İSRÂ SÛRESİ TEFSİRİ
Süleyman Karagülle
1417 Okunma
İSRA SÛRESİ 18-22 .AYETLER

İSRA SÛRESİ - 5. Hafta

18-22 ayetler

 أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ فِيهَا مَا نَشَاءُ لِمَنْ نُرِيدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ يَصْلَاهَا مَذْمُومًا مَدْحُورًا (18) وَمَنْ أَرَادَ الْآخِرَةَ وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُورًا (19) كُلًّا نُمِدُّ هَؤُلَاءِ وَهَؤُلَاءِ مِنْ عَطَاءِ رَبِّكَ وَمَا كَانَ عَطَاءُ رَبِّكَ مَحْظُورًا (20) انْظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَلَلْآخِرَةُ أَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَأَكْبَرُ تَفْضِيلًا (21) لَا تَجْعَلْ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُومًا مَخْذُولًا (22)

 

***

 

مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ فِيهَا مَا نَشَاءُ لِمَنْ نُرِيدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ يَصْلَاهَا مَذْمُومًا مَدْحُورًا (18)

MaN KAvNa YuRIyDU eLGAvCıLaTa GacCaLNAv LaHUv FIyHAv MAv NaŞAvEu LiMaN NuRIyDu ÇümMa CAĞaLNAv LaHUv CaHanNaMa YaÖLAvHAv MaÜMUvMan MaDXUvRan

“Acileyi kim irade ederse, kim için irade edersek meşiet ettiğimizi ona onun içinde ta’cil ederiz. Sonra mezmum medhur olarak sılıy ettiği cehennemi ona ca’lederiz..”

Ayet harfi atıfsız başlar. Konunun dışına çıkılmıştır. Çağımızı kaplayan acelecilik ele alınmıştır. Bunun İsrail oğulları ve üçüncü binyıl uygarlığına geçişle fazla ilgisi yoktur. Belki üçüncü binyıl uygarlığına götürecek ve üçüncü binyıl uygarlığının sonuna kadar sürecek bir hastalıktır, tüm insanlığı kaplayan bir hastalıktır.

Temelden başlayalım.

İşçilik vardır, ortaklık vardır. Bugün gider çalışır, yevmiyesini alır ve onunla karnını doyurur, yarın yine çalışır ve yaşar, kazandıklarının tamamını bugün yer bitirir.

İşte bu “acile”dir.

Bir de ortaklık vardır. Birlikte bir iş yaparlar, üretirler, satarlar ve bugün çalışırlar, gelecekte bölüşürler.

İşte bu “ecelli”dir.

Biz 1960’lardan beri ortaklık kurmakla meşgulüz. Kimse buna yanaşmamış, herkes acili istemiştir. Bugün işçilik dışında bir çözüm uygulamamaktayız.

Yine herkes borçlanarak yaşamaktadır. Bugün biriktirip yarın yiyeceğine, bugün borçlanmakta ve yarın çalışarak borcu ödemektedir. Yani insan alacaklı olarak da yaşar, borçlu olarak da yaşar, biraz artırırsa hep alacaklı olur ve daha fazla harcama imkânını bulur. Bugün insanlar borçlanmakta ve her gün borcunu nasıl ödeyeceği hususunda sıkıntı içinde bulunmaktadır. Oysa basit bir tasarrufla hep alacaklı durumda olabilirsiniz.

Parti kurup ekseriyetle iktidar olmak ve ona göre inkılaplar yapmak acili istemektir. Cemaati oluşturup Sermaye ile işbirliği içinde büyümek, okullar yapmak, gazete çıkarmak, bankalar kurmak aciledir.

Kooperatif kurup ortakların küçük tasarruflarını biriktirip arazileri almak ve kırk sene sonra o arazilerden yararlanmak “ecelli”dir.

Bu dünyada zevkü sefa içinde yaşamak, bugün karşı tarafı yenip ona zulmetmek aciledir.

Bugün sıkıntılara dayanmak, bugün adil olmak, bugün muhsin olup ahirette cennete gitmek ecellidir. Bugün sıkıntıya girip düzen değiştirmek ecellidir.

Şimdilik bunu yapalım, düzeni ilerde değiştiririz demek “acile”dir.

Kim acele isterse demiyor da, kim acele isteyen olursa diyor, yani aceleciliği meslek hâline getirmişse demektir. Yoksa insanlar acil ihtiyaçlarını da gidermelidirler. Diğer canlılar bugün çalışır bugün yerler. Karıncalar ve arılar gibi bazı canlılar en çok yıllık birikim yaparlar. İnsanlar ise bugün çalışır geleceğe ayırırlar, geçmişte üretilenleri de şimdi yerler. Bugün benim bu yazdığım bilgisayarı insanlık 60 bin sene içinde üretmiştir, artıra artıra, biriktire biriktire bu hâle gelinmiştir. Bizim bu söylediklerimizin bu yazdıklarımızın bugün 500’den biraz fazla okuyucusu vardır. Bu okuyanlar da buradan öğrendikleri ile bir şey yapmamaktadırlar. Oysa bu söylediklerimizin uygarlaşmada katkısı olacaktır. Meyvelerini belki bir asır sonra verecektir. Biz, bize göre doğru ne ise onu söylüyor ve yazıyoruz. Tarafsız oluyoruz. Oysa bir gruba katılsak ve bir tarafını överken, diğer tarafa saldırsak, iktidarda olanların dostu olur, okuyucularımız yüzlerce değil yüzbinlerce olurdu.

Siz okuyucular ve www.akevler.org’da yazanlar ahireti isteyenlersiniz. Bugün bu okuduklarınız ve bu yazdıklarınız bir işe yaramamaktadır ama bu çalışmalarınız sizin geleceğinizi yüceltecektir. Siz hayatta olmadığınız zamanlarda insanlık yararlanacak ve siz de ahirette me’cur olacaksınız. Sokrat’ı zehirlediler ama bugün Sokrat tüm insanlıkta hep anılan kişidir. Ebu Hanife’yi döve döve öldürdüler ama şimdi o tüm insanlığa ışık tutuyor.

Allah, “Biz ona bunu veririz” diyor. Ama şart ile diyor; herkese hepsini değil, istediğimize istediklerimizi veririz diyor. Yani her acele isteyene istediği acilleri vermeyiz. Biz kime istersek istediğimiz kadarını veririz diyor.

Nitekim AK Parti’ye ve Gülen cemaatine bu istediklerini vermiştir; neyi ne kadar istemişlerse o kadar vermiştir. Birçok başka isteyenler olmuştur, onlara daha az vermiştir.

Şimdi siz kendiniz düşüneceksiniz, acil olarak bir şeyleri elde etmek mi istiyorsunuz? Örnek olarak zengin olmak mı istiyorsunuz? “Adil Düzen” içinde değil de mevcut düzen içinde zengin olmak mı istiyorsunuz? Allah istediği kadarını verir veya vermez.

Vermemesi Allah’ın rahmetidir. Akevler’den Kazım Erten ve Harun Özdemir siyasette milletvekili olmak istemişlerdir. Allah onları korudu ve yapmadı; hamd etmelidirler. Aynı hamdı Arif Ersoy ve Süleyman Akdemir de yapmalıdırlar.

Şimdi Gülen cemaatinden acili alıyor. Hamd etmeli ve sevinmelidirler.

Millî Görüşçüler de sevinmelidirler. Allah onları seviyormuş ki acil olandan daha fazla vermemektedir.

Kendilerine acil verilenler cehennemde mezmum ve medhur olarak pişirileceklerdir.

مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْعَاجِلَةَ

MaN KAvNa YuRIyDU eLGAvCıLaTa

“Kim acili irade ederse”

Bu seminerleri takip etmeniz için birkaç harfin telaffuzunu bir müezzinden, bir imamdan öğrenmeniz gerekir. Türkçede olmayan;

“elHamdu”daki “Ha” harfi “X” ile

“aHiret”teki “Hı” harfi “P” ile

“meZhep”teki “Zel” harfi “Ü” ile

“aSim”deki “Se” harfi “Ç” ile

“Sabır”daki “Sad” harfi “Ö” ile

“Dalalette”ki “Dat” harfi “W” ile

“Zalimin”deki “Za” harfi “J” ile

“sıraT”taki “Ta” harfi “O” ile

“A’lemin”deki “Ayn” harfi “G” ile

“Kabl”deki “Ka” harfi “Q” ile gösterilmiştir.

Bunları öğrendikten sonra bu seminerleri kendi kendinize takip ederseniz, Kur’an arapçasını da öğrenmiş olursunuz, 29 Arap harfini de öğrenebilirsiniz.

Burada “Men Erade’l-Acilete” denmemiş, “Men Kâne Yüridu’l-Acilete” denmiş.

Çünkü dünyadaki nasip de unutulmayacaktır. Ahiretimizi kazanmamız için önce yaşamamız gerekmektedir. Dolayısıyla acil olanları yapmamız gerekmektedir. Günlük ihtiyaçlarımızı giderdikten sonra gelecek için yatırım yapmalıyız.

“AcileT”deki “Te” (ة) harfinin Arapçada birkaç manası vardır; dişilik alametidir, çoğul alametidir, tekil alametidir, sıfatı isimlendirme alametidir.

Burada sıfatı veya hali isimleştirmektedir. Acele olan şeyi ifade etmektedir.  Acil kazancın yerine acile kelimesi geçmektedir. O halde burada acilden maksat bu dünya olabildiği gibi acil kazanç acil iktidar da olabilir. İşçilik aciledir, günlük kazanç işleridir.

عَجَّلْنَا لَهُ فِيهَا

GacCaLNAv LaHUv FIyHAv

“Ona orada ta’cil ederiz”

Buradaki ha zamiri acileye gitmektedir, isimleşmiş acileye gitmektedir.

İşçiliği ta’cil ederiz, ona bol maaşlı iş buluruz, ona cari sistemde yani faizli sistemde servet veririz. Ona iktidar veririz, ekseriyet sistemi ile iktidar olur.

Erbakan da Erdoğan da bu hataları yaptılar. Oysa önce ekseriyet sistemi ile hiçbirisi ne cumhurbaşkanlığını ne de başbakanlığı kabul etmeliydi. Sabredeceklerdi. Meclis’teki etkinlikleri ile yeni anayasa yapmalı idiler. Hükümet ekseriyetle oluşturulmamalıydı. Hükümeti başbakan adayı kurmalı idi, devlet başkanı birine başbakan olma görevi verecekti. Başbakan da bakan adaylarını göstermeli idi. 550 milletvekili var, 25 bakanlık var. Demek ki yirmi milletvekilinin oyunu alan bakan olacaktı. Böylece bütün milletvekilleri hükümette temsil edileceklerdi. İşte, Erdoğan da Erbakan da o zaman başbakan olmalı idiler. Bunlar acil olanı istediler, Allah da acil olanı verdi.

Nur cemaati kendi yoksullukları içinde hizmet veriyorlardı. Biz onlara kooperatifleşmeyi önerdik ve öğrettik. Böylece dünyadaki nasiplerini de almaya başladılar. Ama onlar bununla yetinmediler. Sermaye ile işbirliği yapıp bize saldırmaya başladılar. Allah da onlara tacil ettiklerini verdi. Her iki tarafa da verdi. 

مَا نَشَاءُ

MAv NaŞAvEu

“Meşiet ettiğimizi”

İkisine de her istediklerini verdi, istediği kadar verdi.

Gülen cemaati Sermaye’nin işlettiği hatadan dolayı şimdi perişan haldedir.

AK Parti de şimdi kendi kuyusunu kendisi kazıyor...

Bunlar ilahi takdirdir. Allah istediği kadarını istediklerine vermiştir. Erbakan’a daha az imkân sağlamıştır. Erbakan “Adil Düzen”i dünyaya anlatmıştır. AK Parti “Adil Düzen”siz bu işin olacağını ispatlamaya çalışmış, başaramadığı ortaya çıkmıştır.

لِمَنْ نُرِيدُ

LiMaN NuRIyDu

“Kim için irade ederse”

1960’larda yola çıktığımızda her birimiz başka yollardan aynı hedefe doğru yol aldık, hepimiz acil olanı istedik. Ahireti de kısmen koruduk. Hepimiz bugün bir yerlerdeyiz.

Dünya hayatımız başarılı olmuş veya olmamış.

Demek ki dünyada ne kadar başarısız olmuşsak o bizim için o kadar hayır olmuştur. Başarımızı ahirete bırakmıştır, Allah. Bu bakımdan Allah’a hamd etmemiz gerekir.

Akevler’den giden arkadaşlarımız AK Parti iktidar olduktan sonra sonunda elenmişlerdir. Mesela Hayati Yazıcı son hükümette bakan olmamıştır. Vecdi Gönül devre dışı bırakılmıştır.

Bu sevindiricidir. Allah onların sa’yini ahirette sonraları meşkûr edecektir.

Bir gün Erdoğan gitse, sevinmelidirler. Gülen gitti, sevinmelidir.

Onların sa’yleri “Adil Düzen” geldiği zaman meşkûr olacaktır demektir.

ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ

ÇümMa CaĞaLNAv LaHUv CaHanNaMa

“Sonra ona cehennemi ca’lederiz”

İşte, acilde muvaffak olanlara Kur’an’ın vaat ettiği budur, ona cehennemi ca’letmiştir.

Bizi mevcut düzende başarısızlık içinde bırakmışsa, bundan sevinmeliyiz. Allah bizi cehenneme koymayacaktır demektir.

Dikkat edilirse burada cehenneme koyarız diyor ama orada ebediyen kalacaklar demiyor, buradaki eksikliklerini tamamlamak için koyarız diyor.

يَصْلَاهَا

YaÖLAvHAv

“Ona sılıy edecektir”

“SLV” eğitilmektir.

Misal olarak şoförlüğü alabiliriz, araba sürmeye alışırsınız.

“Namaz” kelimesi de alışmanın eğitimidir, sağlıklı yaşamayı öğrenirsiniz.

“Vav”lısının fiili muzarisi “yasla” gelir, “ya”lısının fiili muzarisi “yeslı” gelir. Burada “yasla” geldiğine göre “vav”lısının fiili muzarisidir.

Demek ki cehennem bir eğitim yeridir, orada namaz kılınacaktır. Orada eğitildikten sonra oranın müstahakları bilahare cennete götürülecektir.

مَذْمُومًا مَدْحُورًا (18)

MaÜMUvMan MaDXUvRan

“Mezmum medhur olarak”

“Zü” sahibi demektir. “Mim” su anlamında olup sürekliliğe dâhil olmayı ifade eder. “Zimmet” borçlu olmak demektir. Başkasının hakkını taşımaktır. “illen ve zimmet” denmektedir. İllen kelimesindeki manası ile sosyal bağlardır, komşuluk ve yakınlık hukukudur. İhtiyaca göre yükümlü olmaktır. Dayanışma sorumluluğu il’dir “veli” kelimesi de buradan gelir.

“Zimmet” ise karşılıktan doğan borçtur. O size bir şey vermiştir veya bir şey almıştır, ondan dolayı borçtur. Cehenneme haksız kazançtan dolayı konacaklar, o haksız kazancın borcunu ödeyeceklerdir.

Yüzde elliden fazlasının oyunu alarak başkan oldunuz. Kalan yüzde kırkın hakları ne olacaktır? Hele iktidar olduktan sonra tarafsız olmadınızsa borçlu gittiniz.

Bunun gibi; haram-helal demeyip devlet yardımlarını kabul ettiniz. O topraklarda başkalarının da hakları vardı, böylece borçlandınız.

İşte bunları ödemeniz için cehenneme gireceksiniz.

Biz de eğer böyle haksızlıklar yapmışsak cezasını çekeceğiz.

Akevler bunun için hiçbir devlet bağışını kabul etmedi. Faizsiz veya faizli kredi almadı. Çünkü başkasının hakları vardı.

“DHL” hayvanı avlamak için kazıyarak yapılmış tuzak demektir. Sonra “Lam” “Ra”ya dönüşerek “DHR” engel anlamına gelmeye başlamıştır.

“Tahur” (Tı,Ha) oku uzağa atan sert yay demektir; “Tı” “Dal”a dönüşmüş, kovmak anlamı kazanmıştır, tıka basa doldurularak anlamındadır.

Bir kimseyi hapishaneye koyarsınız ve ancak yaşayabileceği kadar yer verirsiniz.

Yüz lojmanlı apartmanlarda yaşayanların yaşamaları ve çalışmaları için gerekli imkânları vardır. Ondan fazla dolaşacak genişleyecek büyüyecek özgürlüğe sahip değildirler.

Cehennem hayatı böyle anlatılmıştır.

İslâm hukukunda iki türlü borçlanma vardır.

Biri hukuki borçlanmadır. Hukuki borcun ödenmemesi hâlinde yalnız borçlanma ehliyeti kalkar, başka hiçbir yaptırım yapılmaz. Malların biri rehinli değilse el konmaz.

Bir de cezai borç vardır. Cinayetlerdeki diyet ve gasp borçları böyledir. Askerlik bedeli borçlar böyledir. Bunlarda duhur vardır. Kişinin yaşaması ve çalışması için imkân verilir. Çalıştıkları ile yaşar, artırdıkları ile borcunu öder. Borç bitince de duhur durumundan kurtulur.

وَمَنْ أَرَادَ الْآخِرَةَ وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُورًا (19)

VaMaN EaRAvDa eLEAvPiRaTa Va SaGAy LaHAy SaGYaHAv Va HuVa MuEMiNun FaEuLAEiKa KAvNa SaGYuHuM MaŞKUvRan

“Ve kim ahireti irade eder ve mümin olarak onun sa’yi ile sa’y ederse, işte onların sa’yi meşkûr bulunmaktadır.”

“Ayın” ile “Acile”nin karşılığı “Elif” ile “Acile”dir.

Dünyanın karşılığı da ahirettir.

Burada “Ayn” ile “Acile”nin karşılığı olarak “Ahireti” kullanmakla, Dünyanın “Ayn” ile acile olduğunu, ahiretin de elif ile acile olduğunu ifade etmiş olmaktadır.

Dünyada “Men Kâne Yüridu” dendiği halde, burada “Vemen Erade” denmektedir.

Ahireti bir defa murat etmen bile onu kazanmak için yeterlidir. Allah bütün hayatını ahirete hasretmeyi emretmiyor, dünyadan da nasibin olsun diyor. Karnını doyuracaksın, ondan sonra artık zamanını ahiret için harcayacaksın.

Evet, dünya için amel edeceğiz. Ahiret için ise sa’y edeceğiz. Amel ve sa’y, ikisi de kazanmak için fiildir. Sa’y bütün hayatı doldurmaktadır. Kendi işini yapmak da sa’ydır. Başkasının işini yapmak da sa’ydır.

“Sea” demek aslında yürümek demektir, zorluk olsa da yürümek demektir.

“Meşyetmek” de yürümektir. “Mişa” havuçtur. “Maşı” otlayan bütün hayvanlardır. İnsanların ehlileştirdikleri hayvanlar, atlar ve develer, hepsi maşıdır.

“Meşyetmek” yaşamak için dolaşmaktır. “Meşy” kelimesi tektir. 23 defa geçmektedir. Bu hareket kelimesi ile 24 olmaktadır. “SGY” “MŞY” “Y”ler aynıdır. “S” yerine “Ş” gelmiştir. “G” yerine “M” gelmiştir. “M” dudak harfidir, dalgayı, enginliği ifade eder. “G” harfi ise boğaz harfidir, ayş, avn, gala, gan gibi etkileri gösterir. “Sin” harfi sürekliliği, diziyi ifade eder.

Bu ayette “SA’Y” kelimesi üç defa geçmektedir. Sa’yını ahireti için sa’y ederse yani çabasını ahiret için yaparsa sa’yı meşkûr olur denmektedir.

Ahiretteki te harfi de hal olarak kullanılan sıfatların isimleşmesidir. “El kavlu’l-ahiri” son söz demektir. “Kavlu’l-ahiri” demek son söylenen söz olur, isimleşmiş olur yani izafetle sıfattan isme dönüşmüş olur. “El-ahiret ise te harfi ile isimleşmiştir. Öldükten sonraki hayatı ifade eder.

Bugünkü astronomi ilmi ile biliyoruz ki kâinatımız bundan13.7 milyar yıl önce patladı, büyümeye başladı, değişti, gelişti ve hâlen büyümektedir. Yıldızlarda depo edilen enerji ışık hâlinde yayılmakta ve bu baskı sayesinde kâinat büyümekte, yeni mekân kazanılmaktadır. Bir gün yıldızlardaki hidrojenler azalacak, kâinat da çok büyüyecek, ışığın basıncı kâinatı büyütmeye yetmeyecektir. Yıldızlar da birbirini çekmeye başlayacak ve kâinat başka kâinata dönüşecektir. Bundan sonraki hayat ahiret hayatıdır ve bunun adıdır. İlahi kitaplar ahiret kavramını insanların beyninde çok iyi yerleştirmiş bulunmaktadırlar.

İnsanlar tarih boyunca ahiret hayatına inanmışlardır. Ateist olan komünistler bile ahirete inanıyorlar. İnanmasalar Lenin’in heykellerini dikerler mi?  Sadece ahiret için sa’y etmemek için inkâr etmişlerdir. Gorbaçov bunu değiştirmek istemiş ama Sermaye onu devre dışı bırakmıştır. Yerine gelen Putin Sermaye ile savaşmakta, Müslümanlarla bir olmaktadır.

Roma Hazreti İsa’yı peygamber olarak görmüş ve Jüstinyen (Justinianus) Doğu Roma hukukunu yani şeriatı oluşturduğu gibi Ayasofya’yı da örnek mabet yapmıştır. Camiler ve kiliseler Ayasofya’nın gelişmiş mabetleridir. Hıristiyanlık âlemi doğu ve batı diye ayrılmıştır. Doğunun vârisi Müslümanlar olmuştur.

Türkler ile Ruslar İskitlerden gelme iki kardeş kabiledir. Biri Germenlere karışmış, diğeri ise Moğollara karışmış. Şimdi Rusya ile Türkiye’nin bir olup yeryüzüne “Adil Düzen”i getirmeleri zamanıdır.

Burada “sa’y” “mümin” kelimesi ile teyit edilmiştir yani göreviniz dünyanın güvenliğini sağlamaktır. Şimdi Slavlar da Türkler de ahirete iman ediyorlar. Her ikisi de dünyada barış olmasını istiyorlar. Türkler de Ruslar da dünyaya hükmetme çabası içinde değildirler. Yeltsin Sovyetleri dağıtmış ve yerine BDT’yi kurmuştur. Putin de savaşla değil barışla üçüncü binyıl uygarlığına gitmeyi hedeflemektedir. ABD’de Sermaye dünyayı sömürmeyi hedeflediği halde, ABD dünyaya barışı tesis etmeyi hedeflemiştir. Bugün devletler ile Sermaye arasındaki çatışma budur. Sermaye’nin derdi iman değil, güvenlik değildir, tam tersine dünyayı anarşi ve savaşlarla boğuşturup kendi sömürüsünü sürdürmektedir. Devletler ise yeryüzüne güvenliği temin etmeyi gaye edinmişlerdir. Gelecek için çalışmaktadırlar. Dört büyük din bir olmuş, ahiret için çaba içindedir. Halkın çoğu devletlerinin yanında yer almıştır.

Buradaki birlik bir topluluk hâlinde değildir. Her biri ayrı ayrı ahiret ve barışı istemektedir. O sebepledir ki “Ellezîne” demiyor, “Ve Hüm Mü’minûn” demiyor, “Men Hüve Mü’minun” diyor. Sonrasında ise “Hüve” demiyor, “Ülaike” diyor. “Sa’yleri” diyor. “Hüm” çoğul zamiri getiriliyor.

Ayete bu şekilde mana vermediğiniz zaman hiçbir şeyi anlayamazsınız.

“Sa’yları meşkûr olacaktır” diyor.

Üçüncü binyılda büyük güvenlik sağlanacaktır.

Meşkûr olan nedir?

“Adil Düzen”dir.

İsyanlar olacak, savaşlar olacak ama bunlar istisnai olacak, tüm dünya güvenlik içinde ve refah içinde olacaktır. Allah’ın nuru tüm insanlığı aydınlatacaktır.

وَمَنْ أَرَادَ الْآخِرَةَ

VaMaN EaRAvDa eL EAvPiRaTa

“Ve kim ahireti irade ederse”

Bugün insanlık ikiye ayrılmıştır.

Birileri faizli karşılıksız dolar parasına sahip olmak için çaba göstermekte ve bununla aciliyeti ve hükümranlığı istemektedirler. Bütün çabaları bunun içindir.

Diğerleri ise ahireti murat etmektedirler. Bunlar dünyada barış ve refah istemektedirler. Diğer insanları sömürmek ve onlara hükmetmek değil, barış içinde diğer insanlarla çıkar paralelliği içinde emin ve mesut hayat yaşamak istiyorlar. Gayeleri iyi insan olmak ve ahirete de iyi insan olarak gitmek.

Kur’an’ı ve bugünkü müsbet ilimleri tam olarak kavrayamamış olan kimseler, ahirete tam inanmamakta olsalar da, ihtimal dâhilinde olduğu için hazırlıklı olmayı tercih ederler.

Savaş bu savaştır. İnsanlığın geleceğini düşünmek ve kişi olarak da öldükten sonraki hayatı düşünmek, günün yani dünyanın serveti ve hükümranlığı için zamanı öldürmemek.

وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا

Va SaGAy LaHAy SaGYaHAv

“Ve onun sa’yi ile ona sa’y ederler”

Oysa herkesin gayesi “Adil Düzen” olmalıdır, “Kur’an Düzeni” olmalıdır, ahiret olmalıdır, içinde bulunduğu topluluğun ve insanların geleceğini düşünmek olmalıdır.

İnsanlar şimdiye kadar kendi ürettiklerini kendileri tüketiyordu. Şimdi ise kimse kendi ürettiğini tüketmiyor. O zaman işsizlik söz konusu değildi. Herkesin tarlası vardı, ekip biçiyor ve yaşıyordu. Bugün ise köylü de artık biçtiklerini satıyor ve kendine lazım olanları alıyor.

Bugün insanların iki derdi vardır. Ya işsizdir iş arıyordur veya ‘ya işsiz kalırsam’ diye korkuyordur. Yahut ürettiği ürününü satamıyor ve yahut satamayacağından devamlı endişelidir. Bu durum “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçilmesinden doğmuştur.

İşte, “Adil Düzen” buna çözüm bulmuştur. Yüz lojmanlı apartmanlarda işsiz insan yoktur. Belki az ücretle çalışmak zorunda kalır ama asla işsiz kalmaz. Belki ürününü ucuza satar ama satamam diye bir şey yoktur. Herkesin işi var ve pazarı var. Herkes daha çok gelir getirecek işte çalışma yarışındadır ve herkes malını iyi pazarlamakla uğraşmaktadır. Tam hayırda yarış düzeni vardır. İşte geleceğin düzeni budur. Arz ve talep kanunları çalıştığı gibi sosyal güvenlik de sağlanmıştır. Çünkü çalışmayanlara veya çalışamayanlara da ortak üründen yani zekâttan pay verilmektedir. Çünkü yeryüzünde onların da hisseleri vardır. Onun kirası ile geçinmektedirler. Kimse ben aç kalırım diye korkmamaktadır. Çalışanlar daha çok kazanmaktadır ama çalışmayanlar da yaşamaktadırlar.

“Adil Düzen” çalışanları sa’yini buna hasretmektedirler. Geleceğin saadeti için çalışmaktadırlar. “Adil Düzen” çalışmasına Akevler’de başlanmış, sonra Millî Görüşçüler, sonra Türkiye, sonra dünya benimsemiştir.

Şimdi ikiye ayrılan dünya çatışmaktadır. Bir tarafta karşılıksız faizli para yani dolar ile dünyayı yönetmek isteyen Sermaye, diğer tarafta buna cephe almış bulunan devletler. Devletler henüz çözümü öğrenmemiştirler ama ona doğru gitmektedirler.

وَهُوَ مُؤْمِنٌ

Va HuVa MuEMiNun

“Ve o mümin olarak”

Yani “Adil Düzen” yeryüzünde insanların yaşama sorunlarını, ekonomi sorunlarını çözdüğü gibi bunu silah zoruyla, dayatmayla, savcıyla, hapishanelerle değil, güven vererek ve güveni sağlayarak yapacaktır. Devletin görevi hapishaneleri doldurmak değil boşaltmaktır.

Devlet bunu nasıl sağlar?

Önce herkese iş, aş ve eş sağlayarak, çalışmada ve yaşamada hayırda yarışı esas alıp arz ve talep dengesini kurarak sağlar. Sonra da bunu koruyacak adil yargı sistemini, hakemlik sistemini oluşturur ve hakem kararlarına uymayanlara karşı silahlı gücü nöbetleşerek oluşturur. Mümin saldırı unsuru değildir. Asıl olan ekonomik sa’ydır, barış içinde yaşamaktır.

Silahlı güç onu korumak içindir. Silahlı güçle zorlamalar yaparak çalışma ve yaşama olmaz. Bunu iyi kavramak gerekir. Devletin silahlı gücü yaptırıcı değil koruyucudur. Hükmetmez, emretmez, sadece sa’ylerini korur. Arz ve talep kanunlarını korur. Asla müdahale etmez. Fiyatlar koymaz, ücretler koymaz, tam tersine fiyatların, ücretlerin, kuralların serbest olmasını sağlar. O sadece hizmet payı olarak belli vergiyi alır. En az kırkta bir, en çok beşte biri alınabilir. Bu sebepledir ki sıfat olarak veya müessese olarak gelmemiş, hal olarak gelmiştir.

فَأُولَئِكَ

FaEuLAEiKa

“İşte onlar”

İşte onlar yani “Adil Düzen” çalışanları; dünyada devletçi olanları, sömürü sermayesine karşı olanları, Firavun’un karşısında ve Hazreti Musa’nın yanında yer alanları ifade ediyor. “O” demiyor, “Onlar” diyor. Onlar tek topluluk değilseler de harekette birdirler. Aynı hedefe hizmet ediyorlar.

Tüm devletler bugün böyledir.

Tüm büyük dinler, meşru dinler, ilahi dinler böyledir.

Bundan elli sene evvel en büyük kin ve düşmanlık dinler arasında idi.

Bugün bu düşmanlık sona ermiştir.

Artık büyük dinler barış için ve insanlığın saadeti için çaba göstermektedir.

كَانَ سَعْيُهُمْ

KAvNa SaGYuHuM

“Sa’yleri”

Çabaları, amelleri vardır, kesbleri vardır; onu acil ihtiyaçları için yaparlar ama esas çabaları olarak ahiret için yaparlar; topluluk olarak üçüncü binyıl uygarlığı için yaparlar.

Herkes öldükten sonraki hayatı için hazırlık yapar; bazıları ahiretin olmasına tam inanmasa da o ihtiyaten bu hazırlığı yapar.

Burada “sa’yı” denmiyor, “sa’yuhum” deniyor. Yani insanlık bir yerden yönetilmeden, bir merkez idare etmeden, üçüncü binyıl uygarlığı için çalışmaktadır. Obama, Trump, Gorbaçov ve Putin veya şu bu; hep bunun için çalışıyorlar. Türkiye’de de durum budur. Erdoğan ve Bahçeli de anlaşmışlarsa, bunun için anlaştılar.

مَشْكُورًا (19)

MaŞKUvRan

“Meşkûr olarak”

Sa’yleri meşkûr olacaktır.

Yani “Adil Düzen”, Hak düzen, İslam düzeni gelecektir.

Yüz Lojmanlı Apartmanlar kurulacak, Semt Kooperatifleri oluşacak, herkesin işi, aşı, eşi ve evi olacak. Terör olayları bitecek, Cihan Savaşları olmayacak. Bürokrasi ve işçilik sistemleri sona erecek, bunların yerine “Ortaklık Sistemi” olacak.

Herkes bu sözleri beynine yerleştirmeli ve her yerde herkese müjde olarak vermelidir.

كُلًّا نُمِدُّ هَؤُلَاءِ وَهَؤُلَاءِ مِنْ عَطَاءِ رَبِّكَ وَمَا كَانَ عَطَاءُ رَبِّكَ مَحْظُورًا (20)

KulLan NuMidDu HAvEuLAvEi Va HaEuLAvEi MiN GaOAvEi RabBiKa Va MAv KAvNa GaOAvEu RabBıKa MaPJUvRan

“Küllen, bunlara da onlara da Rabbinin a’tası ile imdat ediyoruz. Rabbinin a’tası mahzur bulunmamaktadır.”

Bu ayette önemli kelime mahzurdur, “Rabbinin a’tası mahzur değildir” diyor.

“XJR/HZR” dikenli sarmaşıktır. Ağaçların etrafını çevirir, çıkmak mümkün olmaz. Henüz olgunlaşmamış hurmalara da “Huzr” denir. Gövdesine dikenli sarmaşığı koyarlar. Olgunlaşmadan önce kimse toplamaz. Olgunlaşınca kaldırırlar, artık herkes toplayıp yesin olur.

“Mahzur” demek engellemek, yasaklamak demektir. Bir de Rabbinin a’tâsı ifade edilmektedir, a’ta da vermedir itâ da vermektir. Bölüşmede birisine düşen pay demektir. Yahut bölenin kişilere verdiği parçalara denir. “A’ta” mastar olarak “almak”, “ita” mastar olarak “vermek”, “eta” mastar olarak “gelmek” demektir. “A’ta”, karşılıksız vermek, “ita” ise daha çok karşılığında vermektir. Kişinin çıkarına veriyorsan “a’ta”, çıkar olsun olmasın “ita” kullanılır.

Sülasisi elinde tutmaktır. İfal babına geçince elinde olanı vermek anlamına gelir. Yani kendisine ait olanı başkasına vermektir. ءتي kökünden if’âl babına geçince ise vermektir. Ama kendine ait olup olmama konusu yoktur.

Yani Rabbinin ayırdığı paydır. Onlara da bunlara da Sermaye’ye de Allah kendisi ita etmiştir. Yönetime de O ita etmiştir. Gelecekte halka da O ita edecektir.

Bu gün iki düzen vardır. Artık emekle yani yatırım sonucu elde edilen yapılar ya Sermaye’ye aittir ya da yönetenlere aittir. Halk ise sadece acileye sahiptir. Günde sekiz saat çalışıyorsa yarısıyla kendi günlük ihtiyaçlarını gidermektedir. Yarısı ise vergi olarak yönetime veya tüccara kâr olarak verilmektedir. Onunla yapılaşma sağlanmaktadır. Genellikle bu yapıları iki grup da bölüşür.

Biz şimdi Sermaye ile cidal halindeyiz. Yarın devletlerle de bürokrasi ile de cidal halinde olacağız. Marks bunları tahmin etmiş, sonunda işçiler devleti de yenecek ve komünizm gelecek demişti. Kur’an ise Sermaye’nin ortadan kalkacağını, bürokrasinin de sona ereceğini, bunun yerine halkın hâkim olacağını, komünizmin değil de Kur’an düzeninin, kooperatiflerin, avn yani ortaklık şirketlerinin geleceğini haber vermektedir. Halk hâkimiyeti doğacaktır. İçtihat ve icmalarla amel edilecektir, serbest sözleşmelerle topluluk oluşacaktır.

Allah burada çok açık bir şekilde her iki tarafa da ortada bulunduğunu ve bunu engelleyecek bir şey olmadığını söylüyor.

Şimdi yine temel varsayımlara dönelim. İnsanlık doğu ve batı uygarlıkları diye iki uygarlığa ayrılmaktadır. Doğu uygarlıkları hukukta, batı uygarlıkları teknikte ilerleme kaydederler. İkisi birbirini tamamlarlar. Uygarlıklarda birinden diğerine geçerken sıkıntılar olur. İnkılâbı yapanlar gelir. Doğudakiler yani peygamberler halkı iman ettirerek, onları inandırarak inkılâp yaparlar. Batıda ise bunlar silah zoru ile gerçekleşir. Bu değişmeler bin yılda bir olmaktadır. Şimdi Batı’nın zorlamalı medeniyeti zirvededir, çökmeye başlamıştır. Doğu’nun ikna edici medeniyeti ise dibe vurmuştur, ikna ede ede canlanmaktadır.

Güç ile değil de mağlup iken galip gelmek; işte Hakk’a dayalı düzenlerin sistemi budur. Müslümanlar ile Moğollar savaştılar ve mağlup oldular ama sonunda Moğollar Müslüman oldu. Cermenler ile Latinler savaştılar, Latinler mağlup oldular ama Cermenler Hıristiyan oldu. Allah insanlara Hakk’a dayalı düzeni silahla ve zorla değil, ikna ettirerek kabul ettirmek için silm/barış inkılapçıları hep zor durumda ve yenik durumda olurlar.

Biz başlangıçta Millî Görüşçülere ve Risale-i Nur şakirtlerine bunun için başaramayacaklarını söyledik. Hizmet ettiler ama başaramadılar. Bize zemin hazırladılar. Şimdi sıra “Adil Düzen” için çalışmaya gelmiştir. Yavaş yavaş idrak eder duruma gelmektedirler. Son barutları kalmıştır.

Önce faizli sistemin işe yaramadığını Sermaye’nin kendisi de görmüştür, yeni bir çıkış yolu aramaktadır. Doları Nevada’da (ABD’de) toplamaktadır. Karşılıksız doları altın karşılığına çevirmeyi planlamaktadır. İngiltere’deki Sermaye bunun için Avrupa Birliği’ni dağıtmakta, ABD ile işbirliğinde olmayı istemektedir. Eğer ikisi tövbe eder de “altın dolar”a doları batırmadan geçerlerse, insanlığı bir daha dolandırmaya kalkışmazlarsa, Allah onların bu yolunu açacak a’tasından imdad edecektir. Bunu önleyen hiçbir şey yoktur.

Nitekim Putin de başkan olunca Yahudi Sermayesi’nin temsilcilerini toplamış ve onlardan serbestçe faaliyetlerine devam etmelerini ama siyasete ve yönetime karışmamalarını istemişti. Sonunda ya onlar terk ettiler ya da kovuldular.

İsrail oğulları Hıristiyanlara ve Müslümanlara emanet edilmiş kavimdir. Gerek Tevrat gerekse İncil onları hep korumaktadır. Devletler İsrail devletini Tevrat’ın, İncil’in ve Kur’an’ın istediği şekilde kurmalıdırlar. Sermaye’nin esaretinden kurtarmalıdırlar. Onların dünyada sömürüsüz ticaret yapmalarına izin vermeli ve yardımcı olmalı, ilmî çalışmalarını değerlendirmelidirler. Ama faiz, tekel, sömürü, tahakküm benzeri davranışlarına da zerre kadar müsamaha etmemelidirler.

كُلًّا

KulLan

“Küllen”

“Küllen” hepsi anlamındadır. Aslında ikiye işaret etmektedir. Bununla beraber her biri içinde çok kimseler olduğu için “küllen” kelimesi getirilmiştir.

Her iki grubun özelliği vardır. Her iki grupta adil olanlar vardır, zalim olanlar vardır. Mümin olanlar vardır ama içtihatlarındaki hatalarından dolayı böyle yapmaktadırlar.

Dolayısıyla ahirette kişiler olarak bu grupta olan cennete, o grupta olan cehennemde olacak durumları yoktur. Cehennem de bir işkence yeri değil bir tedavi yeridir, bir iyileştirme yeridir. İnsanın ruhi yapısını tam olarak bilemediğimiz için nasıl yüceleceğini bilemeyiz. Onları var eden Allah onları en iyi bilendir.

نُمِدُّ هَؤُلَاءِ وَهَؤُلَاءِ

NuMidDu HAvEuLAvEi Va HAvEuLAvEi

“Onlara da bunlara da imdat ederiz”

“Meddetmek” uzatmak demektir yahut müddet vermek demektir. Yani zamanda veya mekânda uzunluk anlamına gelmektedir.

Her ikisinin ömürleri vardır. Günü gelince, ömrü dolunca yapılacak bir şey yoktur. Ama günü gelmeden de bir şey yapılamaz. Her düşüncenin, her sistemin ömrü vardır. Kişiler günü geldiğini bilirlerse yerlerini değiştirirlerse kurtulurlar.

Bugün Sermaye ve yönetim sömürüsünün sonu gelmiştir. Artık Kur’an düzeni gelecektir. Bunu idrak edenler yaşamaya devam ederler. Eski sistemde ısrar edenler helâk olma durumundadırlar. Ahirette de cehennemde eğitileceklerdir.

مِنْ عَطَاءِ رَبِّكَ

MiN GaOAvEi RabBiKa

“Rabbinin a’tâsından”

Yani her iki tarafa imkânlar vermekte ve her iki taraf çatışmakta veya yarışmaktadır. Sermaye’nin daha başarılı olması, daha düzgün hâle gelmesi için karşısında devletleri, devletleri de daha adil hâle getirmesi için de Sermayeyi güçlendirmektedir. Bunları birbirleri ile vuruşturarak iki tarafın da gelişmesini sağlamaktadır.

Eskiden Sermaye ile siyaset birleşmiş, Hak dinleri/düzenleri kenara itmiş ve yokluğa mahkûm etmişlerdi. Onlara göre kilise yok olmamış, müminlere kalmıştı. Kapitalizm ve sosyalizm olarak onlar çatışıyordu. Şimdi ise onların adları unutulmaya başlanmış, AK Parti ile Gülen cemaati çatışıyor, onlar yeryüzüne hâkim hale geliyor.

Geçmişte de bu böyle olmuş, savaşlar Hıristiyanlarla Müslümanlar, Katoliklerle Protestanlar, Şiilerle Sünniler arasında olmuştu. Yeryüzüne onlar hâkim olmuş, muhalifleri silinip gitmişlerdi.

Demek ki 15 Temmuz olayı Rabbin a’tâsıdır. Her iki tarafı yücelten bir olaydır. İslâm düşmanlarının devre dışı olmasıdır.

وَمَا كَانَ عَطَاءُ رَبِّكَ

Va MAv KAvNa GaOAvEu RabBıKa

“Ve Rabbinin a’tâsı değildir”

Sana kevseri verdik denmektedir. Tüm insanlığa da zenginlik ve hükümranlık vermiştir. Her biri insanlığın uygarlaşmasında hizmet etmektedir. Bundan önce Batı’ya sanayide uygarlaşma a’tâsını, doğuya da şeriat a’tâsını verdi. Bugün uygarlıkların tam nasıl etkilendiklerini bilemiyoruz. Bin Dil Üniversitesi bu soruların cevabını verecektir.

Bir uygarlık bir başka uygarlığa gittiği zaman sözü aynen götürür veya üretilme şeklini götürür. Dillerdeki akrabalıklar da benzerleri ile bulunur; hangi dil hangi dilin kardeşidir? Önce bunlar tespit edilir.

Örnek olarak Lazlar ile Gürcüler birbirlerinin konuştuklarını anlamazlar. Kelimeleri tahlil ederken akrabalıklarını bilirler. Sonunda her kelimenin soy ağacı vardır. O kelimenin kazandığı manalar ile uygarlıkların birbirine tesirleri bilinecektir.

Burada şu ortaya konacaktır. Her dilin uygarlığa katkısı bulunacaktır. Demek Allah her halka bir görev vermiş ve o görevin yerine gelmesi için de imkânlar vermiştir. Bu imkânlar a’tâdır. Bundan sonra “Rabbike” kelimesi gelmiş, sonra da tekrar edilmiştir. Bütün bunlar Allah’ın rabvet sıfatıdır. Hılkat sıfat gereği değildir. Savaş olmasaydı uygarlaşma da olmazdı. Çağımızın uygarlığı da savaşa dayanmaktadır.

“A’tâu Rabbike” yerine “Hüve” gelebilirdi ama tekrar edilmiştir. İki “a’tâ”nın farklı olması gerekir. Ehli hakkın zaferi diğer a’tâdan farklıdır. Onlara atâ verilmiş ki ehli hakkın a’tâsı ayrılsın. Asıl gaye sanayi midir, hukuk mudur? Asıl gaye eşya değil, insandır. Dolayısıyla sanayi de hukuk içindir. O halde iki a’tâ birbirinden ayrılmalıdır.

مَحْظُورًا (20)

MaXJUvRan

“Mahzur değildir.”

Şeriatın gelmesini kimse engelleyemez.

Yarım bin yıldır, Sermaye şeriatın gelmesini engellemeye çalışmaktadır.

İstanbul’un fethinden sonra İstanbul’daki Bizans âlimleri Roma’ya giderler. Hıristiyanlık yenilmektedir. Avrupa İslâmiyet’in etkisi altındadır. Kendisini bilmek için Hıristiyanlık öncesi Grek ve Romen kültürleri esas alınır. Dinsizlik o tarihten itibaren başlar. Bu dinsizlik modası Osmanlıların yenilmeye başlaması ile başlar. Sermaye İslâmiyet’e saldırısını o derecelere çıkarmıştır. Sovyetlerde ibadetler yasaklanmıştır. Türkiye’de de Arapça öğrenmek yasaklanmıştır. Ne var ki bu engelleme faaliyetlerinde başarılı olamamışlardır, olamayacaklardır.

Sermaye’nin geçici olarak dinlere galip gelmesi o dinlerdeki yaşlılıklarından dolayı bozulmuş olanları yenilemeleri içindir. Şimdi bütün dinler yenilenmektedirler.

Evet, kimse İslâmiyet’in ilahi nurunun tamamlanmasını önleyemeyecektir. 

انْظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَلَلْآخِرَةُ أَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَأَكْبَرُ تَفْضِيلًا (21)

EuNJuR KaYFa FawWaLNAv BaGWaHuM GaLAy BaGWın Va LaeLEAvPiRaTu EaKBaRu DaRaCAvTin Va EKBaRu TaFWIyLan

“Nazar et. Bazılarını bazılarından nasıl tafdil ettik. Ahiret ise derece olarak ekber, tafdil olarak da ekberdir.”

Nazar etmemiz emredilmiştir.

Bir olan ve eşi benzeri olmayan yalnız Tanrı’dır.

Mahlûkat ise çoktur ve hiç birbirine tam olarak benzemez ve eşit değildir. Eğer her şey birbirine eşit olsaydı aralarında bir bağ olmazdı, birbirini tamamlayan bir şey bulunmazdı, manasız bir çokluk olurdu.

Varlıklar farklı yaratılmışlardır. Kâinatın farklı yerlerinde farklı zamanlarda bulunurlar, böylece mahlûkat oluşur. Canlılar da böyledir, bir hücrenin hiçbir tarafı diğer tarafa benzemez. Hücreler de değişik yer, görev ve şekillerde bulunur. Yaratılış böyle ortaya çıkar. 

Mikrop ile kan hücresi aynı olsaydı hayat olur mu idi? Ot ile otlayan aynı olsaydı düzen kurulur mu idi? Güneş ile Yer/Dünya aynı olsaydı biz var olur mu idik?

Demek ki eşitlik iddiası ve adaleti eşitlikte aramak son derece yanlıştır.

Batı dillerinde “adalet” kelimesi yoktur; “adalet” yerine “sosyal eşitlik” kelimesini kullanırlar. Türkçeye ise “sosyal adalet” diye tercüme ediyorlar, oysa adalet zaten sosyaldir.

Bir babanın bir kızı bir oğlu olsa, ikisine aynı elbiseyi alması eşitliktir, kıza kadın erkeğe erkek elbisesi alması adalettir.

Allah adildir. Herkese bir görev vermiş, verdiği göreve göre ona imkân sağlamış ve yaptığı göreve göre de ona derece vermiştir.

Kur’an bize bunlara nazar etmemizi, bunları görmemizi istemektedir. Herkes kendisine verilen görevlere ve imkânlara rıza göstermek zorundadır. Allah bize ne görev vermiş ve bunun için ne imkânlar sağlamış; onlara bakacak ve ona göre hareket edeceğiz.

Sermaye’nin veya bürokratların yaptıklarına karşı bizim ne yapmamız gerektiğini Kur’an’dan öğrenmemiz ve ona göre hareket etmemiz gerekir.

Allah onlara servet verdi, Allah onlara iktidar verdi, onları o işlerde görevlendirdi.

Bize de Kur’an’ı verdi, bizi de “Adil Düzen”i kurmakla görevlendirdi.

Burada “bazınızı bazınıza tafdil etti” demiyor, “bazılarını bazılarına tafdil etti” diyor.

Onlardan kimine iktidar kimine servet verdi. Servette de kimini zengin kimini daha zengin etti. Kimini bekçi kimini vali yaptı. Kimini iktidar kimini muhalif yaptı.

Size ise “Adil Düzen”in inşasını ve tebliğini emretti. Kur’an’ı verdi. Birbirinizden tafdil etmedi. Siz kendiniz kendinizi tafdil ediyorsunuz. Siz kendi derecenizi kendiniz alıyorsunuz. Sizin dereceniz ahirette yüksek olacaktır. Bizim derecelerimiz ve faziletimiz başkalarının geri kalması ile olmayacaktır, bizim hayırdaki yarışmamız ile olacaktır.

Ekonomide para sınırlıdır. Enflasyon yoksa parada artma olmaz. O halde birinin para kazanması ancak başkasının parayı kaybetmesi ile mümkündür. Bu faizdir. Faizli sistemde dereceler birbirinin sırtına binmekle olur. Oysa ticarette para değil mal kazanılır. Mal sonsuzdur, dolayısıyla her ikisi birden yani her iki taraf kazanır, her ikisi derece alır ama birinin derecesi azalmaz.

Burada derecenin büyüklüğünden ve faziletinin büyüklüğünden bahsedilmektedir. “Ve” harfi ile atfedildiğine göre birbirlerinden farklı şeylerdir.

Derece ile tafdil arasında şu fark vardır. Derece bir değerdir, tafdil ise derecenin değişmesidir, yükselmesidir. İnsanların dünyada ve ahirette işgal ettikleri dereceler farklıdır. Bu dereceler statik değildir, devamlı artacaktır. İnsan gittikçe Allah’a yaklaşacaktır ama hiçbir zaman varamayacaktır, sonsuz zaman geçse de varamayacaktır.

Yirminci yüzyıldan önce bu ifadenin manasını bilmek zordu. Yirminci yüzyılda matematikteki türev ve integral işlemlerini öğrendikten sonra bugün bunları biliriz.

Örnek olarak bir kimseye ayda 100 lira harçlık vermeye başlasak, elimizde de iki yüz lira olsa, her ay harçlığı yarıya indirsek, ikinci ayda 50 üçüncü ayda 25 lira versek; iki yüz liramız ne zaman biter? Hiç bitmez; azalır ama bitmez.

Ahirette de dereceler böyle gittikçe artacak ve Allah’a yaklaşılacaktır ama hiçbir zaman varılamayacaktır.

Allah insanların derecelerini devamlı yükseltecektir.

Derecelerinin farklı olması demek, kişilere göre değişik olması demektir.

Tafdilin farklı olması demek, derece kazanmanın da farklı olması demektir.

Müminler arası durum da böyledir.

Demek ki onlarla bizim aramızdaki fark şudur. Bizde başkasının zararına yükselmek yoktur, kendi çabamızla yükselme vardır. Onlarda ise başkalarının zararına yükselme vardır. “Adil Düzen”in diğer düzenlerden farkı budur ve onların hepsinden farklıdır.

Dereceler ekber ve tafdil ekber olarak vasıflandırılmıştır, ekser olarak vasıflandırılmamıştır. Ekser sayıların çoğalmasıdır, ekber ise büyümesidir. Uzamadan farkı uzama sürekli (analog) olduğu halde, ekber sayısaldır (dijital).

انْظُرْ

EuNJuR

“Nazar et”

“Rey” var, “Nazar” var, “Basar” var, “Rasad” var. Bunların dördü de gözle ilgilidir. Türkçede de bakmak, görmek şeklindedir.

“Nazar etmek” bakmak ve olacakları beklemektir, bir müdahalede bulunmamaktır.

“Rey”de ise şoförün araba sürmesi gibi gördüklerine göre müdahalede bulunmaktır.

“Rey” ve “Basar”da gördüklerini değerlendirmedir.

“Basar”da tümünü birden görmedir.

“Rey”de ise bir yeri derinlemesine görmedir.

Allah burada bize nazar edin diyor. Bizim yapacağımız bir şey yoktur. Olacakları olduğu gibi görmedir. Bir tür tümevarımdır. Mükezziblerin akıbetine bakın da bundan sonra ne olacağını görün anlamındadır. Yani karşılaştırmadır. Simetriye nazir denir.

كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ

KaYFa FawWaLNAv BaGWaHuM GaLAy BaGWın

“Bazılarını bazılarına nasıl tafdil ettik”

Yeryüzü yani Dünya bir yarış alanıdır.

Bu yarış ya cihad yoluyla olur, ya da cidal yoluyla olur.

Cidal karşı tarafı yok etme çabasıdır. Onu ortadan kaldırarak veya onu sindirerek, onu yenerek kötülüğünü ve üstünlüğünü yok etmedir.

Cihadda ise karşı tarafı yanına alarak, onu kötülükten vazgeçirerek yarışı kazanmadır.

Cidal çıkar çatışmasına, cihad ise çıkar paralelliğine dayanır. Bize emrolunan cidal değil cihaddır. Cidal yapmak zorunda kalsak bile ahsen ile yapmamız emredilmiştir.

وَلَلْآخِرَةُ أَكْبَرُ دَرَجَاتٍ

Va La eLEAvPiRaTu EaKBaRu DaRaCAvTin

“Ve ahiret derecede daha kebirdir”

Önce cennet ve cehennem arasındaki derece çok büyüktür. Burada cenneti cehennemin bir derecesi olarak görmektedir. Kur’an’da cehennemde halid olacakları, ebedi olacakları hep bildirilmişse de buradaki ifade ile cennet cehennemin üst derecesi olarak gösterilmiştir. Bu takdirde cehennemden cennete geçilebilecektir demektir.

“Derecât” kurallı dişi çoğul olarak getirilmiştir. Derece aynı zamanda görev farkını ifade eder. Yüzbaşının görevi binbaşınınkinden farklıdır demektir.

Bugün bürokraside kıdem alma var, bir de derece alma vardır. Kıdem almada görev değişir, derece almada maaş değişir. Bu ifadeleri bu şekilde anlarsak, kıdem görevi, derece ise fazileti gösterir yani bizim kullandığımızın ters manalarını içerir.

وَأَكْبَرُ تَفْضِيلًا (21)

Va EKBaRu TaFWIyLan

“Ve tafdilen daha büyüktür.”

Bizde ilmî dereceler vardır.

Bunlar başlangıç, temel, ilk, orta, yüksek ve üstün derecelerdir.

Bunlar ilimle kazanılır. İmtihanlarla belirlenir.

Bir de ameli üstünlükler vardır. Yaş ile ve tecrübe ile elde edilir.

لَا تَجْعَلْ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُومًا مَخْذُولًا (22)

LAv TaCGaL MaGa elLAvHı EiLAvHan EAPaRa FaTaGQuDa MaÜMUvMan MaPÜUvLan

“Allah ile beraber ahar ilah ca’letme, yoksa mezmum ve mehzul olarak kuud edersin.”

Bundan önce cehenneme medhur mezmum olarak ca’lolunacaklarını ifade etmiştir.

Burada ise mahzulen denmektedir.

“DXR” ve “PÜL”

“Dahr” tıka basa demektir. Yani kapılı yerde ancak ihtiyacı kadar yerde bırakmadır. Yaşayacak kadar pay vermektir. “Hazl” ise Kur’an’da 3 defa geçmektedir. “Hazn” kelimesi ile eşleşmektedir. “Hazn” 13 defa geçmektedir. Toplam16 etmektedir.

“Mezmum” demek borçlu demektir. Allah’la beraber başka bir ilah ittihaz etmeyecek.

İnsanlık var, devletler var, iller var, bucaklar var ve ocaklar var. Bunlar hep birlikte yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Buradaki halkın biatları ile iktidar oluşacaktır. Doları olan hükmetmeyecek, atomu olan hükmetmeyecek. İnsanlar özgür olacak. Anlaşanlar bir araya gelecek ve semtler oluşturacak, beldeler oluşturacak, medeniyetler oluşturacak. Ekseriyet demokrasisi yerine hicret demokrasisi olacak. Karşılıksız faiz parası kalkacak. Emek karşılığı çıkarılan ve mevcutlar karşılığı olan paralar kullanılacaktır.

Sermaye’yi üstün kabul etmek, başka tanrı edinmektir.

Silahı üstün kabul etmek, başka tanrı edinmektir.

Demek ki “Adil Düzen” çalışanları Sermaye’yi faizden, iktidarı hükmetmekten kurtaracaklardır demektir. Yapılacak olan cidal değil cihaddır.

“Hazl” tek başına dolaşan geyik demektir, borçlu ve kimsesiz hale gelirsin demektir.

Nasıl yapacağız da dünyaya hükmeden Sermaye’yi yeneceğiz, nasıl yapacağız da atom bombası olan bürokratları yeneceğiz?

Hazreti Musa peygamber Firavun’u nasıl yendi?

Çöle sürülen İsrail oğulları sultanları nasıl devirdi?

İşte, biz de onları öyle devireceğiz. Daha doğrusu Allah devirecektir. Biz sadece semt kooperatifleri kuracak, yüz lojmanlı apartmanlara hicret edeceğiz. Allah bizden yalnız bunu istiyor. Bunu yapmayanlar mezmum mahzul olacaklardır.

لَا تَجْعَلْ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ

LAv TaCGaL MaGa elLAvHı EiLAvHan EAPaRa

“Allah’la beraber başka ilah ca’letme”

Bugün Allah’la beraber başka ilahlar vardır. Sermaye’nin doları başka ilahtır. Siyasetin ekseriyeti de başka ilahtır. Ekseriyet kararları ile yaşamak, Allah’la beraber başka tanrı edinmek demektir.

AK Parti iktidar oldu. Yapacağı tek şey vardı; ekseriyet sistemini kaldırmak. Ekseriyetin dışında yirmi beş çeşit karar şekli vardır. Halkın bir yerin etkisi altında kalmadan benzer davranışları ma’şeri karardır. Dil, sanat, teknik ve örf böyle oluşur.

Ortak vekillerin istişareden sonra aldığı ve hakemlerin denetiminde olan kararlar da topluluğun kararıdır. Halkın seçtiği yetkililerin onlar hakkında aldığı kararlar topluluk kararlarıdır. Bir ortaklığa katılma, o ortaklığın sözleşmesini kabul etme demektir. Bir yere girme, o yerin yetkililerine tabi olma ve onlara itaat etme demektir.

İcma var, ittifak var.

İçtihat ve beyan, orta değer, sıralama, ölçme, hesaplama, sözleşme, tabi olma, hakemlik karar şekilleridir.

Devlet başkanını ilmî dayanışma sorumluları sıralama usulü ile seçecekler ve halk komutanlarına biat etmekle ülkenin bütünü tarafından seçilmiş olacaktır. Ambarlara konan mallar karşılığı alınan belgeler bankalara rehin verilecek ve para bunlara karşı çıkacaktır. Halkın iradesi Allah’ın iradesidir. Halkın emeği ile ürettikleri Allah’ın ürettiğidir. Bunların dışındakiler Allah’la beraber başka tanrı edinmedir.

Biz bugün semt kooperatifi kurar ve kooperatifin de ekseriyet sistemini kaldırırız. Kooperatif içinde karşılıksız parayı kaldırırız. Semt kooperatifleri çoğalınca onların anayasası yani ana sözleşmesinin kuralları içinde seçime gireriz.

Biz ekseriyet ile iktidar olunca seçim yasalarını hemen değiştiririz.

1960’larda biz bu tezle ortaya çıktık. Siyasette Millî Görüşçüler, ahlakta Gülenciler bize dayanarak iktidar oldular, zengin oldular, kendilerini tanrı yerine koydular.

فَتَقْعُدَ

FaTaGQuDa

“Kuud edersin”

Oturursun, ayakta bile duramazsın, borçlu mahzul olarak.

Bugün Gülencilerde bu ortaya çıktı; böyle devam eder, tövbe etmez, tanrı gibi hükmetmeye AK Partililer de devam ederlerse, onların sonu da o olacaktır.

Olağanüstü hal (OHAL) uygulamaları budur.

مَذْمُومًا مَخْذُولًا (22)

MaÜMUvMan MaPÜUvLan

“Mezmum ve mahzul olarak”

“Mezmum” borçlu, “mahzul” da yalnız kalmadır.

Ekseriyet sisteminin sonu budur.

AK Parti’nin ve cemaatin yapacağı işler vardır. Kur’an’ın ne dediğini anlamaya çalışmak ve Kur’an’ın dediğini yapmak. Biz daha Akevler’i kurmadan hep bunu iddia ettik. Sonunda zaferin Kur’an’a ait olacağını söyledik. Adım adım Kur’an zaferini ilan etmektedir.

Muhterem Cumhurbaşkanımız bugün çok güçlüdür. Allah ona bu gücü vermiştir. Bunu Allah için kullanmak durumundadır. “Adil Düzen”e sahip çıkmalıdır, Putin’e ve Trump’a anlatmalıdır, tüm dünyaya anlatmalıdır. Akevler’e ortak olup “Adil Düzen” örneğini vermelidirler. Bakınız; Akevler kimseden yardım etmeyi değil, Akevler’e ortak olmalarını istemektedir. Para ile değil, çalışmaları ile ortak olmalıdırlar. Paralarını da koyacaklar ama o paraları bizzat kendileri kullanmalıdırlar.

Bu emir yalnız onlara değildi. 

Önce Mustafa Kamalak ile Temel Karamollaoğlu bunu duymalıdır.

Sonra Millî Görüş’ten ayrılıp AK Parti’yi kurup şimdi de buradan ayrılanlar yani A.Gül, B.Arınç, B.Atalay, C.Çiçek, V.Gönül, A.Aksu, M.A.Şahin ve A.Davutoğlu bu ayete kulak vermelidirler.

Askerler de kulak vermelidirler. Devleti yaşatmada gösterdikleri sabrı şimdi Akevler ortağı olarak göstermelidirler; H.Kıvrıkoğlu, H.Özkök, İ.Başbuğ da Kur’an’ın bu davetine kulak vermelidirler.