سورة الإخلاص
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ (1)اللَّهُ الصَّمَدُ(2) لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ (3)وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ (4)
Yaşatan ve Çalıştıran Allah’ın doğa kanunlarıyla;
“Söyle, Allah şöyle birisidir: Allah Samed’dir. Çocuk sahibi olmadı ve birine çocuk olmadı. O’na denk hiçbir kimse olmadı.”
Sure Hakkında
Adı | İhlas |
Anlamı | Saflık, içtenlik |
Sınıfı | Mekki |
Nüzul Sırası | 22 |
Sure No | 112 |
Ayet sayısı | 4 |
Kelime sayısı | 15 |
Harf sayısı | 47 |
قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ (1)
“Söyle, Allah şöyle birisidir.”
Emir cümlesi (Fiil cümlesi) |
Mefûlun bih (İsim cümlesi) | Fâil | Fiil |
Haber (İsim cümlesi) | Mübteda (İş zamiri) |
Haber | Mübteda |
أَحَدٌ | اللَّهُ | هُوَ | أَنْتَ | قُلْ |
قُلْ
Ayet emir ile başlamıştır. “Söyle/قُلْ” demektedir. Fakat bu ‘söyle’ sesli bir ifade midir yoksa başka bir şekilde söylemek midir, bunu için önce benzer fiillere bakalım. Aşağıdaki tabloda Kur’an’da geçen قَوْل kelimesine benzer mana içeren kelimeler yer almaktadır.
KELİME | KÖK | ANLAM |
قَوْل | قول | Söylemek |
تَكْلِيم | كلم | Bir şeyi söyleyerek karşı tarafa manayı iletebilmek |
مَنْطِق | نطق | Kelimeyi yani manayı ses, görüntü ve hareket yöntemlerinin hepsini birden kullanarak iletmek |
لَفْظ | لفظ | Ağızdan çıkan her şey için kullanılır |
مُحَاوَرَة | حور | Söz söylemenin fiziksel yakınlık içinde gerçekleştiğini ifade etmek için قَوْل ile beraber kullanılır |
خِطَاب | خطب | Bir amaç için, bir işin gerçekleşmesini istemek için iki tarafın karşılıklı birbirine zıt talepte bulunması |
نجْوَى | نجو | Özel konuşma |
مُخَافَتَة-تَخَافُت | خفت | Kısık sesle konuşma |
سَمْر | سمر | Gece toplantısı, gece etkinliği, gece konuşması |
وَحْي | وحي | Birinin başka birine veya birilerine bilgiyi başkaları için gizli olan bir şekilde iletmesi |
نِدَاء | ندو | Çağrı |
أَذَان | ءذن | Duyuru |
ذِكْر | ذكر | Anma, anımsama, anlama, anlatma |
Tablo-1
Tablodaki kelimeleri ayetlerle inceleyelim.
§ قَوْل
Söylemek demektir. Bütün söyleme şekillerini kapsar.
AYET | ANLAMI |
AÇIKLAMA |
سَوَاءٌ مِنْكُمْ مَنْ أَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِهِ | Sizden sözü gizleyen ve açıklayan da aynıdır. (Rad 13/10) |
Bu ayette kavlin henüz söylenmeden dahi adı kavldir. Bu demektir ki düşünce seviyesinde de oluşan söze kavl denmektedir. Söylenince de adı kavl olmaya devam eder. Burada الْقَوْلَharf-i tarifle marife olduğu için cins içindir, söz cinsinin özelliği bir kavram olarak gösterilmiştir. |
فَأَلْقَوْا إِلَيْهِمُ الْقَوْلَ إِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَ | Siz yalancılardansınız diyerek onlara ilka ettiler. (Nahl 16/86) |
Sözü ilka etme kavramı: Laf atma, söze cevap beklemeden ortaya söyleme. |
رَبِّي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ | Rabbim semada ve arzda olan sözü bilir. (Enbiya 21/4) |
Sema ve arzdaki söz kavramı: Allah’ın gerçekleşme ihtimali olan (semadaki) ve gerçekleşmiş olan (arzdaki) her sözü bilmesi. |
يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ الْقَوْلَ | Bazısı, bazısına söz atar. (Sebe 34/31) |
Sözün rücusu: Sözle karşılıklı atışma |
يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ | Söze kulak verirler, en iyisine uyarlar. (Zümer 39/18) |
Söze kulak verme kavramı |
سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ | Aleyhine söz geçti. (Hud 11/40) |
Aleyhine sözün geçmesi kavramı |
فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ | Aleyhine söz hak oldu. (İsra 17/16) |
Aleyhine sözün gerçekleşmesi |
وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِنَ الْأَرْضِ | Ve aleyhlerine söz vuku bulduğunda, onlara yerden dabbe çıkardık. (Neml 27/82) |
Kavlin vuku bulması (olağan akış dışında olması) |
يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا | Bazısı bazına, aldatmak için sözün yaldızlısını vayh eder. (Enam 6/112) |
Sözün zuhrufu (yaldızlısı, parıltılısı): Zuhruf yaldızlama, parlama özelliği olan her tür malzemedir. Sözün yaldızlısı demek karşı tarafın hoşuna gidecek şekilde söz demektir. |
يُثَبِّتُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ | Allah iman edenleri dünya hayatında ve ahirette sabit söz ile tespit eder. (İbrahim 14/27) |
Sabit söz (Dünya hayatında ve Ahirette) |
فَلَا تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذِي فِي قَلْبِهِ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلًا مَعْرُوفًا | Kalplerinde hastalık olanların tatmin olması sebebiyle sözü eğmeyin ve maruf (bilinen) söz söyleyin. (Ahzab 33/32) |
Sözü eğmek, maruf söz |
إِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌ | O ayırıcı sözdür. (Tarık 86/13) |
Fasl kavl (Ayırıcı söz) |
يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ | Sözden lafz eder. (Kaf 50/18) |
Sözden lafz edilen |
وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي | Ve sözümü gözetmedi. (Taha 20/94) |
Sözü gözetmek |
ذَلِكَ قَوْلُهُمْ بِأَفْوَاهِهِمْ | Bu ağızlarıyla olan sözleridir. (Tevbe 9/30) |
Ağızdan çıkan söz |
سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ | Rahim rabden söz olarak selam vardır. (Yasin 36/58) |
Sözle selam |
وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِمَّنْ دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ | Ve kim Allah’a dua eden, salih amel işleyen ve “Ben Müslimlerdenim” diyenden söz olarak daha iyidir? (Fussilet 41/33) |
Allah’a davet eden ve salih amel eden ve barışçılardanım diyenin sözü en iyidir. |
| | |
Tablo-2
قِيلًاileقَوْلًاarasındaki fark
قَوْلًاveقِيلًاmastarları قولkökünün 1. Bab’dan mastarlarıdır. Aralarındaki farkı Kur’an ayetlerinden yola çıkarak bulmaya çalışalım.
قِيلًاmastarı Kur’an’da 2 kez geçer. Biri Vakıa, diğeri Müzemmil’de yer alır. İnceleyelim.
يَاأَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ (1)قُمِ اللَّيْلَ إِلَّا قَلِيلًا (2)نِصْفَهُ أَوِ انْقُصْ مِنْهُ قَلِيلًا (3)أَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا (4)إِنَّا سَنُلْقِي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَقِيلًا (5) إِنَّ نَاشِئَةَ اللَّيْلِ هِيَ أَشَدُّ وَطْئًا وَأَقْوَمُ قِيلًا(6)إِنَّ لَكَ فِي النَّهَارِ سَبْحًا طَوِيلًا (7)(Müzemmil 73/1-7)
İlka edilen قَوْلًا ثَقِيلًا ‘dir. Ağır sözdür. Buradaki söz herhangi bir cümle değildir. Yalnızca anlamsal olsaydı كَلِمَةşeklinde gelirdi. Ağır bir söz demek ağır bir sözleşme demektir.
Daha sonra buna atıfla أَقْوَمُ قِيلًا gelmektedir. أَقْوَمُ ism-i tafdildir. Daha hedefe yönelik demektir. قِيلًا ise قَوْلًا‘den farklı olarak daha dar manada söz demektir. Özel bir sözü ifade eder. Gece gelişmesi ile ortaya çıkan söz daha hedefe yöneliktir.
لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا تَأْثِيمًا (25) إِلَّا قِيلًا سَلَامًا سَلَامًا (26) (Vakıa 56/25-26)
Burada قِيل’in قَوْل’den farklı olduğu görülmektedir. Eğer aynı olsaydı قِيلًاkelimesi 25 ayetteki لَغْوًا’den önce gelirdi. Oysa burada لَغْوًاaslında لَغْوًاقَوْلًاdemektir ve istisna ile قِيلًا’in لَغْوًاقَوْلًاve قَوْلًا تَأْثِيمًاolmadığı anlaşılmaktadır. قِيلًا’in bedeli olarak سَلَامًاgelmesi de قِيلًا’in قَوْلًا’den farklı olduğunu göstermektedir.
Buna göre قَوْلgenel manada söz iken قِيلözel manada sözdür. قِيلًاiyi manada sözler için kullanılmaktadır.
Aynı kökten gelen فَعْلve فِعْلkalıpları incelendiğinde فَعْلgenel manayı فِعْلözel bir manayı ifade ettiği görülmektedir. Kur’an’da bu teorimizi destekleyen başka kelimeler de vardır.
دَيْنve دِين:دَيْنborçlanma iken دِين, düzen anlamında olup etimolojik olarak daha dar manada bir sistem içinde borçlanmadan gelir.
حَجّve حِجّ:حَجّgenel manada haccı ifade ederken حِجّise haccın içindeki özel bir dönemi ifade eder.
§ كلم
كَلَمَ-يَكْلِمُ: Sülasi 2. babdan fiildir. Birisine sözle (قَوْل ile), yazıyla, rumuzla, resimle, işaretle veya başka bir yolla bir manayı iletmek demektir.
كَلَّمَ-يُكَلِّمُ: Tef’îl babından fiildir. Başka birisine manayı iletiyor olmak anlamındadır. Burada konuşma yetisi, konuşma özelliğinden bahsedilmektedir. Bir şey söylemek demek değildir. Bir şeyi söyleyerek karşı tarafa manayı iletebilmek manasındadır. Bu fiil o anda bir mananın iletildiği anlamında değildir. Bu bâbda konuşan taraflar bellidir. Bu bâb konuşma fiilinin kimler arasında olduğunu göstermek için kullanılır. Konuşan tarafların birbirlerinin kavlini anladıklarını göstermektedir.
تَكَلَّمَ-يَتَكَلَّمُ: Tefe’ûl bâbından fiildir. Tef’îl bâbının mutavaatı ile elde edilir. Konuşmak demektir. Konuşma anını ifade eder. Bu bâbda muhatap ifade edilmez, kişinin konuşmasını ifade eder. Konuşanın kiminle konuştuğu bu bâbda ifade edilmez.
الْكَلِم: İsm-i cem-i cinsdir. Bir sözün, rumuzun, işaretin, resmin ortaya çıkardığı manadır. Cins ve cem manasındadır. Sonuna ة alarak müfredleşir. İletilen, ortaya çıkan mananın cins ismidir.
الْكَلِمَة: İsm-i cem-i cinsten müfredleşmiştir. Sonuna ة gelerek iletilen, ortaya çıkan manalardan bir mana anlamına gelmiştir. Tek bir sözcük, bir kelime olabileceği gibi, bir cümle ya da cümleler topluluğu da kelime olur. Önemli olan mana ifade etmesidir. Çoğulu الْكَلِمَات‘dır.
الْكَلَام: 2.babdan “iletilen mana” anlamında ism-i mef’ûl manasında câmid isimdir. İletilen, ortaya çıkan mananın iletilişi, ortaya çıkışı, anlaşılması açık ve net olacak şekildedir. Kelime ya da kelimelerden oluşur. Anlatmak istediği mana için kendi içindeki kelimelerden başka kelimelere ihtiyacı yoktur. Mana kendi içinde açıktır, kendi kendine yeterlidir. Müfred, tesniye ve cem (tekil, ikil ve çoğul) manasındadır. Bunlar için ayrı çekimleri yoktur.
Kavl-Kelime farkı
كَلِمَةileقَوْلarasındaki fark
قَوْلsöz demektir. قَوْل’in manası kelimedir. كَلِمَةsadece kavlin değil, rumuzun ya da işaretle anlatılanların da manasıdır.
Başka dillerle söylenen farklı قَوْل‘ler aynı كَلِمَة‘yi ifade edebilir.
Örneğin: “Adam eve gidiyor” Türkçe bir kavldir. “The man is going home” İngilizce bir kavldir. “يذهب الرجل إلى البيت” Arapça bir kavldir. Bunların hepsi aynı manayı ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle bunların hepsi ayrı kavldir ama hepsi aynı kelimedir.
Bu manayı sağır dilsiz alfabesiyle de anlatsak aynı kelimedir, resimle çizerek anlatsak da aynı kelimedir. Çünkü hepsi aynı manayı ortaya çıkarmaktadır.
تَكْلِيمileقَوْلarasındaki fark
قَوْلsöylendiği zaman muhatap kavli anlayabilir de anlamayabilir de ama تَكْلِيم’de karşıdaki söyleneni anlıyordur.
قَالَ الرَّجُلُ لِإِمْرَأَتِهِ
Burada “Adam karısına söyledi” demektedir. Adamın söylediğini karısının anlayıp anlamadığı bu ifadeden anlaşılmamaktadır.
كَلَّمَ الرَّجُلُ إِمْرَأَتَهُ
Burada “Adam karısıyla konuştu” demektedir. Adam karısına mana iletmektedir ve karısının adamın söylediğini anladığı, adamın da karısının söylediğini anladığı bu ifadeden anlaşılmaktadır.
Ayetlere bakalım:
AYET | ANLAMI |
AÇIKLAMA |
لَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنْسِيًّا | Bugün hiçbir insanla asla konuşmayacağım. (Meryem 19/26) |
Burada konuşan Meryem’dir ve konuşma anını ifade etmemekte, Tef’îl bâbından geldiği için konuşma fiilini gerçekleştirmeyeceğini ifade etmektedir. Bu bâbdan olduğu için muhatap bellidir, insandır. |
كَلَّمَ اللَّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا | Allah Musa ile konuştu. (Nisa 4/164) |
Burada konuştu manasında olan كَلَّمَ fiili Tef’îl bâbından gelmiştir. Başka birisine manayı iletiyor olmak, konuşma fiilini gerçekleştirmek anlamındadır. O andaki konuşma ifade edilmemektedir. Onunla konuşuyor olmanın gerçekleşmesi manasındadır. Bu bâbdan olduğu için muhatap bellidir, Musa’dır. |
تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا | İnsanlarla beşikte ve erişkin iken konuşuyorsun. (Maide 5/110) |
Burada İsa’ya hitap edilmekte ve konuşması değil, konuşma yetisinin olduğu ifade edilmektedir. Tef’îl bâbından geldiği için konuşma fiilinin gerçekleşmesi manasındadır. Bu bâbdan olduğu için muhatap bellidir, insanlardır. |
لَا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ | Yalnızca Rahman’ın kendisine izin verdiği kimse konuşur. (Nebe 78/38) |
Burada gerçek konuşma ifade edilmektedir. Tefe’ûl bâbından geldiği için gerçekten konuşma fiilidir, sesin çıkmasıdır. Muhatap belirsizdir. |
يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِهِ | Kelimi (Ortaya çıkan manayı) konduğu yerlerden tahrif ediyorlar. (Nisa 4/46) |
Burada الْكَلِمَ ism-i cem-i cins’tir. Bir sözün, rumuzun, işaretin, resmin ortaya çıkan manasıdır. Tahrif edenler mananın konduğu yerleri tahrif ederek mana üzerinde oynamaktadırlar. İsm-i cem-i cinslere dönen zamir müzekker ise cinsi ifade eder, müennes ise cem ifade eder. Burada müzekkerdir ve cins ifade edilmektedir. |
حَتَّى إِذَا جَاءَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ كَلَّا إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا | Nihayet onlardan birisine ölüm gelince “Rabbim, beni geri çevir, belki terk ettiklerimin içinde salih amel ederim.” dedi. Hayır, kesinlikle o söyleyenin söylediği bir kelimedir. (Müminun 23/99-100) |
Burada كَلِمَةٌ sözcüğünün tek bir sözcük olmadığı, mana ifade ettiği anlaşılmaktadır. “Rabbim, beni geri çevir, belki terk ettiklerimin içinde salih amel ederim.” cümlesinin manasıdır. Bu ifade hangi dille söylenirse söylensin, manası o kelimedir ve ona işaret edilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken إِنَّهَا’daki ve قَائِلُهَا’dakiهَا zamiri nereye dönmekte, هُوَ zamiri nereye dönmektedir. Biri müzekker, diğeri müennestir. Burada هُوَ zamiri “Rabbim, beni geri çevir, belki terk ettiklerimin içinde salih amel ederim.” sözüne yani kavle dönmekte, هَا zamiri ise bu sözün yani kavlin manası olan kelimeye dönmektedir. Yani إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا demek, o mana, manayı söyleyenin sözünün manasıdır, demektir. Burada كَلِمَةٌ kullanılması, söyleyen sözü hangi dille söylerse söylesin, manasının bu manada olduğunu ifade eder. |
قُلْ يَاأَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلَّا نَعْبُدَ إِلَّا اللَّهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ | De ki, ey kitap ehli, sizinle bizim aramızda eşit bir kelimeye gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmemek ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamak ve bazımızın bazımızı Allah’tan başka rabler edinmemesi. (Ali İmran3/64) |
Burada kitap ehline تَعَالَوْا إِلَى قَوْلٍ سَوَاءٍ (sizinle bizim aramızda eşit bir söze gelin) denmemiştir. Böyle denseydi ortak söz buradaki gibi Arapça ifade olması gerekirdi. Oysa kelime dendiği için “أَلَّا نَعْبُدَ إِلَّا اللَّهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ” manasında olan her dilde söylenen her söz kullanılabilir. Fransızlara Fransızcası, İngilizlere İngilizcesi, Almanlara Almancası söylenebilir. Eğer kelime yerine kavl kullanılsaydı hepsine Arapça söze gelmeleri istenmiş olacaktı. |
صَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ | Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. (Tahrim 66/12) |
Burada tasdik eden Meryem’dir. Meryem kelimeleri ve kitapları tasdik etmektedir. Kelimeler kavllerin manaları iken kitaplar kavllerin yazılı halidir. |
يُرِيدُونَ أَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللَّهِ | Allah’ın kelâmını değiştirmeyi irade ediyorlar. (Fetih 48/15) |
Burada Allah’ın kelâmı, kendi içinde manası bütün olan kelâmdır. Eksiklik yoktur. Manası kendi içinde kendine yeterlidir. Dışardan başka bir kelimeye ihtiyacı olmadan kendi kelimelerinden oluşur. |
وَلَوْ أَنَّمَا فِي الْأَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ أَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِهِ سَبْعَةُ أَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللَّهِ | Yerde ağaçlardan kalemler olsa ve ondan sonrasında ona yardım eden yedi deniz olsa Allah’ın kelimeleri tükenmezdi. (Lokman 31/27) |
Burada Allah’ın kelimeleri Allah’ın sözlerinin, kitaplarının ve diğer yarattığı her şeyin ilettiği, ürettiği, ortaya çıkardığı manaları demektir. |
قَالُوا اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا مَا لَهُمْ بِهِ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِآبَائِهِمْ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ | Allah veled edindi, dediler. Ne onlara ait ne de babalarına ait hiçbir ilim yoktur. Ağızlarından çıkan ne büyük bir kelimedir. (Kehf 18/4-5) |
Burada kelime “اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا” manasıdır, yani Allah’ın çocuk edinmesidir. Başka dillerde söylendiği için “كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ” şeklinde kullanılmıştır. Söyleniş şekli aynen burada yazdığı gibi Arapça olsaydı “كَبُرَ قَوْلًا يَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ” şeklinde gelirdi. |
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ إِنَّنِي بَرَاءٌ مِمَّا تَعْبُدُونَ إِلَّا الَّذِي فَطَرَنِي فَإِنَّهُ سَيَهْدِينِ وَجَعَلَهَا كَلِمَةً بَاقِيَةً فِي عَقِبِهِ | İbrahim babasına ve kavmine “beni yaratan dışında sizin ibadet ettiklerinizden uzağım. O bana rehberlik edecektir.” demişti. Onu onun arkasından kalıcı kelime kıldık. (Zuhruf 43/26-28) |
Burada “جَعَلَهَا كَلِمَةً بَاقِيَةً فِي عَقِبِهِ” daki هَا zamiri ve كَلِمَةً sözcüğü öncesindeki İbrahim’in “إِنَّنِي بَرَاءٌ مِمَّا تَعْبُدُونَ إِلَّا الَّذِي فَطَرَنِي فَإِنَّهُ سَيَهْدِينِ” kavlinin ortaya çıkan manasıdır. |
جَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُوا السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللَّهِ هِيَ الْعُلْيَا | Küfredenlerin kelimesini en alçak kıldı. Allah’ın kelimesi, o en üsttür. (Tevbe 9/40) |
Burada küfredenlerin kelimesi, küfredenlerin sözlerinin, yazdıklarının ürettiği ve ilettiği mana, Allah’ın kelimesi de Allah’ın sözlerinin, kitaplarının, yarattıklarının ürettiği ve ilettiği manadır. |
إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللَّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُ | Meryem oğlu İsa Mesih yalnızca Allah’ın resulü ve onun Meryem’e ilka ettiği kelimesidir ve ondan bir ruhtur. (Nisa 4/171) |
Burada İsa için كَلِمَةkullanılmıştır. Kelime bir sözün ya da yazının ve her türlü ifadenin ortaya çıkan manasıdır. İsa da kendisi için yazılan DNA’nın ortaya çıkan manasıdır. Bu nedenle kelimedir ve bu nedenle “Meryem’e ilka ettiği kelimesidir” denmiştir. Meryem’e ilka edilen Meryem’in yumurtasının değiştirilen DNA’sıdır ve bu bir kitaptır. Bu kitap olan DNA’nın da ortaya çıkan manası kelimedir ve bu kelime de İsa’dır. |
أَفَغَيْرَ اللَّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنْزَلَ إِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًا وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًا لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ | O size (bize) tafsil eden kitabı indirmişken Allah’tan başka hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verilenler onun rabbinden hak olarak indirilen olduğunu bilirler. Sakın kuşkulananlardan olma. Rabbinin kelimesi doğruluk ve adlle tamamlandı. Onun kelimelerini değiştirecek yoktur. (Enam 6/114-115) |
Burada “تَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًا” cümlesindeki كَلِمَة ya öncesindeki cümlelerin ortaya çıkan manasıdır ya da kitabın ortaya çıkan manasıdır. Sonrasındaki “لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ” cümlesindeki “kelimeler/كَلِمَاتِ” ile öncesindeki cümledeki “kelime/ كَلِمَة” farklıdır. İkinci “kelimeler” Allah’ın sözlerinin, kitaplarının, yarattıklarının ortaya çıkan manalarıdır ve ilk “kelime”yi kapsayabilir de kapsamayabilir de. Aynı olsalardı zamir dönerdi, “لَا مُبَدِّلَ لَهَا” şeklinde gelirdi. |
Tablo-3
§ نطق
نُطْق/مَنْطِقkelimeyi yani manayı ses, görüntü ve hareket yöntemlerinin hepsini birden kullanarak iletmektir. نُطْقkendisi doğrudan mana ifade etmez, manayı üç yöntemi birden kullanarak iletir, taşır. İletilen mana kavl’in manası (kavlin kelimesi) olabileceği gibi başka bir şeyin manası (kelimesi) da olabilir. نُطْقtek yönlüdür. Nutuk eden vardır, nutuk edilen vardır. Herhangi rastgele konuşma nutuk değildir. Nutuk bir manayı, bilgiyi karşı tarafa iletmek gayesiyle yapılır.
Nutuk eden illa canlı bir varlık olmak zorunda değildir. Televizyon konuşması da nutuktur. Radyo nutuk değildir.
AYET | ANLAMI |
AÇIKLAMA |
حَتَّى إِذَا مَا جَاءُوهَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَأَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ وَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ لِمَ شَهِدْتُمْ عَلَيْنَا قَالُوا أَنْطَقَنَا اللَّهُ الَّذِي أَنْطَقَ كُلَّ شَيْءٍ | Nihayet oraya geldiklerinde işitme, görme duyuları ve derileri aleyhlerine yaptıklarına şahitlik ettiler ve derilerine dediler ki “Neden aleyhimize şahitlik ettiniz?”, onlar da dedi ki “Her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturdu. ” (Fussilet 41/20-21) |
Bu ayet bize nutkun üç bileşenini göstermektedir. Bunlardan biri işitme, diğeri görmeler, diğeri hareketlerdir (derilerden dolayı). |
هَذَا كِتَابُنَا يَنْطِقُ عَلَيْكُمْ بِالْحَقِّ إِنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ | Bu bizim kitabımızdır, aleyhinize hak ile konuşur. Biz sizin yapmakta olduklarınızı kaydederiz. (Casiye 45/29) |
Burada نَسْتَنْسِخُ nüsha almak, kopyasını kaydetmek manasındadır. Ameller kaydedilmektedir. نُطْقolduğundan kayıt sesli ve görüntülüdür. |
Tablo-4
§ لفظ
Kuran’da لفظ kökü bir kere geçmektedir. Bu kök ağızdan çıkan her şey için kullanılır. Ağızdan bir şey çıkarmak manasındadır. مِنْ قَوْلٍ ile beraber gelince ağızdan çıkan söz anlamındadır.
مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ
“Ağzından bir söz çıkmaz ki yanında hazır bir gözetici olmasın.” (Kaf 50/18 (
§ حور
قَالَ لِصَاحِبِهِ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ
“Arkadaşına muhavere ederek dedi ki…” (Kehf 18/34)
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ
“Arkadaşı ona muhavere ederek dedi ki…” (Kehf 18/37)
Muhavere/مُحَاوَرَةiki tarafın birbirinin yakınında olması anlamındadır. قَوْلile beraber geldiğinde ve قَوْلedenin hali olduğunda (yukarıdaki iki ayette olduğu gibi) söz söylemenin fiziksel yakınlık içinde gerçekleştiğini ifade etmektedir.
§ خطب
خَاطَبَ- يُخَاطِبُşeklinde Müfa’ale babından bir amaç için, bir işin gerçekleşmesini istemek için iki tarafın karşılıklı birbirine zıt talepte bulunması anlamındadır.
§ نجْوى
Necva/نجْوَىنجوkökünden Müfa’ale babının (يُنَاجِي-نَاجَى) ismi mastarıdır. Özel konuşma demektir.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نَاجَيْتُمُ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَةً
“Ey iman edenler, başkan ile özel görüşeceğiniz zaman görüşmenizden önce sadaka takdim edin.” (Mücadele 58/12)
Kur’an’da; خَافَتَ– يُخَافِتُolarak Müfa’ale babında veتَخَافَتَ- يَتَخَافَتُolarak Tefa’ül babında ‘Kısık sesle konuşmak’ manasında gelir.
وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلًا
“Ne sesini yükselt ne de kısık sesle konuş. İkisi arasında bir yol ara.” (İsra 17/110)
فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَ
“Aralarında kısık sesle konuşarak ayrıldılar.” (Kalem 68/13)
§ سَمْر
سَمَرَ– يَسْمُرُSülasi 1. babda ‘Gece toplantısı’, ‘gece etkinliği’, ‘gece konuşması’ demektir.
قَدْ كَانَتْ آيَاتِي تُتْلَى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ تَنْكِصُونَ (66)مُسْتَكْبِرِينَ بِهِ سَامِرًا تَهْجُرُونَ (67)
“Ayetlerim size okunuyordu, siz ona büyüklenerek, gece sohbet ederek, terk ederek topuklarınızın üzerinde geri döner oldunuz.” (Müminun 23/66-67)
§ وحْي
Kur’an’da fiil olarak sadeceيُوحِي-أَوْحَىolarakİf’al babındna gelir.
AYET | ANLAMI |
AÇIKLAMA |
بِأَنَّ رَبَّكَ أَوْحَى لَهَا | Çünkü Rabbin ona (arza) vahyetti. (Zilzal 99/5) |
Yere vahyetme |
فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى | Kuluna vahyettiğini vayhetti. (Necm 53/10) |
Kuluna vahy etme (önceden vahyolunanı tekrar vahy etme) |
إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى | O ancak vahyolunan vahiydir. (Necm 53/4) |
Vahyolunan vahiy (o anda vahyolunan vahiy) |
فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ مِنَ الْمِحْرَابِ فَأَوْحَى إِلَيْهِمْ أَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِيًّا | Mihraptan kavminin karşısına çıktı ve onlara sabah akşam teşbih etmelerini vahyetti. (Meryem 19/11) |
Zekeriya’nın konuşmadan kavmine vahyetmesi |
وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ | Ve Rabbin arıya vahyetti: dağlardan, ağaçlardan ve onların yükselttiklerinden evler edin. (Nahl 16/68) |
Rabbinin arıya vahyetmesi |
فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَوَاتٍ فِي يَوْمَيْنِ وَأَوْحَى فِي كُلِّ سَمَاءٍ أَمْرَهَا | Onları yedi sema olarak iki dönemde gerçekleştirdi ve her semaya işini vahyetti. (Fussilet 41/12) |
Her semanın içinde emrini (işini) vahyetme |
اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ | Rabbinden sana vahyolunana uy. (Enam 6/106) |
Rabbinden sana vahyedilen |
وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَ | Ve Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku. (Kehf 18/27) |
Rabbinin kitabından sana vahyolunan |
وَإِذْ أَوْحَيْتُ إِلَى الْحَوَارِيِّينَ أَنْ آمِنُوا بِي وَبِرَسُولِي قَالُوا آمَنَّا وَاشْهَدْ بِأَنَّنَا مُسْلِمُونَ | Ve havarilere bana ve resulüme iman edin diye vahyettiğimde “İman ettik, Müslim olduğumuza şahit ol.” dediler. (Maide 5/111) |
Allah’ın Havarilere vahyetmesi (Eğer vahiy dolaylı yoldan -İncil gibi- olsaydı أُوحِيَşeklinde gelirdi.) |
وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَذَا الْقُرْآنُ لِأُنْذِرَكُمْ بِهِ | Ve bana, onunla sizi uyarayım diye Kur’an vahyedildi. (Enam 6/19) |
Kuran’ın vahyi |
وَأُوحِيَ إِلَى نُوحٍ أَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ إِلَّا مَنْ قَدْ آمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ | Ve Nuh’a vahyedildi: Kavminden iman etmiş olandan başka kimse iman etmeyecek. Onların yaptıklarına üzülme. (Hud 11/36) |
Nuh’a vahyedilmesi (meçhul kullanım) |
إِذْ أَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّكَ مَا يُوحَى(38) أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِي وَعَدُوٌّ لَهُ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي (39) | Hani annene vahyolunanı, onu sandığa koy, sandığı akarsuya bırak, akarsu onu sahile bıraksın, onu bana ve ona düşman olan biri alsın diye vahyetmiştik. Gözümün önünde büyütülesin diye kendimden üzerine bir sevgi koydum. (Taha 20/38-39) |
Burada Musa’nın annesine vahyedilmesi durumu vardır. مَايُوحَىile gelmesi: - الَّذِي yerine مَاgelmesi - أُوحِيَ yerine يُوحَى gelmesi (Mazi yerine Muzari) Bu ikisi nedeniyle Musa’nın annesine o anda gelen vahiy daha önceden de tekrar edilmiş olmalıdır. Bu rüya veya başka bir şekilde olmuş olabilir. أَوْحَيْنَا ile gelen vahiy ise sandık içinde suya koyduğu andaki vahiydir. |
وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ إِلَى أَوْلِيَائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ | Ve şeytanlar sizinle mücadele etsinler diye velilerine vahyederler. (Enam 6/121) |
Şeytanların velilerine vahyetmesi |
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الْإِنْسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا | Ve böylece her nebiye insan ve cinin şeytanları olan bir düşman kıldık. Bazısı bazına sözün yaldızlısını aldatmak için vahyeder. (Enam 6/112) |
İnsan ve cin şeytanların aldatma amacıyla birbirlerine sözün süslüsünü vahyetmesi |
إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى الْمَلَائِكَةِ أَنِّي مَعَكُمْ فَثَبِّتُوا الَّذِينَ آمَنُوا سَأُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ | Hani Rabbin meleklere “Ben sizinle beraberim. İman edenleri tespit edin. Küfredenlerin kalplerine korku yerleştireceğim.” diye vahyetmişti. (Enfal 8/12) |
Rabbinin meleklere vahyetmesi |
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَنْ يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ | Ve Allah’ın hiçbir beşer ile konuşması olmaz ancak vahiy veya perde arkasından veya bir resul göndermesi ve onun da O’nun izniyle istediğini vahyetmesi istisna. Allah yücedir, hakimdir. (Şura 42/51) |
Allah’ın beşerle iletişim metotları: 1. Teklim (mana iletme) a. Vahiyle mana iletme: İletilenden başkaları algılayamaz. Rüya, ilham, rumuz, işaret v.s. b. Hicabin veraından mana iletme: Vahiyden farklıdır. İletim gizli değildir. Bir insan/olay/kitap gibi bir araçla başka bir insana bir mana iletilmesidir (bu uyarı veya başka bir şey olabilir). Bu durum Allah’ın hicabın veraından kelamıdır. 2. İrsal: Resul gönderip resulün beşere vahyetmesi. |
| | |
Tablo-5
Sonuç olarak;
Vahiy: Birinin başka birine veya birilerine bilgiyi başkaları için gizli olan bir şekilde iletmesi demektir. Bu şekil rumuz, işaret veya tamamen başka bir metot olabilir.
أذانveنِدَاء
Ezan/أذان: Duyuru demektir. Duyuru birilerinin içinde veya aralarında yapılır.
Nida/نِدَاء: Çağrı demektir. Çağıran ve çağrılan bellidir.
AYET | ANLAMI |
AÇIKLAMA |
وَنَادَى أَصْحَابُ الْجَنَّةِ أَصْحَابَ النَّارِ أَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا قَالُوا نَعَمْ فَأَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ أَنْ لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ | Cennet ashabı ateş ashabına nida etti: Rabbimizin bize vaat ettiğini bulduk, siz rabbinizin size vaat ettiğini gerçekten buldunuz mu? Dediler ki “Hayır”. Sonra aralarından bir duyuran şöyle duyurdu: Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun. (Araf 7/44) |
Bu ayette ilk başta Cennet ashabı, ateş ashabına nida etmektedir. Nida eden (münadi) ve edilen (münada) bellidir. Ayetin devamında bir müezzinin (duyuranın) aralarında duyuru yaptığı söylenmektedir. Duyuru yapılmış olur. |
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِيَ لِلصَّلَاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ | Ey iman edenler, cuma gününde namaza çağrıldığınızda, Allah’ın zikrine koşun, alışverişi bırakın. Bilirseniz bu sizin için hayrdır. (Cuma 62/9) |
Bu ayette Cuma günü için yapılan toplantıya nida edilenlerin gelmesi gerektiği belirtilmektedir. Burada ezan değil, nida kullanılmıştır. Bu nedenle Cuma günü için yapılan toplantıya nida edilenler gelmek zorundadır. |
وَأَذِّنْ فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ | İnsanlar arasında haccı duyurun, yaya olarak ve her ulaşılması zor dağ yolundan gelen binek ile sana gelsinler. (Hac 22/27) |
Bu ayet haccın insanlar içinde duyurulacağını göstermektedir. Hac duyurulur, çağrı yapılmaz. Duyuru sonrası isteyen hacca gelir. |
Tablo-6
ذكر
Bu kökün dört manası vardır: Anmak, anımsamak, anlamak, anlatmak.
هُوَ
هُوَ“O” demektir. Zamirdir. Üçüncü tekil eril şahıs zamiridir. Aslı هُ dur, و sonradan eklenmiştir.
Buradaki هُوَ aşağıdaki durumlardan biri ile izah edilebilir:
- Arapçada zamirler, öncesinde geçen bir varlığı işaret ederler. “Ona raci olmak” şeklinde ifade edilir. Bazen zamirler öncesine işaret etmezler. Bu zamirlere iş zamiri (eriline şan, dişiline kıssa zamiri) denir.
Bu ayette surenin başında bu zamirin işaret ettiği bir kelime yoktur. Bu nedenle bu zamir iş zamiri olabilir. “Şöyle ki” şeklinde Türkçeye tercüme edilebilir.
- Türkçede olduğu gibi “o” zamiri Kuran’da da kinaye ile Allah’a işaret edebilir. “O her şeyi bilir” dediğinizde kastedilenin Allah olduğu bellidir. Bu ayette de bu şekilde kullanılmış olabilir.
- ه harfi boğazın en derininden çıkan harftir. Kesintisiz olması ve görünmeyen yerden çıkması Allah’a işaret eder. Âdem ve Havva için konuştuklarında üçüncü şahıs olarak kastettikleri Allah olur ve bu nedenle Allah’ın ismi olabilir.
اللَّهُ
Kökün üç harfi ا, ل ve ه harfleridir.
اharfinin orijinal piktografik yazısı öküz başı aolup, bir hayvanın yaptığı işteki güç ve kuvveti temsil eder. Bu piktografik yazı aynı zamanda şef veya diğer liderleri de temsil eder. İki öküz bir pulluğu çekmek için bağlandığında biri diğerine öncülük eder. Bir boyda, kabile veya ailede şef veya baba daha büyük olarak görülür ve diğerlerini lider veya öğretmen olarak boyunduruğu altına alır.
Bu harfin modern ismi Yunancada alfa, Arapçada elif’dir. Bu kökün çeşitli manaları vardır; iki öküz, boyunduruk ve öğretmek. Bu anlamların her biri apiktografik yazısı ile ilişkilidir. Alef kökü(pla) ana kök olan (la)’in alt kökü olup, güç, kuvvet ve şef manasında olup muhtemelenapiktografik yazısının orijinal ismidir.
lÇobanın sopasıdır ve otoriteyi temsil eder. Bu iki resmin bir arada olması ‘güçlü otorite’yi temsil eder. Şef veya baba güçlü otoritedir.laAynı zamanda boyundurukta olan öküz olarak da anlaşılabilir. Birçok yakın doğu kültürü tanrıla’a ibadet eder, sıklıkla ‘el’ olarak telaffuz edilir ve heykel ve oymacılıkta boğa olarak resmedilir.lakelimesi İbrani İncilinde genellikle Allah veya diğer tanrılar için kullanılır.
Buna göre الArapçadan önce semitik dillerde tanrı demektir. Arapçada ه harfi eklenerek إِلَه şeklinde kullanılmıştır. Buradaki هharfinin orijinal piktografisi h, ayakta durmuş iki kolunu yukarı kaldırmış bir adamdır. Modern İbranicede ve orijinal olarak bu harfin adı hey’dir. İbranicede hey, büyük bir görüntüye bakar gibi seyretmek manasına gelir.
ه aynı zamanda nefes almak ve iç çekmek manalarına da gelir, büyük bir görüntüye bakınca iç çekmek gibi. Harfin anlamları; seyretmek, bakmak, nefes almak, iç çekmek, açığa vurmak veya büyük bir görüşe dikkat çekince onu açığa vurma manasında vahiydir(ilham).
Modern İbranicede bu harfin sesi h’dir. Orijinal olarak bu harf sessiz olarak çifttir, eh şeklinde. Yunanlılar bu harfi epsilon olarak kabul ettiler.
Bu harf yaygın olarak the (belirlilik ifade eder) manasında bir ön ek olarak kullanılır, ha’arets yani yer kelimesinde olduğu gibi.
اللَّهkelimesi الْإِلَهkelimesinden dönüşmedir. Başlangıçtaki إِلَهkelimesindeki hemze ل’a dönüşmüştür. Allah lafzında bu ل üç ل arda rda olduğu için okunmaz ama yazılışta şeddelenerek gösterilir. Buna ilaveten اللَّهlafzının ilk harfi hemze-i vasldır. Çünkü kendisinden önce harekeli bir kelime gelince okunmaz hatta لِلَّهِgibi durumlarda yazılıştan da düşer. Bunun hemze-i vasl olması Allah lafzının başının harf-i tariften geldiğini ve الْإِلَهkelimesinden türediğini desteklemektedir.
اللَّهalemlerin Rabbi’nin özel ismidir.
أَحَدٌ
أَحَد‘Birisi’ demektir. Olumsuz cümle içinde kullanıldığında hiç birisi, hiç kimse anlamına gelmektedir.
Marife olarak kullanılmaz. Kuran’da müzekkeri müfred olarak veya izafetle gelirken müennesi sadece izafetle gelir.
الَّذِينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللَّهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ أَحَدًا إِلَّا اللَّهَ وَكَفَى بِاللَّهِ حَسِيبًا
“Onlar Allah’ın mesajlarını tebliğ ederler ve O’ndan çekinirler. Sadece Allah’tan çekinirler başkasından değil. Hesap görücü olarak Allah yeter.” (Ahzab 33/39)
Burada Allah lafzı أَحَدًا den istisna edilmiştir. Bu nedenle Allah diğerleri gibi أَحَدًا dır. أَحَدًا olma Allah’a has bir özellik değildir. Burada istisna türünün munkatı olup Allah’ın birisi olmadığı iddia edilebilir. Ancak اللَّهُ أَحَدٌ ifadesi buradaki istisnanın muttasıl istisna olduğunu göstermektedir.
Bu surede اللَّهُkelimesi iki kere tekrar edilmiştir. Beklenen, tekrar edilen Allah yerine هُوَ zamirinin gelmesidir. هُوَgelmeyip اللَّهُgelmesi اللَّهُأَحَدٌcümlesinin sonrasının tamamının bu cümleye bedel olmasından dolayıdır.
اللَّهُ الصَّمَدُ (2)
“Allah Samed’dir.”
İsim cümlesi |
Haber | Mübteda |
الصَّمَدُ | اللَّهُ |
الصَّمَدُ
Tsade (ص) harfinin piktografisi bir varış yeri veya sığınağa doğru uzanan bir yol resmidir. Aynı zamanda avlanmak, avdaki gibi bir hedefe yönelmek anlamı da vardır.
Tsad kelimesi yan(taraf) manasındadır. (İngilizcedeki side) Aynı zamanda çoğunlukla dağ kenarlarında inşa edilen sığınak ile de ilişkilendirilmiştir. Piktografi bir varış yeri veya sığınağa doğru uzanan bir yol resmidir.
Mem (م) harfinin piktografisinin sıvı, deniz suyu, denizin boyutlarından dolayı muazzam ve iri, denizin fırtınalarından dolayı da kargaşa manaları vardır. İbranilere göre deniz korkulan ve bilinmeyen bir yerdir, bu sebeple bu harf bilinmeyen bir şeyi aramak dürtüsüyle kim, ne, ne zaman, nerede, niçin ve nasıl gibi soru kelimesidir.
Dalet (د) harfinin temel manası kapıdır ancak onunla ilişkili başka birçok anlamı da vardır. İleri ve geri hareket anlamına da gelir.
ص: Hedeflenen
م: Belirsizlik, büyüklük, muazzamlık
د: Kapı, gizlilik, ileri geri hareket
الصَّمَدkelimesi yalnızca Allah için kullanılmaktadır. صharfi Allah’a her şeyin yöneldiğini, مharfi Allah’ın muazzamlığını, belirlenemeyeceğini, دharfi gizlilik etkisi ile Allah’a ulaşmadaki gizliliği ve kapı etkisi ile de Allah’a ulaşmanın kontrollü olduğunu göstermektedir.
الصَّمَدkelimesi her şeyin kendisine yöneldiği, belirlenemeyen ve muazzam, ona ulaşmanın gizli ve kontrollü olduğunu ifade eder.
لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ (3)
“Çocuk sahibi olmadı ve birine çocuk olmadı”
Ma'tûf (Fiil cümlesi) | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh (Fiil cümlesi) |
Nâib-i fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı | Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı |
هُوَ | يُولَدْ | لَمْ | وَ | هُوَ | يَلِدْ | لَمْ |
لَمْ
لَـمْolumsuzluk harfidir. Sonrasında muzari fiil meczum olarak gelir. Bir arada geldiğinde geçmişten sözün söylendiği ana kadar hiçbir zaman o fiilin gerçekleşmediğini gösterir.
يَلِدْ-يُولَدْ
وَلَدَ-يَلِدُSülasi 2. babdan fiildir. Çocuk sahibi olmak anlamındadır. Hem erkek hem de kadın için kullanılır. Doğurma anlamında değildir. Doğurma ve çocuğu düşürme fiili Kuran’da وضع ile ifade edilir.
Kur’an’da bu kökle gelen azı kavramları inceleyelim.
§ وَلَد
Çocuk demektir. Anne karnına tutunduktan sonraki dönemi kapsar. Doğumdan önce ve doğumdan sonra da geçerlidir. Çoğulu أَوْلَاد dır.
§ وَلِيد
Bu da çocuk demektir. Ancak anne babası kullanılmadan ve onlara izafe edilmeden cümlede kullanıldığında bu şekilde gelir. Bu şekilde kullanımı anne babasının olmadığını değil, bilinmediğini veya söylenmek istenmediğini gösterir. Çoğulu وِلْدَان dır.
§ وَلَاد(Çocuk sahibi olmak) ileالاِتِّخَاذُ وَلَدًا(Veled ittihaz edinmek)karşılaştırması
الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا
“Hiç veled edinmemiş olan Allah’a hamd olsun.” (İsra 17/111)
Bu ayette Allah’ın veled edinmediği söylenmektedir. İhlas ise çocuk sahibi olmadığı (veledi olmadığı) söylenmektedir. İkisi farklı durumlardır.
وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَأَتِهِ أَكْرِمِي مَثْوَاهُ عَسَى أَنْ يَنْفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا
“Onu Mısır’dan satın alan kişi karısına dedi ki ‘Ona ikram et, umulur ki bize faydası olur veya onu veled ediniriz.’.” (Yusuf 12/21)
وَقَالَتِ امْرَأَةُ فِرْعَوْنَ قُرَّةُ عَيْنٍ لِي وَلَكَ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَى أَنْ يَنْفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
“Ve Firavun’un karısı dedi ki ‘Gözümüz aydın olsun. Onu öldürme, umulur ki bize faydası olur veya onu veled ediniriz.’. Ve onlar şuurunda değillerdi.” (Kasas 28/9)
Musa için Firavun ve hanımı, Yusuf için onu evine alanlar bu ifadeyi kullanmaktadırlar. Bu da gösteriyor ki veled ittihaz edinmek valid olmaktan farklı bir durumdur. Biyolojik anne-babalık değildir.
§ وَالِدٌ-وَالِدَةٌ (وَالِدَيْنِ) ileأَب-أُمّ (أَبَوَيْنِ) karşılaştırması
أَبَوَيْنِgramatik olarak iki baba demektir. Arapçada tağlib vardır. Baba anneye galip geldiği için anne-baba kelimesi “iki baba” ile ifade edilir. Bunun dışında sadece anne-baba demek değildir. Baba ve babanın babası da ebeveyn olur, dede ve dedenin babası da ebeveyn olacağı gibi Âdem ve Havva da her insanın ebeveynidir. Ebeveyn soyca yukarı doğru giden herkestir.
وَالِدَيْنِçocuğa bakıp, onu büyütenlerdir. Ebeveyn/ أَبَوَيْنِ aynı zamanda valideyn/ وَالِدَيْنِ olabileceği gibi başkaları da وَالِدَيْنِolabilir.
§ مَوْلُودٌ لَهُ
Çocuğun ve annenin yeme içme, giyinme masrafları üzerinde olan erkektir. Çocuğun gerçek babası olabileceği gibi babası ölmüş olan çocuğun masraflarını üstlenen erkektir (amca, dede v.s.).
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ أَرَادَ أَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ
“Anneler veledlerini iki tam yıl emzirirler. Bu, emzirmeyi tamamlamayı irade edenler içindir. Onların beslenmesi ve giyinmesi maruf şekilde, onun için doğrulan üzerinedir.”
(Bakara 2/233)
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ (4)
“O’na denk hiçbir kimse olmadı.”
Ma'tûf (Mensuh isim cümlesi) | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh
|
İsmi | Haberi | Kâne | Olumsuzluk edatı |
Sahibul hâl | Hâl |
Mecrur | Cârr |
أَحَدٌ | كُفُوًا | هُ | لِ | يَكُنْ | لَمْ | وَ | لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ |
وَلَمْ
لَـمْolumsuzluk harfidir. Sonrasında muzari fiil meczum olarak gelir. Bir arada geldiğinde geçmişten sözün söylendiği ana kadar hiçbir zaman o fiilin gerçekleşmediğini gösterir.
لَمْ يَفْعَلْhiç yapmadı. Yani geçmişten bugüne kadar hiç yapmamıştır.
مَا فَعَلَyapmadı. Kastedilen zaman için yapmamıştır. Daha önceden fiil gerçekleşmiş olabilir.
لَمْ يَكُنْ hiç olmadı anlamındadır. Geçmişten sözün söylendiği yani ayetin okunduğu ana kadar hiç olmamıştır. Bu nedenle kıyamete kadar ayet okunacağı için hiçbir zaman da olmayacaktır.
يَكُنْ
كَانَfiili iki şekilde kullanılır:
- Tam fiil olarak kullanılır. “Olmak” anlamındadır.
- Nasih fiil olarak kullanılır. Bu durumda yardımcı fiil vasfındadır. Arkasından iki öğe gelir. Birisine kânenin ismi diğerine ise kânenin haberi denir. Hepsine birden mensuh isim cümlesi denir. Cümleye “idi”, “-dır”, “-dir” gibi manalar verir.
Kuran’da كونkökü 1358 kere tamamı fiil olarak geçer. Bu kökten Kuran’da isim (mastar, müştak isim veya camid isim) olarak geçiş yoktur.
لَهُ
لِ ve هُ dan oluşmuştur. لِ harf-i cerdir. İçin, ait şeklinde çevrilebilir. هُ zamirdir. Allah kelimesine racidir. İkisi bir arada “O’nun için” demektir.
Burada لَهُ, كُفُوًاkelimesinin halidir. Zamir Allah’a işaret ettiği için hal sahibu-l hal olan كُفُوًاkelimesinin önüne alınmıştır.
كُفُوًا
كُفُوًاkelimesini doğru anlayabilmek için Kur’an’da buna yakın manada geçen başka kelimeleri de inceleyelim.
KELİME | KÖK | ANLAM |
نِدّ (أَنْدَاد) | ندد | Fonksiyonel denklik |
شِرْك | شرك | Allah’ın hiç izin vermediği doğal/ilahi kanunlara aykırı şeriat koyma yani kurallar üretme yani yalnızca Allah’a ait olan fonksiyonlara ortak etmektir. Fonksiyonu paylaştırmaktır |
عَدْل | عدل | Dengeli, dengeli davranış, denk |
قِسْط | قسط | Ölçütlerle ve kurallarla hareket etmek |
كُفُو | كفء | Açık olan, görünen özelliklerin denk olmasını, sıfatsal denklik |
Tablo-7
§ نِدّ
نَدَّ – يَنِدُّ: Sülasi 2. babda bir şeye işte ve özelliklerde eşdeğer olmak ama şekil ve görünüşte ihtilafa düşmek demektir. نِدّFonksiyonel denklik demektir. Kuran’da yalnızca Allah ile beraber kullanılmaktadır.
§ شِرْك
Kur’an’da İf’al babında (أَشْرَكَ- يُشْرِكُ) ortak etmek, Müfa’ale (شَارَكَ- يُشَارِكُ) babında ortak olmak manalarında kullanılır.
AYET | ANLAMI |
AÇIKLAMA |
وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنِي آدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنْفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُوا بَلَى شَهِدْنَا أَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ (172) أَوْ تَقُولُوا إِنَّمَا أَشْرَكَ آبَاؤُنَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْ أَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ (173) | Hani Rabbin ademoğullarından bellerinden zürriyetlerini almıştı ve onları kendilerine şahit tutmuştu: Ben Rabbiniz değil miyim? “Evet, şahit olduk” dediler. (Bu) Kıyamet gününde “Biz bundan gafiliz” demeleri veya “Atalarımız bundan önce buna işrak etmişti. Biz onlardan sonra olan bir zürriyetiz. Bizi batılda olanların yaptıkları sebebiyle helak mı edeceksin?” demeleri sebebiyledir. (Araf 7/172-173) |
Bu ayette işrak olayının atalardan beri devam edebilen bir durum olduğu görülmektedir. Burada dikkat edilecek ikinci husus rablık sıfatından sonra şirk gerekçesinin gelmesidir. |
وَاجْعَلْ لِي وَزِيرًا مِنْ أَهْلِي (29) هَارُونَ أَخِي (30) اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي (31)وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي (32) | Ve bana ehlimden bir vezir kıl, kardeşim Harun’u. Onunla gücümü şiddetlendir ve onu işimde bana işrak et. (Taha 20/30-31) |
Bu ayette Musa Harun’un işine ortak edilmesini söylemiştir. Yani burada işrak, fonksiyonu paylaştırmadır. |
قُلْ إِنَّمَا أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ اللَّهَ وَلَا أُشْرِكَ بِهِ | De ki “Ben Allah’a ibadet etmekle ve O’na işrak etmemekle emrolundum.” (Rad 13/36) |
Burada “Yalnızca Allah’a ibadet etmekle ve ona işrak etmemekle emrolundum” denmektedir. İkisi atıfla gelmektedir. Bu nedenle Allah’tan başkasına ibadet etmek ile ona işrak etmek farklı şeylerdir. |
تَدْعُونَنِي لِأَكْفُرَ بِاللَّهِ وَأُشْرِكَ بِهِ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ | Beni Allah’a küfretmeye ve O’na hakkında ilgim olmayan şeyi işrak etmeye çağırıyorsunuz. (Mümin 40/42) |
Burada küfretme ile işrak etmenin farklı olduğunu ve bu ikisini birlikte yapabildiklerini göstermektedir. |
قُلْ إِنَّمَا أَدْعُو رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِهِ أَحَدًا | De ki “Ben Rabbime dua ediyorum ve O’na hiç kimseyi işrak etmiyorum.” (Cin 72/20) |
Burada “Yalnızca Rabbe dua ederim ve ona kimseyi işrak etmem” denmektedir. İkisi atıfla gelmektedir. Bu nedenle Rabden başkasına dua etmek ile ona işrak etmek farklı şeylerdir. Burada işrakın rabbe olduğu da görülmektedir. Bu ayette Allah’a işrak edilenin şuur sahibi olabileceğini أَحَدًا kelimesinden anlıyoruz. |
سَيَقُولُ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا أَشْرَكْنَا وَلَا آبَاؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍ | İşrak edenler “Eğer Allah dilemeseydi ne biz ne de atalarımız işrak ederdi ve hiçbir şeyi haram etmezdik.” derler. (Enam 6/148) |
Burada işrakta örgütlenenler söylenmektedir. “Allah istemeseydi ne biz ne de atalarımız işrak ederdik” demektedirler. İşrakta örgütlenme vardır ve atalardan beri gelmektedir. Buradaki organizasyonun şirke dayandığı anlatılmaktadır ve bu organizasyonun toplulukta nesilden nesile devam ettiği gösterilmektedir. Burada aynı zamanda haram etme işrak etmeye dahil değildir. |
لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذِينَ آمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا | İman edenlere düşmanlıkta en şiddetlileri Yahudiler ve işrak edenler olarak görürsün. (Maide 5/82) |
Burada iman edenlere düşmanlıkta insanların en şiddetlisinin Yahudiler ve örgütlü işrak edenler olduğu söylenmektedir. Buradan Yahudiler ve işrak edenlerin farklı topluluklar olduğu da görülmektedir. |
إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ | Yüzümü göklerin ve yerin yaratanına hanif olarak yönelttim ve ben müşriklerden değilim. (Enam 6/79) |
Burada İbrahim Peygamber veçhini Allah’a vechetmiştir ve müşriklerden olmadığını söylemektedir. Buna göre Allah’a işrak edilene veçhini vechetme fiilini yapanlar olabilir. |
قُلْ يَاأَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلَّا نَعْبُدَ إِلَّا اللَّهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ | De ki “Ey kitap ehli, aramızda eşit bir kelimeye gelelim: allah’tan başkasına ibadet etmeme, O’na hiçbir şeyi işrak etmeme ve bazımızın bazını Allah’ın dışında rabler edinmemesi.” (Ali İmran 3/64) |
Bu ayete göre Allah’tan başkasına ibadet etmek, bazısının Allah’la beraber bazısını rab edinmesi işrak değildir. Çünkü bir şeyi ona işrak etmek وَile atfedilmiştir. |
إِنَّ اللَّهَ لَا يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا | Allah O’na işrak edilmesini mağfiret etmez. Bunun dışında dilediğini mağfiret eder. Kim Allah’a işrak ederse, büyük kötülük uydurmuş olur. (Nisa 4/48) |
Bu ayette işrakın mağfiret edilmeyeceği söylenmektedir. Bununla beraber işrakın büyük bir kötülük ortaya çıkaracağı söylenmektedir. |
لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ وَقَالَ الْمَسِيحُ يَابَنِي إِسْرَائِيلَ اعْبُدُوا اللَّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ إِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللَّهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ | “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyen küfretmiştir. Mesih dedi ki “Ey İsrail oğulları, Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Kim O’na işrak ederse, Allah ona cenneti haram etmiştir. (Maide 5/72) |
Burada Mesih İsrail oğullarına Allah’ın O’na işrak edene cenneti haram ettiğini söylemektedir. Buradan İsrailoğullarının İsa zamanında işrak yaptıklarını söylemekte, Mesih’e Allah diyenlerin ise küfrettiklerine işaret etmektedir. |
فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ حُنَفَاءَ لِلَّهِ غَيْرَ مُشْرِكِينَ بِهِ | Putlardan olan pislikten kaçının ve tahmini sözden, Allah’a hanifler olarak, O’na işrak etmeksizin kaçının. (Hac 22/30-31) |
Burada evsanın ricsinden kaçının ve boş sözden kaçının derken hal olarak müşrikler olmadan hanifler olmayı emretmektedir. Burada müşrikliğin evsanın ricsi ve boş söz kapsamına girmediği anlaşılmaktadır. |
يَاأَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا جَاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلَى أَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللَّهِ شَيْئًا وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْنِينَ وَلَا يَقْتُلْنَ أَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْتِينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَرِينَهُ بَيْنَ أَيْدِيهِنَّ وَأَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْصِينَكَ فِي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ | Ey Nebi, Mümin kadınlar seninle Allah’a hiçbir şeyi işrak etmemek, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında suç uydurup onunla gelmemek, marufta isyan etmemek üzere biatlaşmaya gelirlerse onlarla biatlaş ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Allah gafurdur, rahimdir. (Mümtehine 60/12) |
Bu ayette isyan etmeme ve Allah’a işrak etmeme atıfla gelmiştir. Buradan bu ikisinin farklı olduğu anlaşılmaktadır. |
وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتَّى يُؤْمِنَّ وَلَأَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ أَعْجَبَتْكُمْ وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِكِينَ حَتَّى يُؤْمِنُوا وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ أَعْجَبَكُمْ | Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman eden bir köle, hoşunuza gitse de, müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın, iman eden bir köle, hoşunuza gitse de, müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. (Bakara 2/221) |
Bu ayetten müşrikliğin ve iman etmenin fikirsel değil, statüsel olduğu anlaşılmaktadır. |
هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ(33) | O, resulünü hidayet ve hak din ile tüm dinlerin üstünde bilinir yapmak için gönderendir, müşrikler istemese bile. (Tevbe 9/33) |
Bu ayet müşriklerin bir düzeni olmadığını, düzenden de hoşlanmadıklarını göstermektedir. |
وَجَعَلُوا لِلَّهِ مِمَّا ذَرَأَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْأَنْعَامِ نَصِيبًا فَقَالُوا هَذَا لِلَّهِ بِزَعْمِهِمْ وَهَذَا لِشُرَكَائِنَا فَمَا كَانَ لِشُرَكَائِهِمْ فَلَا يَصِلُ إِلَى اللَّهِ وَمَا كَانَ لِلَّهِ فَهُوَ يَصِلُ إِلَى شُرَكَائِهِمْ سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ (136) وَكَذَلِكَ زَيَّنَ لِكَثِيرٍ مِنَ الْمُشْرِكِينَ قَتْلَ أَوْلَادِهِمْ شُرَكَاؤُهُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ دِينَهُمْ | O’nun üretip-türettiği ekin ve hayvanlardan Allah için de bir pay kıldılar, zanlarınca “Bu Allah’ındır, bu da ortaklarımızındır.” dediler. Ortakları için olan, Allah’a geçmez, Allah’a olan kendi ortaklarına geçer. Ne kötü hüküm veriyorlar. Böyle ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterdi. Hem onları helak etmek hem de kendi aleylerinde dinlerini karmakarışık kılmak için. (Enam 6/136-137) |
Bu iki ayette ekinler ve enamdan kamuya verilen bir pay olduğu ama bunun hem kamu için hem de şerikler için ayrıldığı söylenmektedir. Buna ilaveten şeriklerin müşriklere veletlerini öldürmeyi süslü gösterdiğini ve bunu da onların dinini karıştırmak için yaptığı söylenmektedir. Buna göre müşriklerin de kendi içinde bir düzeni vardır ama şerikler bu düzende değişiklikler yapmaktadırlar. |
شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ | Dinden Nuh’a tavsiye ettiğini ve sana vahyetiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi ‘dini yerli yerinde uygulayın ve onda ayrılığa düşmeyin’ diye sizin için şeriat kıldı. Senin kendilerini çağırmakta olduğun şey, müşriklere büyük geldi. |
Bu ayette şeriatın temel kuralı anlatılmaktadır. Şeriatın üç kaynağı anlatılmaktadır: 1. Nuh’a yapılmasını zorunlu kıldığı (tavsiye edilen) 2. Sana vahyettiğimiz 3. İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya yapılmasını zorunlu kıldığımız (tavsiye ettiğimiz) Ayetin devamında bunlar iki bileşen üzerinde tanımlanmaktadır: 1. Dini ikame etmek (Düzeni yerli yerinde uygulamak) 2. Dinin içinde ayrılmamak Ayetin devamında bunların müşrikler için büyük olduğu (zor geldiği) söylenmektedir. Buna göre müşrik demek şeriata uymayan demektir. Şeriat ise düzenin doğru uygulanması ve bunun içinde ayrılığın olmamasıdır. |
مَا كَانَ لِلْمُشْرِكِينَ أَنْ يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللَّهِ شَاهِدِينَ عَلَى أَنْفُسِهِمْ بِالْكُفْرِ | Müşriklere, kenid küfürlerine şahit iken Allah’ın mescitlerini imar etmek olmaz. (Tevbe 9/17) |
Bu ayete göre müşrikler kendi küfürlerine şahittirler. Bu nedenle her müşrik aynı zamanda kâfirdir ama her kâfir müşrik değildir. |
مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُوا أُولِي قُرْبَى مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ (113) وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ إِلَّا عَنْ مَوْعِدَةٍ وَعَدَهَا إِيَّاهُ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ أَنَّهُ عَدُوٌّ لِلَّهِ تَبَرَّأَ مِنْهُ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لَأَوَّاهٌ حَلِيمٌ | Ve Nebi’ye ve iman edenlere müşriklere bağışlanma istemeleri olmaz, onların cehennem ashabı olduğu onlara açıklandıktan sonra yakınları bile olsa. İbrahim’in babasına bağışlanma istemesi, ki ona vadettiği vaadindendi. Ona onun (babasının) Allah’a düşman olduğu açıklandıktan sonra ondan uzaklaştı. İbrahim duygusal ve yumuşak huyluydu. (Tevbe 9/113-114) |
Bu ayette müşrikler için istiğfar edilmeyeceği anlatılmaktadır. İbrahim Peygamberin babası da müşriktir ve İbrahim Peygamber ondaki Allah düşmanlığını anlayınca uzak durmuştur. Buna göre müşriklerin bir vasfı da Allah düşmanlığıdır. |
لَمْ يَكُنِ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ مُنْفَكِّينَ حَتَّى تَأْتِيَهُمُ الْبَيِّنَةُ (1) | Kitap ehli olan kafirler ve müşrikler onlara ispat gelmeden çözülenler olmazlar. (Beyyine 98/1) |
Bu ayette ehli kitap ve müşriklerden küfürde örgütlenenler söylenmektedir. Buna göre ehl-i kitap ve müşrikler birbirinden farklıdır. Ehl-i kitap (kural ehli) olanlar müşrik değildir. Kurallara tabi olmak müşriklikten farkı göstermektedir. |
قُلْ أَرَأَيْتُمْ شُرَكَاءَكُمُ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَرُونِي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْأَرْضِ أَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمَوَاتِ أَمْ آتَيْنَاهُمْ كِتَابًا فَهُمْ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْهُ | De ki “Siz, Allah’ın dışında dua ettiğiniz ortaklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin, yerden neyi yaratmışlardır? ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var yoksa biz onlara bir kitap vermişiz de onlar ondan bir ispat üzerinde midirler?” (Fatr 35/40) |
Bu ayette şeriklere dua edildiği anlaşılmaktadır. Allah’la beraber onlara dua edilmektedir. Dua edilenler âkil varlıklardır ve organizasyon şeklindedirler. Burada üç durum vardır: 1. Yerden yaratmamaları 2. Göklerde onlara ait bir şirkin (ortaklığın) olmaması 3. Onlara, ondaki beyyineler üzerinde oldukları bir kitabın olmaması |
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ | Yoksa onlara ortaklar var da onlara dinden Allah’ın izin vermediği şeyleri mi şeriat kılıyorlar? |
Bu ayette şeriklerin Allah’ın dinden hiç izin vermediği şeyi onlar için şeriat koyduğunu belirtmektedir. Allah’ın hiç izin vermediği şeyler, doğal/İlahi hukuka aykırı olanlar olarak yorumlanabilir. Örneğin: eşcinsel evlilik gibi |
وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللَّهِ عَلَيْهِ وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ إِلَى أَوْلِيَائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ وَإِنْ أَطَعْتُمُوهُمْ إِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ | Allah’ın izmi üzerine zikredilmeyen şeylerden tüketmeyin. O fısıktır ve şeytanlar velilerine sizinle mücadele etmeleri için vahyederler. Onlara itaat ederseniz siz de müşriksiniz. (Enam 6/121) |
Bu ayette şeytanlara veya şeytanların evliyasına itaat edenlerin müşrikler olacağı söylenmektedir. Bu ayetin başında ‘Allah’ın ismi’ ifadesi geçmektedir. Allah’ın doğa kanunları demektir. Allah’ın isminin zikredilmemesi demek Allah’ın doğa kanunlarına uyulmaması demektir. Doğal yapısı bozulmuş gıdaların yenilmemesi söylenmektedir. Bunun yapılması fısktır yani bozuculuk ortaya çıkaracaktır. Şeytanlar yani bozguncular velilerine, mücadele etmek için vahyederler yani fark edilmeyen yollarla emirler iletirler. Onlara itaat etmek, Allah’ın doğa kanunlarına aykırı kurallarla hareket etmek müşrik olmanın sebeplerinden birisidir. |
وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللَّهِ إِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ | Ve onların çoğu Allah’a ancak müşrik halde iman ederler. (Yusuf 12/106) |
Bu ayette insanların çoğunun Allah’a ancak müşrikler halinde iken güvendiği söylenmektedir. |
| | |
Tablo-8
Sonuç olarak şirk/شِرْك:
Allah’ın hiç izin vermediği doğal/ilahi kanunlara aykırı şeriat koyma yani kurallar üretme yani yalnızca Allah’a ait olan fonksiyonlara ortak etmektir. Allah’ın halifesi olan kamu içinde terör, mafya gibi örgütlenme ile farklı, kamu otoritesine ortak olan yeni bir otorite oluşturmaktır.
Şirk zannedilip ama aslında şirk olmayıp Allah’ın razı olmadığı ve istemediği birtakım fiiller yukarıda sayılmıştır.
§ عَدْل
عَدْل: Dengeli, dengeli davranış, denk.
§ قِسْط
قِسْط: Ölçütlerle ve kurallarla hareket etmek.
§ كُفُوًا
Kef harfinin piktografisi avucu açık bir eldir. Anlamları; avuç manasından dolayı eğmek, bükmek ve aynı zamanda evcilleştirmek ve baskı yapmaktır, birinin diğerinin baskısına boyun eğmesi gibi.
Piktografik temsili ağız olan Pey harfi, ağızın dudaklarla çevrili olması gibi çevrelemeyi, içine alarak kavramayı ifade eder. Ağız manasından dolayı açıklık ve ayırma manalarını da kazanmıştır.
ك avuç demektir. ف harfi ise ayırmayı ifade eder. İkisi bir arada avuç ile ayırmak anlamındadır. Birisine/bir şeye, birisinden/bir şeyden gelecek bir etkiyi engellemek anlamına gelir.
كَافَّة: Avucun bir araya toplamasından bütünlük anlamına gelir.
كَفّ : Doğrudan avuç demektir.
Elif harfinin orijinal piktografik yazısı öküz başıaolup, bu hayvanın yaptığı işteki güç ve kuvveti temsil eder. İki öküz bir arada tarlayı sürerler. İki öküz arasında bir güç dengesi olmak zorundadır. Bu nedenle elif denkliği ifade eder.
كharfi avucun eğici, bükücü, itici etkisiyle gücü ifade eder. Avucun sahip olduğuyla vasıfları ifade eder. فharfi açıklık manasıyla görünürlüğü ifade eder. ء ise gücü ifade eder.
Üçü bir arada açık olan, görünen özelliklerin denk olmasını, sıfatsal denkliği ifade eder.
أَحَدٌ
Birisi demektir. Olumsuz cümle içinde kullanıldığında hiç birisi, hiç kimse anlamına gelmektedir.
Buradaki أَحَدٌ Allah için değil, Allah’a denk olamayacak herkes içindir.
صَدَقَ اللَّهُ الْعَظِيمُ
***
NAHİV ANALİZİ
***
SARF ANALİZİ
قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ (1)اللَّهُ الصَّمَدُ(2)
| الصَّمَدُ | اللَّهُ | أَحَدٌ | اللَّهُ | هُوَ | قُلْ |
Kök | صمد | ءله | ءحد | ءله | هو | قول |
Vezni | الْفَعَلُ | الْإِلَهُ | فَعَلٌ | الْإِلَهُ | هُوَ | اُفْعُلْ |
Grup | İsim | İsim | İsim | İsim | İsim | Fiil |
Tip | Müştak (S.müşebbehe) | Camid | Camid | Camid | Zamir | Mutasarrıf |
Munsariflik | Munsarif | Munsarif | Munsarif | Munsarif | G.mutasarrıf | - |
Lafzi İrab | Merfu | Merfu | Merfu | Merfu | Fetha üzere mebni | Meczum |
Mahalli İrab | Merfu | Merfu | Merfu | Merfu | Merfu | - |
Çoğulluk | Tekil | Tekil | Tekil | Tekil | Tekil | Tekil |
Eril-Dişil | Eril | Eril | Eril | Eril | Eril | Eril |
Marife-Nekre | Marife | Marife | Nekre | Marife | Marife | - |
Zaman | - | - | - | - | - | Emir |
Bab | - | - | - | - | - | Sülasi 1. |
Geçişlilik | - | - | - | - | - | Müteaddi |
Etkenlik | - | - | - | - | - | Malum |
لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ (3)وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ (4)
| أَحَدٌ | كُفُوًا | هُ | لِ | يَكُنْ | يُولَدْ | وَ | يَلِدْ | لَـمْ |
Kök | ءحد | كفء | ه | ل | كون | ولد | و | ولد | لم |
Vezni | فَعَلٌ | فُعُلًا | هُ | لِ | يَفْعُلْ | يُفْعَلْ | وَ | يَفْعِلْ | لَـمْ |
Grup | İsim | İsim | İsim | Harf | Fiil | Fiil | Harf | Fiil | Harf |
Tip | Camid | Camid | Zamir | Harfi cer (Mülkiyet) | Mutasarrıf | Mutasarrıf | Atıf harfi | Mutasarrıf | Nefy edatı |
Munsariflik | Munsarif | Munsarif | - | | - | - | - | - | - |
Lafzi İrab | Merfu | Mensub | Zamme üzere mebni | Kesre üzere mebni | Meczum | Meczum | Fetha üzere mebni | Meczum | Sükun üzere mebni |
Mahalli İrab | Merfu | Mensub | Mecrur | | - | - | - | - | - |
Çoğulluk | Tekil | Tekil | Tekil | - | Tekil | Tekil | - | Tekil | - |
Eril-Dişil | Eril | Eril | Eril | | Eril | Eril | - | Eril | - |
Marife-Nekre | Nekre | Nekre | Marife | - | - | - | - | - | - |
Zaman | - | - | - | - | Muzari | Muzari | - | Muzari | - |
Bab | - | - | - | - | Sülasi 1. | Sülasi 2. | - | Sülasi 2. | - |
Geçişlilik | - | - | - | - | Lazım | Müteaddi | - | Müteaddi | - |
Etkenlik | - | - | - | - | Malum | Meçhul | - | Malum | - |
- 3. ve 4. ayette geçen ortak ifadeler (وَ ve لَـمْ) analiz tablosunda bir kez yer almıştır.
Tefsir Ekibi
M. Lütfi Hocaoğlu
Tayibet Erzen
Emine Hocaoğlu
Süleyman Akdemir
Ethem Büyükarıkan
Yaşar Balaban
Adnan Vatansever
Cemil Amuçka
Oya Amuçka
Muhammed Erkan
Meryem Özket
Leyla Okta
Reşat Nuri Erol