1967...1968...1969....AKEVLER 42 YILDIR ÇALIŞIYOR....2007...2008...2009
BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜNYA DÜZENİ 503
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
“ADİL DÜNYA DÜZENİ YENİ BİR MEDENİYET PROJESİDİR.”
Haftalık Seminer Dergisi 28 Mart 2009 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 503. SEMİNER
“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)
“İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;
BELEDİYELER VE BAŞKANLIK
UYGARLIK MERKEZİ TÜRKİYE
VE III. BİN YIL UYGARLIĞI
***
*İŞLETME SEMİNERLERİ; 51. SEMİNER
Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİM, Kısıklı Cad. No: 36 Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL Tel: (0216) 444 36 46
AKEVLER İLMÎ ÇALIŞMALARI VE DÂVET
***
Erbakan ne diyor?
Reşat Nuri EROL
***
Erbakan: Saadet Saadet’tedir…
Kapitalist sistem yerine Adil Düzen…
***
Önce adil ol! (Yani “Adil Düzen” mi?)
***
RA’D SÛRESİ TEFSİRİ - 10
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَفَمَنْ يَعْلَمُ أَنَّمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ أَعْمَى إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ(19)
الَّذِينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللَّهِ وَلَا يَنقُضُونَ الْمِيثَاقَ(20) وَالَّذِينَ يَصِلُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُوءَ الْحِسَابِ(21) وَالَّذِينَ صَبَرُوا ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ أُوْلَئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ(22) جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلَائِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍ(23) سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ(24)
الَّذِينَ (elLaÜIyNa) “Kimseler”
“Ellezîne” ile oluşturulan cümle marifedir. Marifeye sıfat olur. “Ulu’l-Elbab”daki “ulu”, “lub” sahiplerinin sıfatı olur. Öncelik bu mânâdadır. Çünkü bu mânâda olunca sonra gelen “Ülaike Lehüm Ukbe’d-Dar” olmasa da cümle tamamlanır. Daha kısa cümle olarak tamamlanan şık tercih edilir. Bununla beraber kıraate göre her iki mânâ verilebilir. “Bi’s-Seyyieh” deyip durursan bu mânâ verilmiş olur. “Bi’s-Seyyieti” deyip devam edersen ikinci mânâ verilmiş olur. “El-Bâb”da da durup durmama söz konusudur. Bu husus kıraat ilminin konusudur. Kıraat şekillerinin de bilgisayarda işlenmesi gerekir.
“Ellezîne”de hem fail hem de fiil belli demektir. “Ulu’l-Elbâb” belli özelliği taşıyan kimselerdir. Rasihlerdir. Bunlarda aranan hem ilimde rüsuh hem de amelde ittikadır. Bunlar âlim müminlerdir. Allah nasıl peygamberleri seçmiş, onlara özel görev ve makam vermişse, insanlardan bazılarını seçmiş ve onlara ilimde rüsuh vermiştir. Bunlar öğrenmek, yaşamak, tebliğ etmek ve cihat yapmakla yükümlü kimselerdir. Bunlar Kur’an’ı hak olarak bilip tebliğ görevi ile görevli olanlardır.
Bu sûre Hazreti Peygamber’den sonra Kur’an’ın tebliğini yüklenenleri anlatmaktadır. Yalnız Kur’an’ı değil sünneti de içerir. Dört delili içerir. İlimde rüsuhu olmayan mü’minler ilim sahiplerine yardımcı olurlar. Bunların hepsi mü’minleri oluştururlar. Dört mertebedirler.
a) Rasihler, en yüksek mertebede olup dört delille içtihat yapıp çağlarının problemlerini nasıl çözeceklerini dört delile dayanarak ortaya koyarlar. Dayanışma ortaklıklarını oluştururlar. Birlikte çalışırlar. Birer üniversite kurarlar. Fakülteleri olur. Bugün bunlara profesör denmektedir.
b) Fakihler. Bunlar rasihlerin ortaya koydukları fıkha dayanarak projeler yaparlar. Bu projeler uygulanır ve aksaklıklar rasihlere danışılarak giderilir. Bunlara bugün yüksek meslek sahibi diyoruz. Doktor, mühendis, avukat.
c) Zakirler ise bu projeleri okur, usta ve işçilere gösterir, onları eğiterek izin verirler. Bunlar pratisyenlerdir, uygulama mühendisleridir.
d) Âmiller ise zakirlerin izin verdikleri kimselerle çalışarak üretim yaparlar. Yahut yaşarlar. Bunlar da çalışan personeldir, usta başılarıdır.
Siz şimdi bana itiraz edebilir ve dersiniz ki; bunları nerden uydurdun, kafadan atıyorsun. Hayır, kafadan atmıyorum. “Ulu’l-Elbâb”ın marife olması ve “Ellezîne” ile tavsif edilmesi bize bu mânâları vermemizi gerektirir. Kur’an’ın başka âyetlerine dayanarak bu tasnifi yaptım. Burada marife getirmekle onlara işaret ediyor.
يُوفُونَ بِعَهْدِ اللهِ
(YUvFUvNa Bi GaHDi elLAvHi)
“Allah’ın ahdini ifa ederler.”
“ElLeZîNe”den dolayı “İFA” da marifedir. Fail marife olduğu gibi fiil de marifedir.
Neyi ifa edecekler?
Kur’an’ın Allah sözü olduğunu ilmedecekler. Dikkat edilsin, ilmedecekler diyor, iman edecekler demiyor. İlmedecekler diyor. Yani müsbet ilmin desteği ile onun hak olduğunu tesbit edecekler. Yani kitap olarak kaleme aldığımız “Kur’an’ın 250 Mucizesi”ni kavrayacaklar, öğreneceklerdir. Bunu başarmak için bir taraftan Kur’an Arapçası ile Fıkıh ilmini öğrenmeleri gerekir, diğer taraftan Matematik ile müsbet ilimleri öğrenmek gerekiyor. Yoksa Kur’an’ın Allah sözü olduğunu anlamak mümkün değildir.
Yetmez; öğrendiklerini uygulayarak hak olduğunu göstermek gerekir. Marketimizi çalıştırdığımız zaman görevimizi yapmış oluruz.
Bu da yetmez, bundan sonra Kur’an’ın tabiri ile vasl etmek yani çevreye açılmak gerekir. Göstererek insanları hakka davet emek gerekir.
Bu da yetmez. Karşı çıkacaklar, sizi susturmak isteyecekler. Ama siz sabrederek cihada devam edeceksiniz.
İşte peygamberlerin vârisleri bunlardır, Sahabelerin vârisleri bunlardır.
Bizim nesil, 1950’lerin nesli bu işi Akevler’den başlayarak, yapabildiği kadar yaptı. Bizden evvel de Bediüzzaman, Süleyman Tunahan, Mehmet Akif gibi kimseler Türkiye’de; Muhammed İkbal, Mevdudi, Seyyid Kutup gibi zatlar dünyada yaptılar.
Bundan sonra da sizin nesil yeniden oluşuma geçilecektir. Ara nesil vardır. Onlar tab’a neslidir. Onlar bu çalışmaları tamamladılar. Onların yaşları yeni hamle yapmalarına yetmiyor. Bizi size aktarıyorlar ve eksikliklerimizi tamamlıyorlar.
“Ahdillâhi” Allah ile yapılan muahededir. Sülasi fiille getirilmiştir.
Bunun iki mânâsı vardır.
a) Biz mü’minler Allah’la ahitleştik ki, Hazreti Peygamber ve sahabelerin vârisi olarak Kur’an’ı bugünkü sorunları çözecek şekilde beyan edeceğiz ve insanlara anlatacağız. Bu birinci ahittir. Biz Allah’a ahdettik. Allah burada mef’uldür. Arapçada masdar hem malumun hem meçhulün mastarıdır. Tek taraflı olan ise ayrı bâb ile tefrik olunur. Türkçede ise hepsi “an”la yapıldığı için meçhulün de masdarı vardır.
b) İkinci mânâsı ise Allah insanlara ahdetmiştir, insanları karanlık içinde bırakmayacak, nurunu tamamlayacaktır. Bu Allah’ın ahdidir. Allah burada faildir. Biz Allah’ın halifesi olarak bu ahdi yerine getiriyoruz. Ne şerefli bir iş. İnsanlar devlet memuru olmak için uğraşıyorlar. Halbuki Adil Düzen kervanına katılarak bu şerefli görevi yüklenseler ne kadar iyi yaparlar. Unutmayın, peygambersiz bir medeniyeti kurma şerefini, onun nebisi ve sahabeleri olma şerefini Allah bize ihsan etti.
“Allah” kelimesi, Kâinatı var eden ve hakkı Hazreti Muhammed’e inzâl eden, sonra da Sahabelere, Tabiinlere, Tebe-i Tabiinlere beyan ettiren Allah anlamındadır. Biz O’nunla ahitleşmişizdir.
İkinci mânâsı ise topluluktur, insanlıktır. İnsanlığa ahdedilenler yerine getirilecektir.
Bizim nesil sizin nesle “Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI”nı bırakıyor. Siz neler yapacaksınız? Bundaki eksiklikleri tamamlayacaksınız. Onu açıklayacaksınız. Ona Kur’anî deliller bulacaksınız. Müsbet ilimlerle hikmetlerini ortaya koyacaksınız, sonra da uygulayacaksınız. İnsanlığı nura kavuşturacaksınız.
وَلَا يَنقُضُونَ الْمِيثَاقَ(20)
(Va LAv YaNQuDUwNa eLMIyÇAQa)
“Misakı nakzetmezler.”
“Vesk” yüklerin bağlanması için üretilen sicimdir.
“Misak” masdarı mimidir. Veya bağlanmış denktir. Yani dengi oluşturan iptir. Bağlanmamış hâli “vesk” ise, bağlanmış hâli “misak”tır.
“Vav”la atfetmiş ve misakı nakzetmezler demektedir.
Adil Düzen Çalışmasına başlayıp onu bırakmak misakı nakzetmedir.
Akevler Çalışmasına başladığımızda birçok insan bize katılmıştır. Akevler adeta bir staj yeri olmuştur. Adil Düzen Çalışmalarına katılmayı bırakmışlar, onun yerine kendileri İslâm düzenine hizmet etmek istemişlerdir. Çok büyük adımlar atılmıştır. Türkiye’de ve dünyada dine ve İslâm’a karşı direnişler kırılmıştır. Ne var ki şimdi, bizim elimizde onlara arz edeceğimiz bir Adil Düzenimiz yoktur.
En kısa zamanda seferber olup “Adil Düzen”i insanlığa arz etmeliyiz.
a) “Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI” kitabı temel olarak ele alınmalıdır. Yanlışlar düzeltilmeli, eksikler tamamlanmalıdır.
b) “Adil Düzen”in Fıkhi delillerini ortaya koyup ona göre insanlığa arz etmeliyiz.
c) “Adil Düzen”in müsbet ilimlere dayanılarak hikmetleri izah edilmelidir. Yani yararları anlatılmalı, problemleri nasıl çözdüğü ortaya konmalıdır.
d) Örnek uygulama yapılarak insanlığa gösterilmelidir. Göstererek onlar ikna edilmelidir.
Bu arada “Adil Düzen”den vazgeçirmek isteyen kardeşlerimiz olmuştur. Yine bu arada gömleklerini çıkaran kardeşlerimiz de olmuştur. Bunları namaz kılmaya devam ettikleri için bizden sayıyoruz, onları tevbeye davet ediyoruz. Gerek Risale-i Nur Şakirtleri, gerekse Millî Görüşçüler, Akevler çalışmalarını desteklemediler ama aynı gaye ile çalışmalarını sürdürmektedirler. Akevler onlara yukarıda söylediğim dört hamleyi yapmalıdır. Bizim nesil değil, yeni nesil yapmalıdır. Dua ediyoruz ki;
a) “Adil Düzen”in ilmî çalışmalarını Akevler yapsın, örnek uygulamaları göstersin.
b) “Adil Düzen”in dinî çalışmalarını Risaleciler yapsın, tüm dünyaya “Adil Düzen”i götürsün.
c) “Adil Düzen”in siyasî çalışmalarını Millî Görüşçüler yapsın ve tüm dünyaya örnek uygulamalar versin.
d) “Adil Düzen”in ekonomik çalışmalarını da Anadolu Holdingleri yapsın.
Akevler’in bu ilmî çalışmaları yapabilmesi için diğer üç kuruluştan destek gerekmektedir.
1) İstanbul’da en az bin ilim adamı “Adil Düzen”in ilmî çalışmasını yapmalıdır.
2) Bu ilim adamları Akevler Yenibosna Ekolü’nden Arapça ve Matematik öğrenmelidir. Ondan sonra işbölümü yaparak yüz ilimde onar âlim yetiştirmeliyiz.
3) Bunlar İstanbul’daki bin inanmış firmada muhasip ve danışman olarak çalışmalıdırlar. Öğleden evvel dörder saatlerini firmaya ayırmalı, danışmanlık ve muhasiplik yapmalıdırlar.
4) Firmalar bunlara firmalarında bir yardımcı vermeli, onu da yetiştirmelidirler. Maaşlarını oradan almalıdırlar. Maaşlar dolgun olmalıdır.
Bugün “Adil Düzen Çalışmaları”na üç yerde devam ediliyor: Yenibosna, Üsküdar ve Ehabir Grubu. Artık İstanbul’daki tüm İslâmî kuruluşlar davet edilmelidir. Bu kuruluşlar içinde ayrıca Hahamlık, Patriklik ve Katolik temsilcileri, Şii temsilcileri de vardır.
Allah’la yapılan ahit nedir?
Her varlık doğar, gelişir, yaşlanır ve ölür. Kâinat da böyle olacaktır. 14.7 milyar yıl önce bir çekirdek olarak yaratıldı, patladı. Genişledi, olgunlaştı. Yaşlanıyor. Bir gün gelecek ve ölecektir. Bu bugünkü ilimlerle kesin olarak bilinmektedir. Canlılar bir hücre olarak yaratıldı. Çoğaldılar, değiştiler, olgunluk yaşlarında insan meydana geldi. Şimdi yaşlanıyorlar. Bir gün gelecek canlılık inkıraz edecektir. İnsanlık da doğdu, gelişti ve bugünkü seviyeye ulaştılar. Nasıl çocuklar anne babaları tarafından büyütülürlerse, onun gibi insanlık da peygamberler ve filozoflar tarafından büyütüldüler, geliştirildiler. Erginlik çağına gelince artık yeni peygamber gelmiyor, yeni kitap inmiyor. İnsanlar ulaştıkları müsbet ilimlere dayanarak uygarlaşmaya devam edeceklerdir. Tarihte biner yıllık dönemlerle uygarlaştılar.
Bundan bin sene evvel de uygarlık oluştu. Bin yılını doldurdu ve çöktü.
Beşyüz sene önce Batı uygarlığı doğdu, bugün en güçlü durumdadır. Çökmeye başlamıştır. Beşyüz sene sonra çökecektir.
III. Bin Yıl Uygarlığı; beşinci İslâm, ikinci Kur’an uygarlığı olarak doğacaktır. Peygambersiz birinci uygarlık olacaktır. İşte Allah bizimle bu uygarlığı oluşturma ahdinde bulunmuştur. Beşinci İslâm, ikinci Kur’an ve birinci peygambersiz uygarlığı kuracağız. Allah’a söz verdik.
Bu uygarlığı kurma taahhüdünü bundan kırk sene evvel vermiştik. 1960’lara kadar Kur’an’a inananlar pasif durumda idi. 1960’da ise faaliyete geçip partileri, vakıfları, dernekleri, şirketleri kurmağa başladılar. Kendiliğinden bir işbölümü doğdu.
Akevler Çalışanları ilmî çalışmaları yapmaya başladılar.
Risale-i Nur Şakirtleri dinî faaliyetlere başladılar.
Millî Görüşçüler siyasi faaliyetlere giriştiler.
Ekonomik faaliyetleri ise Anadolu Holdingleri yüklendi. Yimpaş ve Kombassan öncülük etti.
Akevler ilmî çalışmalar yapıyor, projeler üretiyor, diğer İslâmî gruplar bunlardan yararlanarak uygulamalara başlıyor. İşte bu Allah’la yapılan ahittir.
İşimiz çok daha geniştir, çok daha büyüktür. İnsanlık Nuh Peygambere kadar kabile yönetimi ile yönetiliyordu. Yazı yoktu. Yazılı şeriat oluşmamıştı. İnsanlar göçebe döneminden şeriat dönemine bir türlü geçmek istemedikleri için Nuh Tufanı olmuştur.
Bugün insanlık tarım döneminden sanayi dönemine geçmektedir. Nuh Nebi’den kalma tarım dönemi hukuku insanları yönetememektedir.
Kur’an Allah’ın sözüdür. Kıyamete kadar insanların sorunlarını çözecektir. Kur’an ve diğer üç delil eskimeyecek, kıyamete kadar delil olarak kalacaktır. Eski âlimlerin ortaya koydukları fıkıh usulü kıyamete kadar devam edecektir. Ancak onlardan yapılan istidlaller çağımızın sorunlarını çözecek durumda değildir. O usulün de geliştirilmesi gerekir.
Birkaç noktaya temas edelim.
Cemi müzekkeri salimin tüzel kişiliği olan toplulukları ifade ettiğini tam olarak söyleyememişlerdir. Kurallı dişi çoğulun dörtlüleri ifade ettiğini tam olarak söyleyememişlerdir. Kur’an’da geçen “Allah’ın hakları” kavramının topluluk hakları olduğunu bilmişlerdir, “resul”ün başkan olduğunu bilmişlerdir; ancak “nebi”nin de âlimler olduğunu söyleyememişlerdir. Böyle yeni kurallar elbette ortaya çıkacaktır. Eski usul değişmeyecektir.
Füruda ise durum farklıdır.
a) Yirminci yüzyıla gelinceye kadar insanlar Ankara’ya 5 günde ulaşabiliyordu. Macellan dünyayı deniz yoluyla ilk defa dolaşmaya çıktığı zaman tekrar Avrupa’ya dönmeye gücü yetmemiş, Filipinler’de ölmüştür. Şimdi ise bir hafta içinde Ay’a gidilebilmektedir. Anakara’ya bir saat içinde ulaşılabiliyor. İşte Sokrat’ın “felsefe” yaptığı dönemle Ebu Hanife’nin “fıkıh” yaptığı dönem böyle bir dönmedi. O zamanki sorunlarla bu zamanki sorunlar arasında dağlar kadar farklar vardır. Kur’an’ın bugünkü sorunları çözmesi gerekir.
b) O zaman Ankara’ya mektup yazan, cevabını birkaç ay sonra alabiliyordu. Başka bir haberleşme imkanları yoktu. Şimdi ise cep telefonlarında haberleşme buluşma samimiyeti içinde olmaktadır. Konuşmada sanki zaman farkı yoktur. Sokrat’ın ve Ebu Hanife’nin ise bu imkanlardan haberleri yoktu.
c) Sokrat ve Ebu Hanife zamanlarında insanlar mum yakmayı zor biliyorlardı. Sokaklarda dolaşacak gaz fenerleri bile yoktu. Sabah ve akşam onların tüm hayatlarını düzenliyordu. Gece ancak ay ışığından yararlanarak bazı işlerini yapabiliyorlardı. Bugün ise evlerin en ücra yerlerini elektrikle aydınlatıyor, sokaklarını ve fabrikalarını gündüz gibi yapıyorlar. Artık çalışma saatlerini gün ışığına göre ayarlamıyoruz. O günün sorunları ile bugünün sorunları tamamen değişmiştir.
d) Hazreti Nuh’tan evvel insanlar yazıyı bilmiyorlardı. Uygarlık yoktu. Yazı ile uygarlık doğdu. Sokrat ve Ebu Hanife zamanında matbaa ve kâğıt bile yoktu. Bugün ise bilgisayar çıkmıştır. Canlılar iki kısma ayrılırlar. Sinir sistemi olanlar ve olmayanlar. Sinir sistemi olanlar hayvanlar, olmayanlar bitkilerdir. Bundan elli sene öncesinde bilgisayar yoktu ve insanlık bitkisel varlıktı. Şimdi ise insan beyninin bile yapamadığı bazı şeyleri yapan bilgisayarlar ortaya çıkmıştır. Birçok programlarla hayatımız bambaşka olmuştur.
Dünya bu kadar evrimleşmiştir. Bu değişme bir asır içinde, hâssaten son elli yıl içinde gerçekleşti. Artık felsefe ekolünün kuran yeni Sokrat’a ve fıkıh ekolünün kuran yeni Ebu Hanife’ye ihtiyaç vardır. Eskiden bu yeni uygarlıkları peygamberler anlatıyordu. Onlar bayrağı kaldırıyordu. Şimdi ise insanlar kendileri Allah’la ahitleşmektedirler. Peygamberlerin yerini âlimler almıştır. Bunun böyle olacağını Allah bildirmiştir.
Bizden evvel gelen muhterem zatlar bu işleri kısmen yaptılar. Türkiye’de Bediüzzaman ve Süleyman Tunahan ekoller kurmuşlardır. Mehmet Akif bunun mücadelesini vermiştir. Mısır’da Kutup kardeşler, Pakistan’da İkbal ve Mevdudi, Suriye’de Hüseyni Cisri böyle bir çalışmaya ihtiyaç olduğunu bildirmiş, değişik sahalarda faaliyet göstermişlerdir.
Bunların hiçbirisi İslâm fıkhı üzerinde çalışıp içtihatlar yapmamıştır. Hayrettin Karaman grubu telfik* cihetine gitmişler, mezhepleri ortadan kaldırma taraftarı olmuşlarsa da, böyle bir iddiada bile bulunamamışlar. Sadece zaruret fetvaları vererek batı uygulamalarını meşrulaştırmakla yetinmişler. [*Telfik: Kumaşın iki kenarını birleştirip dikmek, uydurmak, süslemek, ulaşmak, katılmak, eli boş dönmek. İslâm hukukçuları telfik kelimesini farklı şeyleri birleştirmek anlamında kullanmışlardır. Usul bilginleri ise kelimeyi ictihad ve taklid alanlarında ayrı anlamlarda kullanırlar. Buna göre taklidde telfik, taklid yoluyla bir mesele veya amel üzerinde iki veya daha fazla mezhebin farklı hükümlerini birleştirerek tatbik etmektir. İctihadda telfik ise, bir mesele üzerinde birbirine muhalif iki görüş varken, daha sonra gelen bir müçtehidin bu ikisine uymayan üçüncü bir görüş ortaya atmasıdır. Telfikin her iki şekli de İslâm hukuk ve usul bilginleri arasında geniş tartışmalara neden olmuştur.]
İzmir’de Akevler Ekolü oluşmuştur. Eski Senatör Remzi Güres ve Prof. Dr. Ahmet T. Satoğlu’nun (ilk on yıl Akevler Kooperatifi Başkanı) desteklediği bu ekole katılan arkadaşlar Akevler Kooperatifi’ni kurmuşlardır. Fethullah Gülen, Bediüzzaman’ın izinden bu çalışmalara katılmıştır. Gümüş Motor teşebbüsü/ortaklığı ile giriştiği faaliyetle, Necmettin Erbakan da Akevler’in bu çalışmasını benimsemiştir.
Bizden istenen, Klasik Arapçayı ve Usulü Fıkhı öğrenip günümüzün sorunlarını dört delille çözdürmedir. Bizden istenen neydi? Matematiği ve müsbet ilmin metotlarını öğrenip günün sorunlarını ortaya koymak ve Fıkha çözdürmektir. İşte bizim taahhüdümüz bu idi.
Bizim nesil bu işi başarıyla tamamladı. Biz henüz sorunları çözmüş değiliz. Ama sorunların nasıl çözüleceğini ortaya koyduk. Biz ilmî çalıştık. Kimsenin itiraz edemeyeceği açıklık ve kesinlikle metodu ortaya koyduk.
Fethullah Gülen bu metodu aldı vakıf kurdu, dünyaya İslâmiyet’i duyurdu.
Necmettin Erbakan bu usûlü aldı, parti kurdu. Bugün en yüksek seviyelere ulaştık.
Sermaye sahipleri bizden doğrudan almadılar ama Risale cemaatinden ve Millî Görüş’ten alarak Anadolu’da halk ekonomisini kurdular.
Bu çalışmalara Süleyman Demirel’in, Turgut Özal’ın, Kenan Evren’in de etkin katkıları vardır. Bu çalışmalara tarikatların ve Süleyman Tunahan’ın büyük katkıları vardır.
Elbette yapacaklarımız bitmemiştir. Daha başlangıçta bile değiliz. Yapacak daha çok çok işlerimiz vardır.
***
وَالَّذِينَ (Va elLaÜIyNa) “Ve o kimseler.”
Buradaki “Ve” harfi “Ellezîne Yasılûne”yi “Ellezîne Yufune”ye bağlamaktadır. Yani ahdi ifa edenler başka, emri isal edenler başka kimselerdir. Ahdi ifa edenlere verilen görev, III. Bin Yıl Uygarlığını ortaya koymaktır. Allah’la doğrudan ahit yapanlar bunlardır. Çünkü bunlar peygamberlerin yapmak istediklerini yapacaklardır.
Evet, ilmî çalışma Akevler’in yüklendiği taahhüttür. Bu çalışmalara Necmettin Erbakan da katılmıştır. Birkaç yıl haftada bir veya iki defa bir araya gelir ve “Adil Düzen” üzerinde çalışırdık. Oturumu o yönetirdi. “Adil Düzen” ismi onun yönetimindeki toplantılarda oluşmuştur. Diğer Millî Görüşçülerin katkıları olmamıştır. Erbakan’ın katkıları diğer Adil Düzen Çalışanlarından az değildir. Ancak uygulamada bunlar yeterli değildir.
Uygulama işlerini Millî Görüşçüler ve Risaleciler yaptılar; Akevler’le beraber değil, Akevler dışında yaptılar ve yürüttüler. Akevler destekledi, teşkilatlandırdı ama aralarına katılmadı. Hapislere girmedi.
İşte, birinci “Ellezîne” kelimesi Akevler’i ifade ediyorsa, bu ikinci “Ellezîne” kelimesi Millî Görüşçüleri, Risalecileri, Anadolu holdinglerini ve tarikatları ifade etmektedir.
Şimdi İstanbul Yenibosna’da “Adil Düzenin İkinci Hamlesi” hazırlanmaktadır.
“Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI” ortaya konmuştur. Kırk senelik çalışma sonunda metinlendirilmiştir.
Ne yapılmaktadır, ne yapılmalıdır?
a) Yeni katılan genç arkadaşlarla eksiklikleri tamamlanmalı, yanlışları düzeltilmelidir.
b) Bu Anayasa Fıkıh usulüne uyularak dörtlü sistemde hazırlanmıştır. Sekizyüzlü şeklinde oluşmuştur. Mevcut Anayasa usulüne göre de düzenlenmiştir. Mevcut Anaysa ile karşılaştırılmalıdır.
c) Bu Anayasa son şeklidir. Oysa hiçbir şeye birden geçilemez. Bir Geçiş Anayasası hazırlanmalı, peyderpey olarak uygulamaya konmalıdır. Bu arada diğer din mensupları ile de işbirliği yapılmalıdır.
d) Bu çalışmalar tamamlandıktan sonra bir Adil Düzen Partisi kurulmalıdır. Bu partinin hedefi iktidar olmamalıdır. Bu partinin hedefi Adil Düzen Anayasasını ortaya koyarak diğer partilerle uzlaşmaya gitmektir. O Adil Düzen Anayasası değil, Millî Anayasa olacaktır, Türkiye Anayasası olacaktır. Her ulus kendi anayasasını kendisi hazırlayacaktır. Sosyalizmde, kapitalizmde, nasyonalizmde de Adil Düzen olabilir.
Bu işi başarmamız için Akevler Çalışması dışında bu cemaatler bundan evvelinde olduğu gibi bir çalışma yapacaklardır. “Adil Düzen”i benimseyip dinde, siyasette ve ekonomide faaliyete geçmelidirler. Mevcut cemaatler sonunda ister istemez katılırlar. Biz onlara dayanacağız ama onları beklemeyeceğiz.
يَصِلُونَ (YaÖıLUvNa) “Vasl ederler.”
“Vasl” ile “Fasl” birbirine akraba kelimelerdir. Dirsek ve dizdeki bitişikleri ifade ederler. Mafsallar hem bitişiktir hem de ayrıdır. Tam bitiştirmez, tam da ayırmazlar. “Fasl ayırma cihetinden bakar, “vasl” bitiştirme cihetinden bakar. Somunu cıvataya takma vasldır. Tekerleği arabaya takma vasldır. Lambayı yakma vasldır. Bir makineyi monte etme vasldır.
İşte Allah bize vaslı emretmektedir. Yani her birimiz kendimize düşen işleri ayrı ayrı yapacağız ama sonunda onu toplulukta değerlendireceğiz. Çalışırız, bir şey üretiriz. Bu parçadır. Onu sattığımızda vasletmiş oluruz.
Akevler’in ürettiğini Risaleciler ve Millî Görüşçüler vaslettiler. Topluluğa mâl ettiler. Uygulayarak gösterdiler. Bize şimdi onların yaptıkları eksik ve yanlış gözüküyor ama o gün için ancak o yapılabilirdi. Onları kritik edeceğimize, siz onların eksik bıraktıklarını tamamlayın, siz onların yanlış yaptıklarını düzeltin.
İlim adamlarının ürettikleri halk tarafından benimsenmedikçe bir işe yaramaz. Din adamları çıkacak ve halka anlatarak onlara benimsetecekler.
Aydın’da bağımsız adaylığımı (1969) koyduğum zaman, siyasi baskılar sonunda Gülen Aydın’a geldi. İncirliovalı sakallı Kemal’in evinde bizi desteklememe talimatını verdi. Kemal de bir ekip kurdu, arkamdan ilçe ilçe dolaştı; “Bölmeyin, bunlara oy vermeyin!” diye faaliyet gösterdi. Ama Aydın’daki Risaleciler bana oy verdiler. Kimse F. Gülen’i dinlemedi. Bugün Risaleciler Millî Görüş’ün ikinci takımı olan AK Parti ile bir oldular. Kim kazandı? biz kazandık. Tüm dünyada kurulmuş bulunan okullar bizim okulumuzdur. Uygulamada bazen anlaşmazlık olabilir. Eğer iyi bir şey yapılıyorsa yardımlaşmalıyız.
Akevler İstanbul Grubu Adil Düzen çalışmasına devam etmektedir.
1) Muhasebe programını tamamlıyor...
2) İnternet sitesini ve dergi programını tamamlıyor…
3) Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi ‘örnek’ bir marketi çalıştırma çabasındadır…
4) Helikopter taşımacılığı, örnek bir belediyecilik uygulaması, örnek inşaat çalışması ve örnek ilmî akademi kurma önerileri üzerinde durmaktadır.
Bunları ortaya koyacak ve İstanbul’un Millî Görüşçülerine, İstanbul’un Risalecilerine, İstanbul’un iş adamlarına, İstanbul’un tarikatlarına arz edecektir.
Uygulama onların işi, kâr-zarar da onlara ait olacaktır. Biz bir şey istemiyoruz.
مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ (MAv EaMARa elLAHu BiHi)
“Allah’ın emrettiğini vasl ederler.”
Allah ne emrettiyse onu vaslederler.
Adil Düzen Çalışanları Allah’la ahitleştiler, peygambersiz ilk uygarlıklarını kuracaklardır. Buna söz verdiler. Ortaya konan “Adil Düzen”in gerçekleştirilmesi O’nun emirleridir. Bundan önce ortaya koyduğumuz “Adil Düzen” o gün için ileri adımdı. Şimdi ise yeni bir “Adil Düzen” ortaya koyuyoruz. Aradaki fark, Hıristiyanlıkla Müslümanlık arasındaki fark kadardır, Mekke devri ile Medine devri arasındaki fark kadardır.
Şimdi Medine dönemine geçmiş bulunuyoruz. Medine Anayasası hazırdır. Ensarı bekliyoruz. “Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI” sanayi döneminin ilk anayasasıdır. Medine Anayasası’nın mukabilidir.
Biz Adil Düzen Çalışanları muhacirler olacağız.
Artık sizin de ensar olmanız, ensarı bulmanız gerekmektedir.
Dinî cemaatler oluşturacak ve “Adil Düzen”i yayacaksınız...
Siyasi partileriniz olacak, onlarla “Adil Düzen”i uygulayacaksınız...
İktisadi ortaklıklar kuracak, “Adil Düzen”i uygulayıp göstereceksiniz...
Maddi imkanları bize sağlamayacaksınız. N. Erbakan ve F. Gülen gibi siz çıkıp yapacaksınız. Bizi belki devre dışı bırakacaksınız. Allah bize vereceğini verecektir.
İşte bu emirleri halka ulaştıracak olan sizsiniz. “Adil Düzen”i ilimde değil de amelde yürütenler. Bizim ortaya koyduklarımızı halk anlamaz. Halka biz ulaştıramayız. Bizim yardımımızla siz bunları uygulayacak ve gösterecek hâle koyacaksınız.
Ondan sonra işte “Adil Düzen” budur diyeceksiniz.
Biz Adil Düzen Çalışmalarına başladığımız zaman, en yakın kimseler, tarikat ehli karşı çıktı. Mensuplarına emirler verdiler ve bizden uzak olmalarını istediler. Yüzlerce ortak üye olduktan sonra grup hâlinde kooperatif ortaklığından ayrıldı. Ama bizi zarara sokmadılar, bize sıkıntı vermediler. Şimdi ise artık herkes Adil Düzenci olmuştur.
ABD ve eski Sovyetler bile Adil Düzen taraftarı olmaya başlamıştır. Rusya Devlet Başkanı Putin, İslâm Konferansı Teşkilatı’na katılmak için baş vurdu. Barack Hüseyin Obama, bir Müslüman çocuğu olarak ABD Başkanı oldu ve ilk olarak bize ziyarete geliyor. Papa Sultan Ahmet Camii’ne gelip dua etti.
Allah’a binlerce defa hamd olsun.
Biz bir şey yapmadık ama dua ettik, fiilî dua ettik. Allah duamızı kabul etti. Bize o duayı yaptırdı. Cennetine koyacağına dair müjdesi oldu.
أَنْ يُوصَلَ (EaN YUvÖaLa) “Vaslet emrini isal ederler.”
Burada masdar olarak gelmemişse de “En”le masdar yapılmıştır. Çünkü bu emri Allah yalnız onlara vermiştir. Birinciler “Adil Düzen”i ortaya koymaktadırlar. Bunlar onu halka götürmeye emr olunmuşlardır. Masdar olarak gelseydi emir herkese ait olurdu. Oysa burada emir ikinci “Ellezîne” ile gelmiştir.
Süleyman Akdemir ve Hasan Hacıbektaşoğlu bu işi yapmaya söz verdiler. Bize eskiden beri katkıları olan Gürsoy Erol, Gürsel Kartal, Yaşar Gönül, Hakan Kandal, Reşat Erol, M. Lütfi Hocaoğlu, İzmir’den Ahmet Baykurt, Ankara’dan Ali Erişsen ve Ehabir grubundan Ahmet, grupları ile bu işe katılmaktadırlar. Artık davet işini organize etmelidirler.
وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ (VaYaPŞaVNa RabBaHuM)
“Rablerinden haşyet ederler.”
“Yahşavna” “Yasılune”ye atfedilmiştir. Muzari sigaları getirilmiştir. “Ellezîne Yahşavna” demektir. Aynı kimselerin sıfatı olduğu için “Ellezîne” iade edilmemiştir.
Onlar bu vaslı ne için yaparlar?
Onlar bu vaslı Rab’lerinden haşyet etmekte oldukları için yaparlar.
“Haşyet” saygıdan ve sevgiden doğan korkudur. Darıltmayayım, üzmeyeyim diye endişe duyarsınız, bu haşyettir. Rablerinden haşyet, çünkü Allah Rab sıfatı ile onları görevlendirdi. İnsanlar teknoloji bilgisini zamanla evrimleşerek kendileri elde ediyorlar. Ama hukuk bilgisine kendilerinin akılları ermiyor.
Mezopotamya mabetler şehridir, hukuk şehridir. Oysa Mısır Ehramlar şehridir. Teknoloji diyarıdır. Sonra İbranilerin Tevrat’ı vardır. Yunanlıların ise heykelleri vardır. Hıristiyanların İncil’leri vardır. Romalıların kaleleri vardır, askerleri vardır.
İslâmiyet ile Avrupa da aynıdır. Fıkıhta ve yönetimde İslâm ne kadar ilerideyse, Batı da teknolojide o kadar ileri gitmiştir. Bugün Batı yeni bir hukuk getirmemiştir. Hukukun ana kurallarını ‘insan hakları’ adı altında benimsemeye çalışmış ama başaramamıştır. Avrupa çöküyor. Başka bir şeye gerek yok, nüfusları azalıyor. Dışarıdan gelen nüfus sayesinde yaşama çarelerini bulmaktadır. Batı ekonomik üstünlükle ayaktadır; dünyayı faizle sömürmek suretiyle ayaktadır. Dünya kendisini bu sömürüden kurtardığı gün Avrupa ve Amerika açlıktan ölürler. Hıristiyanlık onların imdadına yetişemeyecektir. Tekrar dine sarılarak bu ülke kurtulacaktır. Yahudiler de Tevrat’a dönmek suretiyle varlıklarını sürdürebilecektir.
Dünya bu sömürüden nasıl kurtulur?
a) Gerçek demokrasiye geçecektir. Ekseriyet sistemini bırakacaktır. Dayanışma ortaklıkları ve yerinden yönetim sistemine geçecektir. İnsanlığı ve kendilerini kandırıyorlar. Ekseriyet demokrasisi aldatmacadır. Merkezi yönetim zulümdür. Artık bu zulümleri sona erecektir.
b) Gerçek lâikliği getireceklerdir. İnsanlar barış içinde gümrüklerin ve vizelerin kalktığı bir dünyaya katılacaklar. Merkezden atanmış hakimlerden oluşan mahkemeler değil, tarafların seçtiği hakemlerden oluşan tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın yargı sistemine geçeceklerdir. Kimse kimseye hükmetmeyecek, herkes kendi inanç ve içtihatları ile yaşayacak.
c) Sömürü tekel düzeni kalkacaktır. Yerine sosyal güvenliğin sağlandığı, aile müessesesinin temel alındığı, zinanın suç sayıldığı, çok evliliğin meşru olduğu bir düzeni benimsemelidir. Allah’ın helal ettiğini helal, haram ettiğini haram saymalıdır. Bugün kadınlar koca bulamadıkları için mağdurdurlar, zulme uğramaktadırlar. Oysa çok evlilik düzeninde kocasız kadın kalmayacağı için zaten normal durumda herkes bir kadınla evlenmiş olur.
d) Ekonomide tekel önlenecek. Bu da faiz yasağı ile sağlanır. Gelir vergisi yerine sermaye vergisi ile sağlanır. Ticaret serbest olacak ama tekel oluşmasına imkan verilmeyecektir. Karşılıksız para aldatmacasına son verilecektir. Demokrasi derler, sahtesini getirip ekseriyet sistemini uygularlar. Liberal derler, faizi meşru kılıp sahte para çıkarırlar. Batı bunlardan vazgeçerse varlığını sürdürür. Yoksa zaten savaşsız Müslümanlar Avrupa’yı istila ediyorlar. Kendi ekseriyet sistemleri içinde boğulup gideceklerdir.
İşte bu kimselerin görevi “Adil Düzen”i dünyaya anlatmaktır.
Geçmişte bu başarıldı.
Millî Selâmet Partisi İzmir milletvekili adayı Turgut Özal iktidar edildi. Batı birinci kademede İslâmiyet’le tanıştı. Erbakan “Adil Düzen”i dünyaya anlattı. Bugün AK Partiler eşleri başörtülü olarak iktidardadırlar. Avrupa Birliği’ne girme bahanesiyle dünya “Adil Düzen”in getirdiklerini yakından gördü.
Eksik olan nedir?
Eksik olan, biz henüz “Adil Düzen”i uygulamada gösteremedik.
İşte, gelin görün bu bin hanelik belde nasıl idare ediliyor diyemedik.
Oysa biz Adil Düzen Çalışanları belde projelerini geliştirmelidirler. Yani bir belediye, on bin hanelik bir belediye nasıl idare edilir, bunu ortaya koymalıdırlar.
Bu seçimden sonra her Adil Düzen Çalışanı bir belediyeyi kendisine çalışma bölgesi seçecek ve Adil Düzen belediyeciliği üzerinde çalışılacaktır. İstanbul’da bin âlim Adil Düzen Çalışmalarına başlamalıdır.
Tayyip Erdoğan, Azmi Ateş, Feyzullah Kıyıklık, Hayrettin’ler (Karaman) anlaşarak “Adil Düzen”in kimlerle mücadele ettiğini belgelemek için rapor yazmışlar ve bu yazılanların bir kısmı onyedi sene sonra Hayrettin Karaman tarafından yayınlanmıştır. Oysa onlar bizden çok daha kolay bu bin ilim adamını İstanbul’da organize edebilirlerdi, bu sayede şimdi “Adil Düzen “çok daha ileri bir yerde olurdu.
İstiklâl Savaşı’nda herkes Mustafa Kemal’in çevresinde toplandı. Onu sevdikleri için değil, savaşı kazanmak için toplandılar.
Tüm vatandaşlar Erbakan’ın etrafında toplanmaları gerekirken, kendi tarikatının yetkilisi bile onu müridi mürted ilan etti! ‘Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız’ sözünü, korka korka da olsa Erdoğan telaffuz ediyor. Bunu başka diyen var mı?
Peki, muasır medeniyetin fevkine nasıl çıkacağız?
“Adil Düzen”le çıkacağız.
Mustafa Kemal’in 1933’te gösterdiği muasır medeniyetin fevkine yani yeni medeniyet kurma hedefinin organizasyonunu 1967’de İzmir’de kurulan Akevler Kooperatifi başlattı. Erbakan’ın katılması ile bugünkü seviyeye geldik.
İşte şimdi “Adil Düzen”i halka götürecek Millî Görüşçülere, Risalecilere, holdinglere ihtiyaç vardır.
Biz Adil Düzenin İkinci Hamlesini yine “Akevler” ismi altında devam ettiriyoruz. İzmir Akevler Ekibi ile birlikte faaliyetteyiz. İsteriz ki Saadet Partisi ve AK Parti bu konuda anlaşsın ve Adil Düzen araştırmalarına katılsınlar. İkinci adımı da onlar atsınlar. Biz istiyoruz ki bu çalışmalarımıza Risaleciler ve tarikatlar da katılsınlar. Ama bunu yapacaklarına ümidimiz çok azdır. Allah ne isterse onu yapar. Bizi ilgilendiren sadece tebliğ ve çalışmadır.
وَيَخَافُونَ سُوءَ الْحِسَابِ(21)
(Va YaPAvFUvNas SUvEa eLXıSAvBı)
“Hesabın suundan havf ediyorlar.”
Bazı ibadetler vardır ki farzı kifayedir. Akevler eğer Adil Düzen İlmî Çalışmalarını yapıyorsa, başkalarının üzerinden bu çalışma farzı sakıt olur. Ama kimse çalışmıyorsa, o zaman bu çalışma herkese farz olur. O halde bu tür çalışmalar yapanları desteklememiz gerekir. Çünkü bizden de farz sakıt oluyor.
Biz Akevler olarak Risalecileri (Bediüzzaman müntesiplerini) bu amaçla destekledik...
Akevler olarak bu amaçla Millî Görüşü destekledik...
Anadolu Holdinglerini destekledik...
Çünkü onlar yapamasaydı bizim yapmamız gerekirdi. Farzı kifaye idi, onlar yaptı, biz de rahatça ilmî çalışmalar yaptık.
Bugün de birbirimizi desteklememiz gerekir.
Bizim Adil Düzen Çalışmamızı bütün ehli hal desteklemelidir. Hıristiyanlar, Yahudiler, solcular, sağcılar, herkes desteklemelidir. Amerika, Rusya, Çin ve Hint desteklemelidir. Çünkü onlara da farzdır. Ama biz Adil Düzen Çalışanları da bu hak yolunda faaliyet gösterenleri desteklemeliyiz. Kur’an’ın teavenû bi’l-birri vettekva…
Farzı kifayenin ikinci kuralı şudur. Farzı kifayedir diye başlayanlar bırakamazlar. Farzı ayın olur. Çünkü başkaları onlar yapıyor diye yapmayabilirler. Bu sebepledir ki Akevler üzerine “Adil Düzen” üzerinde çalışmalara devam etmek artık farzı ayındır. İzmir Akevler de çalışmalara AK Partililerle devam ediyor. Biz İstanbul’da bu çalışmalara devam ederken, İzmir ve Ankaralıların yüklerini de alıyoruz.
Yoksa Allah hepimizi mahveder.
Evet, artık “Adil Düzen”i öğrenmek ve uygulamak işi de böyledir. Millî Görüşçüler ve Risaleciler de devam etmek zorundadırlar. Çünkü kendilerinden başka birileri çıkıp bu görevi yüklenmemiştir. Saadet Partisi ve AK Parti anlaşarak “Adil Düzen” örnek uygulamasını yapmalıdırlar. Risaleciler ile tarikatlar anlaşarak örnek “Adil Düzen” uygulamasını yapmalıdırlar.
Benim başka bir önerim daha vardır.
D(Y)P ve ANAP’lılar birleşip liberal bir Adil Düzeni ortaya koymalıdırlar. Onun örneğini de vermelidirler.
Büyük Birlik Partisi ile Milliyetçi Hareket Partililer birleşip Adil Düzen milliyetçisi bir program getirmelidirler.
CHP’liler ve DTP’liler anlaşıp ortak sosyalist bir Adil Düzen getirmelidirler.
Daha da ileri gidiyorum. Hıristiyanlarla Yahudiler anlaşıp ortak bir Adil Düzeni ortaya koymalıdırlar. Budistler ve Hindular da bunu yapabilirler. Yahudilerle Masonlar da yapabilirler.
İşte, insanlık “Adil Düzen”i ele almalı, uygulamalarla adım adım ona doğru gidilmelidir. ABD krizleri faizleri sıfırlamakla atlattı. Çünkü krizin kaynağı faizdir. 1980’lerde Almanya’da kendileriyle görüştüğümüz Hıristiyan din adamları bize şu haberi verdiler: Biz bugünkü sefaletin sebebinin faiz olduğuna karar verdik. Kilise olarak bununla mücadele edeceğiz. Hattâ karar aldık, biz bu hususta Müslümanlardan yararlanacağız. Bizi bir gün dinlediler. “Adil Düzen” Allah’ın bütün insanlığa ilham ettiği bir düzendir. Bizim sadece katkımız vardır, dua niyetine...
Bundan sonra üçüncü “Ellezîne” gelmektedir. Üçüncü grup insanları anlatacaktır. Yalnız bu “Ellezîne” muzari ile değil mazi ile başlıyor. Halbuki bundan önceki “Ellezîne”ler muzari ile başlıyordu. Dolayısıyla bunlar üçüncü grup değil, ayrı bir gruptur.
Bundan sonra gelecek “Ellezîne” “Men Ya’lamu”ya atıftır. Bilenler ayrı grupta toplanmıştır. Bunlar “Adil Düzen”i ortaya koyanlardır. Allah’la sözleşme yapanlar ve bu sözleşmeye katılanlardır. Başka bir ifade ile “Adil Düzen”i kurmaya çalışanlardır. Onlar iki gruba ayrılırlar. Birileri ilmî çalışma yapar, diğerleri de uygularlar. Ancak bunların hepsi Allah’la sözleşme yapanlardır. İlimleri ile “Adil Düzen”i öğrenenlerdir. Bunlar az kimselerdir. Toplamları yüzde on civarındadır. Ancak bunlar “Adil Düzen”i yalnız kendileri için getirmemektedirler. Bunlar “Adil Düzeni” tüm insanlık için getirmektedirler.
İşte “Adil Düzen”i benimseyen, onu yaşamaya başlayan bir grup insan vardır. Onlar bundan sonra anlatılacaklardır. İki isim cümlesi birbirine bağlanmıştır.
يَصِلُونَ يَخْشَوْنَ يَخَافُونَ يُوصَلَ الَّذِينَ مَا بِهِ اللَّهُ خْشَيَ خَوفُ رَبَّ اللَّهُ
الْحِسَابِ رَبَّهُمْ سُوءَ أَمَرَ وَ و َوَ أَن حِسَابِ سُوءَ وصَلَ أَمَرَ ْ
Âyette dört muzari vardır; dört de diğer kelimeler vardır. Her biri ayrı ayrı gruptandır. Biri harfi tarifli, biri harfi tarifsiz kelimedir. Bir zamire muzaftır. Bir de fiili mazidir. Bu tasnifle fiili muzarinin dilde önemli yer olduğu anlatılıyor. Muştak olmayan kelimeler de sekizdir, toplam 16 etmektedir. Yarısı isim, yarısı harftir. Kök olarak da ele aldığımızda sekiz kelimedir. Haşyet hesap ile Rab ile karşılaşmaktadır. Havf su’ ile ve Allah ile karşılaşmaktadır. Rab vasletmekte, Allah emretmektedir.
Böylece “Adil Düzen”in düzenlenmesi de âyette yer almaktadır.
Rab ile Allah kelimesi, biri Allah’ın yani topluluğun halifesi olarak düzenin çalışmasını içermektedir. Devlet düzeni kuracak ve güvenliği sağlayacaktır.
Burada korku sözkonusudur. Topluluğun hukukuna riayet etmeyenlere cezalar verilmektedir. Devlet demek, ceza veren bir kuruluş demektir. Ama diğer taraftan devlet kişileri eğitmek ve yetiştirmektir. İşte bunlar dayanışma ortaklıkları içinde yapılmaktadır.
Kişiler baliğ oluncaya kadar eğitilmektedir. Ondan sonra kendi iradeleri ile bırakılıp yargıya karşı sorumlu olmaktadırlar.
Haşyet ile hisab.
İnsanlar yalnız cezadan, maddi çıkardan korkmazlar. İnsanlarda iyi olma arzusu vardır. Topluluk tarafından, Allah tarafından beğenilmelerini, sevilmelerini isterler. Bu haşyettir. Haşyetin gayesi hesaptaki alacak bakiyesini artırmaktır. Yalnız herkes daha fazla iyilik yapmak ister. Bu yalnız karşılığını almak için değil, ne yaptığını bilmek içindir.
İşte bizim genel muhasebemiz insanlara bunu sağlayacaktır. Herkes daha dünyada iken ne yaptığını bilecektir, nerde olduğunu bilecektir.
İşte Kur’an üzerinde böyle durulmalıdır.
Hangi kelimeleri birbirine mukabil kullanmıştır?
Acaba mânâ farkları nedir? Bunlar üzerinde durulmalıdır.
Allah kâinatı ikili yarattığı için sistem hep ikili üzerinde oluşmuştur.
Bütün âyetler böyle ikili kelimelerle oluşturulmuştur.
وَالَّذِينَ يَصِلُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُوءَ الْحِسَابِ
E:3 H:3 X:1 P:2 : I:2 Y:4 nY:1 =16
V:4 U:4 B:4 M:3 F:1 =16
N:4 L:6 R:2 A: 4 =16
Ü1 S:2 Ş:1 Ö:2 = 6
Kur’an üzerinde çalışanların ne kadar çok işlerinin olduğu bu tahlilden bir kere daha anlaşılmaktadır.
Boş yere ömür geçirmeyin. Ben hayatımda bir-iki şeyi yapmadığıma pişmanım; o da Kur’an çalışmalarına neden daha önce başlamadım, neden gevşettim?
Sizlere de tavsiye ediyorum: Kur’an çalışmalarına başlayın.
-Tecvit ile Kur’an’ın kıraatini öğrenin.
-Kelime köklerinin mânâlarını ilk konulduğu şekliyle örenin.
-Sarfla köklerden kelimeler üretin.
-Nahiv ile cümle yapısını öğrenin.
-Meani ile Kur’an’ı yorumlamaya başlayın.
-Beyan ile kelimelerin mecazi anlamlarını çözün.
-Bediiyatla yukarıdaki gibi harfleri sayarak icazını bulun.
-Usulü Fıkıhla ilminizi tamamlayın.
Günlük işlerinizden artırdığınız zamanı bu ilimlere harcayın. Düşünün, Allah’ın dilini öğreniyor ve onunla konuşuyorsunuz. Her adımda size yeni şeyler söylüyor. Parmak izini vererek size tanıtıyor.
وَالَّذِينَ صَبَرُوا
ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ
أُوْلَئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ(22)
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلَائِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍ(23)
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ(24)
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-503/ADİL DÜZEN DERSLERİ-333 İstanbul, 28 Mart 2008
BELEDİYELER VE BAŞKANLIK
Şu gerçekleri herkes kabul etmektedir.
a) AK Parti bazı başarılara imza atmıştır. Askerlerle karşı karşıya gelmemiştir. Avrupa’ya Türkiye’yi ve İslâmiyet’i kabul ettirmiştir. Finans ekonomisini çözmüştür. Ekonomiyi krizlere dayanıklı hâle getirmiştir. Buna karşılık işsizliği çözememiştir. Dış borçları çözememiştir. Adil yargı sistemini kuramamıştır. Millî basını oluşturamamıştır. Seçimden sonra bunları çözme gayretine girmesi gerekirken, mefluç halde seçime gitmektedir.
b) Bugün başarısız olan AK Parti’nin alternatifi yoktur. Partiler AK Parti’ye muhalefetle seçimi kazanacaklarını sanıyorlar. AK Parti giderse anarşi gelir. Bunu bilen askerler AK Parti’nin kapatılmasını istememişlerdir.
c) Belediyelerde baraj sorunu yoktur. Halk adaylara oy verebilir. Ne var ki hiçbir parti AK Parti’den daha üstün ve başarılı adayları çıkarmamış, kazanamasın diye adayların ilanını son günlere bırakmışlardır.
d) Tekrar hatırlatıyorum, belediyelerde baraj sorunu yoktur. Belediyelerde mahalli projelere oy verilir. Hiçbir parti proje üretmiş bir aday koymamıştır. Bütün partiler liderlerin nutukları ile seçim kazanma peşindeler...
Bu şartlarda halk kerhen de olsa AK Parti’ye oy verecektir. Halk seçimi ciddiye alır ve eğer tercih sebebi yoksa, eskisine oy verir. AK Parti’nin oyu düşmez, yükselir. Bazı partiler silinir. ANAP ve D(Y)P’den birisi tarihe karışır. Genç Parti tarihe karışır. DSP tarihe karışır. DTP alabilir. CHP ve MHP de alır. Bununla beraber AK Parti’nin oyu yüzde 40’tan aşağı inip Saadet Partisi’nin oyları yüzde 10’dan fazla da olabilir. Bundan Halk Partisi ve MHP yararlanabilirler ama oylarını artıramazlar.
Her halükârda, değişme olursa -gömlek çıkaranları da dahil olmak üzere- Millî Görüş partileri lehine olur. Yani AK Parti ile Saadet Partisi’nin toplam oyu yüzde 50’den yukarı olacak, aşağı olmayacaktır.
Sonra ne olacaktır?
Eğer partiler bu zavallılıklarına devam ederlerse işler kötüye gidecek. Seçmenler gelecek seçimlerde kerhen de olsa AK Parti’ye oy vermeyeceklerdir. Diğer partiler de hiçbir şey getirmezlerse, seçmen onlardan da ümitlerini kesmiş olacaktır. O zaman asker ne yapacak; kendisine dalaletlerden bir çıkış arayacaktır. Bundan dolayı bizim görev olarak “Adil Düzen”i ortaya koymamız, asker ve sivillere çıkış yollarını göstermemiz gerekmektedir.
Bu yeni parti kurmakla olmaz. Çünkü bu takdirde onlar zannedecekler ki bizim onların koltuklarında gözümüz var. Akevler’in siyasetini devam ettirmeliyiz. Siyasetin dışında kalmalıyız. O zaman bağımsız adaylığımızı koyduk. Başarılı olduk. Parti kurduk. Büyük hizmetler yaptık. Ama “Adil Düzen”in gelişmesini de önledik. Şimdi edindiğimiz deneyimlerden yararlanarak daha sistemli çalışmamız gerekmektedir.
a) Adil Düzen Çalışanlarından her biri bir ilçenin belediye başkanlığına kendisini hazırlamalıdır. İlmî çalışmalar başlatıp en az 100 sahifelik bir kitap yazmalıdır. O belediyenin sorunlarının “Adil Düzen”de nasıl çözüleceği ortaya konmalıdır.
b) O belediye ile ilgili kitap/lar halka dağıtılacak, okumaları istenecektir. Bu dağıtımı yapacak teşkilatı kurmalıdır. Bunlar aynı zamanda sandık temsilcileri olacaklardır. Evlere kitaplar verilecek, bir hafta tetkik etmeleri istenecektir. Beğenmişlerse parasını, beğenmemişlerse kitabı geri alacaklardır. Böylece tüm ilçe halkına Adil Düzen İlçe Çözümleri duyurulmuş olacaktır.
c) Belediye 300 ile 1000 nüfuslu semtlere ayrılacak, 3000 ile 10 000 nüfuslu merkezlere ayrılacak, 30 000 ile 100 000 nüfuslu hizmet merkezlerine ayrılacaktır. Bu yerlere köyler dahil edilecek. İleride kurulacak, belediyenin de katılacağı “kooperatifler”in kurucuları belirlenecektir. Onlar kitap hazırlanırken katkıda bulunacaklardır. Onlar halkla istişare ederek görüşlerini adaya getireceklerdir.
d) Aday on civarında kişiden oluşan “İlmî Çalışma Heyeti”ni kuracaktır. Akevler Adil Düzen Çalışmaları Merkezi ile irtibatlı olarak o ilçe için yazacakları kitabı arkadaşları ile istişare edeceklerdir. Çalışma arkadaşları aracılığıyla ilçe halkı ile istişare edeceklerdir.
Bu suretle yaptığımız faaliyet sonunda adayın çalışmalarını kabul eden ve aday da o partinin o işi yapmasına izin verdiğine inanırsa, o partide çalışır. Partilerden bir parti ilgilenmez veya adayın kanaati gelmezse, bağımsız olarak adaylığını koyacaktır. Bir oy alsa bile adaylığını koyacaktır. Bir partiden koysa bile bağımsız aday gibi koyacaktır. “Adil Düzen”de başkan partili olmaz, seçildikten sonra parti ile ilişkisi biter.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-503/ADİL DÜZEN DERSLERİ-333 İstanbul, 28 Mart 2008
UYGARLIK MERKEZİ TÜRKİYE
VE III. BİN YIL UYGARLIĞI
Uygarlık Fırat ve Dicle’nin arasında doğdu. Sümerliler ve Akadlılar aşağı havzada, Babilliler ve Asurlular yukarı havzada, sonra Elamlılar ve Hititler İran ve Anadolu yaylalarında ilk uygarlıkları kurdular. Mısır ve Yunan’dan sonra Bizans Anadolu’nun hakimi oldu. Son bin yıl ise Selçuklu ve Osmanlı hakimiyetindedir.
Türkiye en az 4000 yıldır uygarlık merkezi olmuştur. Mısırlılarla yaptığı savaşta eşitlik içinde anlaşmışlardır.
Türkiye İskitlerden itibaren başlayan uzun tarihî serüveninde Hunlar, Göktürkler, Karahanlılar, Selçuklular ve Osmanlılar olarak da dünya fatihi bir ırkın vârisi olarak dünyanın merkezinde oturuyor.
Türkiye Dört Halife, Emevi, Abbasi yönetiminden sonra, İslâm dünyasının halifeliğini sırtında taşımış bir ülkedir.
Türkiye bugün tüm dünya devletlerinin gözü olduğu bir ülkedir. Dünyada hiç kimse Türklerden başkasının Türkiye’de oturmasını istemez. Bu bakımdan Türkiye dünya dengesinin garantisi bir ülkedir.
Türkiye büyük olmayacak ama kendisini savunamayacak kadar küçük de olmayacak. Türkiye işte tam böyle bir ülkedir. Savunma ordusu olarak dünyanın en güçlü ordusuna sahiptir. Anadolu’yu diğer ülkeler birleşseler bile fethedemezler. Ben buna inanıyorum. Bunu siyaset olsun diye de söylemiyorum. Türk ordusunun bu gücü adil davranmasından doğuyor. Türk askerinin gittiği her yerde ‘kalınız, geliniz’ diyorlar.
Türkiye ile yakın tarihte rekabet hâlinde olan iki süper güç oldu: İngiltere ve Rusya. Bugün onlar sahneden çekildi, sadece ABD süper güç iddiasında. İngiltere artık süper güç olma iddiasında değildir. Rusya henüz bu iddiayı bırakmamıştır. Rusya Türkiye’siz bu işi başaramayacağını bildiği için Gorbaçov’dan sonra Türkiye ile iyi ilişkiler içindedir. Bugün ABD de ‘iki sorumlu devlet’ tabirini kullandı. Yani artık Türkiye’siz dünyada süper güç olma imkanının olmadığını bilmektedir.
Türkiye ile İran aynı statüde iki ülkedir. Bu iki ülke eğer işbirliği içinde olursa, dünya barışına katkıda bulunabilir. Şimdi ABD de bunu görmüştür. Türkiye ile İran’ı savaştırma planları tarih olmuştur. 1 Mart Tezkeresi tarihin kaderini değiştirmiştir. ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama’nın Türkiye yapacağı ziyaretini işte o tezkere gerçekleştirmiştir.
*
Sayın Abdullah Gül’e bu yazımız ulaştırılmalıdır. Belki yararı olabilir.
*
Türkiye, ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama’ya şunları teklif etmelidir.
1) Bugün III. Bin Yıl Uygarlığını kuruyoruz. Bu uygarlık İslâm ve Batı uygarlığının sentezinden doğacaktır. Türkiye bu görevi tarihi gelişme ve coğrafi durumu ile yüklenmiştir. ABD Avrupa Birliği ile birleşirse Hıristiyanlığı ABD temsil edebilir, AB’ye cephe alırsa bu uygarlığı sadece AB ile birlikte kurmuş oluruz, siz uygarlığın muhalifi olarak kalırsınız. Türkiye ve AB ile işbirliği ABD’nin kaderini çizecektir.
2) III. Bin Yıl Uygarlığı demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk uygarlığı olacaktır. Hakemlerden oluşan yargı üstünlüğüne ve barışa dayanacaktır. Silah zoru ile tahakküm kurma tarih olmuştur. Buna yeltenenler mağlup olacaklardır. O halde ABD dünyaya silahla değil, barışla ve Hıristiyanlıkla yaklaşmalıdır. Dört büyük dinin dördüne hak tanınmalıdır. Bunların İbrahimî dinler olduğunu bilmelidir. Amerika saldırma silahları imal ederek yaşayan ülke olmamalıdır. Uygarlığın araçlarını imal etmelidir.
3) III. Bin Yıl Uygarlığı serbest rekabet üzerine dayalı bir ekonomiye sahip olacaktır. ABD bizim yanımızda yer almak istiyorsa tekel ekonomiye son vermelidir. Gümrükler kalkmalı, vizeler kalkmalı, faiz kalkmalı, vakıflar kurulmalıdır. Serbest rekabetin yapamadığı işleri vakıflar yoluyla yapmalıyız. Hizmet yarışı rekabetini getirmeliyiz Karşılıksız para, faiz, aidatlı sigorta sistemleri kalkmalıdır. Sermaye varlığını sürdürmelidir ama tekel olmamalıdır.
4) Birleşmiş Milletler yargı merkezi olmamalıdır, Birleşmiş Milletler araştırmalar yapan ve uygarlaşmayı sağlayan bir merkez olmalıdır. Güvenlik Konseyi kalkmalıdır. Silah zoru ile barışı sağlayamazınız. Lahey Adalet Divanı da kalkmalı, yerine İnsanlık Hakemler Kurulu oluşmalıdır. Demokratik yoldan gelmiş yirmi kadar üst hakemlerden oluşacak mahkemeler dünyanın güvenliğini sağlamalıdır. ABD ve Türkiye orduları o hakemlerin kararlarına uymalıdır. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçmelidir. Baş hakemi hakemler seçmelidir. Bunlardan oluşan Hakem Heyeti savaşılabilir kararı alırsa, o ülkeye isteyen devletler saldırırlar ve orayı ganimet edip ortadan kaldırırlar. III. Bin Yıl Uygarlığının adalet üzerinde kurulabilmesi için bu kurala gerek vardır.
İşte Abdullah Gül’ün “Adil Düzen”in III. Bin Yıl Uygarlığı hakkındaki bu görüşünü aktarması Türkiye’yi de ABD’yi de kurtarır.
Sonuç olarak ABD ile İran arasında arabulucuya değil, hakemlerden oluşan yargıya ihtiyaç vardır. Bu mahkeme İstanbul’da kurulabilir. Hakemler belki de bir Müslüman Türkü baş hakem yapacaklardır. Yahut bir Japonu, bir zenciyi yapabilirler.
Adil Düzen Çalışanları sorunlar karşısında kalınca biz olsak ne yaparız diye düşüneceksiniz ve onu yazılı hâle getireceksiniz. Yarın iş başa düşünce hazırlıklı olmalısınız. Sonunda bizim önerdiğimiz gibi hakemlere gidilebilir. Arabuluculuk ancak hakemliği anlatma biçiminde olabilir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92