Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
06.04.2011
Başörtülü aday yoksa oy da yok” kampanyası, hak ettiği ölçüde tartışılmadı. Tartışmanın yaşandığı durumlardaysa, bu kampanyayı başlatan başörtülü kadınlar hak etmedikleri eleştiri ve suçlamalara muhatap oldular. Türkiye 2002 Kasım ayından beri AKP tarafından tek başına yönetiliyor.
Cumhurbaşkanı Gül’ün, Başbakan Erdoğan’ın, TBMM Başkanı Şahin’in, erkek bakanların ve üst düzey bürokratların çoğununun eşlerinin başörtülü olduğu bir ülkede, başörtülü milletvekili konusu neden hâlâ bir tabudur?
Bu sorunun cevabını bulmak için 1980’li yıllardan itibaren, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşanan İslami yükselişi ve bunda kadınların oynadığı rolü iyice irdelememiz gerekiyor. 2000 yılı sonunda Metis Yayınları’ndan çıkan “Direniş ve İtaat: İki İktidar Arasında İslamcı Kadın” adlı kitabımda bu konuyu ele almaya çalışmıştım. 10 yıl geçmesine rağmen o kitapta yaptığım bazı değerlendirmelerin hâlâ geçerli olduğunu düşünüyorum.
Bugünkü yazımda, izin verirseniz, sözünü ettiğim kitabımdan bazı alıntılar yapacağım:
* İslam’da kadının yerini değerlendirmede şimdiye kadar üç temel görüşün mücadelesine tanık olduk: a) Müslüman kadınların koşullarının iyileşmesi için dinlerini terk etmelerini şart koşan görüş; b) Müslüman kadınların koşullarının, İslam içinde kalarak da iyileşebileceği görüşü; c) İslam’da zaten kadın sorunu olmadığı görüşü.
Birinci görüşte “İslam, her din gibi kadın düşmanıdır” şeklinde özetlenebilecek ateist yaklaşımdan çok, diğer dinlerin misyonerleri tarafından savunulan “İslam kadın düşmanıdır” yaklaşımı ağır basıyor. Müslüman toplumlardaki laiklik yanlısı aydınlar da şu ya da bu şekilde bu görüşlerden etkileniyor, ama şu ya da bu nedenle İslam karşıtlığı yapmıyor, yapamıyorlar.
Yine de laiklik yanlılarının esas olarak ikinci grupta toplandığı ortadadır. Zaten bu öbekte yer alanlar çok geniş bir yelpaze oluşturmakta ve İslam’a, kadına ve İslam-kadın ilişkisine bakışta birbirlerinden epey farklılaşmaktadırlar. Dikkat çekici olan nokta, bu öbeğe son dönemde İslami kesimden katılımların hızla ve nitelikli bir şekilde artmış olmasıdır. Diğer bir deyişle, üçüncü görüşün, yani “Müslüman kadının eşitlik ve özgürlük sorunu yoktur,” diyenlerin etkisi giderek kırılıyor.
* 1985’ten itibaren Türkiye’deki İslami hareketliliği gözlemeye ve anlamaya çalışan bir gazeteci olarak, bu dönemi, hiç tereddütsüz bir şekilde şu üç cümleyle özetleyebilirim: 1) İslami harekete en büyük damgayı kadınlar bastı. 2) İslami harekette en büyük çileyi kadınlar çekti. 3) İslami hareket, bir erkek hareketidir...
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
OY YOKSA “BAŞÖRTÜ ÇÖZÜMÜ” DE YOK
Mevcut iktidarın duruşunu ne de güzel ifade eden bir yazı…
Başörtü probleminin kesin çözümü üzerine verilen sözler, sırf bu sebepten alınan oylar, yerine getirilemeyen vaatler, ahmak yerine konan seçmenler, yeni seçim dönemi ve yeni vaatler! Hükümetin başörtülüler açısından süreç özeti budur.
Bu noktada başörtülü adayın ne esprisi olacaksa, nasılsa hatun seçildiğinin ertesi günü başını açarak, ‘Partimi zor durumda bırakmak istemedim!’ gibi saçma sapan bir açıklama yapacak, koltuğu kapacak, seçmenlerin çoğu da bu fedakarlık! karşısında duygulanıp desteğe devam edecek. Böyle bir senaryoda kime kızabilirsiniz? Aldığı oyun kendisine yüklediği sorumluluğun bilincinde olmayan koltuk sevdalısı hatuncağıza mı, yoksa verdiği oyun ne anlama geldiğini bile bilmeyen, bulunduğu durumdan kendi sorumlu olan seçmene mi? İş trajikomik bir vaka, kanımca daha fazla bulandırmanın kimseye faydası yok, zira bu halk bu oyu yine verir, yine verir.
Biz asıl şunu düşünelim, yanlarında Vakko eşarplı eşlerini gezdiren iktidardaki siyasilerimiz acaba kısmen de olsa vicdani bir rahatlamaya mı daldılar? Merak ediyorum, acaba bilinç atında şu mu var:”Siz istediğiniz kadar başörtüye karşı olun, her t.v kanalında, her haber saatinde görmek, katlanmak, istemeseniz de saygı göstermek zorunda olduğunuz bir tablo var. Bu bile bize yeter.” Yani bu mudur? Biliyorum çok anlamsız bir itiraf ama düşünüyorum ve başörtülü bayanların ve onların bu durumundan olumsuz etkilenen yakınlarının bu sorununa adam akıllı eğilmemelerinin bir savunmasını bulamıyorum.
Savunma arıyorum çünkü aslında demokratik bir hak olarak sol görüşlü bir partinin(Ülkemizde bu aydınlığa vakıf bir sol parti mevcut değildir!) çok daha kolay çözümleyebileceği bu soruna karşı, içsel olarak yaşayan ve dini değer olarak da değerlendiren iktidar partisinin çok daha duyarlı olması gerekirken, bu denli pasif kalmasına bir anlam veremiyorum.
Daha önce yaşanan bir Merve Kavakçı ve ona sahip çıkamayan bir Fazilet Partisi senaryosu ibretlik bir vaka olarak arşivlerde beklerken, herkes kendi payına düşen ‘samimiyet’ sorgusunu yapsa hiç fena olmaz.