Geleceği kestirmek
3 Nisan 2011 Pazar
- Herhangi bir gelişmede dış güçlerin rolünden söz etmek komplo olarak algılanır. Her ülkenin kendi yöneticileri tarafından yönetildiğine inanırız. Oysa dünyayı kendi sorumluluk alanı olarak gören ve ona yön vermek isteyen güçler vardır.
- Dünyayı dış güçler yönetmek ister.
- Dış güçlerin etkisi vardır. Tamamen onların yönettiği hatalıdır.
Bize göre bir ülkeye yön vermek için onun fethedilmesi ve belirlediğimiz bir yöneticiye yönetimin teslim edilmesi gerekir. Oysa büyük güçler çok farklı bir yol izler. Önce o ülkede kendileriyle çıkar bağı olan bir sermaye sınıfı yaratırlar ve bunlar kanalıyla medyayı ve bürokrasinin kilit noktalarını kontrol ederler. Ülkeyi yönetenler çoğunlukla kendi çıkarlarını ön planda tutar. Son zamanlarda ülkesini terk eden yöneticilerin büyük servetleri onların bir düşünce ya da idealin hizmetkârı olmadıklarının, konumlarının ise bir işletme yöneticiliğinden farksız
olduğunu göstermektedir.
- Dış güçler istediği ülkede zenginler üretirler, paraları ile basına ve bürokratlara çıkar sağlarlar. Artık çıkarları dış güçlerin çıkarı olur.
- Çözümü yerinden yönetimdir. Hakemlik sistemidir. Genel hizmette serbest meslek sistemidir.
Bir zamanlar Filistin davasının simgesi olan Yaser Arafat’ın milyar dolarlık miras bırakması onun bir davanın lideri mi olduğunu yoksa bir işletmenin yöneticisi mi olduğunu gösterir? Aslında Filistin davası doğru değerlendirilmelidir. ABD ve İngiltere Ortadoğu’daki Müslümanlara bir düşman yaratmak istedi ve İsrail’i kurdu Eğer İsrail olmasaydı Müslümanlar Batı düşmanı olacaklardı. Oysa yıllardır bu düşmanlık bir denge oluşturdu ve petrol bölgesi Batı için güvenli bir liman haline geldi. Filistin’e yardım edenler onların bir iş sahibi olmaları, ekonomik bir alt yapı oluşturmaları için destek olmadılar ve sadece geçimlerini sağladılar. Yani bir Filistinlinin mesleği doğuşunda belliydi ve savaşacaktı.
- Filistinliler üretip sonra da onları koruma altına alarak petrollerini sömürmekti.
- Abdülhamit iyi siyasetçi olsaydı, Yahudilere kendisi vatan verir o dünyaya karşı barış için kullanırdı. İsrail’i ABD Yahudilerine alet olarak bırakmazdı.
Emperyal güçler halkların hangi ihtiyaçlarının önemli olduğunu bilirler. Bunlar önce güvenlik sonra refahtır. Bir ülkede değişim yaratmak istediklerinde bunlardan birini ön plana çıkarırlar. Mesela 1980 öncesi ülkemizde herkes kendini güvensiz hissediyordu ve darbe olduğu anda bu duygudan eser kalmadı. Halk Anayasa oylamasında yüzde doksanı aşan bir oy oranı ile darbeyi desteklemiş oldu. Kimse anarşinin nasıl ansızın sona erdiğini, bunu kimin nasıl yarattığını sorgulamadı.
- İşsizlik ve anarşi çıkarırlar sonra istediklerini yapar halkı memnun eder 1980’de böyle oldu.
- Teşhis % 100 doğrudur. Suçlu kimdir. Anarşiyi önleyemeyen sivil yönetimdir. Askerler, bunu hayra çevirmişlerdir. Onun içindir ki doksanda askerî müdahale yapmadılar. Sağlıklı beden sahibi olmayanlar er geç virüslerin mikropların veya canavarların yemi olurlar.
Emperyal güçler şu anda dünyayı yeniden şekillendirecek bir operasyon yapıyorlar. Biz bu yeni şeklin ne olacağını anlamaya çalışmak yerine Kaddafi güçlerinin başarılı olup olmayacağını sorguluyoruz. Oysa emperyal güçler için Kaddafi satranç tahtasında sadece bir piyon konumundadır. Satrancı oynayanları değil oynanan taşları önemsememeli ama bu taşlara bakarak karşı tarafın stratejisini çözmeye çalışmalıyız.
- Hakim güçler dünyaya yeni şekil veriyorlar. Biz bu şekli özümleyip ne yapacağımıza karar vermeliyiz.
- Hakim gücün yanında yer alıp yanı onun emrine girip kendimizi koruma fikri yanlıştır. Biz hakim güç olmalıyız. Erbakan dünyada bunun için saygınlık kazandı. Hıristiyanlar, Müslümanlar, Budistler ve Hindular Erbakan’a ümitle baktılar. Erbakan’ın hatası hakim gücü güçle yenmek istemesidir. Yani sen in ben çıkayım yolu idi. Bu başarısız bir strateji idi. Evrim kanunlarına aykırı idi. Yapılacak iş D8’le değil Adil Düzen’le onları yenmektir.
Bir sorunun ortada kaldığının farkındayım. Emperyal güçler hangileridir? Herkes kendi kriterlerine göre bunları değiştirebilir. Benim için emperyal bir güç olmanın kriterleri şunlardır: Şantaja boyun eğmeyecek bir ekonomik yapı, güçlü bir devlet yapısı ve halkını kendi politikalarına inandıracak bir siyasi yapı. Bizim bu konudaki en büyük eksiğimiz siyasi partilerin ortak bir hedefe varmak için farklı eğilimdeki insanları aynı yöne yönlendirmek yerine çatışmaya sürüklemeleridir. Son zamanlardaki devlet kurumları arasındaki çatışma büyük bir zafiyet yaratmaktadır.
- Birlik sağlamalıyız.
- Soru cevaba uymuyor. İnsanlıkta evrim vardır. Miadını doldurmuş düzenleri ancak daha ileri dünler ortadan kaldırır. Hakim gücü değiştirmek bir şey ifade etmez. Adil Düzen’i hakim kılmalıyız.
Geçmişteki hataları bürokrasiye yüklemek büyük bir hatadır. Farklı düşünenlere ülkenin karşılaştığı fırsat ve sorunları anlatmak ve yeni bir anlayış oluşturmak yerine cezalandırmak hatadır. O insanlar ülkeleri için çalıştıklarını düşünüyorlardı. Teşekkür edelim ama artık bu görüş ülkeyi geriye götürür ve fırsatları kaçırırız diyelim.
- İktidarları ve yöneticileri suçlamak hatadır. İçtihatları öyle idi. Onlara teşekkür edip yeni hatalara imkan vermemelidir.
- Batı modeli ekseriyet iktidarını en iyi AK Parti yapıyor. Biz Adil Düzen’i getirmeliyiz. Yeni düzende aynı kişiler hata yapmayacaklardır. Tabii ki düzen haksa. Biz İslam düzeninin hak olduğuna inanıyoruz. Çünkü ilahi düzendir. Bin sene evvelki düzen değil bugün yorumladığımız Kuran düzeni.
Anlamsız çatışma
9 Nisan 2011 Cumartesi
Türkiye’deki çatışmanın cumhuriyetin kuruluş ilkelerini savunanlarla halkın egemenliğini savunanlar arasında olduğu söylenebilir. Bu çatışma anlamlı değildir. Çünkü cumhuriyetimiz kuruluşundaki şartlar göz önünde tutulmadan, halkın eğilimlerinin göz ardı edildiği söylenemez.
- Cumhuriyet ilkeleri ile halkın egemenliği çatışıyor doğru değildir.
- Halk devletin varlığına halel gelmeksizin egemen olmalıdır. Sorun bu dengeyi bulmadır. Bunu Adil Düzen bulmuştur.
Tarihçi değilim ama herhangi biri olarak bazı sorulara cevap veremiyorum. Devletimizin bir kişi tarafından yoktan var edildiğini söylüyoruz. Sözlerim Atatürk karşıtlığı olarak algılanmamalıdır ama onun doğru anlaşıldığı kanaatinde değilim.
- Devleti bir kişi var etmedi.
- Mustafa Kemal’i DP tanrılaştırdı ondan sonra inkılabının anasını ağlattı.
İnkılabı dinsizlik ve ahlaksızlık yorumlandı.
Tarihimiz Birinci Dünya Savaşı’nda aldığımız yenilgiden bağımsız olarak İstiklal Savaşı’ndaki başarımız üzerine yazıldı. Oysa Osmanlı İmparatorluğu tasfiye ediliyor onun yerine bir ulus devlet kuruluyordu. Ulusumuz bölgedeki Türkçe konuşan Müslümanları kapsıyordu ama bir ırk devleti değildi. Bu ulusa verilecek en iyi isim Türk ulusuydu. Eğer o tarihte Kürt kimliği kabul edilseydi ve bir Türk-Kürt federasyonu kurulsaydı bu devlet Kuzey Irak, İran ve Suriye’deki Kürtleri de içine alacaktı. Oysa galip devletler Türkiye’nin petrolden mahrum kalmasına özen gösteriyor ve kaybettiği topraklara yeniden sahip olmaya çalışmasına yol açmamak için onu zayıf bir ekonomiye mahkum ediyorlardı.
- Türkiye ırka değil dile dayanıyordu. Hakim devlet böyle istedi.
- Türkiye devletini Mustafa Kemal’in devlet anlayışı kurdu. Türkiye’yi
a) Türkiye devletini Türkiye vatandaşı olmak isteyenler.
b) Türkçe konuşan
c) Müslüman olanlar
d) Türk olanlar değil, Türküm diyenler kurdu. Batı da kabul etti. Lozan tapusudur. Yeni devlet yeni başla kurulabilir. Galip gelenler kurar, Kürtler savaşmak istiyorlarsa savaşırız. Yenersek Türkiye devleti olur. Onların soyları kırılır. Yenilirsek Kürt devleti olur. Bizim soyumuz kırılır. Onların devleti olur. Bunun dışında çözüm olmaz. Kürtler o gün Türk’üz dediler. Kürt sorunu dinîdir ırkî değildir.
Galip devletler cetvelle çizilen sınırlar dışında kalan eski vatandaşlarımızla her türlü bağımızın kopmasını istediler. Bu şart devletimizin kurulması için gerekli gördükleri bir şarttı ve kabul ettik. Onlarla kültürel açıdan farklılaştık.
- Osmanlıyı parçaladılar, biz de kabul ettik.
- Onlara verdiğimiz söz hakim güç olmayacağımızdır. Zaten artık resmen hakim güç yoktur. Ekonomisi ile sömüren güç var. Biz de adaletimizle etkin edeceğiz. Sömürmeyeceğiz çıkar paralelliği içinde olacağız. Lozan’da verdiğimiz söze aykırı değil.
Sözlerim galip devletlere taviz verildiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu bir pazarlıktır ve Türkiye bu pazarlıkta, günün şartları içinde, kazanan taraftır ve bugün geçmişte bizi yenip parçalayan güçlerle boy ölçüşecek duruma gelmemizin temelleri o zaman atılmıştır.
- Türkiye kazanmıştır.
- Türkiye 50’den sonra borçlanmıştır. Türkiye hukukunu ve ekonomisini oluşturmadığı için bugün tehlikededir. Lozan Hudeybiye gibi zaferdir.
İstiklal Savaşı’nda Osmanlı ordusu ve bürokrasisi yeni siyasi gücü destekledi. Bu destek önceden hazırlanmış, halka kabul ettirilmiş bir destek değildi. Osmanlı devleti yok olurken yeni güce karşı bir tavır almadı. Yani yeni devlet bireysel kararlarla değil, yıkılmakta olan gücün yeni güce verdiği destekle kuruluyordu.
- İstiklal savaşı Türk milletinin yenilmeyi kabul etmemesi ile oluşmuştur.
- Yahudiler ilerde burasına biz hakim olalım. Hıristiyanlar karışmasınlar diye bizi desteklediler. Bu Allah’ın bir lütfüdür. Filistin’de onları biz kurtaracağız. Orası himayemizde Yahudilerin olacaktır.
Bu sözlerle cumhuriyet ilkelerinin yanlış bir karar değil şartların bir gereği olduğunu ifade etmek istiyorum. Cevapsız kalan soru dünyadaki şartlar değiştiği halde biz neden eski şartlar devam ediyormuş gibi davranıyor ve ilkelerimizde herhangi bir değişikliği kabul etmiyorduk? Ülkeyi yönetenler eğer tavrımızda bir değişiklik olursa elimizdekini de kaybedeceğimizden korkuyor ya da kuruluşumuz bir zafere dayandığı için değişikliklerin bu zaferin ve bunun sonucunda yapılan devrimlerin inkarı anlamına geleceğini düşünüyorlardı.
- Şartlar değişti. İlkeler neden değişmiyor?
- İlkeler yeni devlet kurulunca olur. 1) Hakimiyeti Milliye, 2) Kuvvayı Milliye 3) Vahdeti Kuvva ve 4) Müspet ilim ilkeleri ile a) Cumhuriyeti dengeleyen laiklik b) Milliyetçiliği dengeleyen inkılapçılık c) halkçılığı dengeleyen devletçilik ilkeleri devletimizin temelidir. Bunlardan taviz veremeyiz. Bunların ilmî tanımlarını yaparız.
Eğitim sistemimiz soru sormak üzerine değil öğrenmek üzerine kuruluydu. Özellikle tarihimiz hakkında soru sormak anlamaya çalışmak olarak kabul edilmiyor, ihanet sayılıyordu. İnsanlar için vatanseverlik tarihimizi savunmakla eşdeğer hale gelmişti.
- Tekli sistem vardı.
- Kuruluşta vahdeti kuvva tekli sistem tek parti, tek din, tek odalar birliği, tek okul anlaşıldı. Kurulurken bu doğruydu. Mustafa Kemal çoklu sisteme geçmek istedi başaramadı. İnönü, Mareşal ve Karabekir çoklu sisteme fiilen geçtiler. Gürsel çoklu sistem anayasasını getirdi. İlimde, dinde ve ekonomide de çoklu sistem gelmelidir. Bu, ilkeleri değiştirme değil ilkeleri olgunlaştırmadır.
Değişim isteyenler geçmişin büyük bir başarı olduğunu reddedip bunun gerçekleşmesi için ödenen bedelleri halka karşı yapılan bir haksızlık olarak yorumlayarak en büyük haksızlığı yaptılar. Kuruluş felsefesinden ödün vermeyenler, ödenen bedeli göz ardı edip, kazancımızı yücelttiler ve daha büyük ve güçlü bir Türkiye’nin önünde bir engel durumuna düştüler. Birbirimizi anlamaya çalışalım.
- Yaptıkları doğru idi. Yapacaklarına karşı çıkmak yanlıştır.
- Sorun ilmî çözümleri ortaya koyamayışımız, korkularımızı da devleti kurup koruyan ordumuza anlatamayışımızdır. Biz mahkemelere gittik ama ordumuza % 50 anlatabildik. Zaten biz de o kadar biliyorduk. Şimdi yeniden Adil Düzen Partisi’ni kuracak ve milletimize % 90 ordumuza da % 90 anlatacağız. Seçimden sonra bunu bekleyin. Mahir beyi de bu kurucular arasında bekleriz. Tüm emekli orgeneraller ve korgeneraller, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü ve Mustafa Kemal’den sonra beşinci kurucu generalimiz Kenan Evren partimizin fahrî kurucuları olacaktır.
Yorum:
Dünyada 4 büyük din vardır: Budizm Çin’de, Brahmanizm Hint’te, Hıristiyanlık Batıda, İslamiyet Ortadoğu’da hakimdir. III. bin yıl uygarlığını bu büyük dinler kuracaktır. Tevrat ehli de uygarlıkta yerlerini alacaktır. Ama tekel sömürüleri sona erecektir. ABD Yahudileri değil İsrail Yahudileri merkez olacaktır. Siyasi güçleri olmayacak ama Filistin vatanları olacaktır. Kuran böyle diyor. İlimde ve ekonomide yine hizmetlerine devam edeceklerdir.
Dünyada 4 din etkin olacak ama hakim olmayacaktır. Müspet ilmin verileri ve 4 dinin işbirliği III. bin yıl uygarlığını kuracaktır. III. bin yıl uygarlığı mukaddes kitaplar ve bugünkü müspet ilme dayanacaktır. Bu kitaplar müspet ilmin verileri içinde yorumlanacaktır.
İnsanlık merkezi Mekke’de oluşacak, dünyadaki 100’den fazla devlete Mekke civarında bir ilçe kurmaya izin verilecek. O topraklar o devletlerin olacaktır. Mekke tüm insanlığındır. Hac herkese farzdır. Kuran namaz için müminlere farzdır diyor. Oruç ve zekat için müminlere farzdır diyor ama hac için bütün insanlara farzdır. Kim Mekke’ye girerse emin olur diyor.
Kuran Allah’ın sözüdür. O ne diyorsa o olacaktır. Gelecekte bu yazdıklarımı insanlığa bildiriniz. Kuran’ın dediği olup olmadığını sonra deyin.
Şimdi Türkiye’de 4 siyasi eğilim var: A) devletçi b) milliyetçi c) dinci d) Batıcı. Bu 4 partinin temsilcileri vardır. Akevler hepsine birden hitap eder.
Gelin Mustafa Kemal’in 1933’te söylediği gibi müspet ilim meşalesiyle muasır medeniyetin fevkine çıkma yolunda tüm insanlığı yanımıza alarak Akevler’de birleşelim.
Akevler 1967’den beri bunun üzerinde çalışmaları vardır. Birikimi vardır. Siyasi eğilimi yoktur. Millî Görüş’e yakınlığı onun Adil Düzen’i benimsemiş olmasından ibarettir. Şimdi bırakmıştır. Bırakmasa bile yeni uygarlık bir partinin görüşü değil milletin tüm insanlığın görüş