Adil Düzen ‘sosyal adaleti’ gerçekleştirecek…-6
“Adil Düzen ‘sosyal adaleti’ gerçekleştirecektir” dememin derin sebepleri var…
Neden derin sebepleri var; bugün de bu derin mesele üzerinde duralım…
Birinci sebep “El-Adlü Esasü’l-Mülk” sebebidir ki; bu sebebin herkes tarafından çok iyi bilinen anlamını açıklarsak meselenin derinliği anlaşılacaktır ve o da şudur:
“Adalet mülkün temelİdİr.”
“Mülk” yani “yönetim, idare, siyaset vs.” veya bu kelimeleri içeren bütün kavramları içerecek şekilde hayatın tamamını kaplayacak her şey demektir ve “adalet” de bunların tamamının “esası” yani “ana temelidir”; günümüzde en büyük ihtiyacımız da budur…
Ülkemiz için “Adil Düzen” ile “Adil Ekonomik Düzen” ve
Bütün beşeriyet için de “Adil Dünya Düzeni” ile “İnsanlık Anayasası”.
Bu birinci sebeptir.
İkinci sebep ise “zulüm ile abad olanın akıbeti berbat olur” veya başka bir deyişle “zulüm ile payidar olanların sonunun berbat olmasıdır” ki; başta Allah kelamı Kur’an, insanlık tarihi ve atalarımızın sözleri ve deyişleri bu meseleyi derinlemesine açıklar…
Mesela, atalarımızdan olup Selçuklu döneminin de en büyük devlet adamı olan Nizamü’l-Mülk de bu konuda şu derin uyarıyı yapmıştır: “Atalar demişlerdir ki: saltanat küfür ile devam bulur amma zulüm ve gaddarlıkla payidar kalmaz.”
Bu da ikinci sebeptir.
Bu yazıyı yazdığım bugün aslında yazar Hasan Hüseyin Öz’ün “Borç, Amerikan imparatorluğunu batıracak mı?” başlıklı yazısında üzerinde duracaktım…
Yazı başlığındaki soruyu aslında yazar değil, The Wall Street Journal gazetesinin yorumcularından Gerald F. Seib, 21 Haziran tarihli yazısında soruyormuş; bu da ilginç!
Gerald F. Seib, Amerika’nın, Gayri Safi Yurtiçi Hasılası ile eşitlenmek üzere olan borcunu hatırlatıyor ve buna siyasetin, en azından iktidarda oldukları dört yıllık dönemde borca 7'şer trilyon yük oluşturan iki adayın da çözüm bulamayacağının altını çiziyor ve diyor ki: “Amerika keşfedilmemiş bir federal borç denizine doğru yol alıyor; halk görünüşe bakılırsa bu rakamlardan rahatsız değil ve hükümet de bu durumu düzeltmekte yetersiz.”
Yazar H. H. Öz bu durumu şöyle değerlendiriyor: “Amerika'nın, rezerv paraya dayanan özgüvenine kapılıp, dünyayı etkileyen krizini görmemek, güvenli liman algılayışına devam etmek bizi yanıltır diyorum. Hele hele üçüncü dünya savaşında, kendi korunaklı alanında bizzat finans tarafından vurulan imparatorluğun tarihte çöken imparatorlukların alametlerini taşıdığını da görmemek, ancak hamakattır.”
Tarihçi Niall Ferguson da Amerika'nın yaşadığı krizin derinliğini 1990'da Sovyetler Birliği'nin çökmeden önceki resmiyle anlatıyor yazısında ve diyor ki: “Sürekli açık veren bir hükümet ve şişirilmiş bir ordu. Seçkinler tarafından itilen sahte bir ideoloji. Sıradan insanlar arasında kötü sağlık. Yaşlanmış liderler. Tanıdık geliyor mu?”
Bu yazılanların detayları var, belki detaylara da gireriz ama bu kadarı da yeter!
Bunlar -yani buraya kadar yazdıklarım ve aktardıklarım yetmiyormuş gibi- aynı gün bir de Talat Atilla’nın “Bilim ve Din diyor ki; Kıyamet 2126'da!” başlıklı yazısını okudum…
Yazındaki bilgi şöyle: “Bir süre önce “Kıyametin tarihi belirlendi” başlıklı haber ilgimi çekti. Bırakın yılı; kıyametin ay ve gününün bile verildiği haber şöyleydi: “Herkesin merak ettiği kıyamet günü, sonunda açıklandı: 14 Ağustos 2126! İngiliz-Avustralya Rasathanesinde görevli tanınmış gökbilimci Duncan Stell, üç mil genişliğindeki Swift Tuttle adlı bir kuyruklu yıldızın saniyede 37 mil hızla üzerimize geldiğini ve hesaplanan tarihte, bir milyon nükleer bombadan daha etkili bir patlamayla yeryüzüne çarpacağını açıkladı.”
Biz ülkemizde ve dünyada “tufan” hem de “sosyal tufan” var diyor, bu tufanın “Adil Düzen” olan çaresi yani “sosyal adaleti” gerçekleştirecek çözümü de vardır diyoruz…
Biz bunları diyorken… “Borç, Amerikan imparatorluğunu batıracak mı?” sorusunu soranlar olduğu gibi; “Bilim ve Din diyor ki; Kıyamet 2126'da!” diyenler de var…