlu olması değil, topluluğa borçlu ve ondan alacaklı olmasını ifade eder.

رَبِّ ارْحَمْهُمَا

RabBı iRXaMHuMAv

“Rabbim, ikisine rahmet et”

Çocuklarını geçindirecek kadar geliri olmayan bir baba topluluktan payını almaya hak kazanır. Çünkü o çocukları topluluğa yetiştirmektedir. Yoksulluk ve fakirlik payları buradan ileri gelir. Fakirlik payı çalışanlara sermaye olsun diye dağıtılır. Yoksulluk payı çalışanın sayısına göre değil, bakmakla mükellef olduğu kişiye göre bölüştürülür. Anne babası yanında olup yoksul olanlara yaşlılık payından pay verilir.

كَمَا

KaMAv

“Gibi”

Gerek çocuklar gerekse yaşlılar anne baba tarafından bakılma durumundadırlar. İmkânlara göre değil de, ihtiyaçlara göre görevlerini yerine getireceklerdir. Eğer annenin çocuklarına ve anne babalarına bakacak imkânları yoksa topluluk onlara destek verecektir. Buna yaşlılık ve yetimlik payları diyoruz. Bunları birbirine benzetmektedir. 

رَبَّيَانِي صَغِيرًا (24)

RabBaYAvNIy ÖaĞIyRan

“Beni sagirken ikisi terbiye etti.”

İmkânlara göre değil ihtiyaçlara göre bunu yaptılar. Aynı hükümlere tâbidirler. Nitekim Kur’an’da paylar ayrılırken ikisi bir arada zikredilmektedir.

رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا فِي نُفُوسِكُمْ إِنْ تَكُونُوا صَالِحِينَ فَإِنَّهُ كَانَ لِلْأَوَّابِينَ غَفُورًا (25)

RabBuKuM EaGLaMu BiMAv FIy NuFUvSiKuM EiN TaKUvNUv ÖAvLıXIyNa FaEinNaHUv KAvNa LieLEavVAvBIyNa ĞaFUvRan

“Rabbiniz nüfusunuzdakileri a’lemdir. Salihler iseniz o evvablar için gafurdur.”

“Rabbin kada etti” diyerek başlayan bu ayetlerden sonra, burada “Rabbukum/Rabbiniz” demektedir. “Qul/sen söyle” denmekte ve orada kişiye hitap etmektedir. Orada resule hitap yoktur. Çünkü resulün haline uymamaktadır.

“Rabbukum/Rabbiniz” diyor. Yani bize iki şekilde hitap ediyor. Birinde şahsımıza hitap ediyor, her insana ayrı hitap ediyor. Diğerinde ise topluluğumuza hitap ediyor.

Ayette “Nefs”in çoğulu olarak “Nüfus” geçmektedir. Kur’an’ın diğer birçok ayetlerinde “Nefs”in çoğulu “Enfüs” olarak geçmektedir; sadece burada bir kıyamet gününde nefisler eşleşecek ifadesinde ise “Nüfusu” deniyor. “Salihîn” kelimesini nekre olarak getirdiği halde “Evvabîn” kelimesini marife olarak getirmiştir. “Gafuran” kelimesi de nekredir. “E’lemu” kelimesini de nekre getiriyor.

Bu ayeti yorumlamak demek, bütün bunların hikmetlerini bulmak demektir.

Bundan önce kişi ve aile ele alınmıştır.

Bundan sonra topluluk ele alınacaktır.

Bu sebeple birer cümle söyleyerek iki konuyu birbirinden ayırmıştır. Bu da yine Kur’an’ın bir üslubudur. Konuyu değiştirecekseniz araya başka bir cümle koyarsınız. Cümle iki konu ile ilgisiz olabilir. Burada söylenen fasla işaret etmek içindir.

Ahirette nefisler nasıl tezvic edilecek? İzalar tekrar edilmiştir. Demek ki oluş zamanları farklıdır ama sonuç birdir. Her nefis eşleştirilecek.

“Rabbiniz bilecek” demek, dayanışma ortaklıklarınız bilmektedir demektir.

Kur’an düzeninde dayanışma ortaklıkları kendi dayanışmaları içinde olanları bilecek. Çünkü dayanışma az sayı içinde başlayacak. Bir bucakta ortalama olarak bin aile vardır. Herkes herkesi tanımaktadır. Dayanışma sorumluları yaklaşık yüz ortağa muhataptır. Bunları da yakından tanımaktadırlar. İl dayanışma sorumluları da yüz kadar bucak dayanışmasını bilecek, ülke dayanışma sorumluları yüze yakın il sorumlusunu bilecek ve nihayet insanlık dayanışma sorumluları da ülke dayanışma sorumlularını bilecek. Böylece başkanlar tüm ortakları bileceklerdir.

“Enfüs” kişinin bilincindeki nefsin cemiidir, çoğuludur.

“Nüfus” ise kişinin hukuki kişiliği anlamındaki nefsin çoğuludur.

Ahirette de nefisler çiftlendirilecektir demek, beyindeki nefsin ruhla irtibatlı olanı çiftleşmeyecek, iki kişi birbirlerine eş olacak demektir. Kadın ile erkek eşleşecek demektir. Bu manada ahirette tek evlilik vardır demektir. Bedeni eşleşme değil, kişilik eşleşmesi olacaktır demektir. Huri ve ğılman ise hizmetçilerdir, cinsi eşler değildir. Çocuk yapılmayacağı için cinsi ilişki de olmayacaktır. Birlikte yaşama karı ile koca arasında devam edecektir.

“Salihîn” kelimesi nekre getirilmiştir. İşbölümü bu yüzler arasında başlayacaktır. Semtte işbölümü olacak. Bucakta semtler arası işbölümü olacak. İlçeler arası işbölümü olacak, bölgeler arası işbölümü olacaktır. Salih amel, uyumlu amel buralarda olacaktır. Çoğul gelmesinin sebebi budur.

“Evvâbîn” marifedir, çünkü evvâbîn olmak demek beklenen bir evvâbdır. “EVB” kelimesi ile “TVB” kelimesi manada akrabadır. “EVB” 17 defa, “TVB” 87 defa geçmektedir. Toplamı 104 eder. 26’nın dört katıdır. 26 ise13’ün iki katdır.13 fibonacci dizisinden bir sayıdır.

“Tevbe” bir kötülükten iyiliğe dönmedir. “EVB” ise iyilikte toplanmadır. Kişilerin ayrı ayrı veya ailece eksikliklerini topluluk gidermektedir. İnsanlar aile içinde yaşamaktadırlar ama tek başlarına yaşama imkânına sahip değildirler. İnsanlar zaif ve cehul yaratılmışlardır. İşbirliği yaparak, bir arada çalışarak ve yaşayarak varlıklarını sürdürebilmekte ve tüm canlıların üstünde olmaktadırlar.

“Gaffar” demek kötülüklerin kapatılması ve görülmemesi demektir. Afv isebir defaya mahsus olmak üzere kötülükleri gidermek, bir daha sorun olmaması demektir. Oysa insan devamlı zaif ve cehuldur ve her seferinde evvab olmak gerekmektedir. Evvab bunun için marifedir, sürekli evvab olmaya işaret etmektedir.

İki türlü örgütlenme vardır. Düşey örgütlenmede yeryüzü kıtalar, ülkeler, bölgeler, iller, ilçeler, bucaklar, semtler ve ocaklardır. Yatay örgütlenme ise ilmî, ahlâkî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıklarıdır. Bu teşkilat Rabbin halifesidir. Rab rablığını bunlar aracılığı ile yapmaktadır.

رَبُّكُمْ

RabBuKuM

“Rabbiniz”

İnsanın iki yanı vardır. Kişi olarak özgürdür. Tek başına ve aile içinde serbestçe hareket eder. Günün yarısını evinde geçirir. İkinci yanı ile ise insan topluluğun ferdidir, onun bir üyesidir. İnsanlar günün yarısını birlikte geçirirler.

Allah herkesin rabbidir, herkesle ayrı ayrı ilgilenir. Allah aynı zamanda ocakların, bucakların, illerin, ülkelerin ve insanlığın da ayrı ayrı rabbidir. Kur’an kişilerle ilgili olan olarak Rabbi ifade ederken “Rabbin” der, toplulukların Rabbi olarak ifade ederken de “Rabbiniz” der. Teşkilatın, topluluğun ortak şuuru Allah’tır.

أَعْلَمُ

EaGLaMu

“A’lemdir”

Örgütlü kişilerin birbirlerini tanımaları ile ortak şuur, ortak değer, ortak bilgi doğar.

Farz ediniz ki biz yedi arkadaşız. Tesadüfen hepimiz Fransızca biliyoruz ama biri diğerinin Fransızca bildiğini bilmiyor. Bu Fransızca topluluğun Fransızcası değildir, ayrı ayrı herkesin Fransızcasıdır. Eğer yedimiz de öğrendik ki arkadaşlarımız Fransızca biliyor; işte bu topluluğun bilgisidir.

Yahut yedi arkadaşız. Türkçe konuşuyoruz. Ayrıca her birimiz ayrı birer dil biliyoruz ama kimin ne dil bildiğini bilmiyoruz. Bu topluluğun bilgisi dışındadır. Ama sonra öğrendik ki bu arkadaşımız Fransızca, bu arkadaşımız Arapça, diğeri Rusça, diğeri Çince biliyor. Şimdi tüm bu diller bizim topluluğumuzun dili olmaktadır. Bu dillerden hangisinden hangimize mektup gelse, gidip ona tercüme ettirme imkânımız var. Arkadaşın bildikleri benim de bildiklerim oluyor. İşte örgütlenmede dikey ve yatay örgütlenme budur. O örgütün bilgisi Rabbin bilgisi olmaktadır.

بِمَا فِي نُفُوسِكُمْ

BiMAv FIy NuFUvSiKuM

“Nefislerinizdekini”

Âlemlerin Rabbi Allah bizim enfüste olanları bilir, alîmun bizati’s-sudurdur. Ama örgüt nüfusta olanları bilir. Örgüt oluşunca tüm insanlar istedikleri aracıya ulaşabilmekte, onu tanımaktadır. Kurulan bu köprülerle özel olarak görüşme imkânımız vardır. Böylece özgür kişiler topluluk içinde birbirleriyle buluşmaktadırlar.

إِنْ تَكُونُوا صَالِحِينَ

EiN TaKUvNUv ÖAvLıXIyNa

“Salihlerden iseniz”

Kişiler örgüt içinde birbirlerine haberleşmede ulaştıktan sonra anlaşmalar yaparak arz ve talep kanunlarına göre ürünleri değiştirmektedirler. Bu da halkı salihîn hâle getirmektedir. İşbölümü doğmakta, emekler ve hizmetler değiştirilmektedir. 

فَإِنَّهُ كَانَ لِلْأَوَّابِينَ

FaEinNaHUv KAvNa LieLEavVAvBIyNa

“O evvabîn olanları”

Birlikte iş yapmaya katılanları bilmektedir.

Akşamüstü bilgisayara giriyorsunuz, yarın kimin ne işi var okuyorsunuz, kendiniz için en kârlı gördüğünüz teklife basıyorsunuz ve anlaşmanız tamamlanıyor. Ertesi gün o işi yapıyorsunuz ve topluluktan payınızı alıyorsunuz.

Buradaki “evebe” bilgisayar sitesine başvurmadır.

غَفُورًا (25)

ĞaFUvRan

“Gafurdur.”

Örgüt eksikliklerimizi tamamlamaktadır. 25 Genel Hizmet yapmaktadır. Tesisler, sermaye, hizmet ortaklık tarafından ifa edilmektedir.

Böylece bu ayet insanın hayat düzenini anlatmaktadır.

İki türlü sosyal yapı vardır. Dil gramersiz doğar. Bu da sosyal yapılaşmadır. Sonra gramerciler çıkar o dilin gramerini bulurlar. Kurallar konur. Halk gramere göre anlamaya başlar. O zaman hukuk dili olur, teknik dili olur.

وَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا (26)

VaEAvTı Üav eLQUrBAv XaqQaHUv Va elMisKIyNa VaEiBNa elSaBIyLi Va LAv TuBaüÜıR TaBÜiyRan

“Ve ze-l kurba olanlara ve miskinlere ve sebil ibnine hakkını ita et ve tebzir etme.”

Allah’a ibadetten sonra insanlara ihsanı açıklamaya başlamıştır.

Anne babadan sonra üç grup daha saymıştır; akrabası olanlar, yoksullar ve yolculara haklarının verilmesini istemiş ve tebziri yasaklamıştır.

Ayette açıklanması gereken hususlar vardır. Anne baba için “ihsan” kelimesini kullanmış, burada ise “ita” kelimesini kullanmıştır. Üç ayrı kavram vardır; zi’l-kurba, miskin ve ibnu’s-sebil. Bunların tanımlarının yapılması gerekir. Önemli olan şudur ki “haklarını ver” diyor. Yani “ikram et, ihsan et” demiyor; “alacaklarını öde” diyor.

Kapitalist mantıkta işçi karnını doyurmalı ve yaşamalı, artan kısım ise sermayenin payıdır. Sosyalist de böyle düşünür; işçi karnını doyurmalı, artan kısım devletin ve yöneticilerin payı olmalıdır. Oysa Kur’an anlayışında üretilen ürün üretenindir yani çalışanındır. Ne var ki bu üretimi yapmak için başkalarının araçlarından yararlanılmaktadır, dolayısıyla onların hakları da verilecektir. Yoksulların üründe payları vardır, çünkü onların bu dünyadaki toprakları ve araçları kullanılmıştır.

Kişi yaşamak ve çocuklarına bakmak, yatırımlar yapmak görevi ile görevlidir. Boş zamanı yoktur. Başkalarının payları verildikten sonra kalanını ikiye ayırmaktadır. Bununla ya yatırım yapıp çocuklarına işyerleri hazırlayacaklardır yahut çocuk yapıp büyüteceklerdir. Bunun dışında harcamak haramdır, men edilmiştir. Kumar oynamak, sigara içmek, içki içmek, evlilik dışı ilişkilerde bulunmak haram kılınmıştır.

وَآتِ

Va EAvTı

“İta et”

Anne babaya “ihsan”, bunlara ise “ita” emredilmiştir. İhsanda mâlî ve bedenî görevler vardır. Burada ise mâlî yükümlülük vardır.

İnsanlar arasında ürün değiştirmeler vardır. Ürünleri değiştirirler, bir de hizmetleri değiştirirler. Bir insanın emeğinde başkasının payı yoktur. Beni annem babam yetiştirdi diye onların bende bir hakları yoktur. Ben çocuklarımı yetiştirme durumundayım. Onlara bir şey borçlu değilim. Benzer şekilde bana baktılar diye kimseye bir borcum yoktur. Bana alacağımı verdiler. Onlar değil, benden öncekiler vermiştir.

İhsanda borç ve alacaklar topluluğa olduğu gibi takasta eşitlik yoktur. Oysa ekonomide takasta denklik vardır. Ben beş kilo patates veririm, karşılığında yedi kilo domates alırım. Ücrette aslında ben emeğimi vermiyorum, emeğimle ürettiğimi veriyorum.

Biri ekonomik haklardır, diğeri sosyal haklardır.

Askerlikte nöbetleşme sosyal haklardandır.

ذَا الْقُرْبَى

Üav eLQuRBAv

“Kurba sahibine”

Akrabaların kendilerine değil, akrabalara bakan yani onlara ihsan edenlere biz haklarını veriyoruz. Yoksula ve fakir kesime veriyoruz, oysa yetimin ve yaşlının kendilerine değil de onlara hizmet edenlere veya nafakalarını temin edenlere veriyoruz.

Bu sistemin bugünkü sigorta sisteminden farkı buradan doğmaktadır.

Önce yaşa göre sigorta etmiyoruz. Kendisi ne zaman isterse o zaman sigortalı yapıyoruz. Çalıştığı zaman “çalışma kredisini” veriyoruz. Çalışmadığı zaman “yaşlılık payını” veriyoruz, çalışma kredisini kesiyoruz. Çalıştığı günlerde mesleki derecesi artmaktadır. Oysa çalışmadığı günlerde mesleki derece artmamaktadır. Sigorta primi diye bir şey yoktur. İşletmelerden alınan genel hizmet payından karşılanmaktadır.

حَقَّهُ

XaqQaHUv

“Hakkını”

İşletme girdileri içinde tesis ve altyapı var, emek ve bakım emeği var, hammadde ve yardımcı madde var, genel hizmet ve kamu görevi var. Ürün bunlar arasında paylaşılır. Kamu görevi payları şeriatça belirlenmiştir, Kur’an’ca belirlenmiştir. Bu değişmez. Genel Hizmet paylarını kooperatifler belirler. Diğer paylar işletme sorumlusu ile çalışanların temsilcisi arasındaki sözleşme veya anlaşmalarla belirlenir.

Kuralla anlaşma için o andaki tek işlem sözleşmedir.

Bu ayetler yetimlerden bahsetmemektedir. Çünkü emeklilik sadece yaşlılar için söz konusudur. Yani zengin de olsalar bir akrabayı yanında bulunduranlar pay istihkak ederler. Oysa yetimlerde başkalarının çocuklarına bakıyorlarsa pay istihkak ederler.

Buradan anlıyoruz ki anne babaya bakanlar bazı haklara sahip olurlar. Zengin olsalar da bu haklara sahip olurlar. Bu hususta fıkıh mezhepleri oluşacak, bucaklar farklı uygulamalar yapacak, başarılı olanlar varlıklarını sürdürecek, başarısız olanlar elenip gideceklerdir.

وَالْمِسْكِينَ

Va elMisKIyNa

“Ve miskin”

Miskin olarak bucağın, ilin ve ülkenin miskini vardır. Ülkenin fakiri yoktur. Fakir servetleri orta değerden az olanlardır. Yani zenginler var, fakirler var, ara sınıf yoktur. Miskinler ise fakir olup gelirleri vasat gelirin yarısının altında olanlardır.

Bir kimse bucakta miskin olur, ilde miskin olmayabilir.

Fakir de öyledir.

Bu ayetlerin tam olarak kavranabilmesi için “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı anlayarak okumak gerekmektedir. Genel Hizmetlerde bunlar açıklanmıştır.

وَابْنَ السَّبِيلِ

V aEiBNa elSaBIyLi

“Ve sebil ibni”

“Sebil ibni” Kur’an’da iki anlamda kullanılır.

Biri yolcudur. Bugünkü otellerin, garaj ve istasyonların yerini alırlar. Yalova’nın Teşvikiye beldesinde Borçka’da yaşayanın payı vardır. Oraya geldiği zaman onu misafir etme yükümlüğü vardır. Gelenler otele gitmez, evlere gider ve konuk olarak ağırlanırlar. Bunlar buna karşı orada oturup toprakları kullanan fabrikaları işleten işletmelerin borçları vardır. Haklarıdır. Bunlar tarihteki uygulanmasıyla kervansaraylar veya ipek yolları müesseseleridir. Bunun anlamı şudur. Bütün taşımacılıklar kamu payı karşılığı yapılır. Nasıl vücutta her yerde kan basıncı aynı ise bu sayede yeryüzünde de fiyatlar eşit hale gelir. Bu da üretim ve tüketimin en verimli şekilde gerçekleşmesini sağlar.

İslâm düzenini ancak bu kurumları ile anlayabiliriz.

وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا (26)

Va LAv TuBaüÜıR TaBÜiyRan

“Ve tebzir etme.”

“Bezr” kelimesi 3 defa, “İsraf” kelimesi 23 defa, toplam 26 defa geçmektedir. 13’ün iki katıdır. Kur’an’da “Bezr” kelimesi yalnız bu surede ve bu ayetlerde geçmektedir. “SRF” ve “BZR” kelimeleri harf itibarı ile akrabadır. B ve F, Z ve S, R ve R, F B ye değişmiş sıralamada da SRF FSR olmuştur.

Sarf tüm aşırılıklardır. İfrat ve tefrittir.

“Bezr” ise imkânları yerinde kullanmamaktır. “Bezr” demek saçıp savurmak demektir. “Ve” harfi ile atfedildiği için ihsandan ve itadan farklıdır.

Sigara haramdır ve haramlığının altı illeti vardır. 1) Habistir yani zararlıdır. 2) Muzırdır. Başkalarına da zarar verir. Yani insan iradesini yok etmektedir. Herkesi zehirlemektedir. 3) Müpteladır. Alışkanlığı iradeyi körleştirir. 4) Tağyiri halkillahtır. Ciğerler karbondioksit alacak şekilde değil verecek şekilde yaratılmıştır. 5) Bezrdir. İmkânları hakları sahiplerine değil dumana vermektir. 6) İsraftır. Çünkü emekle elde edilmektedir ve Allah’ın arzı buna hasredilmektedir. Kimse ben zenginim bana haram değildir diyemez. Çünkü kimsenin serveti kendisine ait değildir, Allah’ın ona emanetidir, onu yerinde kullanmak zorundadır.

Kapitalistlerin ve sosyalistlerin mülkiyet anlayışından farkımız budur. Birileri mutlak mülkiyeti kabul ederler. Diğerleri de hiç mülkiyeti kabul etmezler. Kur’an’a göre kişiler malik değil zilyettirler. Kamuya ait varlıkları onlar adına işleterek korurlar ve karşılığında ondan yararlanarak yaşarlar. Şeriat kuralları içinde onlara verilmiştir. Onlara temlik edilmiştir. Bundan dolayı “mülkün maliki sensin” denen ayette “tü’ti’l-mülke” deyip emlikü-l mülke denmemektedir.

إِنَّ الْمُبَذِّرِينَ كَانُوا إِخْوَانَ الشَّيَاطِينِ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّهِ كَفُورًا (27)

EinNa elMüBaüÜiRIyNa KAvNUv EiPVAvNu elŞaYAvOIyNi Va KAvNa elŞaYOAvNu Li RabBıHIy KaFUvRan

“Mübezzirler şeytanın ihvanıdırlar ve şeytan Rabbine kefurdur.”

“Şeytanlar” diyerek sadece bir şeytan değil çok şeytanın var olduğunu ifade etmektedir. Sonra “onlar” demiyor, “şeytan” diyor, “Rabbine kefurdur” diyor.

Burada şeytanı anlatırken aynı zamanda cinleri de anlatmaktadır.

Allah bu kâinatı simetrik yaratmıştır. Bir cisim hareket ettiği zaman kendi hızı var, bir de dalgasının hızı var. İki hızın çarpımı ışık hızının karesine eşittir. Bunu anlamak için yüzen gemiden denize bakarsanız, geminin hızı var, dalgasının hızı var, görürsünüz. Buna benzer. İki hızın çarpımı denizde sabit değildir, uzayda ise sabittir.

Kendi hızları ışık hızından fazla olanlar melekler ve ruhlardır. Kendi hızları ışık hızından az olanlar cinler ve insanlardır. Cinler sıcakta yaşarlar, Güneş’te yaşarlar. İnsanlar soğukta yaşarlar, Yer’de/ Dünya’da yaşarlar. “Güneş’te Hayat” çalışmamızı okuyabilirsiniz.

Cinlerin hayatı ile bizim hayatımız arasında fark yoktur. Aynı DNA’ları ve aynı bitleri kullanırız. Cinlerin de iyileri vardır, kötüleri vardır. Kötülere şeytan denmektedir. İnsanların da kötüleri vardır, onlar da insanların şeytanlarıdır.

“Kefur” kâfir demek değildir, nankör demektir.

Nankör ne demektir?

Nimeti gizleyen demektir.

Hayvanı beslersiniz et alır, süt verir; bu hayvan şekurdur. Yedirirsiniz, yedirirsiniz, et almaz, süt de vermez; bu hayvan kefurdur.

İnsanlardan elde ettiklerini artırarak yatırıma çevirenler, çocuklar yetiştirenler şekurdur. İnsan ve cinlerden böyle yapmayıp artan zamanlarını değerlendirmeyip saçıp savuranlar ise kefurdur. Onlar çocuk yapıp yetiştirmek istemezler, onlar çocukların gelecekte çalışıp yaşayacakları iş ve kalacak yerleri hazırlamazlar.

Karşılıksız doların peşinde koşup dururlar, serabın peşindedirler.

إِنَّ الْمُبَذِّرِينَ

EinNa elMüBaüÜiRIyNa

“Mübezzir olanlar”

“Tebzir”; servetin gereksiz yere harcanmasıdır.

İnsanlar avcılık döneminden sonra mera hayvancılığına geçmişlerdir. Bugün mera hayvancılığının yerini ahır hayvancılığı almıştır. Toplayıcılıktan sonra açık tarımcılığa geçmişlerdir. Şimdi sera tarımcılığına geçilmektedir. Sera tarımcılığının en önemli özelliği tohum ıslahıdır ve çok kıymetlidir. Eskiden tarlalara tohumlar saçılır, onlardan bir kısmı bitki olurdu. Sera tarımında ise tohumlar tane tane yerleştirilmektedir. Artık bezirden vazgeçilmiştir.

Bu ayet tebzirin, saçıp savurarak tarım yapmanın da iyi olmadığını bildirmektedir.

“Cennet” kelimesi bahçe demektir, sera şeklinde bahçe anlayabiliriz.

كَانُوا إِخْوَانَ الشَّيَاطِينِ

KAvNUv EiPVAvNa elŞaYAvOIyNi

“Şeytanların kardeşleridir” 

Uzun ipin ucuna iki kazık bağlarlar, hayvanın yularının ucundaki halkayı bu ipe geçirdikten sonra otlak olan yerde iki kazığa ipi bağlarlar. Hayvan bu ip boyunca otlar, diğer yeşilliğe zarar vermez. Bu kazıklardan her birine “ah” yani kardeş denir. Kardeşler bir ipe bağlıdırlar ve hepsi bir hayvana hizmet etmektedirler. Tebzir edenler de böylece birbirine iple bağlı kimselerdir, şeytanların tebziri ile birlikte hareket etmektedirler.

Bugün mevkide ve gösterişte insanlar tebzir halindedir. Bayram gelir kıyafet yarışına girerler, düğün olur kıyafet yarışına girerler. Köyümde zenginler eğer kumaştan elbise giyseler onları herkes ayıplar. En eski ve yamalı elbiseleri zenginler giyerdi. Fakirler fakirliklerini örtmek için daha pahalı kıyafetlerle dolaşırlardı. Kentlerde kimse kimseyi tanımadığı için gereksiz eşya ve kıyafet ile kendilerini tanıtmaktadırlar. 

Bugünkü durum budur ve tebzir de budur.

Bundan kurtulmanın yolu tearuftur yani insanın ilmî rütbesini, meslekî rütbesini gösteren nişanları taşımasıdır.

Gelecek dünyamızda herkesin temel, başlangıç, ilk, orta ve yüksek ilmi derecesini gösteren kıyafetler olacaktır. Herkesin mesleğini gösteren nişanları olacaktır. Halk tebzirde değil, ilimde ve amelde faziletini gösterecektir ve bunda yarışacaktır. 

وَكَانَ الشَّيْطَانُ

Va KAvNa elŞaYOAvNu

“Ve şeytan”

Yani kötü olan cinler ve insanlar. Bunların işi ifrat ve tefrittir, gösteriş ve riyadır. Artırdıkları zamanlarında elde ettiklerini ya dünyada fitne ve fesat için kullanırlar yahut tekasür ve tefadul için kullanırlar.

Hayırda yarışacaksın, üstünlükte değil.

Kur’an düzeninde yarış vardır ama hayırda yarış vardır.

Batıl düzende ise tekasür yarışı tefadul yarışı vardır. Benim dolarım olsun da başkaları bana hizmet etsinler; insanlar hep bunun için çalışmaktadırlar.

لِرَبِّهِ كَفُورًا (27)

Li RabBıHIy KaFUvRan

“Rabbine kefurdur.”

Rabbine nankördür. Nimetlere şükür etmemektedir.

Artırdığı emeğini israf etmektedir.