Einstein İzafiyet Teorisi’ni bir Türk’ten çalmış!
1092 Okunma, 0 Yorum
Zülfü Livaneli - Vatan
Ali Bülent Dilek

Einstein İzafiyet Teorisi’ni bir Türk’ten çalmış!

20.11.2010

 ‘Albert Einstein 1896’da İsviçre Politeknik Federal Okulu’nda iken bir sınıf arkadaşı var. Mükerrem Bey adlı bu öğrenci Osmanlı’nın eski sefirlerinden Zadegân Hayrullah Bey’in oğlu.

Arkadaşları ve hocaları tarafından dâhi olarak nitelenen Mükerrem Bey, daha sonra izafiyet teorisi olarak ünlenecek bir kuram üzerinde çalışıyor ve bunu sınıf arkadaşı Albert’le paylaşıyor. Ancak akciğerlerinden rahatsız olan Mükerrem Bey genç yaşta vefat ediyor ve Einstein bu teoriyi dünyaya sunarken onun adından söz etmiyor. Yıllar sonra bu çalışmalar Mükerrem Bey’in ailesine teslim edilen belgeler arasında çıkıyor.’

Daha siz yazıyı okumadan bu haberin internet yoluyla binlerce kişiye ulaşacağından, başka gazetelerde haber yapılacağından, insanların diline düşeceğinden eminim.

‘Canım olur mu öyle şey!’ diyenlere ise ‘Ama gazete yazıyor!’ denilecek. Ya da ‘öyle söylüyorlar!’ klişesine sığınılacak.

Oysa bu haberin tek kelimesi bile doğru değil. Ne Zadegân Hayrullah Bey mevcut ne de Mükerrem Bey.

Bu isimleri ve olayı şu anda ben uydurdum.

Kusura bakmayın; amacım, gazetede ya da internette okuduğunuz her şeye inanmamanızı ve her şeyi biraz mantık ve sağduyu süzgecinden geçirmenizi sağlamak.

***



Genç, yetenekli ve medya malzemesi olmamaya çalışan Beren Saat, Cengiz Semercioğlu’na diyor ki:

Medyaya mesafeliyim, çünkü çok canım yandı. Birileri atıyor ortaya, sonra yedi-sekiz gazete yazıyor bunu. Artık sistem böyle işliyor. Benim adıma bir şeyler iddia ediliyor, haberler çıkıyor, ben ‘Yok öyle bir şey’ diyorum. Bu ev işi de öyle oldu...

CHP Genel Sekreteri Süheyl Batum çırpınıyor: ‘Ben böyle bir söz söylemedim’ diye.

Bunlar sadece önceki gün okuduklarım. Binlerce kişi ‘Ben böyle söylemedim. Bu haber doğru değil’ diye çırpınıyor.

Ne gam!

At ortaya bir laf, uğraşıp dursunlar.

Benim de hayatım iftiralarla uğraşarak geçtiği için onları çok iyi anlıyorum.

***



Basın çağımızın en etkili silahı ve bazen nükleer güçten daha yıkıcı etki yaratıyor.

Ülkeyi yönetmeye aday, halkın çok sevdiği pırıl pırıl bir siyasetçi düşünün. Ertesi gün seçim yapılacak, bu adayın kazanmasına da kesin gözüyle bakılıyor.

Tam o gece TV’de ya da internette, suratı morarmış, ağlayan bir kız çıksın. Aday için ‘Beni kullandı, hamile olduğumu öğrenince de dövüp sokağa attı’ desin. Hüngür hüngür ağlasın.

Bu iftira o adaya seçim kaybettirir ama esas kaybeden ülke olur.

Dostlarıma hep söylüyorum: Eğer 1919’da mütareke basını bugünkü kadar güçlü olsaydı ve TV yoluyla herkese ulaşmayı başarsaydı, Mustafa Kemal Paşa Samsun’dan öteye geçemez, hatta yoğun iftira kampanyasından insan içine çıkamazdı.

***



Bir de desteksiz haberler var.

Yıllardır Hollywood ünlüleri her yıl Türkiye’de film çekecek olurlar. Bizim oyunculardan birine bayılmışlardır.

Beraber film yapacaklardır. Gazetelerin birinci sayfalarında Robert de Niro, Jeremy Irons, Nicole Kidman gibi oyuncuların fotoğrafıyla, yerli starların fotoğrafı yan yana basılır.

Ama nedense o film bir türlü çekilmez. Zaten mesele film falan değil, içeriye propaganda yapmaktır.

Gazetelere bakarsan neler oluyor neler: Yerli filmler 180 ülkeye satılıyor, Amerika’da milyonlarca kişi seyrediyor, Hollywood Türk yönetmenlerin peşinden koşuyor.

Öyle allayıp pulluyorlar ki işin iç yüzünü bilmesem ben bile inanacağım.

Çünkü ‘Gazete yazıyor!’

***



Hep söylüyorum: Basın düzelmeden Türkiye düzelmez!

Not: Basını eleştiren yazılarımda namuslu, yürekli, dürüst meslektaşlarımın hakkını yememeye özen gösteriyorum. İyi ki varlar. Onların sayesinde biraz içimiz ferahlıyor.

 

YORUM:

BASIN MESELESİ EN ÖNEMLİ MESELELERDENDİR…

Yazara tamamen katılıyorum.Fakat birçok yazar gibi teşhis doğruda çözüm nedir?

Bence türk insanları çözüme ulaşmakta en fazla zorlanan insanlardandır.Bunun

Da temelinde eğitim sistemindeki bozukluklar yatmaktadır.Neticede tavuk mu

Yumurtadan yumurta mı tavuktan tartışmaları gibi yazarlar yazar problemler

Çoğalmaya devam eder.Ta ki Allah(cc)ve Resulünün çözümlerini öğrenip

Problemleri çözenlerin sayısını attırıncaya kadar…

Bence şu ayetler üzerinde düşünerek başlamalı”

 

بسم الله الرحمن الرحيم

الذين يستمعون القول فيتبعون أحسنه أولئك الذين هديهم الله و أولئك هم أولو الألباب   زمر (39/18)

“Her kavli istima’ eder de ahsenine tâbi olanlar, Allah’ın kendilerine hidayet ettiği kimseler bunlardır. Elbâb sahibi de bunlardır.”  (Zümer, 39/ 18)

 

الذين يبلغون رسالات الله ويخشونه و لا يخشون أحدا إلا الله و كفى بالله حسيبا   الاحزاب  (33/39)

“Onlar Allah’ın risâlâtını tebliğ ederler ve O’ndan haşyet ederler, Allah’tan başka kimseden haşyet etmezler. Hesap sorma bakımından Allah yeter.” (Ahzâb, 33/39)

 

Bu iki âyetten birincisi, bütün sözlere kulak vermemiz gerektiğini emrediyor. Sonunda diyor ki; “Allah böylelerine hidâyet eder.” Sonra da ekliyor; “Elbâb sahibi bunlardır.” diyor. Şimdi bu âyetin mânâsını tüm Kur’an için düşünelim. Daha Kur’an’ın başlangıcı olan Fatiha Sûresi’nde; “Bizi mustakim sırata hidâyet et.” diye dua ediyoruz. Oradaki duamızdan maksadımız; “Biz doğru yola gitmek istiyoruz. Bunu içtihat etmekteyiz. Sen bizi içitihadımızda yanıltma.” diyoruz. İşte Kur’an bu âyette de diyor ki; “Eğer siz hidâyeti istiyorsanız her söze kulak verin. Her sözü dinleyin, işitin.” Demek ki, içtihadın birinci şartı her söze kulak vermektir. Burada dikkat edeceğimiz diğer husus da; “esmiû” denmeyip “istemiû” denmiş olmasınadır. Yani bize söyleneni dinlemeyeceğiz. Biz sorup öğreneceğiz. Bunun ne kadar zor olduğu aşikârdır. Biz her sözü nasıl işitip dinleyeceğiz? Herkese nasıl gidip soracağız? Elbette bu mümkün değildir. Tabii ki, her emrim arkasında “Mâ isteta’um” kaydı vardır; bu “Gücünüz yettiği kadar.” demektir. Bunu nereden biliyoruz? “Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez.” Âyetiyle, hac farizasındaki “gücünüz yettiği” kaydıyla biliyoruz. Diğerlerini buna kıyas ediyoruz. Görüyorsunuz ki, içtihat tefsirden tamamen farklıdır. Tefsir ederken bir âyetin mânâlarını anlatıyorsunuz, içtihat yaparken değişik âyetleri yan yana getirip sonuçlara varıyorsunuz.

(11 MAYIS 2001 CUMA

109.  SEMİNER NOTLARI      )                                                                          

 

Ali Bülent Dilek






Sayı: 76 | Tarih: 21.11.2010
Ruşen Çakır
Kürt hareketi AKP’ye neden uzak, CHP’ye neden yakı
1281 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Şevket Eygi
Diyanet'te Değişiklik
1218 Okunma
Emine Hocaoğlu
Mahir Kaynak
NATO Zirvesi
1215 Okunma
5 Yorum
Süleyman Karagülle
Fehmi Koru
İslamı sorgulamak
1191 Okunma
Ahmet Kirtekin
Ahmet Hakan
At martini Debreli Tarık
1171 Okunma
6 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Ebubekir Sifil
Kirli Savaşın Tanıkları
1104 Okunma
1 Yorum
Zafer Kafkas
Abdurrahman Dilipak
Affedelim ki, affedilelim!
1097 Okunma
3 Yorum
Abdülvahap Kösesoy
Zülfü Livaneli
Einstein İzafiyet Teorisi’ni bir Türk’ten çalmış!
1092 Okunma
Ali Bülent Dilek


© 2024 - Akevler