PROPAGANDA ÇAĞI
Modern zamanları diğerlerinden ayıran hususiyetlerden birisi de propaganda mekanizmasının farklı bir etkinlikle kullanılır hale gelmesi olsa gerek. Siyasî tercihlerimizden giyim-kuşam tarzımıza kadar hemen bütün önemli kararları reklam ve propaganda merkezlerinin etkisi altında aldığımızı çoğu zaman fark etmiyoruz bile…
Sadece bu seviyedeki tercihlerimiz söz konusu olsa bir dereceye kadar makul karşılanabilir belki. Ancak mesele Din tasavvuruna kadar uzanınca işin rengi ciddi biçimde değişiyor.
Kısa bir zaman önce Daru'l-Hikme'de söz konusu ettiğimiz bir husus, propagandanın gücünü ve etkisini göstermesi bakımından hayli ilgi çekici idi: İslam Birliği meselesi gündeme geldiğinde Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza isimlerini farklı bir konuma oturtmamızı gerekli kılan nedir? Onlar ve onlarla aynı çizgiyi paylaşanlar İslam Birliği ve ilgili diğer konular hakkında "söylenmeyeni söyledikleri" için mi bu derece ön plandadır? Ortada kanlı canlı bir Osmanlı tecrübesi varken, onun ortaya koyduğu pratikler ve İslam Birliği başlığı altına giren ilmî/siyasî birikim mevcudiyetini muhafaza ediyorken, mezkûr isimlerin –"İslamcılık" bahsi yedeğinde– sanki Ümmet'in ilim ve kanaat önderlerinin unuttuğu bir şeyi hatırlatmış ya da bilmediği bir şeyi öğretmiş konumuna taşınması hangi makul gerekçeyle izah edilebilir?
Esasen bu isimlerin, reformizasyon/modernizasyon anlayışına zemin teşkil eden şazz tutumları dışında ulema-i İslam'dan ayrı ve üstün bir mevkie taşınması başlı başına bir problemdir. Haydi bir aktivist olan ve Abduh'tan başka kayda değer bir eser bırakmadığı söylenen Efgani'yi hariç tutarak konuşalım:
Muhammed Abduh ve Reşid Rıza'yı söz gelimi bir Muhammed Enverşah el-Keşmîrî'den farklı ve "üstün" kılan nedir? Geriye bıraktıkları ilmî eserler açısından baksak, gerek kemiyet, gerekse keyfiyet olarak el-Keşmîrî'nin fersah fersah önde olduğu tartışma götürmez bir gerçek. İlmî derinlik babında da durum farklı değil.
Geriye sadece Abduh ve Rıza'nın "İslamcılık" başlığı altına giren faaliyetleri kalmaktadır. Bunun "orijinal" bir özellik olarak sunulmasının hayli tartışmalı olduğunu az yukarıda söylemiştim.
Buna mukabil el-Keşmîrî, İslamî ilimlerin hemen tamamında eserler vermiş bir sima olarak "İmâmu'l-Asr" (asrın önderi) vasfını hakkıyla üzerinde taşımış bir isimdir. Onun eserlerine aşina olanlar "sıradan" metinlerle değil, derin tahkikler ve orijinal tesbitler ihtiva eden, gerçek anlamda "imal-i fikir" hasılası şaheserlerle muhatap olduklarının elbette farkındadırlar.
Sadece el-Keşmîrî değil, İslam Dünyasının yüz akı olarak anılmayı fazlasıyla hak eden Eşref Ali et-Tehânevî ve Diyobendî ekolünün yetiştirdiği daha pek çok sima bu meyanda anılmalıdır.
Onlarla Abduh ve Rıza arasındaki fark, sadece eserlerinin kemiyet ve keyfiyet nokta-i nazarından üstünlüğü değildir. Reklam ve propaganda mekanizması Abduh ve Rıza hakkında işlediği tarzda onlar hakkında işlemediği için onlar bir anlamda sadece kendi coğrafyalarının (Hindistan) sınırları içinde tanınmış, etkileri o coğrafyayla sınırlı kalmıştır. Sonraki dönemlerde el-Kevserî ve Ebû Gudde gibi isimler tarafından yeniden gündem edilerek İslam Dünyası'nda hak ettikleri makesi bulmaları kısmen sağlanmış olsa da, onlardan yeterli ölçüde istifade edilmediği açıktır. Rabbani alimler için insanlar nezdindeki itibar derecesi elbette önemli değildir. Mesele bizim sorumluluğumuzu yeterince yerine getirip getirmediğimizle alakalıdır…
Yorum:
Kitle iletişim vasıtaları hayatımıza girdiği günden beri insanlar kendi değer , inanç ve hassasiyetleri doğrultusunda düşünce , davranış ve fikir üretme noktasında sıkıntı yaşamaktadırlar. Eğitim sistemimizin de tek merkezden yönetilmesi , öğretici yönünün fazla olması , eğitici rolünün eksik kalması ile şahsiyetli insanların yetiştirilmesinde problemlerin oluşmasına yol açmıştır. Yine insanın fikri gelişimi ve hayat tarzı oluşumunda en büyük etken olan ailenin de bu işlevini kaybetmesi ile ciddi anlamda zihinler, televizyon , radyo vs gibi kitle haberleşme vasıtalarının tesir alanı içine girmiştir. Tek tip insan yetiştirme konusunda eğitim sistemi ile işbirliği içerisine giren medya sektörünün başarısını sokağa çıktığımızda hemen fark ediyoruz, aynı şekilde giyinen , aynı tarz müziği dinleyen , aynı saç modeline sahip tipleri görmek için çaba sarf etmek gerekmiyor.
Bu vasıtalar kendi fonksiyonları içerisinde kültür yapımızın gelişmesi , sanat , dil , din ve ilim yönünden çok etkili rol oynayabilirler. Televizyon , sinema ve internet ile alternatif ürünler ortaya koyup sağlıklı nesillerin yetişmesine destek olunabilir. Bunları bu yönde kullanacak ideal sahibi , günlük düşünmeyen insanlara ve tabiki sermayeye ihtiyacımız var. Bir çok ülkede bu yönde çalışmaların olduğunu ve insanların sanat ve estetik zevklerinin geliştirilmesinde kullanıldığını biliyoruz.
Medyanın büyük çoğunluğunun küresel sermayenin hakimiyetinde olması maalesef bu iletişim vasıtalarının insanların zihinsel fonksiyonlarını yitirmeleri , ahlaki yozlaşmalarının sağlanması ve popüler kültür etkisine girmeleri için kullanılmasına yol açmaktadır. Biliyoruz ki sermayenin istediği de düşünmeyen , üretmeyen , zihinleri paramparça olmuş insanların varlığı ile sömürünün devamını sağlamaktır.
Bir ülkenin insanlarını tepkisizleştirmek , şuurunu yok etmek ve değerlerinden uzaklaştırmak ve yeni değerler sistemi oluşturmak için bu vasıtaların önemli bir yeri vardır. Televizyon ve internetin yaygınlaşması ve bizlerin ayrılmaz bir parçası haline gelmesinden sonra toplumun istenilen yönde yönlendirilmesi , temel eğilimlerinin değiştirilmesi , önceliklerinin farklılaşmasını sağlamak kolaylaşmıştır. Göze ve kulağa beraber hitap etmesi etkiyi artırmaktadır Özellikle televizyon aracılığıyla öncelikle kadınlar üzerinden saldırıya geçildiğini görüyoruz. Çünkü kadınların beynini boşaltırsanız toplumu çok kolay istediğiniz kıvama getirirsiniz . Kadının iki taraflı etkisi vardır, hem çocuklar hem de kocası üzerinden topluma direk etki eder.
Değerlerimize yapılan bu saldırılara karşı hassas olan ve sürekli eleştiren müslümanlar olarak ne yaptık? Peygamberimizin buyurduğu gibi evlerimizi mescide çevireceğimize maalesef sinema salonuna çevirdik . Önce televizyonun yerini belirliyoruz ve tüm diğer eşyalar ona göre kendine yer buluyor , kabe gibi merkezde televizyon, etrafında diğerleri o merkeze göre pozisyon almış durumda. Vaktini namazlara göre planlaması gereken bizler tv programları ile vakit ayarı çekiyoruz kendimize. Hayat tarzımıza yapılan saldırıları hep eleştiren bizler buna karşı durmak yerine suyun akışına kendimizi bıraktık ve maalesef aynılaştık. Allah yolundan ayırmasın…