Lütfi Hocaoğlu
Mukayeseli Tefsir 9
Nasr Suresi Tefsiri
14.12.2023
589 Okunma, 0 Yorum

 

 

NASR SURESİ

MUKAYESELİ TEFSİRİ

 

 

 

M. Lütfi Hocaoğlu

 

 

 

 

Editör: Tayibet ERZEN

 

 

 

 

 

سورة النصر

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ (1) وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا (2) فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا (3)

 

“Yaşatan, çalıştıran Allah’ın doğa ve sosyal kanunlarıyla;

Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde ve insanları Allah’ın düzenine fevc fevc girerken gördüğünde seni eğitenin değerinin yardımıyla yay ve O’ndan bağışlanma iste. Muhakkak ki O tevbeleri çokça kabul edendir.”

 

Sure Hakkında

Adı

Nasr

Anlamı

Yardım

Sınıfı

Medeni

Nüzul Sırası

114

Sure No

110

Ayet sayısı

3

Kelime sayısı

19

Harf sayısı

76

 

Bu sure iki cümleden oluşmaktadır:

Birinci cümle: إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ

Cevap cümlesi

Şart cümlesi

Ma'tûf
Emir fiil cümlesi

Atıf
harfi

Ma'tûfun aleyh
Emir fiil cümlesi

Fâ-u
cevabiyye

Ma'tûf
Fiil cümlesi

Atıf
harfi

Ma'tûfun aleyh
Fiil cümlesi

Şart
edatı

اسْتَغْفِرْهُ

وَ

سَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ

فَ

رَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا

وَ

جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ

إِذَا

 

İkinci cümle: إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا

Mensuh isim cümlesi

Haberi
Mensuh isim cümlesi

İsmi

İnne

Haberi

İsmi

Kâne

تَوَّابًا

هُوَ

كَانَ

هُ

إِنَّ

 

 

إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ (1)

“Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde”

Şart cümlesi (Fiil cümlesi)

Fâil

Fiil

Şart edatı

Ma'tûf

Atıf harfi

Ma'tûfun aleyh

Muzâfun ileyh

Muzâf

الْفَتْحُ

وَ

اللَّهِ

نَصْرُ

جَاءَ

إِذَا

 

إِذَا

Şart edatıdır. Her zaman gelecek zamanı gösterir. Kendisini takip eden fiil mazi ise gelecek zamanda fiil gerçekleştikten sonrasını, muzari ise fiilin gerçekleştiği sırada şartın gerçekleştiğini ifade eder.

إِذَا ile إِنْ şart edatının farkı vardır. إِذَا’da kesinlik vardır. Şart gerçekleşecektir. إِنْ’de ise kesinlik yoktur. Şart gerçekleşebilir de gerçekleşmeyebilir de.

Şart edatlarının kullanımı:

1.Mekanda şart (الشَّرطُ فِي الْمَكَانِ): حَيْثُ ve أَيْنَ şart edatları ile sağlanır.

2.Eşyada şart (الشَّرطُ فِي الْأَشْيَاءِ): مَا şart edatı ile sağlanır.

3.Nefiste şart (الشَّرطُ فِي الْأَنْفُسِ): مَنْ şart edatı ile sağlanır.

4.Ta’lîk (التَّعْلِيقُ): Alaka kurmak için gelir. Fiili takyîd ederler. Şu şart edatları ile sağlanır:

a.İn (إِنْ): Gelecekte şart ifade eder. Gerçekleşmeme ihtimali gerçekleşme ihtimalinden fazladır.

b.İzâ (إِذَا): Gelecekte şart ifade eder. Gerçekleşme ihtimali gerçekleşmeme ihtimalinden fazladır. Kesine yakındır ya da kesindir.

c.Lev (لَوْ): Geçmişte şart ifade eder. Gerçekleşmemiş bir olay gerçekleşseydi ne olacağını anlatmak içindir.

d.Levla (لَوْلاَ): Geçmişte şart ifade eder. Gerçekleşmiş bir olay gerçekleşmeseydi ne olacağını anlatmak içindir.

جَاءَ

جَاءَ: ‘Geldi’ demektir. Mazi fiildir. إِذَا’dan sonra geldiği için gelecek zamanı ifade eder. جَاءَ fiili أَتَى’dan farklıdır. O da ‘gelmek’ manasındadır ancak جَاءَ’de sadece gelme anlatılmış olur. تَى’da ise geldikten sonraki etkileşim de anlatılmış olur. أَحْمَدُ جَاءَنِي denirse ‘Ahmet bana geldi.’ demektir ama Ahmet’in benimle etkileşimi olup olmadığı belli değildir. Ama أَحْمَدُ أَتَانِي derseniz ‘Ahmet bana geldi.’ demektir ve gelmesinin sebebi olan etkileşim gerçekleşmiştir. Cümlede bu fiilin mef’ûlü yoktur. Gelinen kimse hazf edilmiştir.

 

نَصْرُ

نَصْرُ: ‘Yardım’ demektir.

عَوْن genel işlerde yardım iken نُصْرَة tehlike, sıkıntı, savaş hallerinde kişiyi bu durumlardan kurtarmak için yapılan yardımdır.

وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللَّهُ بِبَدْرٍ وَأَنْتُمْ أَذِلَّةٌ

“Siz zeliller iken Allah size Bedir’de yardım etmişti.” (Ali İmran 3/123)

(Savaşta yardım)

فَقَدْ نَصَرَهُ اللَّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ

“Küfredenler ikinin ikincisi olarak onu çıkardığında Allah ona yardım etmişti.” (Tevbe 9/40)

(Tehlike durumunda yardım)

إِنْ يَنْصُرْكُمُ اللَّهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ

“Allah size yardım ederse size galip gelecek yoktur.” (Ali İmran 3/160)

(Savaşta yardım)

Yardım anlamına gelen diğer kelimeler:

عَوْن

Genel yardım demektir. Orta yaşta olan ineğe ve ata عَوَان denmesi de muhtemelen yardım etme güçlerinin en yüksek olduğu dönemde olmalarındandır. Etimolojik olarak عن kökünden gelmesi en muhtemeldir. ع göz, ن filizlenmiş tohum demektir. Tohumun dışarı çıkmasının gözle görünür olması demekle ortaya çıkanları ifade eder. Ortadaki و süreçle ilgilidir. Gözle görünür olanların bağ kurma sürecinden dolayı güç oluşturmayı ve sonuçta yardımı ifade eder.

İstif’âl bâbına geçmesiyle talep etkisi ortaya çıkmıştır. ‘Yardım istemek’ anlamına gelmiştir.

 

إِمْدَاد

م harfi köklerin başına gelince mekan ve zaman manası kazandırabilir. د ise hareketi ifade eder. İki kök bir araya gelince mekânda ve zamanda uzamayı ifade eder.

Sülasi olarak mekânda ve zamanda uzama iken if’âl bâbında bir şeyi veya şeyleri uzatarak yardım etmektir. İhtiyaç halinde yapılan yardımdır. Yardım olarak uzatılan cümlede بِ harf-i ceri ile geçer.

وَاتَّقُوا الَّذِي أَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَ (132) أَمَدَّكُمْ بِأَنْعَامٍ وَبَنِينَ (133) وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (134)

“Size bildiklerinizle yardım edene sığının. Size yararlı hayvanlarla, oğullarla, bahçelerle ve pınarlarla yardım etti.” (Şuara 26/132-133)

Burada yardım olarak en’âm, oğullar, bahçeler ve pınarlar kullanılmıştır.

 

اسْتِغَاث

إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُمْ بِأَلْفٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ مُرْدِفِينَ

“Hani rabbinizden yardım istediğinizde size ‘Size ard arda bin melek ile yardım edenim’ diye cevap vermişti.” (Enfal 8/9)

Bu ayette yardım isteme istiğase ile olurken yardım etme imdad ile olmaktadır.

غَيْث kuraklık durumunda beklenen yağmur demektir. Susuzluğun zirvesinde su istemek demektir. Buradan istiğase en sıkıntılı anda yardım istemek demektir.

Yukarıdaki ayette savaşı artık kaybetmek neredeyse kesinleşmişken bu en sıkıntılı durumda yardım istenmiştir.

اسْتِصْرَاخ

Şiddetli çığlık demektir. Sesle yardım istemektir.

 

وَدَخَلَ الْمَدِينَةَ عَلَى حِينِ غَفْلَةٍ مِنْ أَهْلِهَا فَوَجَدَ فِيهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِ هَذَا مِنْ شِيعَتِهِ وَهَذَا مِنْ عَدُوِّهِ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذِي مِنْ شِيعَتِهِ عَلَى الَّذِي مِنْ عَدُوِّهِ فَوَكَزَهُ مُوسَى فَقَضَى عَلَيْهِ قَالَ هَذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُبِينٌ (15) قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي فَغَفَرَ لَهُ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (16) قَالَ رَبِّ بِمَا أَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ أَكُونَ ظَهِيرًا لِلْمُجْرِمِينَ (17) فَأَصْبَحَ فِي الْمَدِينَةِ خَائِفًا يَتَرَقَّبُ فَإِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ بِالْأَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُ قَالَ لَهُ مُوسَى إِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُبِينٌ (18)

“Dedi ki ‘Rabbim, gerçek şu ki, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.’. Böylece (Allah) onu bağışladı. Hiç şüphe yok O, bağışlayandır, esirgeyendir. Dedi ki ‘Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu-günahkârlara destekçi olmayacağım.’ Şehirde korku içinde (çevreyi) gözetleyerek sabahladı. Derken, dün kendisinden yardım isteyen kişi, kendisine yardım için bağırıyor. Musa ona dedi ki ‘Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.’”

(Kasas 28/16-18)

Bu ayetlerde Musa’dan yardım isteyen ilk başta istiğase ile yardım istemiştir (15. ayet). Yani kaybetmesi kesin olan bir durumda yardım istemiştir. Ertesi günü anlatan ayette ise “Dün istinsar etti” denmiştir. Bu da tehlike anındaki yardımı ifade etmiştir. Yani hem istiğase hem de istinsar durumu geçerlidir. Sabahki durumdaki yardımı ise isrisrâh ile istemiştir. Sesle yardım istediğini ifade etmektedir.

 

KELİME

KÖK

ANLAM

اسْتِعَانَة

عون

Yardım istemek

اسْتِغَاث

غيث

En kötü durumda, kaybedilmesi kesin olan bir durumda yardım istemek

اسْتِنْصَار

نصر

Tehlike, savaş, kavga sırasında yardım istemek

اسْتِصْرَاخ

صرخ

Sesle yardım istemek

 

GEÇİŞ

MANA

AÇIKLAMA

قَالَ رَبِّ انْصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ

Dedi ki “Rabbim beni yalanlamalarına karşın bana yardım et.”.

(Müminun 23/26)

Nuh Peygamberin Allah’tan yardım istemesi

 

قَالَ رَبِّ انْصُرْنِي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِدِينَ

Dedi ki “Rabbim müfsit kavme karşı bana yardım et.”

(Ankebut 29/30)

Lût Peygamberin Allah’tan yardım istemesi

قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُوا آلِهَتَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ

Dediler ki “Eğer yapabiliyorsanız onu yakın ve ilahlarınıza yardım edin.”. (Enbiya 21/68)

İbrahim Peygamberi ilahlarına yardım için yakmaları söyleniyor.

وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللَّهُ بِبَدْرٍ وَأَنْتُمْ أَذِلَّةٌ

Siz ast haldeyken rabbiniz size Bedir’de yardım etti.

(Ali İmran 3/123)

Bedir’de savaş sırasında yardım

إِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللَّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ

Eğer ona yardım etmezseniz, küfredenler onu çıkarınca Allah ikinin ikincisi olarak ona yardım etmiştir.

(Tevbe 9/40)

Peygamber ve Ebu Bekir mağarada iken Allah’ın yardımı

 

Bu ayetlerde de görüyoruz ki نَصْرُ sıradan işlerdeki yardım değildir. Sıkıntılı durumlarda, düşmana karşı olan durumlarda kuvvetle yapılan yardımdır. عَوْن ise genel yardımdır. Bütün yardımları kapsar.

 

اللَّهِ

اللَّهِ: Allah demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.

Kökün Etimolojisi:

ا harfinin orijinal piktografik yazısı öküz başı olup, bir hayvanın yaptığı işteki güç ve kuvveti temsil eder. Bu piktografik yazı aynı zamanda şef veya diğer liderleri de temsil eder. İki öküz bir pulluğu çekmek için bağlandığında biri diğerine öncülük eder. Bir boyda, kabile veya ailede şef veya baba daha büyük olarak görülür ve diğerlerini lider veya öğretmen olarak boyunduruğu altına alır.

Bu harfin modern ismi Yunancada alfa, Arapçada elif’dir. Bu kökün çeşitli manaları vardır; iki öküz, boyunduruk ve öğretmek. Bu anlamların her biri piktografik yazısı ile ilişkilidir. Alef kökü () ana kök olan ()’in alt kökü olup, güç, kuvvet ve şef manasında olup muhtemelen piktografik yazısının orijinal ismidir.

Çobanın sopasıdır ve otoriteyi temsil eder. Bu iki resmin bir arada olması ‘güçlü otorite’yi temsil eder. Şef veya baba güçlü otoritedir.  Aynı zamanda boyundurukta olan öküz olarak da anlaşılabilir. Birçok yakın doğu kültürü tanrı ’a ibadet eder, sıklıkla ‘el’ olarak telaffuz edilir ve heykel ve oymacılıkta boğa olarak resmedilir.  kelimesi İbrani İncilinde genellikle Allah veya diğer tanrılar için kullanılır.

Buna göre ال Arapçadan önce semitik dillerde tanrı demektir. Arapçada ه harfi eklenerek إِلَه şeklinde kullanılmıştır. Buradaki ه harfinin orijinal piktografisi h, ayakta durmuş iki kolunu yukarı kaldırmış bir adamdır. Modern İbranicede ve orijinal olarak bu harfin adı hey’dir. İbranicede hey, büyük bir görüntüye bakar gibi seyretmek manasına gelir.

ه aynı zamanda nefes almak ve iç çekmek manalarına da gelir, büyük bir görüntüye bakınca iç çekmek gibi. Harfin anlamları; seyretmek, bakmak, nefes almak, iç çekmek, açığa vurmak veya büyük bir görüşe dikkat çekince onu açığa vurma manasında vahiydir(ilham).

Modern İbranicede bu harfin sesi h’dir. Orijinal olarak bu harf sessiz olarak çifttir, eh şeklinde. Yunanlılar bu harfi epsilon olarak kabul ettiler.

Bu harf yaygın olarak the (belirlilik ifade eder) manasında bir ön ek olarak kullanılır, ha’arets yani yer kelimesinde olduğu gibi.

وَ

وَ: Atıf harfidir.

الْفَتْحُ

الْفَتْحُ: ‘Açmak’ demektir. Türkçede ‘fetih’ savaşta kazanmak ve bir yeri almak anlamında kullanılmaktadır.

 

GEÇİŞ

MANA

AÇIKLAMA

رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَأَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِحِينَ (89) وَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِهِ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْبًا إِنَّكُمْ إِذًا لَخَاسِرُونَ (90)

Rabbimiz bizimle kavmimizin arasını hak ile aç. Sen açanların en hayırlısısın. Ve ileri gelenler kavminden kafir olanlara dedi ki “Eğer Şuayb’a uyarsanız, şüphesiz o zaman zarar edenler olursunuz.”.

(Araf 7/9-90)

Burada Şuayb kavmiyle iman edenlerin arasının fethedilmesini Allah’tan istiyor ve Allah’ın fatihlerin en hayırlısı olduğunu söylüyor.

 

وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَا إِلَّا هُوَ

Ve O’nun indindedir gaybın anahtarları ve onu O’ndan başkası bilmez.

 (Enam 6/59)

Gaybın anahtarları (açma araçları) kavramı bu ayette geçiyor.

 

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ وَلَكِنْ كَذَّبُوا فَأَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (96)

Eğer kasaba ehli iman etseler ve sığınsalardı onlara göklerden ve yerden bereketler açardık velakin yalanladılar ve onları yaptıkları sebebiyle aldık (helak ettik).

(Araf 7/96)

Sema ve arzdan bereketlerin açılması.

 

إِنْ تَسْتَفْتِحُوا فَقَدْ جَاءَكُمُ الْفَتْحُ وَإِنْ تَنْتَهُوا فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَإِنْ تَعُودُوا نَعُدْ وَلَنْ تُغْنِيَ عَنْكُمْ فِئَتُكُمْ شَيْئًا وَلَوْ كَثُرَتْ وَأَنَّ اللَّهَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ (19)

Eğer fetih istiyorsanız, size fetih gelmiştir. Eğer son verirseniz o sizin için daha hayırlıdır. Eğer dönerseniz biz de döneriz. Çok olsalar da çocuklarınız size katkı sağlamaz ve Allah müminlerle beraberdir.

(Enfal 8/19)

Fethi istemek ve fethin gelmesi.

 

وَلَمَّا فَتَحُوا مَتَاعَهُمْ وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ إِلَيْهِمْ

Metalarını açtıklarında paralarının onlara geri verildiğini gördüler.

(Yusuf 12/65)

Metaların açılması.

 

وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْ ذَلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَامِي وَخَافَ وَعِيدِ (14) وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ (15)

Sizi onlardan sonra arzda kesinlikle yerleştireceğiz. Bu makamımdan korkanlar ve tehdidimden korkanlar içindir. Fetih istediler ve zorba inatçıların hepsi heba oldu.

(İbrahim 14/14-15)

Resullerin fetih istemesi ve her cabbar inatçının haybeye gitmesi. Burada Nuh kavmi, Semud, Ad ve onlardan sonra gelenler dediği için burada istenen fetih savaşla elde edilen fetih değildir.

 

وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا مِنَ السَّمَاءِ فَظَلُّوا فِيهِ يَعْرُجُونَ (14) لَقَالُوا إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ (15)

Eğer onlara gökten bir kapı açsak ve oradan çıkmaya koyulsalar “Gözlerimiz sarhoş edildi, biz büyülenmiş bir kavim olduk.” derler.

(Hicr 15/14-15

Semadan geçit açılması vardır. Geçidin içinde yükseliyorlar. Bâb kelimesini kapı anlamı karşılamaz. Kapı da bir bâbdır ama tüm bâblar kapı değildir. Bâb geçit demektir. Bir ortamdan ya da bir durumdan başka bir duruma geçmeyi sağlayan yapılar bâbdır.

فَافْتَحْ بَيْنِي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّنِي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (118)

Benimle onların arasını aç ve beni ve müminlerden benimle beraber olanları kurtar.

(Şuara 26/118)

Nuh Peygamber kendisiyle kavminin arasının açılmasını istiyor. Uzaklaştır deseydi birisi gitse de olurdu. Feth yani açma dediği için hem kendisinin hem de kavminin bulunduğu yerden uzaklaşmasını istiyor.

قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَلِيمُ (26)

De ki: Rabbimiz aramızı birleştirir sonra aramızı hak ile açar ve O açandır bilendir.

(Sebe 34/26)

Aranın cem olması demek aranın tam olarak kapanmaması, arada boşluk olması demektir. Aranın fetholması da zaten arada boşluk varken aranın daha da açılması demektir.

 

 

مَا يَفْتَحِ اللَّهُ لِلنَّاسِ مِنْ رَحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَا وَمَا يُمْسِكْ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِنْ بَعْدِهِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (2)

Allah insana rahmetten ne açarsa onu tutacak yoktur. Her ne tutarsa ondan sonra onu salan da yoktur. O azizdir hakimdir.

(Fatır 35/2)

Rahmeti açmak.

 

هَذَا ذِكْرٌ وَإِنَّ لِلْمُتَّقِينَ لَحُسْنَ مَآبٍ (49) جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْأَبْوَابُ (50)

Zikr budur: Muttakilerin varış yeri olan kapıları onlara açılmış Adn cennetleri ne güzeldir.

(Sad 38/50)

Adn’ın açılmış bahçeleri denmektedir. Bu bahçelere geçmek için geçitler olduğu anlaşılmaktadır. Cennetlerde kapılar açık duruyor (ism-i mef’ûl) ve Adn bahçeleri çok sayıdadır (tef’îl bâbı).

 

وَسِيقَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِلَى جَهَنَّمَ زُمَرًا حَتَّى إِذَا جَاءُوهَا فُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَاءَ يَوْمِكُمْ هَذَا قَالُوا بَلَى وَلَكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِرِينَ (71)

Küfredenler cehenneme grup grup sevk edildiler. Oraya geldiklerinde, kapıları açıldı. Oranın yöneticileri onlara dedi ki “Size içinizden rabbinizin ayetlerini size aktaracak ve bu kavuşma gününüz hakkında sizi uyaracak elçiler gelmedi mi?” Onlar “Evet” dedi Velakin azabın kelimesi kafirlere hak oldu.

(Zümer 39/71)

Cehennemde kâfirler için geçitler vardır ve geçitler açılıyor. Burada geçitler kapalıdır ve ilk defa içeri girecekler gelince açılıyor.

 

وَسِيقَ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ إِلَى الْجَنَّةِ زُمَرًا حَتَّى إِذَا جَاءُوهَا وَفُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ (73)

Rablerine ittika edenler cennete grup grup sevk edildiler. Oraya geldiler ve oranın kapıları açıldı. Oranın yöneticileri onlara dedi ki “Selam üzerinize olsun. Hoş geldiniz, oraya kalıcı olarak giriniz.”

(Zümer 39/73)

Cennete de girenler için kapı açılıyor. Burada da ilk defa içeri girecekler için geçitler açılıyor.

 

 

 

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبِينًا (1) لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَقِيمًا (2) وَيَنْصُرَكَ اللَّهُ نَصْرًا عَزِيزًا (3)

Muhakkak ki Allah’ın senin geçmiş ve gelecek suçlarını bağışlaması ve üzerine olan rahmetini tamamlaması ve seni doğru yola iletmesi ve Allah’ın sana öyle bir yardımla yardım etmesi için sana açık bir fetih açtık.

(Fetih 48/1-3)

Burada fetih مُبِينًا sıfatıyladır. Mübin açıklayan (tadiye) veya açık olan (sayruret) demektir. “Senin için açtık” diyor. Açmanın gerekçesi dört adettir: Mağfiret, nimeti tamamlamak, müstakim sırata rehberlik etmek, büyük bir yardımla yardım etmek. Gerekçeler fetihten sonradır. Yani önce açma var, sonra bu dört gerekçe gerçekleşecek. Bu nedenle zafer değildir, sonuca götüren açılmalardır.

لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنْزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا (18) وَمَغَانِمَ كَثِيرَةً يَأْخُذُونَهَا وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا (19)

Ağacın altında sana biat ettiklerinde Allah müminlerden razı oldu, kalplerinde olanı bildi, onlara sakinlik indirdi, onlara yakın bir fetih ve alacakları çokça ganimet isabet ettirdi. Allah azizdir hakimdir.

(Fetih 48/18-19)

Bu ayetlerde fetih yenme, ele geçirme değil, yenmenin sonucunda gerçekleşecek olan durumdur.

 

وَمَا لَكُمْ أَلَّا تُنْفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلِلَّهِ مِيرَاثُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ لَا يَسْتَوِي مِنْكُمْ مَنْ أَنْفَقَ مِنْ قَبْلِ الْفَتْحِ وَقَاتَلَ أُولَئِكَ أَعْظَمُ دَرَجَةً مِنَ الَّذِينَ أَنْفَقُوا مِنْ بَعْدُ وَقَاتَلُوا وَكُلًّا وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَى وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ (10)

Size ne oluyor da göklerin ve yerin mirası Allah’a ait olduğu halde Allah yolunda infak etmiyorsunuz. Sizden fetihten önce infak edenler ve savaşanlar bir olmaz. Onlar derece olarak sonra infak edenlerden ve savaşanlardan daha üstündür. Ve hepsine Allah en iyisini vaat etmiştir ve Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

(Hadid 57/10)

Fetih kapalılık durumundan açılma durumuna geçişi yani açılımı ifade eder. Fetih ile her şey İslam düzenine açık hale geliyor. Fetih işte bu noktadır.

 

 

Allah’ın yardımı ve fethin gelmesi, Allah’ın dinine girmek için olan geçidin açılmasıdır. İnsanlar o geçitten Allah’ın dinine girerler. Düzeni kurmak için yolun açılması, ortamın oluşmasıdır.

 

وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا (2)

“...Ve insanları Allah’ın düzenine fevc fevc girerken gördüğünde…

وَ

وَ: Atıf harfidir. إِذَا’nın muzafun ileyhi olan ilk cümle (جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ) ile ikinci cümleyi (رَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا) birbirine atfeder.

رَأَيْتَ

رَأَيْتَ: ‘Gördün’ demektir ama gözle görmek şartı yoktur. Eğer gözle görme olsaydı أَبْصَرْتَ şeklinde gelirdi.

Rey(رءي) ile basar(بصر) arasındaki farkın bilinmesi gerekir. Basarda beynin oksipital bölgesine göz vasıtasıyla gelen ışık sinyalleri ulaşır ve görme gerçekleşir. Reyde ise görme gözle görmeyi kapsayabileceği gibi göz olmadan da beyinle görme ifade edilir. Bu nedenle rüya kelimesi de bu kökten gelir. Rey kelimesi görüşü de ifade eder. Oy anlamında da kullanılmasının sebebi budur.

 

النَّاسَ

النَّاسَ: İnsanlar demektir. Hangi insanlar? Sonrasından Allah’ın dinine girmemiş olan insanlar olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle harf-i tarifle marifedir.

Kökün Etimolojisi:

Alef (ء) harfinin piktografisi öküz başı olup güç, kuvvet ve zorluğu ifade eder.

Nun (ن) çıkan tohum olup yeni bir nesil fikrini temsil eder. Tohumun toprak altında gizli olması sebebiyle üstü kapalı olmayı ve saklanmayı ifade eder. Bu şekliyle kişinin huyunu temsil eder. Huy tohumun toprak altında gizli olması gibi kişinin içinde gizlidir. Nasıl tohum filizlenip dışarı çıkıyorsa, kişinin huyu da davranışları ile ortaya çıkar. Buna ilaveten devamlılık anlamı içeren bu harf süreklilik, kalıcılık manalarına gelir. Aynı zamanda huy nesilden nesile geçtiğinden dolayı bu harfle ilişkilidir. Bu nedenle ن harfi içeride gizli durup dışarıya çıkma potansiyelini ve dışarıya çıkışı ifade eder.

Sin (س) ‘diş’ demektir. Harfin; diş, keskin ve baskı manaları vardır (bu manalar dişin çiğneme sırasındaki işlevleridir). Aynı zamanda iki, tekrar, her ikisi ve ikinci manaları da vardır. Dişlerin dizili olmasından dolayı diziyi de ifade eder.

Harfleri bir araya getirdiğimizde; ortaya çıkan, kalıcı, güçlü dizi manasında insan türünü ifade eder.

 

 

 

Kur’an’da ءنس kökü ile geçen ve meallerin neredeyse tamamında ‘insan’ olarak çevrilen kelimelerin aralarında farklar olduğu muhakkaktır. Biz bu farkları aşağıda yer alan tabloda göstermeye çalıştık.

 

İsm-i cem-i cins: Kelime hem topluluğu hem de cinsi bildirir. Eğer bu kelime ile ilgili zamir, işaret ismi ya da fiil müzekker ise cinsi, müennes ise topluluğu bildirir. Bu kelimenin sonuna يّ veya ة getirilirse kelimenin müfredi elde edilir. Bu tekil kelime tekrar çoğullaştırılabilir. Şimdi bu kuralı ayetler üzerinden tekrar gözden geçirelim.

 

وَأَنَّا ظَنَنَّا أَنْ لَنْ تَقُولَ الْإِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا

“İnsan ve cin topluluğunun Allah’a yalan söylemeyeceğini zannettik.” (Cin, 72/5)

 

الْإِنْسُ وَالْجِنُّ fâilken cümlenin fiili تَقُولَ şeklinde müennes gelmiştir. Bu ayette bu nedenle insan ve cin cinsini değil, topluluklarını ifade etmektedir.

 

قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ إِنَّـهُمْ كَانُوا خَاسِرِينَ

“Onlardan önce cin ve insan topluluğundan geçenler oldu. Onlar kaybedenler oldular.” (Fussilet, 41/25)

Bu ayette de fiil خَلَتْ şeklinde müennes gelmiş ve cins değil, topluluk olduğunu göstermiştir. Buna ilaveten sonrasındaإِنَّـهُمْ şeklinde gelenهُمْ ise bu kuralın topluluğu gösterdiğinin delilidir.

 

لَمْ يَطْمِثْهُنَّ إِنْسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَانٌّ

“Onlardan önce onlara(kadınlara) ne bir insan ne de cin türü temas etmiştir.” (Rahman, 55/74)

Bu ayette ise يَطْمِثْ müzekker fiili getirilerek bunların topluluk değil tür olduğunu göstermiştir.

 

Bu şekliyle bu kelimenin ism-i cem-i cins olduğu anlaşılmaktadır.

Bu kelime sonuna يّ gelerek müfredleşir. Bu şekliyle إِنْسِيّ ins cinsinden bir varlığın adı olur ve nekre çoğulu da أُنَاس dır. Marife çoğulu aslında الْأُنَاس dır ancak çok kullanılınca hemze düşmüş ve النَّاس şekline dönüşmüştür. Tablo-1’de bunlar gösterilmiştir.

 

 

Camid isim müfred

Camid isim cem

İsm-i cem-i cins

İsm-i cem-i cinsten müfred

İsm-i cem-i cins müfredden cem

Nekre

إِنْسَان

أَنَاسِيّ

إِنْس

إِنْسِيّ

أُنَاس

Marife

الْإِنْسَان

-

الْإِنْس

-

النَّاس

 

إِنْس kelimesi وَحْش kelimesinin zıttı olarak kullanılır. Okun okçuya yakın olan ucuna إِنْس, sivri ucuna ise وَحْش denir. إِنْس insana yakınlıkla ilişkilendirildiği için sosyal insanı ifade eder.

إِنْسَان kelimesi ise insanın türsel özellikleri, yaradılışsal özellikleriyle ilgilidir. Biyolojik insanı ifade eder. Eğer kastedilen Homo Sapiens ise الْإِنْسَان şeklinde gelir. Eğer kastedilen başka bir insan türü ise nekre olarak إِنْسَان şeklinde gelir. Nekre gelişin çoğulu olan أَنَاسِيّ ise biyolojik insan türlerini ifade eder.

 

يَدْخُلُونَ

يَدْخُلُونَ: ‘Girerler’ demektir. Faili cem vâvıdır, insanlara racidir.

Kökün Etimolojisi:

Hhet harfinin anlamı dışarı’dır, piktografisi duvar’dır. Duvarın içerde oturanları dış etkilerden koruması ve ortamı ayırarak farklı bir bölme oluşturması gibi manalara gelmektedir.

Lamed harfi ise çobanın sopası demektir. Yönelme, ona doğru ilerleme, uzama manalarına gelir. Hedefe doğru yönelme manasındadır. Çobanın sopasını iterek veya çekerek koyunları kontrol etmesi, yaklaşma veya uzaklaşma olarak değerlendirilebilir.

Burada خ harfinin duvar, çit manası vardır. ل harfinin ise yönelme manası vardır. Birden fazla parçanın birbirine yönelerek bir çit gibi olması aralarında ise aralığın kalması anlamındadır. Makayisu-l Luga (يتقارب فروعُه، ومرجعُ ذلك إمَّا إلى دِقَّةٍ أو فُرْجة). Bu şekliyle aralığı ifade etmektedir. Hilal ‘aralık’ demektir. Buna ilaveten çitlerin her biri bir insan gibi düşünüldüğünde aralarında sadece küçük bir aralık bulunan kimseler olarak dost anlamındadır.

Burada duvarın oluşması, çoban sopasının ise belli bir yöne yönelme, o yönde güç kullanma etkileri birleşerek birden fazla öğenin duvarı aralarında yarık kalacak şekilde oluşturması durumu vardır.

خل aralık demektir. Başına gelenد sebebi ya da başlangıcı bildirir. د kapı demektir. Giriş noktasını ifade eder. Giriş noktasının aralık kalmasından ‘girmek’ anlamına gelir.

 

فِي

فِي: İçinde, içi demektir. Harf-i cerdir.

دِينِ

دِينِ: Din, düzen demektir. Uyulması gereken kurallar bütünüdür.

Peki ‘düzen’ manası verdiğimiz din kelimesi hangi kelimelere muzaf olarak geliyor?

 

GEÇİŞ

MANA

AÇIKLAMA

أَفَغَيْرَ دِينِ اللَّهِ يَبْغُونَ

Allah’ın dininden gayrısını mı arıyorsunuz?

(Ali İmran 3/83)

Kuran “İslam dini” ifadesini kullanmaz. “Allah’ın dini” ifadesini kullanır. Din olarak İslam ibaresini kullanır.

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْإِسْلَامِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ

Kim din olarak islamdan başkasını ararsa, ondan asla kabul edilmeyecektir.

(Ali İmran 3/85)

Bu ayette de “islam dini” değil “din olarak islam” ifadesi görülmektedir. İslam marife, din nekredir.

مَا كَانَ لِيَأْخُذَ أَخَاهُ فِي دِينِ الْمَلِكِ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ

Allah’ın dilemesi başka, melikin dininde kardeşini alıkoyması olmazdı.

(Yusuf 12/76)

Bu ayette “melikin dini” ifadesi geçiyor. Bu durumda kuralları koyan meliktir.

Allah’ın dini ifadesinde kuralları Allah koyuyor demektir.

وَلَا يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ

Ve hakkın dinini düzen olarak kabul etmediler.

(Tevbe 9/29)

Hak demek; gerçek, geçerli, gerçeklik, geçerlilik demektir. Kurallar gerçekçi ve geçerli olmalıdır. Kime göre geçerli olmalıdır? Allah’a göre geçerli olmalıdır. Allah’a göre geçersiz olan batıldır.

يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ دِينِكُمْ

Küfredenler dininizden ümit kestiler.

(Maide 5/3)

Bu ayette kafirlerin sizin düzeninizden ümidini kestiğini söylüyor.

الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ

Bugün size dininizi tamamladım.

(Maide 5/3)

Buna göre dinin yani kuralların tamamı Allah’ın kuralları olunca tamamlanmış oluyor.

فَاعْبُدِ اللَّهَ مُخْلِصًا لَهُ الدِّينَ

Allah’a onun için dini saflaştıran olarak ibadet et.

(Zümer 39/2)

Din yani kurallar bütünü içinde Allah’a ait olmayan kuralların çıkarılması saflaştırılması demektir. Allah’a ait olup henüz dinin yani kuralların içinde olmayan kuralların eklenmesi de tamamlanması demektir.

Kafirlerin dini demek Allah’ı görmezden gelerek kuralları koyanların düzeni demektir. Bunlar Allah’ı biliyorlar, Alemlerin rabbi olduğunu biliyorlar ama O yokmuş, O “Kuralları benim istediğim gibi koyun.” dememiş gibi kurallar koyuyorlar.

Burada konuşanın dininin “Allah’ın dini” olduğu anlaşılmaktadır.

لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ

Dinde hiçbir zorlama yoktur. (Bakara 2/256)

Bu ayette de hukuk düzeni içinde hiçbir kerh olmadığı söylenmektedir. Allah’ın dininde kimse istemeye istemeye hoşlanmadığı bir şeyi yapmaya zorlanmaz.

 

Sonuç olarak söyleyebiliriz ki; Din kelimesi mana değişikliğine uğramıştır. Günümüzde sosyolojik manada kullanılan din kelimesi ile Kuran’da geçen din kelimesi farklı anlamlardadır.

Günümüzde din kelimesi “inanç” anlamındadır. Hıristiyanlık dini, Yahudilik dini, İslam dini şeklinde kullanılmaktadır. Kuran’da Hıristiyanlık dini ve Yahudilik dini ifadesi geçmediği gibi İslam dini ifadesi de geçmez, “din olarak İslam” ifadesi geçer. Din kelimesi Kuran’da düzen (hukuk düzeni) anlamındadır.

Sözlüklerde de din kelimesi inanç anlamında değildir.

  • Makayisu- Luga (İbn Fâris, ö.1004) bu kelimenin manasının الانقياد والذُّل den geldiğini söylüyor. Yani uysallık ve ast olmak.

(دين)  الدال والياء والنون أصلٌ واحد إليه يرجع فروعُه كلُّها. وهو جنسٌ من الانقياد والذُّل. فالدِّين: الطاعة، يقال دان لـه يَدِين دِيناً، إذا أصْحَبَ وانقاد وطَاعَ. وقومٌ دِينٌ، أي مُطِيعون منقادون. والمَدِينة كأنّها مَفْعلة، سمّيت بذلك لأنّها تقام فيها طاعةُ ذَوِي الأمر.

  • “İnkıyad ve zülden bir cinstir” diyor. Yani uysallık ve ast olmanın bir cinsidir. Din, itaattir. Denilir ki “ona deyn etti, deyn eder ve dinen”. “Arkadaş olduğu, uysal olduğu ve itaat ettiği zaman” denilir.
  • Kavmun dinun ifadesi de “uysallıkla itaat edenler” demektir.
  • Medine, onun içinde emir sahiplerine itaatin kıyam etmesinden dolayı bu şekilde isimlendirilir.

دِين düzen demektir. Talimatlara, emirlere ve kurallara uysallıkla itaat etmek manasındadır. دين kökünden ikinci babdan mastardır. Bu mastar manasından aynı kelime uysallıkla itaat edilen talimatlar, emirler ve kurallar bütünüdür, hukuk düzenidir.

 

Kökün Etimolojisi:

  • د (kapı), ي (el) ve ن (filiz) harflerinden oluşur.
  • د harfinin temel manası kapıdır ancak onunla ilişkili başka birçok anlamı da vardır. İleri ve geri hareket anlamına gelir, çadırdan veya kapıdan içeri girip, geri çıkmak gibi. Bu da harfe “hareket” manası kazandırır.
  • ي harfinin piktografisi bir kol ve eldir. Anlamı; çalışmak, yapmak ve fırlatmaktır, elin işlevlerinde olduğu gibi. Bir nevi “fonksiyon” demektir.
  • ن harfinin antik piktografisi çıkan bir tohum olup yeni bir nesil fikrini temsil eder. Buradan “devamlı” ve “kalıcı” anlamaları da kazanır.

د kapı demektir. İleri geri hareket anlamına gelir. ن tohum demektir. Nesli ifade eder ve ardışıklıkla beraber devamlılığı gösterir. İkisi bir arada دن ardışık şekillerde ileri geri hareketi ifade eder. Bu şekliyle birbirlerine gitme gelmeyi, yaklaşmayı gösterir. Ortaya gelen ي el demektir. Fonksiyonu ifade eder. İleri geri gitme, yaklaşma sürecinin bir fonksiyon olduğunu gösterir. Bu şekliyle üçü bir arada دين “kişiler arasında meydana gelen fonksiyonel hareketler” anlamına gelir. Burada fonksiyon bu hareketlerin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesini sağlayan kurallar bütünüdür. Kişiler arasındaki ilişkilerde uyulması gereken kurallardır. Bu şekliyle din demektir. Kurallara dayanan mal hareketleri, borçlanma da deyn demektir.

 

اللَّهِ

اللَّهِ: Allah demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.

دِينِ اللَّهِ: Allah’ın dini, Allah’ın düzeni demektir. Kuran’da İslam dini ifadesi yoktur, Allah’ın dini ifadesi vardır. Din kelimesi kime izafe edilmişse yani kimin dini ise onun kuralları geçerlidir. Allah’ın dini demek Allah’ın kurallarının geçerli olduğu düzen demektir. Kuran’da Yusuf suresinde ‘melikin dini’ denmektedir. Melikin kurallarının geçerli olduğu düzendir. ‘Kafirlerin dini’ ifadesi de vardır. Kâfirlerin kurallarının geçerli olduğu düzendir. Bunun dışında o düzene mensup olan kimseye de din izafe edilebilir. Benim dinim diyerek mensup olduğunuz düzeni kastedersiniz.

أَفْوَاجًا

أَفْوَاجًا: Fevcler demektir. فَوْج bir mekândan başka bir mekâna birlikte hareket ederek giden insan topluluğu demektir.

Kökün Etimolojisi:

ف ayrılma, ج yürüme demektir. İkisi bir arada ayrılıp yürüme demektir. Ortaya gelen و birleşme demektir, süreci ifade eder. Birleşik bir şekilde ‘bir yerden ayrılıp yürüyenler’ manasındadır.

رَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا: İnsanları Allah’ın dinine fevc fevc giriyor halde gördün demektir.

إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا: “Allah’ın yardımı ve açılış geldiği ve insanları Allah’ın dinine fevc fevc giriyor halde gördüğünde” demektir. Şart cümlesidir. إِذَا ile geldiği için gerçekleşecek demektir.

 

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا (3)

“...Seni eğitenin değerinin yardımıyla yay ve O’ndan bağışlanma iste. Muhakkak ki O tevbeleri çokça kabul edendir.”

فَ

إِذَا şart cümlesinin cevap cümlesinin başına gelen fa-û cevabiyyedir.

Cevâp cümlesinin başına fâ-u cevabiyye (فَ) gelmemesi:

  1. Cevap fiili olumlu muzari ise
  2. Cevap fiili لَا ile olumsuz muzari ise: Muzari fiilin başına gelenلَا muzari fiilin cezm edilmesini engellemez. Bu nedenle şart edatı muzariyi cezm ettiyse başına fâ-u cevabiyye gelmez.
  3. Cevap fiili başında قَدْ bulunmayan mazi fiilse  
  4. Cevap fiili لَمْ ile olumsuz ise

Burada cevap fiili emir fiil olduğu için cevap cümlesinin başında fâ-u cevabiyye (فَ) gelmiştir.

سَبِّحْ

سبح hareket etmek manasına gelse de bu hareket bir ortamdaki harekettir ve yönlerden bağımsızdır. Kur’an’da bu anlamda فَلَك kelimesi ile 2 kez geçmektedir.

Kökün Etimolojisi:

KÖK

BAB

MANA

سبح

Sülasi 3.bab

Hareket etmek, boş olmak (سَبْح)

Yüzmek (سِبَاحَة)

سَبَحَ- يَسْبَحُ

Tef’il Babı

Tesbih etmek (تَسْبِيح)

سَبَّحَ- يُسَبِّحُ

Etimoloji

س : Kesmek, dizi, düzen ب : İçerde olma ح : Hareket etme

Seri şekilde bir şeyin içinde hareket etmek.

Lügat

سبح kökü temelde iki manaya gelir. Biri, bir çeşit ibadettir diğeri ise bir çeşit harekettir. Bu harekette çabayla uzaklaşma vardır. Yüzme manası da vardır. Ancak bu yüzme suya dalmadan su yüzeyinde yüzme manasındadır. Dalarak yüzmek عَوْم demektir. Ayrıca toprağı kazarak veya eşerek ilerleme demektir.

سَوَابِح: Filo atlarına denir. Bu atlar çok hızlı koştuklarından ön ayakları, yüzen adamın ileri atılan kollarına benzetilmiştir.

سَبَحَ فِي الْكَلَامِ : Biri çok konuştu manasına gelir. Buradan yola çıkarak tesbih derken Allah’ı çokça anmak manası tef’il babının da etkisiyle buradan mı geldi diye düşünülebilir.

سُبْحَانَ Kelimesi Kur’an’da Allah’ı tenzih etmek ve bir çok şeyden berî göstermek için kullanılıyor. Buradaki سبح‘nin hızla uzaklaşma manasından yola çıkılarak Allah’ın her şeyden uzak olduğu böylece ta’zim edilmiş olabilir.

سبح kökü İbranicede esir almak yani bir yerde zorla alıkoymak manasındadır. Diğer bir deyişle birini kısıtlı bir mekân içinde harekete zorlamak, daha doğrusu hareketini baskılamak demektir. Burada (İbranicede)س baskı, ب içerde, ح ise hareket demektir. İçerde (sınırlı bir alanda) baskı altında hareket edebilmek demektir.

 

 

 

Sin harfi diziyi ifade eder. Ha harfi hareketi ifade eder. Be harfi içeriyi ifade eder.

Hepsi bir arada bir ortam içinde dizi şeklinde hareketi ifade eder.

تَسْبِيح ise tef’îl bâbıdır. سَبْح bir ortam içinde dizi şeklinde bir hareket iken tesbih ise hareket ettirmedir. Hareket ettirilecek olan nedir?

Tesbih Kur’an’da 3 şekilde geçiyor:

  1. Harf-i cersiz : Mef’ûl doğrudan gelirse yayılın, hakkında bilgi yayılan o mef’ûldür.

 

GEÇİŞ

MANA

AÇIKLAMA

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى

Rabbinin ulu adını tesbih et.

(Ala 87/1)

Rabbinin ismini (doğal ve sosyal kanunlarını) yay. İlmi yaymak da Rabbin ismini tesbihtir.

إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا (8) لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا (9)

Muhakkak ki sana şahit ve müjdeleyici ve uyarıcı gönderdik ki Allah’a ve resulüne iman edin, O’nu destekleyin, saygı gösterin ve tesbih edin.

(Fetih 48/9)

O’nu tesbih demek Allah’ın hakkında bilgiler yaymak, bilgileri iletmek demektir. Bunu sesle, görüntü aktarımıyla, İnternet ile yapmak tesbihtir.

 

وَاجْعَلْ لِي وَزِيرًا مِنْ أَهْلِي (29) هَارُونَ أَخِي (30) اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي (31) وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي (32) كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا (33)

Bana ehlimden bir yardımcı kıl, kardeşim Harun’u. Onunla özrümü kuvvetlendir ve onu işime ortak et ki seni çokça tesbih edelim.

(Taha 20/33)

 

Musa Harun’u vezir olarak istiyor. Gerekçe olarak da seni çok tesbih edelim diyor. Yani iki kişi olursak senin hakkında daha çok bilgiyi yayarız diyor.

 

فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ وَكُلًّا آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُدَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ وَكُنَّا فَاعِلِينَ

Süleyman’a onu ve hepsini kavrattık. Ona hüküm ve ilim verdik. Davut ile beraber tesbih eden dağlara ve kuşlara boyun eğdirdik. Yapanlar biz idik.

(Enbiya 21/79)

Dağlar, kuşlarla beraber sesi tesbih ederler yani yayarlar.

 

إِنَّ الَّذِينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ

Muhakkak ki rabbinin indinde olanlar O’na kulluk etmekle büyüklenmezler ve O’nu tesbih ederler ve O’na secde ederler.

(Araf 7/206)

Rabbe kulluk edenler O’nu yayarlar.

وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا

Sabah ve akşam O’nu tesbih edin. (Ahzab 33/42)

Sabah akşam Allah’ı, O’nun adını yaymamız emrediliyor.

 

  1. لِ ile : Bütün لِ  ile gelen tesbihler Allah için gelir. Allah için tesbih demek Allah istediği için tesbih demektir.

 

GEÇİŞ

MANA

AÇIKLAMA

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَوَاتُ السَّبْعُ وَالْأَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَلَكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

Yedi gök, yer ve onun içinde olanlar O’nu tesbih eder. O’nun hamdi ile tesbih etmeyen bir şey yoktur velakin onların tesbihlerini kavrayamazsınız. Muhakkak ki O yumuşak huyludur, bağışlayandır. (İsra 17/44)

حَمْد “değerin yayılması, bilinmesi, değer verilmesi” anlamındadır. O’nun hamdıyla demek onun değerinin bilinmesiyle, ona değer verilmesiyle tesbih etmek demektir. Her şey tesbihiyle Allah’ın değerini yaymaktadır. Yaydığı her şeyle beraber O’nun da değerini yaymaktadır. Ancak biz her şeyin tesbihini anlamlandıramayız. Bizim ölçemediğimiz, göremediğimiz bir şekilde tesbih etmektedirler. Bir tür dalga yaymaktadırlar. Biz bunu anlamlandıramıyoruz. Allah sübhan olarak bütün tesbihleri bilir ve anlamlandırır. Sübhan olarak Allah her şeyi bilir. Bir yaprağın yere düşmesini bile bilir. Herhangi bir bakterinin, virüsün o anda nerede olduğunu bilir.

فَالَّذِينَ عِنْدَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُمْ لَا يَسْأَمُونَ

Rabbinin indinde olanlar O’nu gece gündüz usanmadan tesbih edenler.

(Fussilet 41/39)

Rabbinin indinde olanların O istediği için gece-gündüz tesbih etmesi

 

سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ

Göklerde ve yerde olanlar Allah’ı tesbih eder.

(Hadid 57/1)

Allah istediği için gökte ve yerde olanlar tesbih eder.

 

فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ

İçinde Allah’ın isminin yükseltilmesine ve anılmasına izin verdiği evlerde O’nu sabah akşam tesbih ederler.

(Nur 24/36)

Evlerin içinde Allah istediği için belli vakitlerde yapılan tesbihten bahsediyor.

 

  1. بِ ile : İstiane manasında ‘yardımıyla’ veya musahabe manasında ‘beraberliğiyle’ demektir.

GEÇİŞ

MANA

AÇIKLAMA

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ

Yüce Rabbinin adıyla tesbih et.

(Hicr 15/98)

Rabbinin ismiyle yani doğal ve sosyal kanunlarını kullanarak tesbih et.

 

وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ وَالْمَلَائِكَةُ مِنْ خِيفَتِهِ

Gök gürültüsü ve melekler O’nun korkusundan dolayı O’nun hamdi ile tesbih eder.

(Rad 13/13)

Gök gürültüsü sesi tesbih eder, ses dalgasını yayar. Hamdiyle yayar, O’nun değerinin bilinmesiyle yayar. حَمْد “değerin yayılması, bilinmesi, değer verilmesi” anlamındadır

وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ

Melekler Rablerinin hamdi ile tesbih eder.

(Şura 42/5)

Melekler de rablerinin değerinin bilinmesiyle tesbih ederler.

 

 

بِ

بِ: Harf-i cerdir. “İle” manasındadır.

حَمْدِ

حَمْد “değerin yayılması, bilinmesi, değer verilmesi” anlamındadır. Rabbinin değer vermesiyle, değer verilmesiyle yay demektir. Buna ilaveten rabbinin değeriyle birlikte yay demektir. Tesbih değer verilmiş şeylerin de bir kısmını dağıtmayı gerektirir.

Kökün Etimolojisi:

م harfi su demektir. Büyüklüğü, toplanmayı, belirsizliği ifade eder. Köklerin başına gelince mekan ve zaman manası kazandırabilir.د ise hareketi ifade eder. İki kök bir araya gelince mekânda ve zamanda uzamayı ifade eder. Başına gelenح “sıcaklık” demektir. Üçü bir aradaحمد “sıcaklık gerekçesiyle yayılma”yı ifade eder. Buradaki sıcaklık soyuttur ve “değer” manasındadır. حَمْد “değerin yayılması, bilinmesi, değer verilmesi” anlamındadır.

رَبِّكَ

رَبِّكَ  “Senin rabbin” demektir. رَبّ  kelimesi, ikinci şahıs eril zamire izafetle gelmiştir. Kökü ربب’dir.

 

Kökün Etimolojisi:

 

Resh (ر) harfi baş ile gösterilir ve başlangıç noktasını ifade eder. Başa dönüşle ‘tekrar’ manasına da gelir.

Bet (ب); ev, çadır, aile aynı zamanda içeride, ile, içerisi, dahilinde demektir.

Bu iki harften oluşan ana kök eski İbranicede ‘artmak, bereketli olmak’ gibi manalara gelmektedir. ب harfinin ‘aile’ manasına da gelmesi, üremeyle ilişkili olarak artış kavramını da izah etmektedir. İçerdeki artış olarak mana verirsek, kişinin bilgisinin artmasıyla eğitilmesi manası oluşabilir.

Diğer bir bakış açısıyla ب içeriyi ifade ederken ر da başı ifade eder. Yani içeride olan baş olarak bir toplulukta baş olarak görülen, sözü dinlenen eğitimciyi ifade eder.

Sure tekil ikinci şahısa hitap ederek başlamakta ve burada da “Senin rabbin” diyerek devam etmektedir. “Sizin rabbiniz/رَبُّكُمْ” dememektedir. “Allah yaptı” dememekte, “Rabbin yaptı” demektedir. Bu da yapılanın terbiye ile ilgili olduğunu, bir süreçle aşamalar içinde gerçekleştiğini göstermektedir.

وَ

وَ: Atıf harfidir.

اسْتَغْفِرْهُ

اسْتَغْفِرْهُ: ‘O’na istiğfar et.’ demektir. İstiğfar bağışlanma istemek demektir.

‘Allah’tan bağışlanma iste.’ demektir. Kim için iste denmektedir? Kim için bağışlanma isteniyorsa لِ  harf-i cerinden sonra o gelir.

Ayetin başından bakılınca ifade Kuran’ı okuyanı ilgilendirmektedir. Okuyan kimse Allah’ın yardımının ve fethin gelmesinden ve Allah’ın dinine insanların fevc fevc gireceği konusunda emin değilmiş, tereddütleri varmış izlenimi oluşmaktadır. Bu izleniminin istiğfar gerektirdiği ve bundan dolayı kendisi için ve bu şekilde düşünenler için istiğfar etmesi gerektiği söylenmektedir.

Bu ayet ilk defa Peygambere geldiğine göre ve o okuduğuna göre o da bu düşünceye zamanında kapılmış demektir. Bize örnek olarak bu düşünceye kapılırsınız ve kapılınca da istiğfar gerektirir denmektedir. Buna göre Allah’ın dini için cihad edenlerde bu düşüncelerin olacağı anlaşılmaktadır. Bu da müminlerin mümin olmayanlardan ayıklanması için gereklidir.

 

أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ نَصْرَ اللَّهِ قَرِيبٌ

“Yoksa sizden önce gelip geçenlerin benzeri size gelmeden cennete gireceğinizi mi hesap ettiniz? Onlara zorluk ve darlık isabet etti ve resul ve onunla beraber olan iman edenler ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ deyinceye kadar sarsıldılar. Bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara 2/216)

Bu ayette Peygamber ve iman edenlerin “Allah’ın yardımı ne zaman?” demeleri bu düşünceye kapıldıklarını göstermektedir. نَصْرَ اللَّهِ tekrar edilmiş, zamir dönmemiştir. Onların bekledikleri Allah’ın yardımı ile gelecek olan Allah’ın yardımı farklıdır. Buna göre iman edenlere Allah’ın yardımı bekledikleri şekilde değil beklemedikleri şekilde gelecektir. Beklediklerinden tamamen farklı şekilde olmak zorunda değildir. Onu kapsayabilir, onunla kesişebilir ama tıpa tıp beklenen şekilde gelmez.

Bu düşünceye kapıldıklarından dolayı istiğfar etmeleri istenmiştir.

Mağfiret, bağışlama/bağışlanma demektir. Şimdi Kuran’da bu manaya yakın olan kökleri inceleyelim. Bunlar غفر ve عفو‘dir.

غفر

فر ‘kaçmak’ demektir. Başına gelen غ ‘üstünü örtmek’ demektir. Üstünü örterek görmemek manasındadır. Orada olduğunu biliyorsun ama üstü örtülü olduğu için görmüyorsun. Başına ك gelirse (كفر) ‘küfür’ olur. ك ‘avuç’ demektir. Avuçla üstüne bastırarak kapatma manasına gelir. Kapatma ile görmemek demektir. ‘Görmezden gelme’ demektir. İki kök birbirine akrabadır.

عفو

‘Af’ demektir. Fazlalığı atmaktan ileri gelir.

Mağfirette suç kayıtta kalır, sicilde görünür ama ceza verilmez. Afda ise sicilde de görünmez ceza da almaz.

 

إِنَّهُ

إِنَّ: Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. Te’kîd için gelir.

هُ: O demektir. Zamirdir. Allah’a racidir.

كَانَ

كَانَ: Nakıs fiildir. “-dır”, “-idi”, “oldu” anlamlarına gelmektedir.

 تَوَّابًا

تَوَّابًا: Mübalağalı ism-i fâildir. فَعَّال kalıbındandır. توب kökü iki manayı birden harf-i cer vasıtasıyla içerir. Eğer sonrasında إِلَى gelirse ‘tevbe etmek’ anlamına gelirken عَلَى gelirse ‘tevbeyi kabul etmek’ anlamına gelir. تَوَّابًا mübalağalı ismi fâili Allah’a özgü değildir. Kuran’da insanlar için de kullanılmaktadır.

تاب إِلَى: Yaptığı bir iş veya fiilden vazgeçerek birisine doğru yönelmek demektir.

تاب عَلَى: Birisine indireceği bir iş veya fiilden vazgeçerek ona yönelmek demektir. Allah’a özeldir. توبkökü عَلَى ile geldiği zaman muhakkak Allah’a özeldir. Bu ayette de hazf edilmişعَلَى dönmüştür.

 

GEÇİŞ

MANA

AÇIKLAMA

إِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللَّهِ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السُّوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَرِيبٍ فَأُولَئِكَ يَتُوبُ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا (17)

Allah’ın tevbeyi kabul etmesi, kötülüğü bilmeden yapanlar sonra yakından tevbe edenler içindir. Onlar Allah’ın tevbelerini kabul ettiği kimselerdir. Allah alimdir, hakimdir.

(Nisa 4/17-18)

Tevbenin kabul edilme şartı; kötülüğün bilmeden yapılması ve yakın zamanda tevbe edilmesi olarak anlatılıyor.

 

وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّى إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الْآنَ وَلَا الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا (18)

Kötülük yaptıktan sonra kendisine ölüm geldiğinde “Şimdi tevbe ediyorum.” diyenlerin ve kafirken ölenlerin tevbesi kabul olmaz. Onlar, kendileri için elim azap hazırladıklarımızdır.

(Nisa 4/18)

 

Ölüm anında yapılan tevbenin ve kafir halde ölenin tevbesinin kabul olmayacağını görüyoruz.

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ أَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِنًا إِلَّا خَطَأً وَمَنْ قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَأً فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ إِلَّا أَنْ يَصَّدَّقُوا فَإِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَإِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِيثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ وَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ تَوْبَةً مِنَ اللَّهِ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا (92)

Bir müminin bir mümini hata dışında öldürmesi olmaz. Kim bir mümini hata ile öldürürse mü’min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ehline teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların (bunu) sadaka olarak bağışlamaları başka. Eğer o mümin olduğu halde size düşman olan bir topluluktan ise bu durumda da mümin bir köleyi özgürlüğe kavuşturmak gerekir. Şayet kendileriyle aranızda antlaşma olan bir topluluktan ise bu durumda da ehline bir diyet ödemek ve bir mümin köleyi özgürlüğe kavuşturmak gerekir. (İmkan) Bulamayan Allah’tan bir tevbe olarak kesintisiz olarak iki ay oruç tutmalıdır. Allah alimdir, hakimdir.

(Nisa 4/92)

Tevbe burada sözle değil amelle ifade edilmiştir. Ayetin başında geçen koşullar sağlanamıyorsa tevbe olarak iki ay ardışık oruç tutulması istenmiştir.

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَصُوحًا عَسَى رَبُّكُمْ أَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ (8)

Ey iman edenler Allah’a nasuh bir tevbe ediniz. Umulur ki günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. (Tahrim 66/8)

Burada geçen نَصُوحًا kelimesi uyum ve düzeltme ile ilişkili bir kavramdır. Nasihat da bu kökten gelir. Nasihat kötü davranışlardan sakındırmak ve doğruyu göstermek için yapılır. Nasuh tevbe ise düzeltici, uyumlu ve kalıcı olan tevbe demektir.

 

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بَعْدَ إِيمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْرًا لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الضَّالُّونَ (90)

İmanın ardından küfreden sonra küfrünü artıranların tevbeleri kabul edilmeyecektir. Onlar dalalette olanlardır.

(Ali İmran 3/90)

İmandan sonra küfredip sonra da küfürlerini artıranların tevbesi asla kabul edilmeyecek.

 

 

وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ يَلْقَ أَثَامًا (68) يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَيَخْلُدْ فِيهِ مُهَانًا (69) إِلَّا مَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَأُولَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا (70) وَمَنْ تَابَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَإِنَّهُ يَتُوبُ إِلَى اللَّهِ مَتَابًا (71)

(Rahmanın kulları) Allah ile beraber başka bir ilaha dua etmeyenler, Allah’ın haram ettiği nefsi haklı olmak dışında öldürmeyenler ve zina etmeyenlerdir. Bunu yapan kişi günah işlemiştir. Ona kıyamet günü azap ikiye katlanır ve orada basit olarak kalıcı kalır. Ancak tevbe eden ve salih amel işleyenler hariç. Allah onların kötülüklerini iyiliklerle değiştirecektir. Allah gafurdur rahimdir. Kim tevbe eder ve salih amel işlerse Allah’a öyle bir tevbe etmiştir ki.

(Furkan 25/68-71)

Burada üç suç söylenmiştir:

  1. Allah’la beraber başka ilaha dua etmek
  2. Haksız yere Allah’ın haram ettiği nefsi öldürmek
  3. Zina etmek

Bu üç suçu işleyenlerin azapları kıyamet yevminde katlanacaktır. Ancak tevbe eden ve iman eden ve salih amel edenler hariç. Bunlar bağışlanacaklardır.

Gafur için bu üçü beraber olacak, gaffar için bunlara sonradan ihtidanın da eklenmesi gerekiyor.

Arkasından iman olmadan tevbe ve salih amel eden kimse gelmektedir. Bunun Allah’a tevbe ettiği söylenmiştir ama gafur ya da gaffara dahil olup olmadığı belli değildir. Onun metab ile tevbe ettiği söylenmiştir. Metab mimli mastardır. Burada mef’ûlü mutlaktır. Fiilin belirli bir zaman aralığı için gerçekleştiğini ifade etmektedir. Burada iman olmadığı için tevbenin kesinleşmesi veya ne kadar devam edeceği belli değildir.

وَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا إِلَى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ (125) أَوَلَا يَرَوْنَ أَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فِي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ (126)

Kalplerinde hastalık olanlara gelince, (sure) onların pisliklerine pislik katmıştır ve onlar kafir olarak ölmüşlerdir. Görmezler mi, onlar her yıl bir veya iki kez fitnelenirler sonra tevbe etmezler ve anlamazlar.

(Tevbe 9/125-126)

Kalplerinde hastalık olanların her sene bir kere veya iki kere fitnelendikleri ve tevbe etmedikleri ifade edilmektedir.

 

إِنَّ الَّذِينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَرِيقِ (10)

Mümin erkekleri ve mümin kadınları fitneleyenlere ve sonra tevbe etmeyenlere cehennem azabı vardır ve onlara yanıcının azabı vardır.

(Buruç 85/10)

Organize bir şekilde mümin erkekleri ve mümin kadınları fitneleyenler eğer tevbe etmezlerse cehennem azabı vardır. Buradaki fitne sosyal bir fitnedir. Sadece müminler deseydi siyasal olabilirdi. Burada sosyal olarak fitnenin yapılışının cezası tevbe edilmezse dünyada değil cehennemdedir.

وَيَاقَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً إِلَى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِمِينَ (52)

Ey kavmim rabbinize istiğfar edin ve tevbe edin ki üzerinize gökten yağmur indirsin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlular olarak dönmeyiniz.

(Hud 11/52)

Ayette önce istiğfar sonra tevbe edilmesi istenmiştir. Bu da istiğfarın sözle, tevbenin amelle olduğunu düşündürmektedir.

 

لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ ثَالِثُ ثَلَاثَةٍ وَمَا مِنْ إِلَهٍ إِلَّا إِلَهٌ وَاحِدٌ وَإِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (73) أَفَلَا يَتُوبُونَ إِلَى اللَّهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ (74)

 

“Kesinlikle Allah üçün üçüncüsüdür.” Diyenler küfretmiştir. Tek olan ilahtan başka ilah yoktur. Evet söylediklerine son vermezlerse onlardan küfredenlere kesinlikle elim azap dokunacaktır. Allah bağışlayıcı merhametli olduğu halde Allah’a tevbe ve istiğfar etmeyecekler mi?

(Maide 5/73-74)

“Allah üçün üçüncüsüdür” Diyenlere Allah’a tevbe etmeleri ve O’ndan istiğfar etmeleri teklif edilmektedir.

 

فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِهِ وَأَصْلَحَ فَإِنَّ اللَّهَ يَتُوبُ عَلَيْهِ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (39)

Kim zulmünden sonra tevbe eder ve ıslah ederse muhakkak ki Allah tevbesini kabul eder. Allah bağışlayandır merhametlidir.

(Maide 5/39)

Zulmünden sonra tevbe edip ıslah olana Allah onun üzerine kesinlikle tevbe eder.

Birisi Allah’a tevbe etmeden Allah onun üzerine tevbe edebilirken eğer kişi tevbe eder ve ıslah olursa Allah kesinlikle onun üzerine tevbe eder.

يَاأَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ (73) يَحْلِفُونَ بِاللَّهِ مَا قَالُوا وَلَقَدْ قَالُوا كَلِمَةَ الْكُفْرِ وَكَفَرُوا بَعْدَ إِسْلَامِهِمْ وَهَمُّوا بِمَا لَمْ يَنَالُوا وَمَا نَقَمُوا إِلَّا أَنْ أَغْنَاهُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ مِنْ فَضْلِهِ فَإِنْ يَتُوبُوا يَكُ خَيْرًا لَهُمْ وَإِنْ يَتَوَلَّوْا يُعَذِّبْهُمُ اللَّهُ عَذَابًا أَلِيمًا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمَا لَهُمْ فِي الْأَرْضِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ (74)

Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihat et ve onlara karşı haşin ol. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir dönüş yeridir. Allah’a ant içiyorlar ki (o küfür sözünü) söylemediler. Oysa küfür sözünü söylemişlerdir ve islamlarından sonra küfre sapmışlardır ve erişemedikleri bir şeye yeltenmişlerdir. Oysa intikama kalkışmalarının, Allah’ın ve resulünün onları fazlından zengin kılmasından başka (bir nedeni) yoktu. Eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur, eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünyada ve ahirette acı verici bir azapla azaplandırır. Onlar için yeryüzünde bir destekleyici ve bir yardımcı yoktur.

(Tevbe 9/73-74)

 

İslamlarından sonra küfredenler için de iki seçenek vardır: onların tevbe etmesi ya da Allah’ın onlara dünya ve ahirette azab etmesi.

 

لَقَدْ تَابَ اللَّهُ عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ فِي سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِنْ بَعْدِ مَا كَادَ يَزِيغُ قُلُوبُ فَرِيقٍ مِنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ إِنَّهُ بِهِمْ رَءُوفٌ رَحِيمٌ (117) وَعَلَى الثَّلَاثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنْفُسُهُمْ وَظَنُّوا أَنْ لَا مَلْجَأَ مِنَ اللَّهِ إِلَّا إِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُوا إِنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (118)

Allah nebinin, muhacirlerin ve zorluk vaktinde onlardan bir grubun kalpleri kaymadan önce O’na(Allah’a) kendiliğinden uyan ensarın üzerine tevbe etti sonra onların üzerine tevbe etti. Muhakkak ki Allah bağışlayandır, merhametlidir. Ve geride bırakılan üç kişi üzerine tevbe etti. Genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar gelmişti ve O’nun dışında başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, merhametlidir.

(Tevbe 9/117-118)

 

 

Bu ayette üç kere تَابَ عَلَى var, ikisinde Allah’a tevbe olmadan Allah’ın tevbeleri kabul etmesi şeklinde geçiyor. Üçüncüsünde ise Allah’a tevbe olduğu için Allah’ın onların üzerine tevbesi var.

 

1.Adım

2.Adım

Açıklama

تَابَ إِلَى اللَّهِ

تَابَ عَلَيْهِ

Kişi Allah’a tevbe etmiştir ve bundan dolayı Allah onun üzerine tevbe etmiştir.

 

تَابَ عَلَيْهِ

Kişi Allah’a tevbe etmemiştir. Allah o tevbe etmeden onun üzerine tevbe etmiştir.

 

Bunun sebebiتَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُوا şeklinde gelen cümledir. Bu cümlede tevbe ettikleri için Allah onların üzerine tevbe etti denmiştir. Eğer tevbe her zaman iki adımlı olsaydı bu cümlenin mef’ûlün lieclihi olan لِيَتُوبُوا ya gerek yoktu.

فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا (59) إِلَّا مَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَأُولَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْئًا (60)

Onlardan sonra salatı zayi eden ve heveslere kendiliğinden uyan bir topluluk geldi sonra azgınlık ile karşılaşacaklar ancak tevbe eden ve salih amel işleyenler hariç. Onlar cennete girecekler ve hiçbir şeyle zulme uğramayacaklar.

(Meryem 19/59-60)

Bu ayette cennete girmek için tevbe etme, iman etme ve salih amel işleme üçü birden şarttır ve bunların yapılması için bir öncelik sonralık sırası yoktur. Hepsinin beraber yapılması gerekir.

 

وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدَى (82)

Muhakkak ki ben tevbe eden, iman eden, salih amel işleyen sonra doğru yolu bulan kimseleri çokça bağışlayanım.

(Taha 20/82)

Allah’ın gaffar(çok bağışlayan) sıfatının gerçekleşmesi için iki aşama vardır:

  1. Aşama: Tevbe ve iman ve salih amel
  2. Aşama: ihtida

 

أَلَا تُقَاتِلُونَ قَوْمًا نَكَثُوا أَيْمَانَهُمْ وَهَمُّوا بِإِخْرَاجِ الرَّسُولِ وَهُمْ بَدَءُوكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ أَتَخْشَوْنَهُمْ فَاللَّهُ أَحَقُّ أَنْ تَخْشَوْهُ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ (13) قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللَّهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنْصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ (14) وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْ وَيَتُوبُ اللَّهُ عَلَى مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (15)

Yeminlerini bozan, peygamberi çıkarmaya çabalayan bir kavimle ki önce onlar sizinle (savaşa) başlamışken savaşmaz mısınız? Onlardan çekiniyor musunuz? Eğer inanıyorsanız, kendisinden çekinmenize Allah daha layıktır. Onlarla savaşın. Allah, onları sizin ellerinizle azablandırsın, rezil etsin ve onlara karşı size yardım etsin, müminler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun ve kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin üzerine tevbe eder. Allah bilendir, hükme varandır.

(Tevbe 9/13-15)

 

Yeminlerini bozan kavme karşı savaşmaları emredilenler üzerine Allah’ın tevbe edeceği söyleniyor.

 

فَأَمَّا مَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسَى أَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِحِينَ (67)

Tevbe eden, iman eden ve salih amel işleyenlere gelince, umulur ki iflah olanlardan olurlar.

(Kasas 28/67)

Bu ayette 62. ayette şerikleri olduğunu iddia edenlerin tevbe, iman ve salih amelleri ile belki iflah olanlardan olacağı söylenmektedir. Kesinlik yoktur.

 

فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ (36) فَتَلَقَّى آدَمُ مِنْ رَبِّهِ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (37)

Fakat Şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları yerden çıkardı. Biz de “Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır.” dedik. Ardından Adem Rabbinden kelimeler aldı. (Allah da) tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, merhametlidir.

(Bakara 2/36-37)

Bu ayette Allah Âdem’in üzerine Âdem tevbe etmeden tevbe etmiştir. Anlamları telakki etmesi (yaşadığı olayların anlamını, gerekçesini çözmesi) Allah’ın onun üzerine tevbe etmesine yetmiştir.

 

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَاقَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنْفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُوا إِلَى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُوا أَنْفُسَكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (54)

Musa, kavmine dedi ki “Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, kusursuzca yaratıcınıza tevbe edip nefislerinizi öldürün. Bu, yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır.” Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir, merhametlidir.

(Bakara 2/54)

Bu ayette Musa kavminin buzağıyı ilah edinmesi sebebiyle tevbe etmeleri gerektiğini söylüyor ki Allah da onların üzerine tevbe etsin.

 

أُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ إِلَى نِسَائِكُمْ هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَأَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّ عَلِمَ اللَّهُ أَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ أَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْ

Oruç geceleri hanımlarınızla cinsel münasebette bulunmak size helal edildi. Onlar sizin elbiseniz, siz de onların elbisesisiniz. Allah ihanet etmeyi istediğinizi bilmiş ve üzerinize tevbe etmiş ve sizi bağışlamıştır.

(Bakara 2/187)

Oruç gecelerinde cinsel ilişkinin helal edilmesinin sebebinin kişilerin kendilerine hıyanet etmeleri olarak anlatılıyor ve bundan dolayı Allah onların üzerine tevbe ediyor. Buradan oruç gecelerinde önceden haram olan cinsel ilişkiyi yapanların Allah’a tevbe edip etmedikleri söylenmiyor. Hazf kabul edersek etmiş olabilirler. Hazf yoktur dersek Allah onlar tevbe etmeden onların üzerine tevbe etmiştir.

 

ثُمَّ اجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَى (122)

Sonra rabbi onu seçti, üzerine tevbe etti ve yol gösterdi.

(Taha 20/122)

Ayetin öncesinde Âdem isyan ediyor ve bu sebeple ğavi oluyor (rüşdün zıttı). Doğru karar vermiyor, yanlış hükümlere varıyor. Aklı başından gidiyor. Bundan sonra tevbe ettiğine dair bir ifade yok. Önce Allah onu seçiyor ardından da onun üzerine tevbe ediyor ve rehberlik ediyor.

 

إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِنْ ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَنْ لَنْ تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَءُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَنْ سَيَكُونُ مِنْكُمْ مَرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِنْ فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ

Şüphesiz ki Rabbin senin, gecenin üçte ikisi, yarısı ve üçte biri içinde kalktığını bilir. Seninle beraber olan bir topluluğun da. Gece ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin onu sayamayacağınızı bildiğinden üzerinize tevbe etmiştir. Öyleyse Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. İçinizden hasta olacakları, Allah’ın lütfundan aramak üzere yeryüzünde dolaşacak olanları ve Allah yolunda savaşacak olanları şüphesiz ki Allah bilir.

(Müzzemmil 73/20)

Bu ayette Allah’ın onların üzerine tevbe etmesi Kuran’dan kıraat emri gelmekte ve bu emri herkesin yapamayacağı, hasta olunabileceği, kazanç için yerde hareket edilebileceği ve Allah yolunda savaş yapılabileceği söylenmektedir. Bu nedenle bu durumda olanlar için Allah tevbe etmiştir ve onları kıraat etmeye zorunlu tutmamıştır. Burada hasta olanlar veya kazanç için koşturanlar veya savaşanlar kıraat edemedikleri için tevbe etmemişlerdir, Allah doğrudan onların üzerine tevbe etmiştir.

 

أَأَشْفَقْتُمْ أَنْ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَاتٍ فَإِذْ لَمْ تَفْعَلُوا وَتَابَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ (13)

Özel görüşmenizden önce sadaka vermekten kaygılandınız mı? Yapmadınız ve Allah üzerinize tevbe etti. Salatı ikame edin, zekatı verin, Allah ve resulüne itaat edin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

(Mücadele 58/13)

Bu ayetlerde resulle özel konuşma öncesinde sadaka takdim edilmesi emrediliyor. Bunu geçmişte yapmayanların üzerine Allah tevbe ediyor. Onların tevbe etmesi burada ifade edilmiyor.

 

وَاللَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَآذُوهُمَا فَإِنْ تَابَا وَأَصْلَحَا فَأَعْرِضُوا عَنْهُمَا إِنَّ اللَّهَ كَانَ تَوَّابًا رَحِيمًا (16)

İçinizden onu yapan ikisine eziyet edin. Eğer tevbe ederlerse ve ıslah ederlerse, onları bırakın. Muhakkak ki Allah tevbeleri çokça kabul edendir ve merhametlidir.

(Nisa 4/16)

 

Bu ayette fahişeye ityan eden iki erkeğe eziyet edilmesi ve eğer tevbe eder ve ıslah olurlarsa onlarla uğraşmama emredilmiştir. Burada tevbe ve ıslah sırayla değil, aynı zamanda olacaktır.

 

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللَّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ (159) إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَأُولَئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (160)

İspatlar ve rehberlikten indirdiğimizi insanlara açıkladıktan sonra onları saklayanları Allah lanetlemiştir, lanetleyenler de lanetlemiştir (dışlamıştır). Ancak tevbe eden, ıslah eden ve açıklayanlar hariç. Onların üzerine tevbe ederim. Ben tevbeleri çokça kabul edenim merhametliyim.

(Bakara 2/159-160)

Beyyine ve hüdayı açık etmeyenleri Allah lanetlemiştir (dışlamıştır). Bunu yapanlar üç şartı birden yerine getirirlerse (tevbe, ıslah ve tebyin) Allah da onların üzerine tevbe edecektir.

 

كَيْفَ يَهْدِي اللَّهُ قَوْمًا كَفَرُوا بَعْدَ إِيمَانِهِمْ وَشَهِدُوا أَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (86) أُولَئِكَ جَزَاؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ (87) خَالِدِينَ فِيهَا لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ (88) إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ وَأَصْلَحُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (89)

Onlara ispatlar geldiği ve resulün hak olduğuna şahit oldukları halde imanlarından sonra küfreden bir kavme Allah nasıl yol gösterir? Allah zalim kavme yol göstermez. Onların cezası, üzerlerine Allah’ın, meleklerin ve insanların lanetinin topluca olmasıdır. Orada kalıcıdırlar. Onlardan azap hafifletilmez ve onlara süre tanınmaz. Ancak bundan sonra tevbe eden ve ıslah edenler hariç. Muhakkak ki Allah çokça bağışlayandır merhametlidir.

(Ali İmran 3/86-89)

Bu ayetlerde bir kavim anlatılmaktadır. Resulün hak olduğuna şahit olduktan ve onlara beyyineler geldiği halde imanlarından sonra küfretmişlerdir. Onların cezası da Allah’ın, meleklerin ve topluca insanların lanetidir (dışlamasıdır). Bu lanette kalıcıdırlar, azapları hafifletilmez ve onlara süre tanınmaz denmekte ancak bundan tevbe eden ve ıslah olanlar istisna edilmektedir. Tevbe ve ıslah eş zamanlı olacaktır.

 

إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الْأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا (145) إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللَّهِ وَأَخْلَصُوا دِينَهُمْ لِلَّهِ فَأُولَئِكَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ أَجْرًا عَظِيمًا (146)

Muhakkak ki münafıklar ateşten en aşağı olan derecededirler. Onlara yardımcı bulamazsın ancak tevbe eden, ıslah eden, kendini koruyan ve düzenlerini Allah için saflaştıranlar hariç. Onlar müminlerle beraberdir sonra Allah müminlere büyük bir ücret verecektir.

(Nisa 4/145-146)

Münafıklar ateşte en alt derecede olacaklardır. Bunlardan şu dört şartı sağlayanların istisna edilip müminlerle beraber olacağı söylenmiştir:

  1. Tevbe etmek
  2. Islah olmak
  3. Allah’a i’tisam etmek (Allah’la kendini korumak)
  4. Allah için dinlerini (düzenlerini) saflaştırmak

Onlar müminlerdir denmemiş, müminlerle beraberdirler denmiştir. Mümin de müslim de olabilirler.

 

إِنَّمَا جَزَاءُ الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْأَرْضِ فَسَادًا أَنْ يُقَتَّلُوا أَوْ يُصَلَّبُوا أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ أَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْأَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ (33) إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا مِنْ قَبْلِ أَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْ فَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (34)

Allah’a ve Resulüne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çaba harcayanların cezası; öldürülmeleri veya asılmaları veya elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya o yerden sürülmeleridir. Bu, onlar için dünyadaki aşağılanmadır, ahirette de onlar için büyük bir azap vardır. Ancak, sizin onlara güç yetirmenizden önce tevbe edenler başka. Biliniz ki, şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

(Maide 5/33-34)

Bu ayette terörizmin cezası tanımlanmıştır:

  1. Öldürülme
  2. Asılma
  3. Elleri ve ayakları çaprazlama kesilme
  4. Sürgün

Burada aralarda ‘veya’ dediği için bunlardan duruma göre biri uygulanır. Bunlardan ceza verilmeden önce tevbe edenler istisna edilmiştir.

 

فَإِذَا انْسَلَخَ الْأَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُوا الْمُشْرِكِينَ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُوا لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍ فَإِنْ تَابُوا وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ فَخَلُّوا سَبِيلَهُمْ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ

Haram aylar bitince müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, alın, tutuklayın, onlar için tüm gözlem yerlerinde oturun (pusuya yatın). Eğer tevbe eder, namaz kılarlar ve zekâtı verirlerse yollarını açıverin. Gerçekten Allah, bağışlayandır, merhametlidir.

(Tevbe 9/5)

Bu ayette müşriklere verilecek cezadan vazgeçilmesi üç şarta bağlanmıştır:

  • Tevbe etmeleri
  • Salatı ikame etmeleri
  • Zekâtı vermeleri

 

فَإِنْ تَابُوا وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَنُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ (11)

Eğer tevbe eder, namaz kılarlar ve zekâtı verirlerse düzende kardeşlerinizdir. Ayetleri bilen bir kavim için açıklarız.

(Tevbe 9/11)

Burada müşrik olan birisinin dinde kardeş olması yani vatandaş olması için de üç şart ileri sürülüyor:

  • Tevbe etmeleri
  • Salatı ikame etmeleri
  • Zekâtı vermeleri

 

 

ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ عَمِلُوا السُّوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ وَأَصْلَحُوا إِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَحِيمٌ (119)

Sonra muhakkak ki rabbin kötülüğü bilmeden yapıp sonra tevbe edenlerin ve ıslah edenlerin lehindedir. Muhakkak ki rabbin ondan sonra bağışlayandır merhametlidir.

(Nahl 16/119)

Cehaletle (metodolojik şekilde kararlar almadan) kötülüğü yaptıktan sonra tevbe edip ıslah olurlarsa bağışlanırlar.

 

وَالَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَانِينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً أَبَدًا وَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ (4) إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ وَأَصْلَحُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (5)

Namuslu kadınlara iftira atanlar sonra buna dört bilirkişi getirmeyenlere 80 kırbaç vurunuz ve bir daha şahitliklerini kabul etmeyiniz. Onlar fasıktır ancak bundan sonra tevbe eden ve ıslah edenler hariç. Muhakkak ki Allah bağışlayandır merhametlidir.

(Nur 24/4-5)

Bu ayetlerde muhsan kadınlara zina suçu atanların dört şehit (bilirkişi) getirmemeleri halinde tevbe etmeleri ve ıslah olmaları şartını getiriyor.

 

الَّذِينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِهِ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذِينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبِيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ (7)

Arşı ve onun çevresindekileri yüklenenler, rablerinin hamdi ile tesbih ederler, O’na iman ederler ve iman edensler için bağışlanma dilerler. (Şöyle derler:) Rabbimiz, her şeyi rahmet ve ilimle kapsadın, tevbe edenleri ve yoluna kendiliğinden uyanları bağışla ve onları şiddetli yanıcının azabından koru.

(Mümin 40/7)

Bu ayette arşı yüklenenler ve arşın çevresinde olanlar Allah’tan iman edenler için bağışlanma istiyorlar. Sonra bu iman edenleri tanımlıyorlar: tevbe edip Allah’ın yoluna uyanlar. Öncesinde tevbe gerektiren bir grup var. Bunlar kendileri belki istiğfar ediyor belki etmiyorlar ama arşı yüklenenler ve çevresinde olanlar onlar için istiğfar ediyorlar. Böylece Ellezine Amenu’nun bir türü daha burada açıklanmış oluyor. Bunlar tevbe ve Allah’ın yoluna uymayı birlikte gerçekleştiren topluluktur.

 

وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ وَسَتُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (105) وَآخَرُونَ مُرْجَوْنَ لِأَمْرِ اللَّهِ إِمَّا يُعَذِّبُهُمْ وَإِمَّا يَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (106)

De ki “Bilin ki Allah, elçisi ve müminler amellerinizi görecektir. Yakında gaybı ve şehadeti bilene döndürüleceksiniz ve size yaptıklarınızı haber verecektir.” Diğerleri Allah’ın emri için bekletilenlerdir. Onlara ya azap eder ya da üzerlerine tevbe eder. Allah bilendir hükme varandır.

(Tevbe 9/105-106)

Bu ayette إِمَّا kullanılması nedeniyle Allah birisi üzerine tevbe ederse ona azab etmez demektir. Azap ederse onun üzerine tevbe etmez demektir.

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسَى أَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلَا نِسَاءٌ مِنْ نِسَاءٍ عَسَى أَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّ وَلَا تَلْمِزُوا أَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ (11)

Ey iman edenler, bir kavim başka bir kavimle alay etmesin, belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır ve kadınlar da başka kadınlarla alay etmesin belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kendi kendinizi ayıplamayın ve lakaplarla atışmayın. İmandan sonra yoldan çıkma ne kötüdür. Kim tevbe etmezse onlar zalimlerdir.

(Hucurat 49/11)

Bu ayette tevbe edilmesi gereken durumlar anlatılmıştır:

  • Bir kavmin (ortak bir hedefe yönelmiş topluluk) başka bir kavmi küçük görmesi
  • Bir nisanın (ortak bir hedefe yönelmeyen topluluk) başka bir nisayı küçük görmesi
  • Ayıplamak
  • Lakap takmak

Eğer tevbe edilmezse zalim olunmaktadır. Zulüm bir şeyi olması gereken yerden başka bir yere koymak demektir.

 

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَنْ يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنْسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا (72) لِيُعَذِّبَ اللَّهُ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِكِينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا (73)

Muhakkak ki emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk da onu taşımaktan kaçındılar. Onu insan taşıdı. Muhakkak ki o(insan) çok zalimdir çok cahildir. (Böylece) Allah münafık erkeklere, münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap eder ve mümin erkeklerin ve mümin kadınların üzerine tevbe eder. Allah bağışlayandır merhametlidir.

(Ahzab 33/72-73)

Allah’ın emaneti arz etmesi ve insanın yüklenmesi münafık erkek ve kadınlara ve müşrik erkek ve kadınlara azap etmek için ve mümin erkek ve kadınların üzerine tevbe etmek içindir. Emaneti yüklenme hatayı getirecektir, hata yapan münafık ve müşrikler azap görecek, müminlerin üzerine ise Allah tevbe edecektir.

 

وَاللَّهُ يُرِيدُ أَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُرِيدُ الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ أَنْ تَمِيلُوا مَيْلًا عَظِيمًا (27)

Allah üzerinize tevbe etmeyi irade eder. Arzulara kendiliğinden uyanlar ise büyük bir meyille meyletmenizi irade ederler.

(Nisa 4/27)

Allah tevbe etmeyi irade eder.

 

 

وَيَتُوبُ اللَّهُ عَلَى مَنْ يَشَاءُ

Allah dilediği/dileyen üzerine tevbe eder.

(Tevbe 9/15)

Allah dilediği/dileyen üzerine tevbe eder.

 

 

Bu sure Fetih suresi ile ilişkili olabilir. Fetih suresinin gelmesine rağmen insanların hatalarını tekrar edeceği görülmüştür. Bu surede de bu durum özetlenmekte ve Allah’ın yardımının ve fethin gelmemesi düşüncesinin de bu durum için örnek olduğu gösterilmektedir. İnsan da sosyolojik olarak entropiye uğrar, Kuran bu entropiye karşı direncini sağlar. İnsanın da tevbe etmesi sosyal entropiyi yavaşlatır. (Veysel İpekçi)

Allah’ın yardımı sonrasında Allah’ın tevvab (تَوَّابًا) olduğunu söylemesi yani mübalağalı ism-i fâille gelmesi önemlidir. “Üzerine tevbe eder” (تَابَ عَلَيْهِ) demeyip tevvabdır (تَوَّابًا) şeklinde istimrarla ifade edilmesi Allah’ın dinine insanların girmesinin öncesinde tevbe etmenin daha önemli olduğunu düşündürmektedir. (Tayibet Erzen)

Allah bu surede umutsuzluğun yanlış olduğunu, sonunda Allah’ın yardımı ve açılışın geleceğini ve Allah’ın dinine insanların fevc fevc (أَفْوَاجًا) gireceğini söylemektedir. Bu cümle çağlar üstüdür. إِذَا ile geldiğinden her okunduğunda geleceği ifade etmektedir. Bu da göstermektedir ki sürekli olarak Allah’ın dini/düzeni gelecektir. Zulüm düzenleri, zulüm dönemleri gelecek ve sonunda Allah’ın dini gelecektir. Bu sürekli tekrarlanacaktır.

 

صَدَقَ اللَّهُ الْعَظِيمُ

 

***

 

SARF ANALİZİ

 

إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ (1)

 

الْفَتْحُ

وَ

اللَّهِ

نَصْرُ

جَاءَ

إِذَا

Kök

فتح

وَ

ءله

نصر

جيء

إِذَا

Vezin

الْفَعْلُ

وَ

اللَّهِ

فَعْلُ

فَعَلَ

إِذَا

Grup

İsim

Harf

İsim

İsim

Fiil

İsim

Tip

Mastar

Atıf

Camid

Mastar

Mutasarrıf

Şart edatı

Mastar  tipi

Mimsiz

-

-

Mimsiz

-

-

Şahıs no

-

-

-

-

Üçüncü

-

Munsariflik

Munsarif

-

Munsarif

Munsarif

-

-

Lafzi İrab

Merfu

Fetha üzere mebni

Mecrur

Merfu

Fetha üzere mebni

Sükun üzere mebni

Mahalli İrab

Merfu

-

Mecrur

Merfu

-

-

Çoğulluk

-

-

Tekil

-

Tekil

-

Eril-Dişil

-

-

Eril

-

Eril

-

Marife-Nekre

Marife  

-

Marife

Nekre  

-

-

Zaman

-

-

-

-

Mazi

-

Bab

Sülasi 3. Bab

-

-

Sülasi 1. Bab

Sülasi 2. Bab

-

Geçişlilik

Müteaddi

-

-

Müteaddi

Müteaddi

-

Etkenlik

-

-

-

-

Malum

-

 

وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا (2)

 

أَفْوَاجًا

اللَّهِ

دِينِ

فِي

يَدْخُلُونَ

النَّاسَ

رَأَيْتَ

وَ

Kök

فوج

ءله

دين

فِي

دخل

ءنس

رءي

وَ

Vezin

أَفْعَالًا

اللَّهِ

فِعْلِ

فِي

يَفْعُلُونَ

الْفُعَالَ

فَعَلْتَ

وَ

Grup

İsim

İsim

İsim

Harf

Fiil

İsim

Fiil

İsim

Tip

Camid

Camid

Mastar

Harfi cer

Mutasarrıf

Camid  

Mutasarrıf

Atıf

Mastar  tipi

-

-

Mimsiz

-

-

-

-

-

Şahıs no

-

-

-

-

Üçüncü

-

İkinci

-

Munsariflik

Munsarif

Munsarif

Munsarif

-

-

Munsarif

-

-

Lafzi İrab

Mensub

Mecrur

Mecrur

Sükun üzere mebni

Merfu

Mensub

Sükun üzere mebni

Fetha üzere mebni

Mahalli İrab

Mensub

Mecrur

Mecrur

-

-

Mensub

-

-

Çoğulluk

Çoğul

Tekil

-

-

Çoğul

Çoğul

Tekil

-

Eril-Dişil

Eril

Eril

-

-

Eril

Eril

Eril

-

Marife-Nekre

Nekre

Marife

Nekre

-

-

Marife

-

-

Zaman

-

-

-

-

Muzari

-

Mazi

-

Bab

-

-

Sülasi 2. bab

-

Sülasi 1. bab

-

Sülasi 3. bab

-

Geçişlilik

-

-

Lazım

-

Lazım

-

Müteaddi

-

Etkenlik

-

-

-

-

Malum

-

Malum

-

 

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا (3)

 

كَ

رَبِّ

حَمْدِ

بِ

سَبِّحْ

فَ

Kök

كَ

ربب

حمد

ب

سبح

فَ

Vezin

كَ

فَعْلِ

فَعْلِ

بِ

فَعِّلْ

فَ

Grup

İsim

İsim

İsim

Harf

Fiil

Harf

Tip

Gayrı mutasarrıf

Camid

Mastar

Harfi cer

Mutasarrıf

Atıf

G.mutasarrıf tipi

Zamir

-

-

-

-

-

Zamir tipi

Muttasıl

-

-

-

-

-

Mastar tipi

-

-

Mimsiz

-

-

-

Şahıs no

İkinci

-

-

-

İkinci

-

Munsariflik

-

Munsarif

Mumsarif

-

-

-

Lafzi İrab

Fetha üzere mebni

Mecrur

Mecrur

Kesre üzere mebni

Meczum

Fetha üzere mebni

Mahalli İrab

Mecrur

Mecrur

Mecrur

-

-

-

Çoğulluk

Tekil

Tekil

-

-

Tekil

-

Eril-Dişil

Eril

Eril

-

-

Eril

-

Marife-Nekre

Marife

Marife

Nekre

-

-

-

Zaman

-

-

-

-

Emir  

-

Bab

-

-

Sülasi 4. bab

-

Tef’il

-

Geçişlilik

-

-

müteaddi

-

Müteaddi

-

Etkenlik

-

-

-

-

Malum

-

 

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا (3)

 

تَوَّابًا

كَانَ

هُ

إِنَّ

هُ

اسْتَغْفِرْ

وَ

Kök

توب

كون

هُ

إِنَّ

هُ

غفر

وَ

Vezin

فَعَّالًا

فَعَلَ

هُ

إِنَّ

هُ

اسْتَفْعِلْ

وَ

Grup

İsim

Fiil

İsim

Harf

İsim

Fiil

Harf

Tip

Müştak

Mutasarrıf

Gayrı mutasarrıf

Harfi müşebbehe bilfiil

Gayrı mutasarrıf

Mutasarrıf

Atıf

G.mutasarrıf tipi

-

-

Zamir

-

Zamir

-

-

Zamir tipi

-

-

Muttasıl

-

Muttasıl

-

 

Müştak isim tipi

Mübalağalı ismi fail

-

-

-

-

-

-

Şahıs no

-

Üçüncü

Üçüncü

-

Üçüncü

İkinci

-

Munsariflik

Munsarif

-

-

-

-

-

-

Lafzi İrab

Mensub

Fetha üzere mebni

Zamme üzere mebni

Fetha üzere mebni

Zamme üzere mebni

Meczum  

Fetha üzere mebni

Mahalli İrab

Mensub

-

Mensub

-

Mensub

-

-

Çoğulluk

Tekil

Tekil

Tekil

-

Tekil

Tekil

-

Eril-Dişil

Eril

Eril

Eril

-

Eril

Eril

-

Marife-Nekre

Nekre

-

Marife

-

Marife

-

-

Zaman

-

Mazi

-

-

-

Emir  

-

Bab

Sülasi 1.bab

Sülasi 1.bab

-

-

-

İstif’al

-

Geçişlilik

Müteaddi

Lazım

-

-

-

Müteaddi

-

Etkenlik

-

Malum

-

-

-

Malum

-

 

 






Tüm Seminerler
Lütfi Hocaoğlu
Mukayeseli Tefsir 9
Nasr Suresi Tefsiri
14.12.2023 589 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mukayeseli Tefsir 8
Kafirun Suresi Tefsiri
28.02.2023 633 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mukayeseli Tefsir 7
Maun Suresi Tefsiri
7.02.2023 1147 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mukayeseli Tefsir 6
Kureyş Suresi Tefsiri
6.12.2022 1299 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mukayeseli Tefsir 5
Fil Suresi Tefsiri
3.06.2022 2501 Okunma
1 Yorum 04.06.2022 10:32
Lütfi Hocaoğlu
Mukayeseli Tefsir 4
Fatiha Suresi Tefsiri
24.04.2022 2500 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mukayeseli Tefsir 3
İhlas Suresi Tefsiri
5.08.2020 7480 Okunma
1 Yorum 06.09.2020 13:49
Lütfi Hocaoğlu
Mukayeseli Tefsir 2
Asr Suresi Tefsiri
1.04.2019 9847 Okunma
4 Yorum 03.08.2020 16:15
Lütfi Hocaoğlu
Mukayeseli Tefsir 1
Kevser Suresi Tefsiri
1.11.2018 10101 Okunma
2 Yorum 03.08.2020 16:16


© 2024 - Akevler