İSRÂ SÛRESİ TEFSİRİ
Süleyman Karagülle
1459 Okunma
İSRA SÛRESİ 93-96.AYETLER

İSRA SÛRESİ - 3. Hafta

93-96 ayetler

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

أَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ أَوْ تَرْقَى فِي السَّمَاءِ وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتَّى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَابًا نَقْرَؤُهُ قُلْ سُبْحَانَ رَبِّي هَلْ كُنْتُ إِلَّا بَشَرًا رَسُولًا (93) وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَنْ يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَى إِلَّا أَنْ قَالُوا أَبَعَثَ اللَّهُ بَشَرًا رَسُولًا (94) قُلْ لَوْ كَانَ فِي الْأَرْضِ مَلَائِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنِّينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَاءِ مَلَكًا رَسُولًا (95) قُلْ كَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا (96)

 

***

 

أَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ أَوْ تَرْقَى فِي السَّمَاءِ وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتَّى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَابًا نَقْرَؤُهُ قُلْ سُبْحَانَ رَبِّي هَلْ كُنْتُ إِلَّا بَشَرًا رَسُولًا (93)  

EaV YaKUvNa LaKa BaYTun MıN ZuPRuFin EaV TaRQAv Fıy elSaMAvEi Va LaN NuEMiNa LiRuQıyYıKa XatTAy TuNazZiLA GaLaYNvAv KiTAvBan NaQRaEuHu QuL SuBXAvNa RabBIy HaL KuNTu EilLA BaŞaRan RaSUvLan

“Yahut senin zuhruftan beytin olmalı veya sema içinde rukyet etmelisin. Kırat edeceğimiz bir kitabı inzal etmedikçe de rukiyyene iman edecek değiliz. De ki: Rabbim sübhandır. Resul bir beşerden başkası mıyım?”

Ayette üstünde durulacak kelime veya kelimeler bulunur. Burada  “Zuhruf” ile “Beşer” kelimeleri geçmektedir. “Zuhruf” süs demektir. Aslında hiçbir manası olmayan ve hiçbir yararı olmayan çizgiler ve şekiller zuhruf olmaktadır.

Bizim köyün (Borçka, Macahel, Camili) camisi sade idi, kubbesi yoktu ve hiçbir ziynet bulunmuyordu. Bir gün babam beni bucağın merkez camisine götürdü. İçeri girdiğim zaman her tarafı süslenmiş cami gördüm. Hayatımda ondan sonra bir daha hiçbir cami bana öyle etki etmedi. Eğer kentte büyümüş iseniz, daha küçükken göre göre büyüdüğünüz için böyle bir etkiyi yaşamadınız veya yaşamayacaksınız demektir.

Süsleme sanatı o kadar etkindir ki insanlar onda Tanrı’nın gücünü bulurlar. Putperestlik insandaki bu etkileşme melekesinden doğar.

Bir de kavlin zuhrufu var. “Ben” sözünü duyduğunuz zaman, “bende bir ben vardır benden içeru”* cümlesini duyduğunuz zaman, ses ahengi dışında sizi kendinizle baş başa bırakması da kavlin zuhrufudur. (*‘Bir ben vardır bende, benden içeru’ YUNUS EMRE)

Kavlin zuhrufu vardır ve bir de etkisi vardır. Köprüden atlamaya hazırlanan birini polisler atlamaması için ikna ederken, oradan geçen biri; ‘Ne duruyorsun, atlasana!’ demiş, o da atlamış ve ölmüş.  İşte, sözün insan üzerinde çok büyük etkisi vardır. İnsan söz dinlemeye meyyaldir. Sanatın da insan üzerinde böyle etkisi vardır.

Ayette bir de “Beşer” kelimesi geçmektedir.

“Beşer” tüysüz deridir. İnsanın sevinci yüzde belirdiği için başir yüze karşı beşuş çehre söz konusudur. İnsan ile beşer arasında ne fark vardır?

“İnsan” “ünsiyet”ten gelir. Ehlileştirilmiş hayvan anlamındadır, topluluk içinde özgürdür. Temel yapısı kendi özgürlüğünü koruyarak topluluğu oluşturma özelliğidir. İnsan topluluk içinde özgürdür. İnsanlık özgür üyelerden oluşur. Beşer ise tam tersidir. İnsanın eksik yaratık olmasıdır, zayıf ve cahil bir varlık olmasıdır. Çıplaklığı onun en açık eksikliğidir.

İnsan baştan tüylü idi ve o gün için hiçbir eksiği yoktu. Sonra yasak ağaçtan yedikten sonra tüyleri döküldü. Bulunduğu köyü terk etti. Isınmak için daha sıcak yerler aramaya başladı. Bu yoksulluk onu uygarlaşmaya zorluyor. Hala da eksiğini gidermek için çaba göstermektedir. Çağımızda da kendisine uzayda yurt arıyor.

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ إِذَا أَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ (30/20)

“Turabdan siz halk etmesi sonra intişar eden bir beşer olmanız O’nun ayetlerindendir.”

Yaratılışınız, turabdan yaratılışınız O’nun ayetlerindendir. Diğer bütün canlılar gibi insan da topraktan yani 100’e yakın elementten var edilmiştir. Alelade bir canlıdır. Bir maymun anne rahminde nasıl meydana geliyorsa, hücreleri genleri kromozomları varsa, insanın da aynı gen ve kromozomları vardır. Doktor M. Lütfi Hocaoğlu’nun “Turab”a verdiği mana ile bunlar anlaşılıyor. Siz de öyle birisi olduğunuz halde intişar ettiniz. Bugün Ay’a ve uzaya gidecek duruma geldiniz. Hayvanlar da çoğalmaktadır. Ama çoğalan canlıların eskilerle ilişkisi kalmaz. Patates Amerika’dan gelmiştir ama bugün bizim yediğimiz patatesin Amerika’daki patateslerle hiç ilgileri yoktur. Oysa insanlar da diğer canlılar gibi dağılmış ama birbirlerinden kopmamış, yine aynı insanlığın üyeleri olarak birlikte üretiyor ve tüketiyorlar.

Buradaki “Sümme/sonra”; insan başlangıçta bir idi, birbirleri ile daha az ilişkili idiler, gittikçe çoğalmakta ve dağılmakta ama aralarındaki ilişkiler de daha çok olmaktadır. Bir taraftan ayrılıyorlar, diğer taraftan aralarındaki bağları çoğaltıyorlar.

“Adil Düzen”deki yerinden yönetim insanlığın ülkelere, ülkelerin illere, illerin bucaklara ayrılması onları birbirlerinden uzaklaştırmıyor, daha çok birbirlerine yaklaştırıyor. Böylece intişarın da manasını öğreniyoruz. Dağılmak ama aralarındaki ilgileri daha da kuvvetlendirmek intişardır.

Zenginlikleri eşkaller izah eder. Topluluklar yaşlanınca halk servete ve zenginliğe bakar. Sıradan insanlara inanmaz. Parası olanlara uyar. Bunun için önderlerin zenginliklerini göstermeleri gerekir. Ama gelir azalmıştır. İsraf artmıştır. Sonu uçurumdur. 

Ayet burada buna işaret etmektedir.

أَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ

EaV YaKUvNa LaKa BaYTun

“Yahut senin beytin olmalı”

Sanan inanmamız için cennetin olmalı yahut silahın olmalı dedikten sonra “yahut beytin olmalı” demektedir.

Kapitalistlerin ‘zengin olmalısın’, sosyalistlerin ‘atom bombaların olmalı’ şeklindeki itirazından sonra, şimdi de karma ekonomi sistemine sahip olanlar sanki Allah’a inananların iddialarını dile getirmektedirler. Halkın yüzde sekseninden fazlası ya Sermaye’nin ya da gücün peşinde koşar. Bir de arada olanlar vardır, onlar da şeyhlere ve liderlere koşarlar, kendilerinde kerametler ve mucizeler ararlar. Bunlar da iki sanat yoluyla etki ederler. Yazarların yalan yazdığını bilirler ama benim yazarım gösteriş yapıyor, iyi yalan söyleyebiliyor, insanları iyi kandırıyor derler. Onlar için önemli olan topu kimin daha iyi attığıdır, yoksa top nereye giderse gitsin!

“Beyt” kelimesi mesken değildir. Köşk beyt olduğu gibi stadyum da beyttir, mabet de beyttir, fabrika da beyttir. Üretim yerlerinden çok gösteri yerlerine işaret ediyor.

مِنْ زُخْرُفٍ

MıN ZUPRuFin

“Zuhruftan”

“ZHRF” dört harftir.

“R” tekrarı ifade eder. Resim sanatında bir şey çok defa tekrar edilerek süsleme yapılır.

“Z” ise sarsıntı ve zelzeleyi ifade eder.

“F” harfi bitişik yarıkları ifade eder.

“H” harfi أَخ de olduğu eşitliği, simetriyi ifade eder.

Süsleme sanatının kurallarını içermektedir. Buradaki beyt ile mesken veya işyeri değil de heykel ve saray benzeri yapılar kastedilmektedir. Varlık gösterisidir. Farklılık gösterisidir.

İnsanların giyiminde de benzer süslemeler var olmuştur.

Hâsılı, insanlar herkesin kolay elde edemeyeceği şeylere malik olmak isterler. Altın bunun için kıymetlidir. Doların peşinde de insanlar bunun için koşmaktadırlar.

أَوْ تَرْقَى فِي السَّمَاءِ

Eav TaRQAv Fıy elSaMAvEi

“Yahut semada rukyet edeceksin”

Bu da insanların mehdileri, evliyaları, keramet sahiplerini aramaları uruc etmek şekliyle çıkmadır, “Rukyet” ise ilişki olarak çıkma demektir. Bunun için “İle’s-Semai” denmiyor da “Fi’s-Semai” deniyor.

“Rukyet” kelimesi Kur’an’da 5 defa, bu surede 2 defa geçmektedir. İkisi de bu ayettedir. Birinde Sad suresinde “esbab içinde” şeklinde geçmektedir. Diğer ikisinde nefsin çıkmasından bahsetmektedir, ölümden bahsetmektedir. “RQV” Kur’an’da beş defa geçmektedir. “Rakam” kelimesi 3 defa geçmektedir. 8’e tamamlanmaktadırlar. Ölüm esnasında RKY’den bahsetmektedir şeklinde yorumlanmakta ise de ayette ahiret için de bahsetmektedir. Burada kim raki’dir kelimesi Tanrı’nın huzuruna çıkmadır. Bir de kalbin hançereye dayanmasından bahsetmektedir. Buralarda nefs kelimesi geçmektedir. Nefsin uykuda ve mevt iken vafat ettirildiğinden bahsedilmektedir.

Hâsılı, Kur’an’da ölüm esnasında ruhun boğazdan çıktığına dair bir ifadeye rastlanmamaktadır. Aksine bu “raky” kelimesi ile ölüm cisim olarak yükselmek değil, urc değil, raky ile ifade edilmiştir. Oysa Hz. Peygamber semaya raky ediyor ve Kur’an’ı indiriyordu.

Bu söz o zamanki Araplara değil, bugünkü Müslümanlara hitaptır. Kur’an’dan ne kadar delil getirseniz inanmazlar. Onlar, ‘Ben Allah’tan vahiy alıyorum, işte Kur’an gibi bir kitap getir’ derler. “Adil Düzen”e ondan sonra inanmak isterler. Şeyhlerine keramet uydururlar, bile bile yalan söylerler, onun sözlerini kitap kabul ederler. Biz “Adil Düzen”i MHP’lilere anlatabildik, CHP’lilere anlatabildik ama tarikat ehline duyuramadık!

وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ

Va LaN NuEMiNa LiRuQıyYıKa

“Ve rukiyyene inanacak değiliz”

Bugünkü dindarlara göre şeriat peygamberler zamanında idi, onlar mucize gösterdiler, bitti; şimdi artık şeriat değil tarikat var, dört delile göre değil de, şeyhlerimize gelen ilhamlarla hareket ederiz.

Bir gün tarikatta olan (Sanayi Bakanlığı Eski Müsteşarı) arkadaşım Yahya Oğuz’a dedim ki; siz faizsiz düzeni savunuyorsunuz, öğrenmeden nasıl uygulayacaksınız?

Bana dedi ki; veliler vardır, onlara sorar ve uygularız!

Yani çağımız insanları ilimle değil de zuhruf veya raky ile Allah’a ibadet etmektedir.

Oysa Allah Kur’an ve beyanla amel etmemiz gerektiğini bildirmektedir.

حَتَّى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَابًا

XatTAy TuNazZiLa GaLaYNvAv KiTAvBan

“Bize bir kitap tenzil etmedikçe”

“Kitab” burada nekredir. Kur’an’dan başka bir kitap istemektedirler.

Şeyhlerin sözlerini Kur’an yerine koyanların peşinde gidiyorlar. Kur’an’ı uydurma nüzul sırasına göre anlamaya çalışıyorlar. İçtihatla hüküm çıkaracaklarına, beyinlerini değil parmaklarını konuşturuyorlar.

Bazı Müslümanlar Meclis’i reddedip kişilerin devleti yönetmesini istiyorlar, bazıları da Meclis’te kalkan parmaklar ile devleti yönetmek istiyorlar. Oysa Meclis olacak ama İlim Meclisi olacak. Hakemler yoluyla denetlenecek. Başkan olacak, tam yetkili olacak ama Meclis kararlarını uygulayıcı olacak, kendisi yasa yapıcı olmayacak.

نَقْرَؤُهُ

NaQRaEuHUv

“Onu biz okumalıyız”

Keramet göstermeliyiz, yalan yalan mucizeler beyan etmeliyiz, onlara bizim sözlerimiz Tanrı sözüdür demeliyiz. Sermaye o zaman bizi de fitne olsun diye destekler.

Hayır, biz kimseye bizim söylediklerimiz Allah’ın sözleridir demiyoruz. Biz kimseye Kur’an’ı bizim gibi anlayın demiyoruz. Herkes Kur’an’ı kendi anladığı gibi uygulasın diyoruz ama Kur’an’ı uygulasın diyoruz. Çünkü Kur’an’ın sözüdür diyoruz. İnanmayanlar helak olacaklardır diyoruz.

Kur’an’ı namaz kılmak, oruç tutmak, başını kapatmaya indirgeyenler bize karşı çıktılar ve yarım asırdır bizi dışlıyorlar.

Şimdi deniz göründü, ya Kur’an’a dönecekler ya da helak olup gidecekler.

قُلْ سُبْحَانَ رَبِّي

QuL SuBXANa RabBIy

“Kavlet; Rabbim sübhandır”

Ben Rabbimin şeriki değilim. O’nun yapacaklarını ben yapamam. Ben size Kur’an’dan anladıklarımı söylüyorum, sonrası bana değil O’na aittir. Ben sadece O’nun emirlerini yine O’nun verdiği güçle yerine getiriyorum.

هَلْ كُنْتُ إِلَّا بَشَرًا رَسُولًا (93)

HaL KuNTu EilLA BaŞaRan RaSUvLan

“Ben sadece resul bir beşer değil miyim?”

Kur’an’dan önce değişim zamanlarında Allah topluluklara birer peygamber gönderir ve peygamberler insanlara yol gösterirlerdi. Kur’an bu sistemi sona erdirdi ve onun yerine içtihat ve biat sistemini getirdi. Her Kur’an okuyan kimse kendisine resuldür. Kur’an’ı okuyacak, içtihat yapacak ve sonra bir mükellef olarak onunla amel edecektir. O zaman burada “kul/söyle”den sen nefsine söyle anlamı çıkar. Rabbim sübhandır. Ben ancak kendime resulüm der. Beşer olduğunu, aynı zamanda kendisinin mükellef olduğunu ifade eder. Yani insan içtihadını Allah’ın resulü olarak yapar, sonra beşer olarak içtihadına uyar.

Görevi burada bitmez. Diğer resullerle yani Kur’an okuyanlarla bir olacak. Anlaştıkları yerlerde beraber hareket edecekler, anlaşamadıkları yerlerde ise herkes kendi içtihadına göre hareket edecektir. Anlaştıkları yerde birlikte hareket edebilmek için her işin sorumluluğunu biri yüklenir, diğeri o işte ona tabi olur. İşte, artık resul olan kimse o resuldür.  Bir aşiret oluşunca aşiretin resulü olur ve aşiret yani ocakta ortak işlerde resul odur. İcma ile sabit olan hususlarda resuldür. İçtihatta değil ortak içtihadın uygulamasında resuldür. Sonra yüze yakın ocak birleşerek merkez ocak oluştururlar. Merkez ocak bucakların icmaları ile sabit olan hususta onun başkanlığına uyar. Bucak başkanı resuldür.

Yüz bucağın bir merkez il bucağı olur. Yüz merkez bucağın bir ülke merkez bucağı olur. Nihayet insanlığın bir merkez bucağı olur. Bu Mekke’dir.

Burada dikkat edilecek olursa, olması gereken herkesin kendi kendisine resul olmasıdır. Sadece ortak işlerde, o da içtihatta değil icmaa dönüşen içtihatlarda ortak resulleri bulunur. Artık resulleri Allah melek göndererek atamıyor, halk olarak kendi aralarından biat yoluyla seçiyorlar.

Çıkacak ihtilafları hakemler yoluyla çözüyorlar. Hakemlerin kararlarına da rıza göstermeyenler ocak ve bucak değiştirerek hicret ediyor. Herkes Kur’an’ı kendi anladığı şekilde uyguluyor. İşte “Kur’an düzeni” budur.

Hatta Kur’an yerine Tevrat, İncil ve Furkan’ı kabul edenler de bu düzende müslimdirler, barış içindedirler. Kur’an bunlara ‘kendilerine kitap verilenler’ diyor. Kur’an daha da ileri gidiyor ve diyor ki; ilahi kitaplara inanmasalar da, kendilerinin oluşturdukları bucakları vardır ve o bucak içinde kendi içtihat ve icmaları ile yaşarlar.

İşte, bizim insanları davet ettiğimiz düzen budur. Demokratik düzendir yani şeriat düzenidir. Laik düzendir yani İslâm düzenidir. Liberal düzendir yani “Adil Düzen”dir. Denge düzenidir. Arz ve talep kanunlarının çalıştığı düzendir. Nihayet sosyal düzendir. Hak düzendir.

Her insanın başka bir görevi de vardır; diğer insanlarla istişare etmek ve birbirlerine sabrı ve hakkı tavsiye etmek. Karşımıza çıkan dev muhalefet vardır; kapitalistler, sosyalistler, karmacılar ve dinciler; kendi görüş ve düşüncelerini dayatanlar; merkezi yönetimle yönetenler. Kuvvetle ve baskı ile ‘evet’ dedirtenler. Tehditçi ‘evet’çiler veya ‘hayır’cılar. Hayırcılar bugün iktidarda olsalar onlar da aynı dayatmayı yaparlar.

Ne kadar yalnızız, ne kadar garibiz. Sesimiz sedamız çıkmıyor. Makaleleri dilden dile destan olmuş,             televizyon televizyon dolaşan bir yazar şimdi susturulmuştur. Kim galip gelecek? Elbette bu kadar dev güç galip gelecek.

Kur’an nazil olduğu zaman da durum böyle idi. Yeryüzünü iki güç yönetiyordu; Persler ve Rumlar. Mekke’de yüz civarında kişi Kur’an düzenini benimsemiş görünüyordu. Herkes gülüyordu; bunlar mı galip gelecekti! Firavun da kendisini tanrı sanıyordu ama onların bir bakiyeleri bugün mevcut değildir. Oysa o kekeme, o anasının oğlu, o yetimin peşinden gidenler bugün dünyalara hükmediyorlar, milyarlarca insan bunların izinde.

Hiç şüpheniz olmasın ki daha yüz sene geçmeden tüm yeryüzü “Adil Düzen”in etkisi altına girmiş olacaktır. 15 Temmuz, olağanüstü hal, anayasa oylaması hep ona doğru atılmış adımlardır. 16 Nisan’da Allah’ın bize ne emir vermekte olduğunu öğreneceğiz. Biz olayları oluşturmayız. Biz Allah’ın emrini telakki eder ve ona göre amel ederiz. Yapan biz değil O’dur.

وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَنْ يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَى إِلَّا أَنْ قَالُوا أَبَعَثَ اللَّهُ بَشَرًا رَسُولًا (94)

VaMAv MaNaGa elNAvSa EaN YuEMiNUv EiÜ CAvEaHuMu elHuDAy EilLAv EN QAvLUv EABaGaÇa elLAHu BaŞaRan RaSUvLan

“Ve nâsa hüda geldiğinde ona iman etmelerinden men eden ‘Allah bir beşeri resul olarak mı irsal etti’ demeleridir.”

Çağımızın Kur’an düzenine muhalif olanlarını birleştiren bir şey vardır. Onlara göre Kur’an’dan istidlal edip burada Kur’an’ın ona hidayeti olan ve onlara ulaştıranlar bir beşer olmamalıdır, sıradan insan olmamalıdır. İnsanın kendi kendisine resul olması!

“Beşer” ve “Resul” kelimeleri tekrar edilmiştir. Birincisinde resul beşerin sıfatı iken, burada beşer ve resul Ba’sın iki mef’uludurlar. Bir tür mübteda haber hükmündedirler.

Paranız varsa, silahınız varsa, oyunuz varsa, medyanız varsa, o zaman sizin söyledikleriniz doğrudur ama gariban birisi iseniz, o zaman sizin sözünüz Kur’an’dan ve hikmetten olsa da geçer söz değildir.

Bugün bütçemizin en büyük payını üniversiteler almaktadır, dünya üzerinde tüm insanları çalıştırmaktadırlar; “Adil Düzen”in ortaya koyduğu çözümlerin onda birini koymuşlar mı? Seks romanlarına Nobel ödülü verenler, bir DNA’nın bir fonksiyonunu buldu diye Nobel paylaşanlar; insanların işsizliğine, terörüne, zulmüne bir tek çözüm cümlesi buldu mu?

Cumhurbaşkanını halk mı seçsin meclis mi? Başkan mı yönetsin Başbakan mı?

Türkçede bir söz vardır “Ha Ali Veli, ha Veli Ali, ne değişir?”

AK Parti’den birileri geldi. Beni ‘evet’e ikna edeceklermiş. İki başlılık iyi mi diye başkanlığı savundu. Oysa Mustafa Kemal’in dört ilkesi vardır; Hâkimiyet-i Milliye, Kuva-yı Milliye, Müsbet İlim ve Vahdet-i Kuvva. Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir der ve anayasası millet hâkimiyetini Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) aracılığı ile kullanır. Milletin yegâne mümessili meclistir der. Başkanı meclis seçer. Onun kurduğu hükümeti her zaman indirir. Şimdi iki başlı diyorlar. Yani yarın meclisi de kaldıracağız demek istiyorlar. En zalim diktatörler bile bugün meclissiz yapamıyorlar.

Önce başkanı halka seçtirerek dengeyi bozdular. Şimdi de başbakanlık makamını yok ettiler. Sıra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde. Avucunuzu yalarsınız diyeceğim geliyor. Rabbimin emrini merakla bekliyorum.

Burada “nâsı men etmedi” diyor.

Tüm insanlık birleşmiş, Kur’an düzenini etkisiz hâle getirmekle meşgul. Görelim bakalım, Allah mı güçlü yoksa onlar mı? Mağlup olacaksınız ve cehennemde haşr olacaksınız. Bunu ben demiyorum, Kur’an diyor.

Kur’an şehitlere peygamberlerin üstünde yer verir. Hak uğruna can verenleri bekletmeden cennete gönderir. Bugünkü ordumuz Türkiye’ye gelen “Adil Düzen”in ülkesini beklemektedir. Kendileri Adil Düzenci olmayabilirler, hatta karşı da olabilirler ama “Adil Düzen”in geleceği ülkeyi savunuyorlar. Orduya düşmanlık yalnız devlete düşmanlık değil, Kur’an’a düşmanlıktır, insana düşmanlıktır.

Türkiye devleti yıkılırsa biz “Adil Düzen”i nereye getireceğiz. Bu sebepledir ki biz siyasette bize saldıran askerlere bile saygılı olduk. Çünkü bize zulmettiler ama ülkemizi düşmanlarımızdan başarı ile korudular.

İnsan demek aklıyla hareket eden kimse demektir. Aklı başında olan insan her söze kulak verir, en iyisine uyar. Bu arada Kur’an’a da kulak verir. Kur’an’a kulak verenler onu anlayıp uygulayanlardır. Bunlar mümindirler.

Bir de Kur’an’ı doğrudan anlamak için çalışmazlar ama Kur’an’ı anlayıp uygulayanlara kulak verirler. Onlara uyarlar, bunlar müslimdirler.

Bunların dışında kalıp Kur’an’ı ne kendisi anlamaya çalışır, ne de Kur’an’ı anlamaya çalışanlara kulak verirse, bunlar dalalettedirler.

Bir de karşı gelenler vardır, bunlar da kendilerine gazap edilenlerdir.

Kur’an’dan anlayıp anlattıklarımız hidayettir. Hatalarımız vardır. Ama ana yol doğrudur. Yine Kur’an diyor ki; kim bizim yolumuzda cihat ederse biz onlara yolumuzu gösteririz. Bizim başka gayemiz ve başka hedefimiz yok. Para istemiyoruz. İktidar istemiyoruz. Müritler istemiyoruz. Biz sadece Allah’ın verdiği ilmi diğer insanlarla paylaşıyoruz. Bir de bizim inandığımız Allah’a ibadete etmemize mani olmasınlar.

Cumhuriyet dönemi müminler ile inkılapçılar arasında çatışma ile geçti. Osmanlı dindarları halkı zorla Müslüman yapmak istiyorlardı. Cumhuriyet inkılapçıları da halkı zorla dinsiz yapmak istiyorlardı. Bizim istediğimiz ise zorlamaların kalkmasıdır. İsteyen dindar olsun, isteyen dinsiz olsun. Kimse kimseye zor kullanmasın. Kocası karısına bile zor kullanmasın, babası oğluna bile zor kullanmasın. İkna etsin ama icbar etmesin.

Biz bütün insanlar olarak bir anne babadan geldik, kardeşiz. Biz bütün insanlar olarak yeryüzünde yaşıyoruz, komşuyuz. Kavga ile değil de barış ile yaşayalım. Bizim barışımızı bozanlara karışı barışçılar birlik olsunlar ve onlarla savaşsınlar, birbirleri ile değil. Hıristiyanlarla Müslümanlar savaşmasın. Ak Parti ile Gülen cemaati savaşmasın. Bunlar birlik olsunlar da ateistlerle savaşsınlar, sömürücülerle savaşsınlar.

Akevler Ekolü budur. “Adil Düzen” budur.

Servetimiz yok, iktidarımız yok, oylarımız yok, müritlerimiz yok ama bizim Kur’an’ın getirdiği hidayetimiz vardır. Biz değil Kur’an galip gelecektir.

20’inci yüzyıl inananların ezildiği yüzyıl olmuştur.

Bu yüzyıl inananların adaleti yeryüzüne dağıtacağı bir yüzyıl olacaktır.

Allah’ın hidayet anahtarını bizim gibi birkaç garibana vermesi O’nun sünnetidir. Tarihte hep böyle olmuştur. Şimdi de böyledir. “Adil Düzen”in gelebilmesi için “Adil Düzen”i öğrenen yeni nesle ihtiyaç vardır. İnsanlar artık Kur’an’la meşguldürler. “Adil Düzen”in hazırlıkları yapılmaktadır.

وَمَا مَنَعَ النَّاسَ

VaMAv MaNaGa elNAvSa

“Ve nâsı men etmedi”

“Menua’” çıkılması zor, ulaşılması zor yer demektir. “Men etmek” alıkoymak demektir. Kendisi yapmaz, başkasının yapmasını da istemez. Çünkü başkası yaparsa kendisinin mertebesi düşer. “منع” Kur’an’da 17 defa geçmektedir. “Nefyetmek” ise bir defa geçmektedir, 18’e tamamlanmaktadır.

منع” olmayan şeyin olmasını önlemektir. “Nefy” ise olanı yok etmektir. A B yi men ediyorsa, A varsa B yoktur demektir. A/B nefy de aynıdır. A varken B yok olmuştur. O da A/B yazılır. Ayrı demektir. Bu statik mantıkta böyledir. Statik mantık dörtlü grup oluşturur. Dinamik mantıkta zaman devreye girer. Nefy etmek gelecekle ilgilidir. Mani olmak ise geniş zamanla ilgilidir. İleri mantık, hareketi de içeren mantık olacaktır.

“Nâs” burada tüm insanlığı içermektedir. Oysa Kur’an’a inananlar da vardır. Demek ki istiğrak anlamında değildir.

Bir toplulukta bir düşünce, bir sistem, bir mantık hâkim olur. Başka türlü düşünen olsa da bu düşünenler kendilerini dışlanmış kabul ederek kendilerini nâstan saymazlar. Demek ki toplulukta örnek olarak Tanrı’ya inanma genel olarak hâkimse, inanmayanlar kendilerini haklı görürler ama azınlıkta görürler.

Hattâ öyle durumda olur ki topluluğun bütün fertleri aksini düşündüğü halde hepsi kendilerini azınlık içinde hissettikleri görüşler olur. Yani kişilerin tamamen ayrı düşündükleri fakat topluluğun görünür düşüncesi başka olabilir.

Nâsın düşüncesi dediğimiz zaman bu düşünceyi söylemiş oluruz. Osmanlı İmparatorluğu varken onların hâkimiyeti nâsın fikri idi. Şimdi Cumhuriyet böyledir. Bugün halkımızda Meclis hâkimiyeti fikri vardır. Henüz meclissiz kişi hâkimiyeti fikri ülkemizde doğmuş değildir. Eğer Erdoğan’ın kendisinden daha güçlü oğlu olsa, o iktidar olduğunda artık saltanatın yolu görünürdü. Ne var ki Mustafa Kemal’in oğlu yoktu. İnönü’nün oğulları ondan daha kabiliyetli çıkmadı. Böylece Türkiye saltanata dönme tehlikesinde değildir.

Yoksa halkımız hala insanların peşine gitmekte, veraset sistemini yaşamaktadır.

أَنْ يُؤْمِنُوا

EaN YuEMiNUv

“İman etmelerine”

Topluluk belli kimseleri insanüstü yapar. Onları kutsallaştırır. Kendi düşüncelerini ona söyletir ve onun etrafında toplanırlar. Ne var ki insanlar uygarlaşan topluluktur. Her zaman yenilik içindedirler. Eskileri bırakmak zorundadırlar. İnsanlık bugünkü uygarlığa böyle ulaşmıştır. Bugün de Sermaye sayesinde bu uygarlığa ulaştık. Şimdi uygarlığın yeni katını çıkmak durumundayız. Ne var ki yeni katı eski katın hâkimleri kuramazlar. Onların çıkarları eskileri korumaktır. Onu topluluğun dışlamamış olduğu, kendilerini de azınlık içinde hisseden birileri gerçekleştirebilir. Halk hâkim olmayan tabakanın getirdiklerine ve anlattıklarına kulak vermez, hep hâkim olanlara kulak verirler. Bu yeni çıkanlar da kim ki derler.

Bugün işçilik sistemi o kadar yaygındır ki kimse ortaklık sistemine inanmıyor, ona güvenerek hareket etmiyor. Anlatıyorsunuz, akılları eriyor ama yaparken yine işçilik sistemine sizi zorluyorlar. Akevler’in başarısızlığı buradan gelmektedir. İşçi çalıştırmıyoruz. Ortak da gelmiyor. Yakınlarımız bile kulak vermiyor. Herkes sigortalı bir maaş istiyor.

Peki, bunu nasıl aşacağız?

Peygamberler nasıl aşmışsa biz de öyle aşacağız. Bir gün Allah’ın nusreti ve fethi gelecek, birden durum değişecek. Bu sefer halk sizi beşerin üstüne çıkaracaktır.

Kur’an; ‘söyle, ben sizin gibi beşerim de’ dediği halde, hala Hazreti Muhammed’i insanüstü yapıyorlar, hala ona mevlitler düzenliyorlar. Kur’an inkılabını Hazreti Muhammed’in yaptığını sanıyorlar. Bir insanın da o inkılabı yapamayacağını düşünerek onu tanrılaştırıyorlar. Gerçek olan budur. Elbette herkes tarihte görevini yapmıştır ama bu görevi veren ve yaptıran Allah’tır. O sıradan bir görevlidir. Asıl yapan, asıl plan ve projesi olan Allah’tır.

Şimdi de ‘evet’ veya ‘hayır’ çıkacaktır. Bu sonuç tamamen Allah’ın takdiri ile olacaktır. Sermaye’nin etkisi olsa da O’nun takdiri ile olmaktadır. Bizim yapacağımız Takdiri İlahiye boyun eğmek, O bize ne emrediyorsa onu yapmamız gerekmektedir.

إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَى

EiÜ CAvEaHuMu elHuDAy

“Onlara Hüda ciet ettiğinde”

“İz Etahumu’l-Huda” denmemiş, “İz Caehumu’l-Huda” denmiştir. Bu peygambersiz hüdadır. Aslında ayette “Bi’l-Hüda” denmesi gerekirdi. Çünkü resuller hüda getirmiş olacaktı.

Oysa Kur’an’dan sonra artık hidayet getiren resuller yoktur.  Hidayeti ilim adamları getirirler. Sıradan insanlar çalışır ve ilmi ortaya koyarlar. Sonra ilim adamlarının koyduğu hidayeti birileri çıkar ve uygular. Artık yeni düzen böyledir.

İnsanlar isterler ki, iktidar hep onlarda kalsın, kendileri gitse de çocukları iktidar olsun. Oysa bugün artık iktidar babadan oğula miras yoluyla intikal etmiyor. Servet ise intikal ediyor.

İnsanın en büyük problemi budur. Zenginliği birkaç ailenin tekelinden çıkardığımız zaman hidayet halk tarafından benimsenecektir. Bunun için önce karşılıksız parayı devre dışı edeceğiz. İnsanlardan değil, kendimizden. O zaman sermaye babadan oğula intikal etse bile tekel oluşturamayacaktır.

إِلَّا أَنْ قَالُوا

EilLAv EN QAvLUv

“Sadece kavl etmeleridir”

Yani insanlar hidayete inanmazlar. Çünkü onlar insanüstü bir gücün bu işi yapacağına kaniler. Aslında haklılar. İnsan bu inkılapları yapamaz, Allah yapar. Ne var ki Allah da o inkılapları bizim gibi zayıf insanlara yaptırır ki insanlık bunun kişiler tarafından değil Allah tarafından yapıldığını bilsin. Adil Düzen çalışanları bunları iyi bilmeli ve ona göre çalışmalıdırlar. Biz sadece bize verilen emri yaparız, asıl yapacak olan O’dur.

أَبَعَثَ اللَّهُ

EaBaGaÇa elLaHu

“Allah ba’s mı etti?”

“Ba’setmek” görevlendirmek demektir. “İrsal”de resul sadece varır, tebliğ eder, sonra karışmaz. Oysa “ba’s”de tebliğ ettikten sonra uyanlarla beraber söylediklerini uygular. Sıradan bir insanın kamuya ait iş yapmasını hazmedemezler. Herkes topluluğun halifesidir. Onun vekilidir. O içtihadı ile karar verir ve uygular.

İşte insanlık bu sistemi benimsememiştir.

İnsanlık içtihat sistemini ve bunun ayrılmaz bir uygulaması olan yerinden yönetim sistemini ve bunun şartı olan hakemlik sistemini benimsemedikçe, Kur’an’ın hidayetini kabul etmiş olmaz.

بَشَرًا رَسُولًا (94)

BaŞaRan RaSUvLan

“Resul bir beşeri.”

İçtihat sisteminde herkes resuldür, herkes kendi içtihadına göre hareket edecektir. Bu nasıl olur, birlik nasıl sağlanacaktır diyor. Oysa işler çok basit ve sadedir.

İnsanlık devletlere, devletler illere, iller bucaklara ayrılacaklardır.

Yüz dairelik apartmanlarda oturacaklardır. Her apartman bağımsız olarak çalışacak, kendi içtihatları ile çalışacak. Kimse apartmanda kat sahibi değildir. Herkes orada çalışan ortaktır. İstediği zaman apartmanı terk eder ve başka apartmana gider. Böylece kendi içtihadıyla çalışma imkânına sahiptir. Apartmanda kat başkanları vardır. Apartmanın genel başkanı vardır. Bunlar birer resuldür.

Bucak merkez apartmanı vardır. Oranın yönetimi aynı zamanda bucak yönetimidir. O da resuldür. Her bucak kendi kendisini yönetmektedir. Cumhurbaşkanı il başkanına emredemez. İl başkanı da bucak başkanına emredemez. Bucak başkanı da kişilere ve işletmelere emredemez. Emir; içtihat, sözleşme ve hakemlerin aldıkları kararları ile olur. Herkes kurallara uyar. Sorumluluğu da başkana karşı değil hakemlerden oluşan yargıya karşıdır.

قُلْ لَوْ كَانَ فِي الْأَرْضِ مَلَائِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنِّينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَاءِ مَلَكًا رَسُولًا (95)

QuL LaV KAvNa Fıy elEaRWı MeLAİKaTün YaMŞUvNa MuTMaEinNIyNa La NazZaLNAy GaLaYHiM MiNa elSaMAvEi MaLaKan RaSUvLan

“Kavlet, Arzda meşy eden mutmain melekler olsaydı onlara semedan resul bir melek tenzil ederdik.”

İnsanlar içtihat yaparak yaşayacak şekilde yaşarlar. Başka bir görev de herkesin ulaşabildiği kimseleri dinlemek, onların söylediklerini anlamak ve onlardan doğru bulduklarını değerlendirmek. Yani istişareden sonra içtihat yapmak. Aynı şekilde henüz Kur’an’ın kendilerine ulaşmadığı kimselere Kur’an’ı ulaştırmak da her Kur’an’a ulaşan insanın görevidir. Bunun için Bin Dil Üniversitesini kurmak bize farzdır. Biz kimseyi hayal peşine çağırmıyoruz. Yüz lojmanlı apartmanlar kurun diyoruz. Memleket çapında bin dil üniversitesini kuralım diyoruz. Her iki proje de yürümektedir. Devam ediyoruz.

Halk başkan olandan, hidayeti anlatandan iki şey beklemektedir.

Bu kişi insanüstü biri olmalıdır, beşer olmamalıdır, insanın bir canlı olarak sahip olduğu eksiklilere sahip olmamalıdır.

İkincisi de kendilerinden olmamalıdır. Merkezden, başka yerden atanmış olacak.

Kur’an insanların bu isteklerini reddetmektedir.

Önce resul de sizin gibi insan olacak, sizin gibi zayıf noktaları ve eksiklikleri olacak ki size örnek olsun. O eğer sizden üstün meziyetlere sahip ise size şunu yapmalısınız diyemez.

Sonra da o aranızda olan kişi olacaktır. İçtihat sistemi gereği böyledir.

Uygarlaşma içtihat sistemi ile gerçekleşir. İçtihat demek kişi kendisi için kendisi karar vermelidir. Topluluk kendisi için kendisi karar vermelidir. Dışarıdan birisinin karar vermesi içtihat sistemine aykırıdır.

Arzda melekler olsaydı onlara da kendilerinden yani meleklerden resul inzal ederdik diyor. Meleklerde içtihat sistemi yoktur, onlar ne yapacaklarını kesin olarak bilirler, hata yapmazlar, günah işlemezler.

O takdirde aralarından değil de dışarıdan, semadan melek inzal ederdik diyor.

Buradan şunu anlıyoruz ki ocak, bucak ve merkez ocak başkanları oradaki halk tarafından seçilir. Buna karşılık köy ve sokaklarda yani semtlerde yönetim merkezden oluşturulur. Çünkü semtlerde, ilçelerde, bölgelerde ve kıta merkezlerinde meclis yoktur. İnsan toplulukları değil eşya topluluklarıdır. Onlar kendi yöneticilerini seçmezler, merkezden atanmış yöneticileri vardır.

Bizdeki teşkilatlanma şöyledir. Halk âlimlerden oluşan milletvekillerini seçer. Milletvekilleri mecliste ilmi şuraları oluştururlar. İlmi şura devlet başkanlığına askerlerden birini seçer.  Bu halkın kendi başkanını kendisinin seçmesidir. Meclisin resulünü göndermesidir.  Resul/başkan bölgelere askerlerden birer emin komutan atar. O bölgenin olmayan o devletin halkı tarafından onlara biat edilir. Ordular böylece oluşur. Bu biat aynı zamanda başkana biattir.

Böylece ülke il ve bucaklarında yerinden yönetim; semt, ilçe ve bölgelerde merkezi yönetim vardır. İşte bu ayet bunları çok açık bir şekilde anlatmaktadır.

Burada meleklerden bahsederek mutmain olarak meşyetselerdi denmektedir. İçtihatla değil kesin emirlerle etselerdi denmiştir. Yani tereddüt edecekleri bir şey yok. Oysa insanlar içtihatla hareket ettiklerinden amellerinde mutmain değildirler. Yani doğru yaptıklarına emin değildirler. Daima içtihatta hata edeceklerini bildikleri için kuşkulu amel etmektedirler. Oysa melekler emirleri kesin almışlardır. Yapacakları işlerde herhangi bir tereddütleri yoktur. Durum böyle olunca insanlar arasında yine kendileri gibi insanın gelmesi zorunludur. Böylece bu ayet merkezi yönetim ve yerinden yönetimin biçimlerini çok açık bir şekilde anlatmaktadır.

Mutmain olarak meşyetmeye biz çok açık mana verdik. İçtihatla değil de kesin ilimle hareket anlamındadır. Merak ettiğim alimler vardır.

Bana karşı olmadıkları halde benimle çalışmak istemeyen sevdiğim âlimler benim bu mananın dışında bu “yemşûne mutmainnîne”ye ne mana verecekler; Hayrettin Karaman’ın, Emin Saraç’ın, Süleyman Ateş’in, Cevat Akşit’in verecekleri mana nedir?

Resullerin irsalinden bahsedilmektedir. Resullerin ba’s edilmesinden bahsedilmektedir.  Burada olduğu gibi resullerin tenzilinden bahsedilmektedir. Demek eşit şartlarla görevlendirme irsaldir. Daha yukarıya gönderme ba’sdir. Eşitlik içinde gönderme irsaldir. Yukarıdan gönderme tenzildir.

Böyle manalandırdığınız zaman da resullerin ba’si böyle bir ba’s olur. Halk milletvekillerini seçer. Yani buradaki Allah O’nun yeryüzündeki halifleri olan kişileri ifade eder. Merkezi bucakları taşra bucakları oluştururlar.

Demek ki “neb’asu” kelimesi bizim resule verdiğimiz manayı güçlendirmektedir.

Bugün seçimler yapılmaktadır. Adaylar merkezden atanmakta, halk onlardan birilerini seçmektedir. Çünkü onlara göre çıplak halk kimi seçeceğini ne bilir. Oysa biat sisteminde halk adayları değil doğrudan istediğini seçmektedir. Diyelim ki bir bucak halkının beşte birinin oyunu alan il delegesi il meclisi üyesi oluyor. İl meclis üyelerinin onda birini alanlar milletvekili oluyor. Meclis merkezden gösterilen adaylardan değil, halkın kendi beğendiği kimselerden oluşur. Bunlar orada partiler kurarlar.

İlk ayette ba’sden, şimdi tenzilden bahsetmesi bu derin manaları taşımaktadır.

“Semadan” kelimesini kullanarak merkezden yani başka yerden demektedir.

قُلْ

QuL

“Kavlet”

Kim kime kavl edecektir?

Kur’an’ı okuyanlar, Adil Düzen çalışanları birer seçmen olarak yani reisleri ba’s edici olarak söyleyecekler. Ey arkadaş semadan atama. Kendi seçeceğimizi biz bilelim diyeceksiniz. Çünkü merkezler mürsel değil mürselün aleyhimdirler. Milletvekilleri, merkezi halkın nezdinde temsil etmezler, halkı merkez nezdinde temsil ederler. Beşer resullerin durumu böyle. Görevliler bürokratlar ise yani melekler ise merkezden tenzil olunurlar. Nasıl atardamarlar varsa, toplardamarlar varsa, toplulukta da böyle toplardamarlar vardır. Bunlar vücutta bütün organlara hizmet ederler. Hükmeden yoktur. Topluluk içinde de herkes topluluğa hizmet eder. Hiç kimsenin topluluğa hükmetme yetkisi yoktur.

Marks devleti reddeder.

Bizde ise devlet vardır ama hâkim devlet değil kayyum devlet vardır.

لَوْ كَانَ فِي الْأَرْضِ

LaV KAvNa Fıy elEaRWı

“Arzda olsaydı”

Güneş sisteminde de Yer çok küçük bir alan işgal eder ama çok kıymetlidir. Canlı yeryüzünde vardır. Galaksimizde yüz milyarlarca yıldız vardır. Kâinatta da yine yüz milyarlarca galaksiler vardır. Yeryüzü çok küçüktür ama çok kıymetlidir. Çünkü orada insan vardır. İnsan yeryüzünün halifesi olarak halk edilmiş, beşer olarak çıplak yaratılmıştır ama ona Kur’an ile hüda verilmiştir. Allah onu ahseni mahlûkat yapmıştır. Kur’an’a uyarsa ahseni mahlûkat olur, yoksa esfel olur.

مَلَائِكَةٌ

MeLAvİKaTün

“Melekler”

İnsanı da melekler gibi yaratabilirdi. Onlara cüzi irade vermez, kendilerine verilen görevleri eksiksiz olarak zevkle yaparlardı. Ama Allah insanı öyle yaratmadı. Kendi iradesi ile kendi çabaları ile değerli varlık olsun diye eksik yarattı, cüzi irade verdi, ona hidayet etti. Böylece bir düzen kurdu. Niçin böyle yaptığını sorma yetkimiz yoktur. Her çeşit varlıkları var etsin diye bir de insanı var etti.

Bizim bu çalışmalarımız sizlere Kur’an’ı yorumlama usulünü anlatacaktır. Kur’an bu usulle üçüncü binyıl uygarlığını oluşturacaktır. Yarım asırlık çalışmalar bugün çok ileri safhaya gelmiştir. Bundan sonraki yarım asırda hasat zamanı gelmiş olacaktır. İnsanlık üçüncü binyılı Kur’an’ın nuru içinde yaşayacaktır.

Bunu ben söylemiyorum, Kur’an’ın kendisi açıkça ifade ediyor.

يَمْشُونَ مُطْمَئِنِّينَ

YaMŞUvNa MuTMaEinNIyNa

“Mutmainnen meşyederler”

“Meşy” Kur’an’da 23 defa geçmektedir. “Mesy” ise 5 defa geçmektedir. Toplam 7’nin dört katı 28 etmektedir. “Meşy etmek” gezinmek demektir. Kur’an’da sadece insanlar için kullanılır. Diğer canlılar için meşy etmek yoktur. Diğer hayvanlar doğadan besin temin etmek için hareket ederler. İnsanlar ise merada değil de sokaklarda birbirlerinden rızık temin ederler. Meleklerde de durum böyledir. Onların arasında da işbölümü vardır ve onlar ürettiklerini birbirlerine devrederler.

Bulanık sudaki çamurun dibe çökmesi ve sakinleşmesi demektir. İnsandaki beyin karışıklığı sonrası durulması demektir. Varsayımların uygulamada gerçekleşmesi demektir.

Şimdi benim beynim karışıktır. Bildiklerime bakarak ‘hayır’ çıkacaktır diyorum. Ama çevremdekiler ‘evet’ diyorlar. ‘Evet’ çıkarsa büsbütün karışacak ve yeniden bir mecraya girebilmem için ömrüm yetmeyecek diyorum. Ama ‘hayır’ çıkarsa beynim mutmain olacak, bildiklerim onaylanmış olacaktır.

İçtihat itminandan uzaktır. Tahminler yaparsınız. Eğer sonuçlar tahminlere göre gerçekleşirse bilginizden ve içtihadınızdan emin olursunuz. Ben şimdiye kadar içtihat mertebesindeki tahminlerimde hep tatmin oldum. 16 Nisan’da ‘evet’ çıkarsa beynim karmakarışık olacaktır. İşte, meleklerde bu yoktur. Bugün yazdığım tarih 03/04 /2017’dir. Saat 19.00’da yazıyorum. Okunduğu zaman oylama geçmiş olacaktır.

Meleklerin durumu böyle değildir. Onlar içtihatla hareket etmezler. Onlar ilimle hareket ederler. Bu sebepledir ki onlarda evrim yoktur.

لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِمْ

La NazZaLNAy GaLaYHiM

“Onlara tenzil ederdik”

“Beasna” demiyor, “Erselna demiyor. O zaman halifesi olan insan değil de melek gönderecektir. Merkezden atama yapılacaktır. Bu sebeple “irsal” değil, “ba’s” değil de “tenzil” söz konusudur.

Demek ki ne oluyor? Halk milletvekillerini merkeze ba’s ediyor. Meclis bakanları yönetime irsal ediyor, yönetim de görevlileri halka tenzil ediyor. Döngü devam ediyor.

“İrsal” ifal babından, “ba’s” sülasiden, “tenzil” ise tefil babından olmaktadır. Bunun anlamı şudur. Halk milletvekillerini seçtikten sonra artık onlara talimat vermez, onlar kendi içtihatları ile hareket ederler. İstedikleri zaman da değiştirmezler.

Meclis de bakanlarını gönderdikten sonra onları değiştirmez. Yargı değiştirebilir. Oysa merkez görevli atadığı zaman başkasını görevlendirebilir. Onun için tefil babını getirmiştir.

مِنَ السَّمَاءِ

MiNa elSaMAvEi

“Semadan”

Yani arzın dışından merkezden demektir.  Bir topluluğa dışarıdan birini atamak ancak içtihadın olmadığı düzende geçerlidir. İslam düzeni içtihat düzenidir. Bu sebeple yerinden yönetim düzenidir.

Cumhuriyet tek parti sistemine göre yönetilecek şekilde düzenlenmiştir. Sonra çok parti sistemine geçilmiştir. Şimdi de yerinden yönetime geçilecektir. Merkezden tenzil değil, yerinden merkeze ba’s olunacaktır.

Milletvekillerine Osmanlıcada “mebus” denmesi Allah’ın ilhamı ile olmuştur. Allah kelimeleri kendisi kullandırır. Solculuk ve sağcılık kavramları da böyledir.

مَلَكًا رَسُولًا (95)

MaLaKan RaSUvLan

Bir resul melek tenzil ederdik.”

Beşer bir resul ile melek bir resul arasında bu fark vardır?

Melek görevli demektir.

Görevli melek demek, merkezin kesin talimatları ile hareket eder demektir.

Resul bir beşer demek, kendi içtihadı ile hareket eder demektir.

Bir gün gelecek bu ayetlere göre yaşamaya başlayacak ve o zaman mesut olacaksınız.

قُلْ كَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا (96)

QuL Bi elLAHı ŞaHIyDan BaYNIy Va BaYNaKuM inNaHVu KAvNa BiGıBAvDiHIy PaBIyRan BaÖIyRan

“Kavl et. Sizinle benim beynimde şehîd olarak Allah kifayet eder. O ibadini basir habir olmuştur.”

İkinci “Kul”un söylenmesi için arada “Ve” harfi gelmemiştir. Yahut onlar bir şey söylemiş olmalıdırlar. Demek ki bu iki ayet arasında hazfedilmiş bir cümle vardır. Onu okuyucu takdir edecektir.

Bu açıklamalara rağmen onlar direnecekler ve milletvekillerini merkezden atamaya devam edeceklerdir. Sonunda sistem ters çalışacak, arada Sermaye devreye girecek. Başkanlık sisteminde başkanları Sermaye atayacak. Parası ile oy toplayacak. İstediğini başkan yapacak. Başkan milletvekillerini atayacak. Milletvekilleri halka değil bürokratlara sadık olacak, onlara hizmet verecek. Onlar da Sermaye’ye hizmet edecek ve onların halkı sömürmesi için uygulamalar yapacaklardır. Bu kısım hazfedilmiş.

Buna karşı Allah bize diyor ki…

Onlara de ki; aramızda Allah’ın şahid olması yeterlidir. Sizin bu aldatmaca ve kandırmaca oyununuzu bilmektedir. Biz O’na ibadet edeceğiz, Kur’an ehli olacağız. O da bizi görecek ve sizin elinizden bizi kurtaracaktır. ‘Adil Düzen’ gelecek ve sömürü sistemi bitecektir.

Şahid olmak bilirkişi olmak demektir. Kimin haklı kimin haksız olduğuna o karar verecektir. Eğer buradaki Allah halk olarak ifade edilmişse, o zaman sonunda Allah’ın fethi ve nasrı gelecek, sizden ayrılıp hakkın yanında yer alacaktır demektir. “Habiren Basiren” kelimelerinin marife olmaması bunu ifade eder.

Fıkıh usulü doğduktan sonra Kur’an ayetlerini yorumlamak zorlaşmıştı. Çünkü Kur’an’daki ifadeleri anlamak mümkün olmuyordu. Buradaki nekreyi izah edemiyorlardı. Dolayısıyla müfessirler fıkıh usulünü Kur’an’da uygulamadı. Yani şimdiye kadar tefsir ilmi rivayete veya hikmete dayanıyordu. İlmî değildi. İlmî olarak ilk açıklamaya başlayan Bediüzzaman’dır. Akevler Ekolü ise tamamen Kur’an’ın ilmî olarak açıklanmasına dayanmaktadır. Yani fıkıh usulü kurallarını uygulayarak sorunları çözmektedir.

قُلْ

QuL

“Kavlet”

“Ve Kul” dememiş, “Kul” olarak tekrar etmiştir. O halde arada hazfedilmiş bir “Kalu” vardır, o da onların mevcut merkezi sistemde ısrar etmeleridir.

Başkan için “ba’s” kelimesini kullanmıyor, o halde halk seçmiyor. “İnzal” kelimesini de kullanmıyor, o halde atanmıyor. Meclis onu atıyor. Başkan ile meclis eşit seviyededir. Biri halka dayanmakta, diğeri ise görevlileri yönetmektedir. Dörtlü bir devre vardır; halk, meclis, başkan ve bürokrasi yani melekler. Görevliler başkanın emrinde halka hizmet etmektedirler.

Başkanın halk tarafından seçilmesi iki bakımdan şeriata aykırıdır.

Biri; başkan mebus değil mürseldir.

Diğeri; ekseriyetin değil tüm halkın başkanıdır, herkesin ona oy vermesi gerekir.

كَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا

KaFAy Bi elLAvHı ŞaHIyDan

“Allah şehid olarak kifayet eder”

“Allah burada halk olarak alınırsa, halkın ekseriyet şeklinde de olsa ‘hayır’ vermesi bizim görüşümüze şehadet etmesidir. Bu ayet ‘hayır’ çıkacağına işaret etmektedir şeklinde anlıyorum. Bakalım haklı mıyız?

بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ

BaYNIy Va BaYNaKuM

“Benimle sizin aranızda”

Evet, size diyorum ki: 15 senedir iktidardasınız. Ne mücadeleler geçirdiniz. Millî Görüş Hareketi ve “Adil Düzen”e dayanarak iktidar oldunuz. Allah sizi kaç sefer uçurumun kenarında olduğunuz halde korudu. Siz ne yaptınız?

Siz hep “Adil Düzen”e karşı yasalar çıkardınız. Hala ters istikamette yürüyorsunuz. Şimdi verdiğiniz mücadelenin onda birini bir konuda “Adil Düzen” için yapın. Mesela, yerinden yönetim sistemini getirin. Hakemlik sistemini getirin. Faiz yerine kredileşme sistemini getirin. Sigorta yerine dayanışma ortaklığını getirin.

Hayır, biz senin dediğini dinlemeyeceğiz! Bizim makamımız var.

Genelkurmay başkanını bile dinlemiyoruz da seni mi dinleyeceğiz.

Paran mı var; emekli maaşınla ay sonunu bile zor getiriyorsun.

Oyun mu var; etrafındaki kaç kişi istediğin oyu kullanıyor.

Tarikatın mı var, müritlerin mi var da seni dinleyeceğiz.

Ben de derim ki; aramızda Allah kifayet eder.

Allah’ın emri olarak bunu söylüyorum.

إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ

inNaHVu KAvNa BiGıBAvDiHIy

“Çünkü o ibadine…”

Burada “bi-ibadi” denmektedir, bi’l-ibadi” denmemektedir.

Herkes Allah’ın ibadidir.

Ama “Adil Düzen” çalışanlarını, Kur’an düzenine hizmet edenleri Allah “ibadina” olarak adlandırmaktadır. Dolayısıyla biz O’nun ibadı olduğumuzu biliyoruz. O’nun bizi gördüğünü ve bizden haberdar olduğunu biliyoruz. O bizi görüyor ve bizden haberdardır.

خَبِيرًا بَصِيرًا (96)

PaBIyRan BaÖIyRan

“Basirdir habirdir.”

İçtihatlarımızda hata yapıyorsak Allah bize ‘evet’lerle bildirecek ve biz içtihatlarımızı yenileyeceğiz. Yarım asırlık varsayımlarımızı yeniden gözden geçireceğiz. O bize hidayet edecek ve doğrusunu gösterecektir. Seçim (anayasa referandumu) günlerinden önce Allah’ın bize bu ayetlerle hitap etmesi bizi itminana ulaştırması içindir diyorum.

 

 



© 2024 - Akevler