Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
16.02.2010
12 Eylül 1980 askeri darbesinden kısa bir süre sonra, 9 Şubat 1981 günü gözaltına alındım ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü 1. Şubesi’nde (şimdiki Terörle Mücadele’ye denk geliyor) diğer yüzlerce kişi gibi yoğun bir şekilde işkence gördüm. İşkence aralarında alt kattaki hücrelere indirildiğimizde aramızdaki sohbetlerin büyük kısmı, eğer ileride bir gün işkencecilerimizi ele geçirirsek ne yapacağımız üzerineydi. Orada dile getirilen “intikam fantezileri”nin hiçbir önemi yok, önemli olan o şartlar altında bile içimizden bazılarının, her ne şart altında olursa olsun asla kimseye işkence yapmayacaklarını oldukça açık ve kararlı bir şekilde dile getirmeleriydi.
Bizler, sürekli olarak, farklı farklı konularda “hesap soracağız” sloganlarının atıldığı faaliyetler içinde yoğrulmuş bir kuşağız, ama zaman geçtikçe, tabii eski gücümüzden de uzaklaştıkça, içimizdeki intikam duyguları, hesap sorma heyecanı giderek köreldi. İyi mi oldu bilmiyorum ama çoğumuz birer “makul insan” haline geldik.
Fakat 12 Eylülcüler makul olandan o kadar uzak, o kadar acımasız ve insanlık onuruna o kadar saygısızdılar ki yaşadıklarımızı istesek bile unutabilecek durumda değiliz.
Bütün bunları niye mi yazıyorum? Dünkü yazımı 12 Eylül’ün intikamını bugünkü subaylardan almak istediğim ve dolayısıyla son Balyoz tutuklamalarından memnun olduğum şeklinde okuyanlar olmuş. Yanılıyorlar. Benim yaptığım, günümüzde tutuklanan subaylara “aramıza hoşgeldiniz” demekten ibaret.
Bu arada zamanında bir askeri cezaevinden diğerine nakledildiğimizde, görevli subayların büyük bir şehvetle bize reva gördükleri “hoşgeldin dayağı” gibi sadist bir uygulamaya tevessül edecek de değilim.
Evet, aramıza hoşgeldiniz! İçinizden bazıları 12 Eylül döneminde de görev yapıyordu ve hiçbirinizden o tarihteki adaletsizlikler ve zulümler konusunda üzgün ya da pişman olduğunuzu duymadık.
Şahsen intikam peşinde değilim. Birçok arkadaşımın da bu duyguyu çoktan aşmış olduğunu biliyorum. Ama bizden o dönem hiç yaşanmamış gibi yapmamızı, bütün ülkeyi bir açıkhava cezaevine, hatta işkencehaneye çevirmiş olduğunuzu unutmamızı da beklemeyin. Sizler geçmişin özeleştirisini ciddi ve inandırıcı bir şekilde yapmadıkça, bizler de size bu utancı her vesileyle hatırlatacağız. Eğer buna da “intikam” diyorsanız, varsın adı “intikam” olsun!
Odatv olayı
Dün NTV’deki Yazı İşleri programında da söylediğim gibi, Odatv adlı internet sitesinin polis tarafından basılması ve sahibi Soner Yalçın ile üç çalışanının gözaltına alınması basın ve ifade özgürlüğüne indirilmiş çok ağır bir darbedir. Odatv ve Yalçın’ın muhalif duruşları yüzünden bu operasyonun yapıldığı yolundaki, her geçen gün daha da güçlenen kanaatin savcılar (ve polisler) tarafından nasıl bertaraf edilebileceğini açıkçası kestiremiyorum.
Hemen hemen aynı zamanlarda gazeteciliğe başladığımız Soner Yalçın ile kelimenin gerçek anlamıyla “ayrı dünyaların insanları”yız. Yıllar boyunca temel birçok meselede zıt görüş açılarına sahip olduk. Son olarak Ergenekon, Balyoz gibi soruşturmalara da çok farklı açılardan baktık.
Gazetecilik yapış tarzlarımızın da farklı olduğunu, ilgilisi bilir. Bu noktada, Odatv’yi düzenli olarak izlediğimi, başarılı bulduğumu ama beğenmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim.
Ama bir insan sadece kendisi gibi olanların değil, kendisinden farklı düşünenlerin, hatta düşmanlarının da hak ve hukukunu gözetmesi halinde demokrat olabilir. Maalesef Türkiye ve Türk medyası “kendine demokratlar” ile dolu.
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
KABUSLAR VE BİR ÖMÜR
Darbeler ve sonrasında yapılan işkenceler!
Yapılması kaçınılmaz olan ve ülkenin geleceği açısından hayati önem taşıyan bu müdahalelerin sadist ruhlu askerler ve polisler sebebiyle bazı insanların hayatları boyunca atlatamayacakları kabuslar halini almış olması ancak üzücü ve kınayıcı olabilir. Yargı sisteminin yetersiz olması düşünmeleri kendilerine suç ve ceza olarak dönen bu insanlar için en büyük darbe olmuş, sanırım. Biz ne söylersek söyleyelim o dönemde işkence gören insanların içlerindeki nefret ve intikam duygusu dinmeyecektir. Tamamen haklı sebeplerle oluşan bu tavır empatiden öte derin bir saygıyı hak eder. Ancak askeri düzen içerisinde yapılan müdahalelerin kurcalanması, yorumlanması ve yargılanması gerekçe ne olursa olsun anlamsızdır. Demokratik sanılan düzende bile kendini rahat ifade edemiyorken darbe sonrası adil yargılanmayı ve hakkını savunarak aklanmayı ummak bana göre fazla hayalciliktir.
Benim anlayamadığım hükümetin Ergenekon soruşturmaları kapsamında gerçekleştirdiği tutuklamalar açık bir asker avından başka bir şey değilken, sessiz kalan askerin bu halinin kabuğuna çekilme veya azarlanan çocuk mahcubiyeti olarak algılanıyor olmasıdır.
Durum oldukça vahim görünüyor. Tribünlere oynayan hükümet nereden ne sebeple alkış topladığının hesabını yapmazsa, maç sonundaki yuhalamalar kendisini fena çarpacağa benzer. İşin kötü tarafı ise bu maçın kazananı olmayacak çünkü skor her halükarda vatandaşın hanesine aleyhte olarak yazılacak.