Cümleten selamünaleyküm Akevler ailesi. Platformu bir süredir takipte olmama rağmen üye olup makale yazarı olmak bugüne kısmetmiş. Konuya bodoslama dalmak yerine önce kendimi tanıtıp neden yazar olmak istedim ve hangi türde yazılar kaleme alacağım bunu anlatmayı daha uygun buldum.
Küçüklüğünden beri Kuran-ı Kerim ile haşır neşir olmasına rağmen, “zamanın felaketlerine” uğrayarak çeşitli batıl yollara dalmış ve böylece itikadını kaybetmiş bir hafızken, Allah’ın lütfu ile karanlıklardan kurtuldum. İslam ve Kur’an-ı Kerim hakkında yeterince bilgi sahibi değilken ve düşünce ufkumu geliştirmemişken internet ortamında türlü akımlara mensup kişilerin batıl -ancak üzerine fazlaca zaman ve emek harcandığından- ilk bakışta inançlı bir kişiyi dahi savunmasız bırakacak türden akıl oyunları ile bezeli fikirlerine hak verirken buldum kendimi.
Kafamdaki (aslında kafama sokulan) pek çok soruya yanıt bulamadığım dönemlerde, dinin insan mahsulü olduğuna dair şüphelerim arttı. “Kendiliğinden” olamazdı, onu biz var etmiştik ve biz yaşatıyorduk. Temelinde ölümlü olma bilincinin bize yüklediği korku vardı. Kuran mucize bir kitap değildi (zaten mucize diye bir şey yoktu) bu sadece onun iddiasıydı. Benzeri (hatta daha iyisi) yazılabilirdi.
Kuran’ın neyi mucizeydi örneğin? Belagati mi?
Bu dili Arapça olmayan biri için zaten ölçülebilir bir kıstas değildi. Dönemin şairlerini aciz bırakacak derecede iyi yazılmış bir manzumlar silsilesi olduğu söyleniyordu. Ama iyi yazılmış bir manzume sadece iyi yazılmış bir manzume olabilirdi, daha fazlası değil.
İnsanları doğruya yöneltmesi, evrensel kanun ve ahlak yasalarını içermesi mi mucizeydi?
Bu kutsal kitap yazdığını iddia eden herhangi birinin de zaten kitabına dahil etmesi gereken temel bilgilerdi. Elçi olduğunu iddia eden biri elbette haksız yere birini öldürmenin kötü olduğunu öğütleyecekti. Aksi takdirde mesajı başka toplumlara yaymak bir yana, kısa sürede etrafında haydutlar, çete elemanlarından başka kimseyi bulamazdı.
Evet, Kuran’ın insanın yaratılış sürecini aşamalı biçimde anlattığı 23/14 gibi ayetler belki mucize olarak ele alınabilirdi. Ya da “Dağların bulutlar gibi geçip gittiğini” belirten 27/88 gibi ayetler veya mevcut durumda yenik durumda olan Bizanslıların birkaç yıl içinde Sasanilere karşı üstün geleceğinin ileri sürüldüğü ayetler…
Ancak bunlar ya kendi döneminde zaten insanlar tarafından bilinmesine imkân olunmadığı için rahatlıklar ileri sürülen savlar ya da tahmin tutmazsa bu kez ayetin sanki hiç var olmamış gibi kitaba dahil edilmekten çıkarılacağı veya o günün insanlarının anlamamasına rağmen sırf inançlarına zeval gelmesin diye kabul ettiği ayetler olabilirdi.
Bugünün penceresinden bakarsak, bizim mucize dediğimiz şeyler belki de bugünün müfessirlerinin kasıtlı yanlış çevirileri, zorlama yorumları, kelimelere olmadık yan manalar vermeleri şeklinde açıklanabilirdi.
Belki Kuran’ın en büyük mucizesi, okurken insanların içine işleyen o duygu yoğunluğu, nasıl olduğu anlaşılmaksızın gönlü ferahlatan cümleleriydi… Ancak bu zaten iman etmiş ya da buna meyilli kişilerin deneyimleyeceği türden bir lükstü. Zaten kitap da öyle demiyor muydu, “İnananlar için şifa kaynağı, inançsızlar için ise hasar artırıcı.”
O halde mucize neydi?
Neden muharref Tevrat ve muharref İncil’de yer almayan “Benzeri yazılamaz”, “Benzeri bir sure getirin, yapamazsanız ki asla yapamayacaksanız”, “İnsanlar ve cinler bir araya gelse benzeri yazılamaz”, “Bu uydurulabilecek bir söz değildir” gibi meydan okuyan ayetler vardı?
Kuran’ın en büyük mucizesi, tarih boyunca bir daha asla kendisine milyarlarca insanın inanacağı bir kitabın var olmayacak olması mıydı? Bu başlı başına bir mucize değildi elbette. İnanan sayısının fazla olması kendi başına bir şey ifade etmezdi.
Bu gelgitler içinde kıvranırken, Allah-u Teala’dan bir işaret bekledim. Bakara 118’e rağmen…
Bilgisizler dediler ki “Allah bizimle konuşmalı ya da bize bir mucize gelmeli değil miydi?” Onlardan öncekiler de tıpkı onların söylediklerini söylemişlerdi. Kalpleri birbirine benzedi. Biz, ikna olmak isteyen topluluklar için ayetleri açıkladık.” 2/118
Ancak beni rahatlatan ayetler de vardı. Bunların başında 41/53 geliyordu:
İnsanlara ufuklarda ve kendi bünyelerinde ayetlerimizi (işaretlerimizi, mucizelerimizi) göstereceğiz ki onun (Kuran'ın) gerçek olduğu, apaçık biçimde belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?
Ve sonra, kullarına karşı çok lütufkar olan Rabbimiz, ben sadece bir işaretin ihtiyacını duyarken yüzlercesini önüme serdi. Evet, bu kitapta yüzlerce yıldır var olan mucizeler, orada öylece bulunmasını bekliyordu.
Matematik, tarih, biyoloji, fizik… Hemen hemen her alanda ancak bugünün bilgi-birikimiyle kavradığımız gerçekler 1400 yıl önceki kitapta yer alıyordu. Üstelik hiçbiri keyfi sayıma dayanmayan, zorlama yoruma ihtiyaç duymayan, derin analiz gerektirmeyen, çok net, yalanlanamayacak derecede kesin, matematiksel açıdan tesadüf olarak değerlendirilemeyecek kadar küçük ihtimaller içeren, reddedilemez kanıtlardı.
Peki neden yüzlerce yıldır bulunamamışlardı?
Kuran-ı Kerim’in dijital ortama aktarılmasının getirdiği sayım kolaylığı en büyük etkendi tabii. İki ayet arası kelime ve harf sayımı, ebced değerleri, Kuran’ın baştan ve sondan kaçıncı ayeti olduğu vs. sayımlar eskiden belki aylar alırken şimdi birkaç saniye içinde yapılabiliyordu.
Ancak ilahi planda düşünecek olursak, yüzlerce yıldır orada duran mucizelerin bugün keşfedilmesi; günümüzde normal şartlarda asla bir insanın aklına gelmeyecek farklı farklı düşüncelerin internet ortamında konunun uzmanları tarafından dile getirilerek Kuran’da “bilimsel çelişkiler” ve “hatalar” bulunduğunun iddia edilmesi, insanların adeta küfürde birbirine yardım ederek her birinin kendi branşında “delillerle” inananların aklına şüphe tohumları ekmesi, sıradan bir Müslüman bir yana, bilgili sayılacak bir Müslümanın dahi bu saldırılara karşı savunmasız kalması ve böylece akın akın insanlığın dinden uzaklaşması nedeniyle, Allah-u Teala kitabının hak olduğunu, gerçeği arayanların önüne delilleriyle sermek istedi. Kısacası küfrü kendi silahıyla vurdu:
“Bir mucize görseler yüz çevirirler ve “Süregelen bir büyü” derler. Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Oysa her iş (vakti gelince) kararını bulucudur.” 54/2-3
Üstelik geçmiş dönemdeki insanların zihinleri bizim gibi iğfal edilmiş değildi. Kuran’da yer alan açık işaretler onların imanını pekiştirmek için yeterli oluyordu. Gökten yağan bir suyun yerdeki otları büyütmesi, odunlara hayat vermesi, her gün gözünün önünde santim santim büyüyen bir ağacın sonunda yemişlerini vermesi zaten mucizenin ta kendisiydi. Ancak sanayileşme sonrası şehir hayatındaki insan için “nimet”, bir parça kağıt karşılığında satın alabildiği, raflarda sıralı duran bir üründü sadece.
Eskiler için güneşin doğuşu, rüzgârın esişi, insanın kendisi mucizenin ta kendisiydi zaten. Her biri Allah-u Teala’nın kudreti sonsuz sanatının bir parçasıydı. Ancak her şeyi hazır bulan ve bu yüzden de normalleştiren bugünün çarpık zihniyetli insanı için yeterli olmuyordu.
Mucizelerle karşılaşınca, gözümün önünde Musa A.S’ın asası yılan olmuş ipleri yutuyordu sanki. (Aslında daha da büyük bir etki bırakmıştı, zira Musa peygamberin bile anlayamadığım bir şekilde sihirbazlık numarası yaptığını ileri sürebilirdim, ancak gördüklerime asla kılıf bulamazdım.)
Şerefli elçinin (Ona selam olsun) bize tebliğ ettiği bu kitap Allah katındandı, buna en ufak bir şüphe duymuyordum artık.
Ve istedim ki benim gibi tereddütte olan, çıkış yolu arayan, doğruyu görünce yanlıştan vazgeçecek tıynetteki insanlara yardımcı olabileyim.
Bu platformda Allah’ın izniyle paylaşacağım mucizelerin neredeyse hiçbiri benim buluşum değil. Kur’an-ı Kerim üzerine çalışmalar yürüten arkadaşların çalışmalarından, Allah hepsinden razı olsun, en etkileyici gördüklerimi derledim, Türkçeleştirdim, genişlettim.
Umarım küçük de olsa bir katkı sunabilirim. Allah cümlemizden razı olsun.