Geleceği kestirmek
1007 Okunma, 4 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

Geleceği kestirmek

3 Nisan 2011 Pazar

 

 

- Herhangi bir gelişmede dış güçlerin rolünden söz etmek komplo olarak algılanır. Her ülkenin kendi yöneticileri tarafından yönetildiğine inanırız. Oysa dünyayı kendi sorumluluk alanı olarak gören ve ona yön vermek isteyen güçler vardır.

- Dünyayı dış güçler yönetmek ister.

- Dış güçlerin etkisi vardır. Tamamen onların yönettiği hatalıdır.

 

Bize göre bir ülkeye yön vermek için onun fethedilmesi ve belirlediğimiz bir yöneticiye yönetimin teslim edilmesi gerekir. Oysa büyük güçler çok farklı bir yol izler. Önce o ülkede kendileriyle çıkar bağı olan bir sermaye sınıfı yaratırlar ve bunlar kanalıyla medyayı ve bürokrasinin kilit noktalarını kontrol ederler. Ülkeyi yönetenler çoğunlukla kendi çıkarlarını ön planda tutar. Son zamanlarda ülkesini terk eden yöneticilerin büyük servetleri onların bir düşünce ya da idealin hizmetkârı olmadıklarının, konumlarının ise bir işletme yöneticiliğinden farksız

olduğunu göstermektedir.

- Dış güçler istediği ülkede zenginler üretirler, paraları ile basına ve bürokratlara çıkar sağlarlar. Artık çıkarları dış güçlerin çıkarı olur.

- Çözümü yerinden yönetimdir. Hakemlik sistemidir. Genel hizmette serbest meslek sistemidir.

 

Bir zamanlar Filistin davasının simgesi olan Yaser Arafat’ın milyar dolarlık miras bırakması onun bir davanın lideri mi olduğunu yoksa bir işletmenin yöneticisi mi olduğunu gösterir? Aslında Filistin davası doğru değerlendirilmelidir. ABD ve İngiltere Ortadoğu’daki Müslümanlara bir düşman yaratmak istedi ve İsrail’i kurdu Eğer İsrail olmasaydı Müslümanlar Batı düşmanı olacaklardı. Oysa yıllardır bu düşmanlık bir denge oluşturdu ve petrol bölgesi Batı için güvenli bir liman haline geldi. Filistin’e yardım edenler onların bir iş sahibi olmaları, ekonomik bir alt yapı oluşturmaları için destek olmadılar ve sadece geçimlerini sağladılar. Yani bir Filistinlinin mesleği doğuşunda belliydi ve savaşacaktı.

- Filistinliler üretip sonra da onları koruma altına alarak petrollerini sömürmekti.

- Abdülhamit iyi siyasetçi olsaydı, Yahudilere kendisi vatan verir o dünyaya karşı barış için kullanırdı. İsrail’i ABD Yahudilerine alet olarak bırakmazdı.

 

Emperyal güçler halkların hangi ihtiyaçlarının önemli olduğunu bilirler. Bunlar önce güvenlik sonra refahtır. Bir ülkede değişim yaratmak istediklerinde bunlardan birini ön plana çıkarırlar. Mesela 1980 öncesi ülkemizde herkes kendini güvensiz hissediyordu ve darbe olduğu anda bu duygudan eser kalmadı. Halk Anayasa oylamasında yüzde doksanı aşan bir oy oranı ile darbeyi desteklemiş oldu. Kimse anarşinin nasıl ansızın sona erdiğini, bunu kimin nasıl yarattığını sorgulamadı.

- İşsizlik ve anarşi çıkarırlar sonra istediklerini yapar halkı memnun eder 1980’de böyle oldu.

- Teşhis % 100 doğrudur. Suçlu kimdir. Anarşiyi önleyemeyen sivil yönetimdir. Askerler, bunu hayra çevirmişlerdir. Onun içindir ki doksanda askerî müdahale yapmadılar. Sağlıklı beden sahibi olmayanlar er geç virüslerin mikropların veya canavarların yemi olurlar.

 

Emperyal güçler şu anda dünyayı yeniden şekillendirecek bir operasyon yapıyorlar. Biz bu yeni şeklin ne olacağını anlamaya çalışmak yerine Kaddafi güçlerinin başarılı olup olmayacağını sorguluyoruz. Oysa emperyal güçler için Kaddafi satranç tahtasında sadece bir piyon konumundadır. Satrancı oynayanları değil oynanan taşları önemsememeli ama bu taşlara bakarak karşı tarafın stratejisini çözmeye çalışmalıyız.

- Hakim güçler dünyaya yeni şekil veriyorlar. Biz bu şekli özümleyip ne yapacağımıza karar vermeliyiz.

- Hakim gücün yanında yer alıp yanı onun emrine girip kendimizi koruma fikri yanlıştır. Biz hakim güç olmalıyız. Erbakan dünyada bunun için saygınlık kazandı. Hıristiyanlar, Müslümanlar, Budistler ve Hindular Erbakan’a ümitle baktılar. Erbakan’ın hatası hakim gücü güçle yenmek istemesidir. Yani sen in ben çıkayım yolu idi. Bu başarısız bir strateji idi. Evrim kanunlarına aykırı idi. Yapılacak iş D8’le değil Adil Düzen’le onları yenmektir.

 

Bir sorunun ortada kaldığının farkındayım. Emperyal güçler hangileridir? Herkes kendi kriterlerine göre bunları değiştirebilir. Benim için emperyal bir güç olmanın kriterleri şunlardır: Şantaja boyun eğmeyecek bir ekonomik yapı, güçlü bir devlet yapısı ve halkını kendi politikalarına inandıracak bir siyasi yapı. Bizim bu konudaki en büyük eksiğimiz siyasi partilerin ortak bir hedefe varmak için farklı eğilimdeki insanları aynı yöne yönlendirmek yerine çatışmaya sürüklemeleridir. Son zamanlardaki devlet kurumları arasındaki çatışma büyük bir zafiyet yaratmaktadır.

- Birlik sağlamalıyız.

- Soru cevaba uymuyor. İnsanlıkta evrim vardır. Miadını doldurmuş düzenleri ancak daha ileri dünler ortadan kaldırır. Hakim gücü değiştirmek bir şey ifade etmez. Adil Düzen’i hakim kılmalıyız.

 

Geçmişteki hataları bürokrasiye yüklemek büyük bir hatadır. Farklı düşünenlere ülkenin karşılaştığı fırsat ve sorunları anlatmak ve yeni bir anlayış oluşturmak yerine cezalandırmak hatadır. O insanlar ülkeleri için çalıştıklarını düşünüyorlardı. Teşekkür edelim ama artık bu görüş ülkeyi geriye götürür ve fırsatları kaçırırız diyelim.

- İktidarları ve yöneticileri suçlamak hatadır. İçtihatları öyle idi. Onlara teşekkür edip yeni hatalara imkan vermemelidir.

- Batı modeli ekseriyet iktidarını en iyi AK Parti yapıyor. Biz Adil Düzen’i getirmeliyiz. Yeni düzende aynı kişiler hata yapmayacaklardır. Tabii ki düzen haksa. Biz İslam düzeninin hak olduğuna inanıyoruz. Çünkü ilahi düzendir. Bin sene evvelki düzen değil bugün yorumladığımız Kuran düzeni.

 

 

 

Anlamsız çatışma

9 Nisan 2011 Cumartesi

 

 

Türkiye’deki çatışmanın cumhuriyetin kuruluş ilkelerini savunanlarla halkın egemenliğini savunanlar arasında olduğu söylenebilir. Bu çatışma anlamlı değildir. Çünkü cumhuriyetimiz kuruluşundaki şartlar göz önünde tutulmadan, halkın eğilimlerinin göz ardı edildiği söylenemez.

- Cumhuriyet ilkeleri ile halkın egemenliği çatışıyor doğru değildir.

- Halk devletin varlığına halel gelmeksizin egemen olmalıdır. Sorun bu dengeyi bulmadır. Bunu Adil Düzen bulmuştur.

 

Tarihçi değilim ama herhangi biri olarak bazı sorulara cevap veremiyorum. Devletimizin bir kişi tarafından yoktan var edildiğini söylüyoruz. Sözlerim Atatürk karşıtlığı olarak algılanmamalıdır ama onun doğru anlaşıldığı kanaatinde değilim.

- Devleti bir kişi var etmedi.

- Mustafa Kemal’i DP tanrılaştırdı ondan sonra inkılabının anasını ağlattı.

İnkılabı dinsizlik ve ahlaksızlık yorumlandı.

 

Tarihimiz Birinci Dünya Savaşı’nda aldığımız yenilgiden bağımsız olarak İstiklal Savaşı’ndaki başarımız üzerine yazıldı. Oysa Osmanlı İmparatorluğu tasfiye ediliyor onun yerine bir ulus devlet kuruluyordu. Ulusumuz bölgedeki Türkçe konuşan Müslümanları kapsıyordu ama bir ırk devleti değildi. Bu ulusa verilecek en iyi isim Türk ulusuydu. Eğer o tarihte Kürt kimliği kabul edilseydi ve bir Türk-Kürt federasyonu kurulsaydı bu devlet Kuzey Irak, İran ve Suriye’deki Kürtleri de içine alacaktı. Oysa galip devletler Türkiye’nin petrolden mahrum kalmasına özen gösteriyor ve kaybettiği topraklara yeniden sahip olmaya çalışmasına yol açmamak için onu zayıf bir ekonomiye mahkum ediyorlardı.

- Türkiye ırka değil dile dayanıyordu. Hakim devlet böyle istedi.

- Türkiye devletini Mustafa Kemal’in devlet anlayışı kurdu. Türkiye’yi

a) Türkiye devletini Türkiye vatandaşı olmak isteyenler.

b) Türkçe konuşan

c) Müslüman olanlar

d) Türk olanlar değil, Türküm diyenler kurdu. Batı da kabul etti. Lozan tapusudur. Yeni devlet yeni başla kurulabilir. Galip gelenler kurar, Kürtler savaşmak istiyorlarsa savaşırız. Yenersek Türkiye devleti olur. Onların soyları kırılır. Yenilirsek Kürt devleti olur. Bizim soyumuz kırılır. Onların devleti olur. Bunun dışında çözüm olmaz. Kürtler o gün Türk’üz dediler. Kürt sorunu dinîdir ırkî değildir.

 

Galip devletler cetvelle çizilen sınırlar dışında kalan eski vatandaşlarımızla her türlü bağımızın kopmasını istediler. Bu şart devletimizin kurulması için gerekli gördükleri bir şarttı ve kabul ettik. Onlarla kültürel açıdan farklılaştık.

- Osmanlıyı parçaladılar, biz de kabul ettik.

- Onlara verdiğimiz söz hakim güç olmayacağımızdır. Zaten artık resmen hakim güç yoktur. Ekonomisi ile sömüren güç var. Biz de adaletimizle etkin edeceğiz. Sömürmeyeceğiz çıkar paralelliği içinde olacağız. Lozan’da verdiğimiz söze aykırı değil.

 

Sözlerim galip devletlere taviz verildiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu bir pazarlıktır ve Türkiye bu pazarlıkta, günün şartları içinde, kazanan taraftır ve bugün geçmişte bizi yenip parçalayan güçlerle boy ölçüşecek duruma gelmemizin temelleri o zaman atılmıştır. 

- Türkiye kazanmıştır.

- Türkiye 50’den sonra borçlanmıştır. Türkiye hukukunu ve ekonomisini oluşturmadığı için bugün tehlikededir. Lozan Hudeybiye gibi zaferdir.

 

İstiklal Savaşı’nda Osmanlı ordusu ve bürokrasisi yeni siyasi gücü destekledi. Bu destek önceden hazırlanmış, halka kabul ettirilmiş bir destek değildi. Osmanlı devleti yok olurken yeni güce karşı bir tavır almadı. Yani yeni devlet bireysel kararlarla değil, yıkılmakta olan gücün yeni güce verdiği destekle kuruluyordu.

- İstiklal savaşı Türk milletinin yenilmeyi kabul etmemesi ile oluşmuştur.

- Yahudiler ilerde burasına biz hakim olalım. Hıristiyanlar karışmasınlar diye bizi desteklediler. Bu Allah’ın bir lütfüdür. Filistin’de onları biz kurtaracağız. Orası himayemizde Yahudilerin olacaktır.

 

Bu sözlerle cumhuriyet ilkelerinin yanlış bir karar değil şartların bir gereği olduğunu ifade etmek istiyorum. Cevapsız kalan soru dünyadaki şartlar değiştiği halde biz neden eski şartlar devam ediyormuş gibi davranıyor ve ilkelerimizde herhangi bir değişikliği kabul etmiyorduk? Ülkeyi yönetenler eğer tavrımızda bir değişiklik olursa elimizdekini de kaybedeceğimizden korkuyor ya da kuruluşumuz bir zafere dayandığı için değişikliklerin bu zaferin ve bunun sonucunda yapılan devrimlerin inkarı anlamına geleceğini düşünüyorlardı.

- Şartlar değişti. İlkeler neden değişmiyor?

- İlkeler yeni devlet kurulunca olur. 1) Hakimiyeti Milliye, 2) Kuvvayı Milliye 3) Vahdeti Kuvva ve 4) Müspet ilim ilkeleri ile a) Cumhuriyeti dengeleyen laiklik b) Milliyetçiliği dengeleyen inkılapçılık c) halkçılığı dengeleyen devletçilik ilkeleri devletimizin temelidir. Bunlardan taviz veremeyiz. Bunların ilmî tanımlarını yaparız.

 

Eğitim sistemimiz soru sormak üzerine değil öğrenmek üzerine kuruluydu. Özellikle tarihimiz hakkında soru sormak anlamaya çalışmak olarak kabul edilmiyor, ihanet sayılıyordu. İnsanlar için vatanseverlik tarihimizi savunmakla eşdeğer hale gelmişti.

- Tekli sistem vardı.

- Kuruluşta vahdeti kuvva tekli sistem tek parti, tek din, tek odalar birliği, tek okul anlaşıldı. Kurulurken bu doğruydu. Mustafa Kemal çoklu sisteme geçmek istedi başaramadı. İnönü, Mareşal ve Karabekir çoklu sisteme fiilen geçtiler. Gürsel çoklu sistem anayasasını getirdi. İlimde, dinde ve ekonomide de çoklu sistem gelmelidir. Bu, ilkeleri değiştirme değil ilkeleri olgunlaştırmadır.

 

Değişim isteyenler geçmişin büyük bir başarı olduğunu reddedip bunun gerçekleşmesi için ödenen bedelleri halka karşı yapılan bir haksızlık olarak yorumlayarak en büyük haksızlığı yaptılar. Kuruluş felsefesinden ödün vermeyenler, ödenen bedeli göz ardı edip, kazancımızı yücelttiler ve daha büyük ve güçlü bir Türkiye’nin önünde bir engel durumuna düştüler. Birbirimizi anlamaya çalışalım.

- Yaptıkları doğru idi. Yapacaklarına karşı çıkmak yanlıştır.

- Sorun ilmî çözümleri ortaya koyamayışımız, korkularımızı da devleti kurup koruyan ordumuza anlatamayışımızdır. Biz mahkemelere gittik ama ordumuza % 50 anlatabildik. Zaten biz de o kadar biliyorduk. Şimdi yeniden Adil Düzen Partisi’ni kuracak ve milletimize % 90 ordumuza da % 90 anlatacağız. Seçimden sonra bunu bekleyin. Mahir beyi de bu kurucular arasında bekleriz. Tüm emekli orgeneraller ve korgeneraller, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü ve Mustafa Kemal’den sonra beşinci kurucu generalimiz Kenan Evren partimizin fahrî kurucuları olacaktır.

 

 

Yorum:

 

Dünyada 4 büyük din vardır: Budizm Çin’de, Brahmanizm Hint’te, Hıristiyanlık Batıda, İslamiyet Ortadoğu’da hakimdir. III. bin yıl uygarlığını bu büyük dinler kuracaktır. Tevrat ehli de uygarlıkta yerlerini alacaktır. Ama tekel sömürüleri sona erecektir. ABD Yahudileri değil İsrail Yahudileri merkez olacaktır. Siyasi güçleri olmayacak ama Filistin vatanları olacaktır. Kuran böyle diyor. İlimde ve ekonomide yine hizmetlerine devam edeceklerdir.

Dünyada 4 din etkin olacak ama hakim olmayacaktır. Müspet ilmin verileri ve 4 dinin işbirliği III. bin yıl uygarlığını kuracaktır. III. bin yıl uygarlığı mukaddes kitaplar ve bugünkü müspet ilme dayanacaktır. Bu kitaplar müspet ilmin verileri içinde yorumlanacaktır.

İnsanlık merkezi Mekke’de oluşacak, dünyadaki 100’den fazla devlete Mekke civarında bir ilçe kurmaya izin verilecek. O topraklar o devletlerin olacaktır. Mekke tüm insanlığındır. Hac herkese farzdır. Kuran namaz için müminlere farzdır diyor. Oruç ve zekat için müminlere farzdır diyor ama hac için bütün insanlara farzdır. Kim Mekke’ye girerse emin olur diyor.

Kuran Allah’ın sözüdür. O ne diyorsa o olacaktır. Gelecekte bu yazdıklarımı insanlığa bildiriniz. Kuran’ın dediği olup olmadığını sonra deyin.

Şimdi Türkiye’de 4 siyasi eğilim var: A) devletçi b) milliyetçi c) dinci d) Batıcı. Bu 4 partinin temsilcileri vardır. Akevler hepsine birden hitap eder.

Gelin Mustafa Kemal’in 1933’te söylediği gibi müspet ilim meşalesiyle muasır medeniyetin fevkine çıkma yolunda tüm insanlığı yanımıza alarak Akevler’de birleşelim.

Akevler 1967’den beri bunun üzerinde çalışmaları vardır. Birikimi vardır. Siyasi eğilimi yoktur. Millî Görüş’e yakınlığı onun Adil Düzen’i benimsemiş olmasından ibarettir. Şimdi bırakmıştır. Bırakmasa bile yeni uygarlık bir partinin görüşü değil milletin tüm insanlığın görüş

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
10.04.2011
13:47

Japonya ve maddi-manevi sorunlar

Reşat Nuri EROL

“Japonya” denince geçmişte akla neler gelirdi, şimdi neler geliyor… Deprem.. Tsunami.. Nükleer.. Atom.. Ve bütün bunların sebebiyet verdiği “maddi” ve “manevi” krizler… Buraya kadar yazdıklarımda üç kelimeyi tırnak içine aldım, “Japonya-maddi-manevi” kelimelerini. Nedenine açıklık getireyim.

Çağımız dünyası tamamen “maddi” bir dünyaya dönüşmüş durumda, sadece bedene hitap ediyor. İnsanın “beden ve ruh”tan ibaret olduğu yani bir de “ruhi/manevi” yönümüz olduğu unutuluyor veya çağdaş uygarlık değerleri tarafından özellikle unutturuluyor. Unutturulunca da “maddi krizler” yanında “manevi krizler” de patlak veriyor.

Dikkatli okuyucularım iyi bilirler, biz bunların tamamını değerlendirirken orta hallilerine “sosyal krizler”, çağımızda yaşanan dünya hayatının her alanını ahtapotun kolları gibi sarmış olan asıl büyüklerine ise “sosyal tufan” diyoruz. Demekle kalmıyor, her vesileyle neler olduğunu anlatıyoruz. Elbette “tesbit ve teşhislerden” sonra, “tedavi ve çözüm reçetelerini” sunarak; “sosyal kriz” veya “sosyal tufan”ın biricik Nuh’un Gemisi olan “Adil (Ekonomik) Düzen Medeniyeti”ni hatırlatarak… Nitekim son günlerde yazdığım “Yeni Türkiye” ve “Yeni Medeniyet” yani “Adil Düzen Medeniyeti” yazıları ile “işsizlik” gibi bazı temel sorunlarımızın “çözüm” yollarını içeren diğer yazılarım da bu amaçla yazılmıştır.

İşte, “Japonya” başta olmak üzere, dünyanın dört bir tarafındaki ülkeler ve insanlar bu “maddi-manevi krizlerin veya tufanların” çare ve çözümlerini yani “III. Bin Yıl Medeniyeti”ni, ya da asıl adıyla söylersek, “Adil Düzen Medeniyeti”ni bekliyorlar…

***

Meseleyi “Japonya” özelinde ele almıştık, öyle yapmaya devam edelim. Japonya Budist ve Şintoist bir ülkedir. Dilleri dilimize çok yakındır. Türkiye ile olan ilişkisi iyidir. Japonlar da Türkler gibi savaşçı bir ulustur. Bununla beraber, bizim Birinci Cihan Savaşı’nda yenilmemiz gibi onlar da İkinci Cihan Savaşı’nda yenilmiştir. Amerika’nın (ABD) himayesindedir. Bağımsız bir devlet değildir. Ordusu yoktur. Dünyaya ancak ABD’nin izin verdiği nisbette ekonomik bakımdan açılabilmektedir. Japonya deprem ülkesidir. Dokuz derecedeki depremlere karşı bile dayanıklı yapıları vardır. Bu son büyük deprem de göstermiştir ki Japonya depremlere karşı hazırlıklıdır. Ne var ki “maddi hazırlıklar” yetmemektedir, “manevi hazırlıklara” da ihtiyaç vardır. Kalkınmış, zenginleşmiş, ilerlemiş, sanayileşmiş güçlü ülkeler, bu hususa yani “maddi kalkınma” kadar “manevi kalkınmaya” da önem vermelidirler. Bu vesileyle “Önce Ahlak ve Maneviyat” diyen Milli Görüş Lideri Erbakan ve onun kurduğu partiler ile; sadece “Adalet ve Kalkınma” diyen ama onu da pek beceremeyenleri bir kere daha hatırlayıp hatırlatmakta yarar var; akledip idrak edenlere…

***

Japonya’nın bu kötü duruma düşmesinin sebebi vardır. Japonya depreme hazırlıklıdır ama denizden gelen dalgalara/tsunamiye karşı hazırlıklı değildir. Bunun çözümü ekonomik değildir. Bunun çözümü evleri yüksek yerlerde inşa etme, sonra kadere rıza göstermedir. Evet, başımıza bu geldi, yapacağımız bir şey yok diyeceğiz ama ondan önce ve sonra gerekli tedbirleri alacağız. Japonlar teknolojileri ve sanayileri ile Türkiye’ye geliyorlar.

Karşılığında bizden de bir şeyler almalıdırlar; bize göre bütün “maddi ve manevi” yönleriyle “Adil (Ekonomik) Düzen Medeniyeti” değerlerini almalıdırlar, İlahi düzeni almalıdırlar. Bunun için dinlerini hemen bırakmaları gerekmez; ne var ki bütün dinler gibi onlar da kendilerini Kur’an’a göre yenilemek ve revize etmek durumundadırlar.

Evet, Japonlar bize teknoloji ve sanayi ürünleri getiriyorlar, onlar da bizden “Adil (Ekonomik) Düzen”i almalıdırlar ama almaları için de onlardan önce biz bu değerlerimize sahip çıkıp değerlendirmeliyiz ki; Japonlara ve başkalarına sunabilecek hale gelelim ve getirelim. 122 yıl önce 1889’da Japonya’ya gönderdiğimiz “Ertuğrul Gemisi/Fırkateyni”nin ardından, nice “Yeni Maddi ve Manevi Ertuğrul Gemileri”ne, inşaallah…

Reşat Nuri Erol
10.04.2011
13:48

‘Japonya nükleer krizden inanç krizine girebilir!’

Reşat Nuri EROL

“Yeni Türkiye, Yeni Dünya ve Yeni Medeniyet” yani “Yeni Dünya Düzeni, Adil Dünya Düzeni, Adil Düzen Medeniyeti” kurulması gerekiyor. Erbakan Hocamız Millî Görüş Hareketi’ni başlattığı ilk günden itibaren ne diyordu: “Önce Ahlak ve Maneviyat” ve “Yeni Bir Dünya”; birkaç yıl sonra yani “Millî Görüş”ün ikinci şahlanış döneminde de “Adil (Ekonomik) Düzen” dedi… Sadece demekle kalmadı, bu düzenin ne olduğunu Türkiye’ye, İslâm alemine ve bütün dünyaya anlattı... Elbette, -yine “O”nun ifadesiyle yazayım,- 54. Hükümet Başbakanı olarak “Adil (Ekonomik) Düzen”in sadece kokusunu koklattı, sadece gölgesini gösterdi; bundan sonra “Millî Görüş”ün üçüncü şahlanış döneminde bize düşen “Adil (Ekonomik) Düzen”in aslını getirmektir…

Evet…

“Adil (Ekonomik) Düzen”in aslını getirmek; hem de sadece Türkiye’ye değil, İslâm âlemine, bütün dünyaya, bütün beşeriyete/insanlığa ve de Japonya’ya…

Yanlış okumadınız: Japonya’ya…

Çünkü Japonya’nın ve Japonların sanayileşmeye, teknoloji ithalatına vesaire “maddi” şeylere ihtiyacı yok ama “manevi” olarak yeni bir şeye, “yeni bir dünya düzeni”ne, yani -yazımın hemen başında ifade ettiğim- “Yeni Dünya Düzeni, Adil Dünya Düzeni, Adil Düzen Medeniyeti”ne çok ihtiyacı var. Japonya’nın ve Japonların bu ihtiyacı giderilmez veya giderilemezse, “Japonlar nükleer krizden inanç krizine girebilir!”

***

Bu son cümleyi sadece biz söylemiyoruz, bu tesbit ve teşhisi sadece biz yapmıyoruz; meselenin ehli olan bir ilim adamı da söylüyor. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Japonya’da “deprem ve tsunami”nin ardından bir de “nükleer kriz” ortaya çıkınca, yazdığı yazının başlığında aynen öyle dedi: “Japonlar nükleer krizden inanç krizine girebilir!”

Japonlar inanç krizine girebilir!..

Japonlar aslında yüz yıl öncesinde, hattâ daha da öncesinde de bu krize girmişler ve o zamanki biricik süper güç Osmanlı Devleti ve onun başkanı Osmanlı Halifesi’nden yardım istemişlerdi. Bir önceki yazımın en sonunda hatırlattığım üzere; 122 yıl önce 1889’da Japonya’ya gönderdiğimiz “Ertuğrul Gemisi/Fırkateyni”ni bu amaçla gönderdik. Şimdi de “Japonlar nükleer krizden inanç krizine girebilir!” diyorsak; demek ki daha nice “Yeni Maddi ve Manevi Ertuğrul Gemileri”ni Japonya’ya ve diğer önemli dünya ülkelerine, hatta dünyanın en ücra köşelerindeki yerlere de göndermemiz gerekiyor, inşaallah…

Evet… Geçenlerde yazdığım, daha önce yazdığım ve bundan sonra da inşaallah hep yazacağım “adalete dayalı yeni dünya düzeni/sistemi ve yeni dünya medeniyeti” yazılarımda da hep bu hatırlatmaya devam edeceğim…

Allah/Kur’an ne diyor: “Sen hatırlat; hatırlatma mü’minlere fayda verir.”

Başkalarına değil; “mü’minlere” fayda verir…

“Mü’minlere”!!!

***

Ve’l-hasıl-ı kelam: Yeryüzüne “Adil (Ekonomik) Düzeni” ve “Adil Düzen Medeniyeti”ni getirdiğimiz zaman, on milyar insanı değil, yüz milyarı maddi ve manevi olarak rahatlıkla yaşatabiliriz. Bütün sorun bu düzeni ve medeniyeti getirmedir. İnsanlar “sanayiye, teknoloji maddi kalkınmaya” verdikleri önemi “düzene/medeniyete ve hukuka/fıkha” da verirlerse, bu sorun da çözülür. Japonya “sanayi/teknoloji ve ilimleri” Batı’dan aldığı gibi; “sosyal ilimleri, hukuku ve yönetimi/düzeni” de bizden almalı, bizimle “teknoloji/sanayi-hukuk/yönetim takası” yapmalıdır. O zaman Japonlar şu anda içinde bulundukları bu tür sıkıntılı durumlarda ne yapacaklarını bilir ve sorunlarını kolayca çözerler. Bugün Japonya’da meydana gelen afet, Japonları bu hususta harekete geçirebilir ve hem kendilerine hem de insanlığa hizmet etmiş olurlar.

Reşat Nuri Erol
10.04.2011
13:50

Japonya, çözüm bilen alimlerimizi bekliyor…

Reşat Nuri EROL

İki gündür sürdürdüğüm Japonya değerlendirmelerimi, iki önemli şahsiyetin görüşleri ile noktalıyorum. Birincisi olan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, meselenin uzmanı olarak diyor ki: “1985 Sovyetlerin Çernobil Nükleer Krizi toplumda güven bunalımına neden olduğunu ve soğuk savaşın bitişini hızlandırdığını biliyoruz. 11 Mart 2011 Fukuşima Nükleer Krizi Japonlar için aynı etkiyi yapma kapasitesine sahiptir... Japonlar varoluş krizini fazlası ile yaşayacaklar. Japonlar İmparatorlarını Tanrı gibi gördüklerinden onun sesini 1945 Hiroşima’dan beri duymamışlardı. Tanrısal statünün bozulması Japon inanç sisteminin çöküşü demektir. Japonya’da Hiroşima tecrübesi nedeniyle nükleer bombalara aşırı psikolojik hassasiyetleri vardı. Son tsunami değil nükleer tehlike Japon toplumunda uzun süreli post travma etkisi yaşatacak gibi gözüküyor.../ İnanç sisteminin teselli etme gücü son Japon Çernobil’i olan Fukuşima’da yetersiz kaldı...” Prof. Tarhan’ın değerlendirmeleri böyle ama son bölümü daha da ilginç: “Japonlar... Tam 100 yıl önce Osmanlı’dan din arayışı içinde yardım istemişlerdi. Giden heyet ehil olmadığı, hatta kötü niyetli olduğu için…”

İkinci şahsiyet Sultan Abdülhamit Han. Önce minik bir bilgi. Japon Prensi Osmanlı sistemini ve İslam dinini incelemek için ziyarete geliyor, Sultan Abdülhamit özellikle ilgileniyor. 1944’de 90 yaşlarında vefat eden Kazan Türkü Abdürreşit İbrahim’in mektubu hakkında Sultan Abdülhamit Han’ın düşüncelerini yine onun ağzından okuyalım. Meseleyi Fethi Okyar naklediyor: “Şimdi size hicran olmuş bir hatıramdan bahsetmenin sırasıdır beyefendi oğlum... Japon İmparatorluk ailesine mensup bir Prens, beni ziyarete geldi. İmparatorundan hususi bir mektup getiriyordu. Benden, İslam dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, ibadet kaidelerini izah edecek kudrette bir dini-ilmi heyet istiyordu. Bunun sebebi vardı. Orada İslamiyet’i yaymayı mukaddes vazife sayan Abdürreşit İbrahim isimli, aslı Kazanlı olan bir Müslüman âliminden mektup almış, Japonya’daki İslami tamim hareketine yardımcı olmam istenmişti. İslam âleminin Halifesi idim. Bir taraftan daima iftihar ettiğim ve hizmetkârı olmaya çalıştığım bu âli vazife, diğer taraftan ruhumda bu mahiyette şerefli hizmete duyduğum hasretle, mümkün olan her şeyi yaptım, fakat bu yardımım daha çok maddi sahada kaldı. Çünkü Abdürreşit İbrahim Efendi, bizim din adamlarımızdan başka hüviyet içinde idi. Türkçe, Arapça, Farsçadan başka Rusça, Japonca biliyordu. Avrupa’yı baştan aşağı dolaşmıştı; Çin’i bile görmüştü. Kırk yaşından sonra Fransızca ve Latinceyi de öğrendiğini yazmıştı. Japonya’da Şinto dininin değişen şartlar içinde Japon münevverlerini tatmin etmediğini, mantık, akıl, ilim, ruh birliği ve cihanşümul (evrensel) felsefeyi temsil edecek bir dini-manevi hareketin, Japon milletince benimseneceğini, İslamiyet’in de aslında bütün bu vasıfları ihtiva ettiğini, sadece hakikatleri izah edecek kudret ve ilmi-manevi kifayette şahsiyetlere ihtiyaç olduğunu yazmıştı. Japon imparatorundan, ailesinden bir Prensin ziyareti ile böyle bir mektup da alınca, mevcudun ehemmiyeti hadise olarak önümde idi. Fakat bizdeki din adamlarının ilmi ve manevi seviyelerini çok iyi biliyordum; Pederim merhum Sultan Abdülmecid’in büyük ümitlerle genişlettiği Tıbbiye için Avrupa’dan getirttiği ecnebi muallimlerden ders alanların kâfir olacağını söyleyen ulema benim saltanatımda da yerindeydi... Bu mekteplerde okumanın selabet-i diniyeyi zedelediği hala telkin ediliyor. Düşündüm ki, Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimleri kendi ülkemizde olsa, Japonlardan evvel kendi milletimin ve İslam âleminin istifadesini temin ederdim... Şöhret yapmış ilmiye mensuplarını tanıyordum. İçlerinde şahsen hürmete şayan çok şahsiyet vardı. Ekseriyetle de şahsen faziletli idiler. Fakat ilmi kudretleri, cihanı telakki tarzları, bu kadar büyük ve İslamiyet’in mukadderatı üzerinde tesir yapacak mevzuu ele almaya, neticelendirmeye müsait değildi... Fakat Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimlerini yetiştirecek feyyaz membalar da artık mevcut değildi. Medreselerimiz birer ilim-irfan kaynağı olmaktan mahrumdu...” Böyle diyor ve ekliyor Sultan Abdülhamit Han: “Bu gibi işlerin muayyen başlama devri ve zamanı var. Saltanat müddetim sırasında en çok hatırladığım hakikatlerden birisi, demir tavında dövülür darb-ı meselemiz olmuştur.”

Sonuç: Evet, nükleer krizin ardından, Japonya varoluş bunalımı ile inanç krizine girmekte ve çözüm yolu gösterecek ilim ile sistem/düzen bilen alimlerimizi beklemekte… Türkiye ve Japonya için “Bu gibi işlerin muayyen başlama devri ve zamanı” gelmedi mi?!.

Reşat Nuri Erol
10.04.2011
13:51

Sadece Japonya değil, dünya bizi bekliyor…

Reşat Nuri EROL

Her gün minik mesajlar alıyorum. Çoğu kısa ve özel. Nadir de olsa, mesaj niyetine yazılan ama “makale” seviyesinde yazılar da alıyorum. Bu kadar dikkatli, birikimli, ihlaslı ve hepsinden daha önemlisi, “ülkemizin ve dünyanın meselelerini” dert edinmenin ötesinde, “çare ve çözümleri düşünen”; düşünmekle yetinmeyip “bu çare ve çözümleri yazan” insanların varlığı, “dünya ve insanlığın geleceği” adına bendenize daha çok ümit veriyor.

Geriye ne kalıyor? Bu düşünen insanların bir araya gelmesi, birliktelikler oluşturması, gereğince ve yeterince kurumsallaşması. Bütün bunlar yapıldıktan sonra, söz konusu “çare ve çözümlerin” uygulanması. Merhum Erbakan Hocamızın Liderliğindeki Millî Görüş Hareketi, kırk yıldan beri işte bunu yapıyor, MİLKO kuruluş ve kurumları bunun için çalışıyor; hayatın dinî, ilmî, iktisadî, siyasî ve sosyal alanlarında ülkemizin, dünyanın, insanlığın beklentilerini karşılama mücadele ve mücahedesi veriyor…

Evet… Sadece Japonya değil, dünya bizi bekliyor…

Eğitimci ve Avukat Muhterem Nurettin Sözen, yukarıda sözünü ettiğim değerli şahsiyetlerden biri. Geçen gün bendenize gönderdiği yazısında her şeyi ne de güzel özetlemiş.

Muhterem Reşat Nuri Erol Bey; Es-selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh…

Allahu Teâlâ’nın verdiği nimet ve Resulullah’ın (s.a.s.) risâleti sayesinde yazılarınızı değerlendirme imkânına sahip oluyoruz. Geçen cuma ve bugünkü yazılarınızı dikkatle okudum, çok mutlu oldum. Aşağıdaki notları, 30 Mart 2011 günkü Millî Gazete’de çıkan “Japon Teknolojisinin Çaresizliği” başlıklı yazımı okuduğunuzu hissettiğim için yazıyorum. Altı sene hukuk müşaviri olarak çalıştığım Ankara B.Ş. Belediyesi’nden emekliye ayrılarak avukatlığa döndüm. 30 seneyi aşkın öğretmen ve 25 sene avukat olarak çalıştım. Birkaç sefer Arap memleketlerine, Almanya ve Amerika’ya gittim. Geçen sene mart, nisan ve mayıs aylarında Amerika’daydım. Köln, Bonn, Stutgart, Münih, Frankfurt; Tiflis, Bakü; Kaliforniya, Şikago, Florida, Washington, Wirginia, … inceleme imkânı bulduğum yerlerdir. Bir oğlum Sağlık-Der Başkanı Dr. Kasım Sezen, diğer oğlum Halil Sezen Ohia Devlet Üniversitesi’nde doçenttir. Halil Sezen geçen aralık, ocak ve şubat aylarında ailesiyle beraber Japonya’da inceleme ve araştırmalarda bulunduğundan, Japonya ile ilgili taze bilgileri onlardan aldım. Şu anda Taiwan’da (Çin’de) altı ay kadar devam edecek olan “depreme dayanıklı binalarla ilgili deney ve araştırmalar” yapıyor.

Bahse konu yazılarınızda, çeşitli sebeplerle benim dile getiremediğim çok önemli bir konuya girdiniz ve bunun devam edeceğini de söylüyorsunuz. “Türkiye’nin bir sürü sorunu varken, yabancı ülkelerin sorunlarını mı dert edinelim?” düşüncesini çoktan aştığınıza inanıyorum. Merhum Erbakan Hocamız’ın ideallerinin gerçekleşmesi için bu konuların dile getirilmesi zorunludur. “Ertuğrul Fırkateyni” bu bakımdan bir simgedir. Merhum Turgut Özal’ın yön verdiği “Türk Okulları” projesi mutlaka modernize edilmelidir. Şu andaki “Türk Okulları” uygulamasının alt yapısı, yani Türkiye açısından bir programı olmadığı gibi, sorunları da dağlar gibi büyüktür. II. Abdülhamit Han’ın ecnebi ülkelerde bir program çerçevesinde açtırdığı okulların, bugünkü şartlara göre yeniden devreye sokulması zaruridir.

Ohia’da (Columbus’da) Makine Mühendisi Oğuz Bey isimli bir dostum şöyle söylüyor: “Aradığını bulamayan ve ne yapması gerektiğini düşünen gençler kiliseye gitmiyor. 15-20 sene sonra kitleler hâlinde İslâm’a gelecekler. Ama, o zaman bu gençleri ister İslâmî bilgi, isterse maddi ve manevi yönden tatmin edecek nesli yetiştirmiyoruz. Bu ihtiyacı karşılayacak İslâmî kuruluşlar ise birbirinin önünü kesiyor, birleşip bir varlık oluşturamıyor. Nerede İmam-Hatipler (ilk kuruldukları zamanki çok kaliteli İmam-Hatip Liseleri), nerede İslâmî fakülteler, nerede vakıf kuruluşları?”

İşte, yazılarınızın bu konuların tartışılacağı ortamı oluşturacağına inandığım için, şu satırları sizlere sunuyorum. Sonsuz selâm ve başarı dileklerimle. 9 Nisan 2011

Nurettin Sezen (Eğitimci ve Avukat)





Sayı: 96 | Tarih: 10.04.2011
Ebubekir Sifil
Katılım Bankaları
1678 Okunma
Zafer Kafkas
Ahmet Hakan
Gecikmeli bir misyoner yazısı
Nüfuz cüzdanı Müslümanlığı
1279 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
Başörtülü Dr. Zeliha Asiltürk
1072 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
İki iktidar arasında başörtülü kadın
1049 Okunma
Tayibet Erzen
Mahir Kaynak
Geleceği kestirmek
1007 Okunma
4 Yorum
Süleyman Karagülle
Zülfü Livaneli
“Hayata Dönüş” operasyonu ve basın
998 Okunma
Ali Bülent Dilek


© 2024 - Akevler