At martini Debreli Tarık
1100 Okunma, 6 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

19.11.2010

TARIK Akan önce bir güzel sallıyor.
Diyor ki:
“Bir Alman, Atatürk’e bir ses kayıt cihazı getiriyor. Mustafa Kemal de bunu çok seviyor. Akşamları şarkı söylüyor. Dinliyor, sonra da kırıyor. Kimsenin eline geçmiyor bu kayıtlar. Sonra birisinin eline geçiyor bu plak. Plağın orijinali Avrupa’da yaşayan bir tarih araştırmacısının elinde... Adını açıklayamam”. Sonra?
Sonra bu sesin bir kameramana ait olduğu, 1998 yılında kaydedildiği falan ortaya çıkıyor. Tarık Akan bu sefer şöyle diyor: “Ben zaten Atatürk’ün sesi demedim. Bana da internetten geldi”.
* * *
“Drama Köprüsü” türküsünde, “At martini debreli Hasan dağlar inlesin” diye bir dize geçer.
Eğer Drama Köprüsü, Selanik yakınlarındaysa... Ben de Tarık Akan’a, “At martini Debreli Tarık...” diye seslenmek isterim.

Yazının tamamı için tıklayınız.

 

Yorum:

İnsanlara ilahlaştırmak

İnsanlar şirk koşmaya meyillidir. Bilerek veya bilmeyerek insanları ilahlaştırırlar. Bunun en tipik, yaygın örneği Hıristiyanların İsa peygamberi ilahlaştırmasıdır. Kuran'da defalarca bu olayın ne kadar çirkin bir şey olduğu vurgulanmıştır.

İsa peygamber olayı bir örnektir. Tek vaka değildir. İnsanların buna meyli olduğu için kaçınılması gereken bir örnek olarak anlatılmaktadır. Yahudilerde ise Üzeyir örneği verilmektedir.

Günümüzde bunun çok çeşitli örnekleri küçük gruplar içinde, bölgesel veya ülkesel olarak yaşanmaktadır. Türkiye'de 1950'lerden sonra Mustafa Kemal ilahlaştırılmaya çalışılmış ve bir politika olarak Demokrat Parti tarafından uygulanmış ve bir grup üzerinde ciddi bir şekilde başarıya ulaşmıştır. İlkokul yıllarında "Ey ulu önder" şeklinde şiirler okuturlardı bize. Oysa "Ulu" sıfatı yalnızca Allah'a aittir. Allah dışında biri için ulu demek şirktir. Bir resmi bayramda açın televizyonu ve kaç kere "Ulu önder" lafının söylendiğini dinleyin. İşte bu ululaştırma yani ilahlaştırma o kadar kanıksanmış ve sesi bile o kadar kıymetli olmuş ki sesinin sahteleri çıkıyor, yayılıyor, haber oluyor. Bazı "Ulu"cu kimselerde birilerini nasıl ululayacağız diye çırpınıp duruyorlar.

Bu ilahlaştırma sadece devlet büyükleri için yapılmamıştır. Parti liderleri, tarikat, cemaat liderleri de bu ilahlaştırmadan nasiplenmişlerdir. Bu kimselerin yaptıkları her iş, söyledikleri her söz o kadar değerli hale getirilmiştir ki başka birinden duysa duyduğu kimseyi dövecek olan bir kimse o kimselerden aynı sözü duyunca bir hikmeti vardır demekle aklını kiraya verebilmekte ve ululaştırmasına devam etmektedir.

O yaptıysa bir sebebi vardır. O yaptıysa bir hikmeti vardır. O yanlış yapmaz. Odunu bile aday gösterse ona oy veririm. Bu cümleler tipik ilahlaştırma örnekleridir.

Allah bizi şirkten korusun.

 

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
23.11.2010
05:07

Bir Türk siyaset panzeri: RTE

CÜNEYT ÖZDEMİR

23/11/2010

RTE, Türk siyasetinin her türlü deneyimi ve teçhizatıyla donatılmış bir siyaset panzeri.

Bir kitap okudum inancım pekişti. Türkiye’de bütün politikacıların ve liderlerin ikinci işidir siyaset. Biri hariç. Recep Tayyip Erdoğan yola siyaset yapmak için çıkmıştır. Profesyonel bir siyasetçidir. Başbakanlığı hatta başkanlığı daha ilk günlerde planlamış, inanmış ve hareket etmiştir. Gençlik kollarına girişi de evliliği de hep bu mücadelenin emrinde gelişmiştir. Erdoğan’ı yakından tanıyan arkadaşı Burhan Metin’in iddiasına göre, “İki Erdoğan vardır. İlki insancıl olanıysa ikincisi pragmatik olanıdır. Pragmatik Erdoğan kesiştiği, temsil ettiği kitleden faydacı bir alana doğru gider.” Tayyip Erdoğan özellikle % 42’lik bir kitle için hâlâ ‘gizli ajandası’ olan bir liderdir. Oysa ‘Bir Liderin Doğuşu’ kitabına baktığınızda, yakın çevresinin onu çok daha adanmış bir siyasi lider olarak gördüğünü fark ediyorsunuz.

Kitap bir biyografi değil. Daha çok anıların anlatıldığı bir Erdoğan güzellemesi... Sakıncası yok. Türkiye’yi yöneten bir ismin etrafındaki ruh hali hakkında ipuçları almak için önemli bir kaynak. Bu kitaba göre Erdoğan gerçek bir içki düşmanı. İçkiden ve içki içen insanlardan neredeyse tiksintiyle bahsediliyor. Yıllarca İstanbul’u yönetmiş bir ismin çevresindeki isimler o yıllarda yalı sahiplerini de kendilerine düşman olarak görüyorlar. Neyse ki Boğaz’dan çok sular aktı da yalılar artık el değiştiriyor! 1992 yılında RP il kongresinde Erbakan’a karşı aday olabileceği iddilarına karşı Erdoğan, “Bu fitne çok ciddi” diyecek kadar inançlı! “Hocamızla benim asla mukayese edilemeyeceğim ve hatta benim bu anlamda yeterli olmadığımı ifade etmekten çekinmeyin” diyebilecek kadar Makyevelist!

Aynı zamanda yerel belediyelerde farklı ‘seçime hazırlık’ taktikleri geliştirecek kadar kurnaz ve stratejist.

Nabi Avcı’ya göre bir senaryo çizildiğinde kendi üzerine düşen rolü çok iyi oynayabilecek, adapte olabilecek kadar uyumlu. Meydan okuyacağı yerleri çok iyi biliyor. Mesela yükselişi sırasında Koç’larla üniversite konusunda ikileme düşüyor, sessiz kalıyor. Oysa Mutafa Süzer’in veya Cem Uzan’ın para yardımlarına yüz çevirebiliyor. Bunları yaparken Cüneyt Zapsu’dan TÜSİAD üyeleriyle tanıştırmasını isteyecek kadar sisteme girmek istiyor.

Gönlü açık, karizmatik...

Aynı partiden kara çarşaflıyı Beyoğlu’na giden konvoya koymayacak kadar akıllı. Etrafındakiler burun kıvırırken çöpten toplanan pidelerle iftar açan gecekondu sofrasına iştahla çökebilecek kadar gönlü açık. Hiçbir şey olmadığı günlerde dünya liderleriyle görüşebilmesinin getirdiği karizma da var, cezaevinde yatma tecrübesi de...

Neyi desteklediğinizi ya da neye karşı olduğunuzu bilmekte fayda var. RTE; Türk siyasetinin her türlü deneyimi ve teçhizatıyla donatılmış, gerçek bir siyaset panzeri...

Reşat Nuri Erol
23.11.2010
05:20

Mehmet Ali Birand Yazıyor

Ankara, uçurumun kenarında durdu...

Türk kamuoyu pek farkına varmadı, ancak ABD ve NATO ile ilişkiler açısından, Ankara geçen hafta sonu Lizbon doruğunda, isteklerinin tümü kabul edilmemesine rağmen, tutumunu değiştirmesi sayesinde, kelimenin tam anlamıyla, uçurumun kenarında durdu.

Önceki yaklaşımını sürdürseydi, uçuruma düşmesi işten bile değildi.

Bu sonucu, başta Gül’ün ısrarı ve Erdoğan’ın onayı sağladı. Ancak yine de her şey bitmiş değil. Ak Parti iktidarı, önümüzdeki çalışma döneminde itirazlarını tekrarlarsa, yine kıyametlerin kopacağını bilmemizde yarar var.

Ankara’nın ortaya attığı itirazlar ve genel tutumu, Washington ve diğer bazı NATO başkentlerinde ipleri öylesine germişti ki, NATO tarihinin en önemli doruğu olarak nitelenen bu toplantıdaki olası bir Türk vetosu, Türk-ABD ilişkilerinde büyük bir kriz başlatabilecekti.

Ankara, durmasını bildi.

Bu tutumuyla -şimdilik - şu pratik sonuçları elde etti:

- Türk-Amerikan ilişkileri, şimdiye kadar görülmemiş bir krizden kurtarıldı. İlişkilerdeki gerilimin patlama noktasına gelmesi ertelendi.

- ABD Kongresi’ndeki olumsuz havanın artması engellenmiş, hatta Türkiye’nin beklediği büyük silah alım paketinin onaylanması ümidi dahi doğdu.

- Türkiye’nin elindeki füze sistemleri de, NATO şemsiyesi altına sokulabilecek.

- Eskişehir ve İzmir’deki NATO karargahları kaldırılacaktı, şimdi aksine daha da genişletilecek.

* * *

GÜNEYDOĞU DIŞARIDA KALACAKTI...

NATO projesi, üye ülkeleri olası bir Balistik (Atmosfere çıkıp,uzun menzile giderek hedefini vurabilen füze cinsi) ve kısa-orta-uzun menzilli füze saldırılarına karşı korumayı amaçlıyor.

NATO ülkelerini vurabilecek -düşman olarak nitelenen- 30 ülke ve terör örgütü sayılıyor.

Bu sistem şöyle işleyecek:

Belirli yerlere radarlar yerleştirilecek. Olası bir saldırı durumunda, bu radarlar füzeyi gördüğü anda, Akdeniz başta olmak üzere, NATO gemilerinde konumlandırılmış anti- balistik füzelere komut verecek ve düşman füze havadayken patlatılıp etkisizleştirilecek.

TÜRKİYE’NİN SORUNU VARDI...

Türkiye açısından en önemli sorun, sistemin, ülkenin topraklarının tümünü kapsayamamasıydı.

Nedeni de, Güneydoğu’ya yerleştirilecek radarın, teknik nedenlerle, bölgenin tümünü güvence altına alamaması. Güneydoğu bölgesinin bir bölümünün koruma dışı kalması. Oysa, İran ve Suriye başta olmak üzere, dünya da 30 ülkede kısa-orta menzilli füze var.

İşte bunlara karşı korunma için ABD, haritadaki (yaklaşık olarak) çizgili bölgeye, Patriot ve THAAD füzeleri yerleştirecek.

* * *

TÜRKİYE’NİN İTİRAZLARI TEPKİ ALDI, ANCAK ...

Türkiye,bu projeyi birkaç açıdan rahatsızlıkla karşıladı. Uzun süre direndi, birçok sakınca ortaya koydu. Washington’da ve NATO çevrelerinde tüyleri diken diken eden ve “bardağı taşıracak son damla” diye nitelendirilen bir tutum takındı.

Bunun bir bölümü iç politika, diğer bölümü de haklı bazı kaygılardan kaynaklandı.

GÜL İTİRAZI KALDIRDI...

- Türkiye’nin bu sisteme itirazının bir bölümü iç politika kaynaklıydı. Seçim arifesinde, muhalefetin Ak Parti‘yi “Sözünde duramayan, İran-Suriye ve Rusya’ ya güvenceler verip, bölgenin lideri, efelenmesi gösterip, ardından ABD’ye boyun eğen iktidar” diye suçlamasından çekinildiği için ayak süründü. Seçim sonrasına bırakılması tercih edilirken, işin Lizbon’da bağlanması rahatsızlık yarattı. Bu projeye diğer bir itiraz da, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’ndankaynaklandı. Sisteme Türkiye’nin katılmasının, bölgede kurulmaya çalışılan dengeleri bozacağını söyleyen ve konuya ideolojik yaklaştığı izlenimini veren Dışişleri Bakanı’nın itirazları büyük ölçüde, Cumhurbaşkanı Gül’ün ısrarı sayesinde aşılabildi.

YİNE İRAN’I KOLLUYOR...

- Türkiye, bu sistem onlara karşı yapılmış olmasına rağmen, özel ilişkiler geliştirdiği İran veya Suriye’nin açıkça adlarıyla anılmamasını istedi. Bu konuda ısrarı hem Washington da, hem de diğer NATO başkentlerinde, Türkiye’nin yine ABD’nin baş düşmanı sayılan İran’ı kolladığı eleştirileriyle karşılandı ve büyük alerji yarattı, ancak sonunda, bu itiraz da kabul edildi.

GÜNEYDOĞU’YA FÜZE...

- En önemli ve haklı gerekçelere bağlanan, diğer iki itirazdan biri, projenin Türk topraklarının tümünü kapsamaması ve Güneydoğu’nun bir bölümünün korunma dışında kalmasıydı. Bu konuda da Ankara, Güneydoğu’ya Patriot ve Thaad füzeleri konularak tatmin edildi.

DÜĞMEDE PARMAĞIN OLAMAZ...

- Türkiye, füzeleri harekete geçirecek olan düğmede parmağının bulunmasını istiyor. Bu isteğimiz, NATO kararlarında herkesin parmağı bulunduğu dolayısıyla ayrıcalıklı bir muamele yapılamayacağı yanıtıyla reddedildi.

RİSK ALIYORUM PARA VERMEM...

- Sonuncu sorun, projenin maliyeti konusunda çıktı. Ankara, büyük harcamalar gerektirecek olan bu sistemle risk aldığını, zira radarın hedef olacağını, ayrıca bu sistemin bölgeyi kapsaması için konacak olan ek Patriot ve Thaad füzeleriyle ilgili faturanın da ekleneceğini belirterek, harcanacak paranın büyük bölümünün ABD tarafından karşılanmasını istiyor. Bu konuda henüz kesin bir sonuç alınmadı. İlerde bir çözüm bulunabileceği belirtiliyor.

YARIN

ABD’DE, ERDOĞAN VE DAVUTOĞLU KAZANI KAYNIYOR

Washington’da çalmadığım kapı, konuşmadığım ilgili kalmadı. Kapalı kapılar arkasında değil, artık kapıyı açıp bağırarak söylenen sözleri duydukça içim kabardı. 40 yıldır ABD-Türkiye ilişkilerini izlerim, 1974’deki ambargo dönemi dahil, böyle şeyler duymadım. “Kırk katır mı, kırk satır mı” örneğindeki gibi, her binada farklı kazanlar kaynatılıyor. Hele birkaçı var ki, gelecek açısından son derece kaygı vericiydi. İlişkiler böyle giderse, herkese çok ağır faturalar çıkacak gibi görünüyor. Bakın, Türkiye için kim ne diyor?

Cüneyt Özcan
24.11.2010
01:59

Zafer Kafkas’ın yazısıyla beraber çok güzel bir mana bütünlüğü arz etmiş bu yazı. S.a. herkese

Reşat Nuri Erol
25.11.2010
07:45

Mehmet Ali Birand Yazıyor

Yahudi Lobisi sırt dönünce her şey değişti...

25 Kasım 2010

Türk-ABD ilişkilerini merak edenler bir noktayı iyi bilmeliler.

ABD için İsrail bir yana, dünya bir yanadır.

Türk- ABD ilişkileri, Türk-İsrail ilişkilerinden geçer. Eğer İsrail ile kavga ederseniz, ABD ile kavga ettiğiniz sonucu çıkarılır.

Belki bazılarımızı şaşırtacak, belki tepkilendirecek, ancak beğenelim veya beğenmeyelim, gerçek budur. Ya bu gerçek kabul edilir ve ona göre politika izlenir.

İsrail ve bu ülkenin uzantısı sayılan Yahudi Lobisi, özellikle Türkiye ile ilişkiler konusunda Washington’u kontrol ediyor, politikaları yönlendiriyor. Hemen her alanda hakim durumdalar. İsrail’e düşman bir ülke ile dost olan herkes de Yahudi Lobisi’ni karşısında buluyor.

Bu verilerden sonra, konumuza geçelim.

Türkiye, kendine göre doğru bulduğu politikalar izliyor, ancak bu politikalar Washington-Tel Aviv ekseninde farklı görülüyor. Bu nedenle de, Türkiye, Washington’daki konumunu hızla kaybediyor.

Bu noktaya gelmesinde de, Yahudi Lobisinin büyük etkisi var.

Türkiye’nin, İsrail’i yok edilmesi gereken bir ülke olarak gören İran ile yakınlaşması ve Mavi Marmara Gemisi olayı, Yahudi Lobisinin Ankara’yı “istenmeyen ülke” olarak nitelemesine yetiyor.

Kongreden Türkiye artık geçemiyor...

Yahudi Lobisinin en güçlü ve etkili olduğu kurumların başında, ABD Kongresi geliyor.

Türkiye, Beyaz Saray-Dışişleri Bakanlığı veya Pentagon’a, görüş ayrılıkları olsa dahi bazı politikalarını anlatabiliyor ve bir oranda da anlayış bulabiliyor. Ancak, Kongre’deki durum son derece ümitsiz.

Temsilciler Meclisi veya Senato (toplam 535 kişi) tümüyle iç politikayı düşünüyor. Türkiye’nin stratejik önemiymiş, bölgedeki ağırlıymış, umurlarında dahi değil. Onlar için önemli olan, seçmenlerini memnun etmek. Medyanın duymak istediğini söylemek.

Kongre üyelerinin büyük bölümü için her şey siyah-beyaz dır.

Ya Amerika ve İsrail ile dostsunuzdur veya düşmansınızdır.

İran düşmandır. Ahmedinecad şeytandır. Bu ülkenin lideriyle kucaklaşan da, kongredekilerin tümü için kötüdür. İstediğiniz kadar kendinizi anlatmaya çalışın, istediğiniz kadar politikalarınızın tutarlılığını söyleyin. Hiçbir şey değişmez.

Kongre, Yahudi Lobisinin oyun alanıdır.

Bugüne kadar Yahudi Lobisi, Türkiye’yi dost görür ve kötülüklere karşı korurdu.

Kıbrıs konusunda, Rumlara ve Yunanlılara fazla yüz vermez, Türkiye’yi kollar, İşkence ve İnsan Hakları konularında gözlerini kapar, Ermeni soykırımı oylamasını engeller, Kürt sorununda destek vermez, petrol hattında Ankara’ya arka çıkar, Türkiye ne silah istese hemen kabul ederdi.

Artık bunların hepsi bitti.

Yahudi Lobisi, Kongreyi Türkiye’ ye kapattı.

Sadece Kongreyi değil, hemen hemen tüm politika oluşturanları da etkilemeye başladı. Kullandıkları sloganlar da çok etkileyici:

- Türkiye, ABD’ye ihanet ediyor.

- Türkiye artık güvenilmez bir ülke oldu.

- Türkiye, Amerika’nın düşmanlarıyla dost oluyor.

Medya, STÖ ve fonlar da lobinin etkisi altında...

Yahudi lobisinin aynı oranda etkili olduğu diğer kurumlar arasında, Amerikan medyasını, akademi dünyasını, sivil toplum örgütlerinin en önemlilerini ve büyük fonlarını da sayabilirim.

Büyük Medya ve TV’lerin büyük bölümü Yahudilerin elinde. İsrail’e dokunanın eli yanıyor. Aynı kaynaklarda, kısa bir süre öncesine kadar, Erdoğan ve Türkiye konusunda son derece övgü dolu yazılar çıkardı. Başbakan yere göğe konulmaz, Türkiye Amerika’nın en yakın ve değerli müttefiki olarak nitelenirdi.

Bugün, aynı kişiler eleştiri kampanyasının başını çekiyorlar. Yazıların büyük bölümü olumsuz. Erdoğan ve Davutoğlu’nun Türkiye’yi başka bir yerlere çekmeye çalıştığı işleniyor.

Akademi dünyası ve önde gelen Sivil Toplum Örgütleri de Yahudilerin etkisi altında. O kesimlerin de eski bakışları kalmamış durumda. Türkiye hakkındaki raporlar, konferanslar olumsuzluklarla dolu.

Tabii bir de Fon’ lar var.

Yüz milyarlarca doları yönlendiren, yatırımların nereye gideceğini etkileyen, Uluslararası Para Fonu gibi mali kurumlar da sözü dinlenen lobi, belki bu alanda henüz harekete geçmiş değil, ancak ilerde durum gerginleşirse, sürprizlerle karşı karşıya kalınabilir.

Hedefte, hem İslam hem de Davutoğlu var...

Amerikan siyasi yaşamında Cumhuriyetçilerin etkilerinin artması da, Ankara için kötü haberler getiriyor. Hele Eric Edelman gibi, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi, muhafazakarların ve Yahudi lobisinin çok önem verdikleri bir ismin, şimdiye kadar kapalı kapılar arkasında söylediklerini şimdi açıkça söylemesi ve “Ak Parti’yi artık şımartmaktan vaz geçmeliyiz” demesi, Washington’daki alarm zillerinin çalmaya başladığının çok tipik bir örneğidir. Bu, küçümsenmemesi gereken bir gelişmedir.

Edelman gibi geçmişte Türkiye’yi daima destekleyen muhafazakarlar şimdi ateş püskürüyorlar ve hedeflerindeki isim de, Dışişleri Bakanı Davutoğlu. Türkiye’nin yönünü değiştirdiğine ve dış politikaya İslamcı ideolojisini soktuğuna inanılıyor.

Bu kampanya devam ettiği taktirde, Davutoğlu’nun çok daha açık bir hedef haline gelmesini bekleyebiliriz.

Türkiye’nin müslümanlığı hatırlanır oldu...

Konuşmalarım sırasında beni hayretler içinde bırakan noktalardan bir diğeri de, belirli çevrelerde Türkiye’nin Müslümanlığının olumsuz şekilde hatırlanmaya başlanmasıydı.

Amerika için en büyük milat, El-Kaide’nin 11 Eylül saldırısıdır. Bu olaydan sonra, Amerika için İslam tehlikeli bir din konumuna sokuldu. Müslüman ülkelere farklı bakılmaya başlandı. Bunların içinde, aynı potaya Türkiye konmazdı. Bu defa, Türkiye’nin de özellikle İran ile aynı resmin içinde görüldüğünü gözetledim.

Bir şeyler yapılmadığı, gereken önlemler alınmadığı taktirde, Ankara’nın Washington ile yollarının bir daha kolay kolay birleşmeyecek şekilde ayrılmak üzere olduğunu hissettim.

Bu da beni korkuttu.

YARIN:

ABD ile itişmenin faturası hazırlanıyor...

• Birbirimize bağımsızlık veya Onurlu dış politika dersleri vermeyelim. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin dış politikası benim de hoşuma gidiyor, ancak biraz da gerçekçi olursak, atılan adımların, Türkiye’nin uzun vadeli büyük çıkarlarına zarar vermeye başladığı izlenimi artıyor. Durumun pek parlak olmadığı sonucu çıkıyor. Washington, Türkiye’ye tümüyle sırt dönebilir, Erdoğan-Davutoğlu ikilisini silip atabilir mi? Hayır, ABD bir süper güç olarak herkesle ilişki sürdürür. Ancak her ilişkinin de bir faturası vardır. Washington, şu sıralarda Haziran 2011 seçimlerini bekliyor. Çıkacak sonuç ve sonrasındaki politikalara göre, Ankara ile yeni bir ilişki düzenine girilecek. Ya Türkiye genel yaklaşımına ince ayar yapıp değiştirecek veya bir fatura ödeyecek. Faturanın ana hatları da hazır...

Reşat Nuri Erol
25.11.2010
07:47

Mehmet Ali Birand yazısına ilginç yorum

mesud akgül / 2010-11-25 12:37:42 1 MART TEZKERESİNİN ÜZERİNDEN 10,DAVOSUN ÜZERİNDEN 2 YIL GEÇİ.HANİ FATURA NEREDE?-6

Tarihte bellidir.Erbakan muhlet verir ama inanın hiç kimseyi asla ihmal etmez.İntikamını soğuk yer ki lezzetine aş olsun.Eğer derseniz ki İnceldiği yerden kopsun ona da Eyvallah. Türkiye fatura çıkarılan değil artık fatura çıkarıp tahsil eden bir Ülkedir.İsrail ve ABD ise fatura çıkaran ama tahsilatı yapamayan iflas etmiş tüccar gibi.

mesud akgül / 2010-11-25 12:37:13 1 MART TEZKERESİNİN ÜZERİNDEN 10,DAVOSUN ÜZERİNDEN 2 YIL GEÇİ.HANİ FATURA NEREDE?-5

tarzı ve yaşam biçiminin sonu yok.Böyle davranarak kaybettiğiniz devleti,gücü,imtiyazı,imkanları tekrar kazanmak imkan dahilinde değildir.Şunu çok iyi biliyorsunuz ki"Başka Türkiye yok!".Gelin artık teslim olun,şovalyelik,Don Kişotluk yapmanın hiç kimseye bir faydası yok.Tarihin en şerefli bu Aziz Millet savaş esirlerine,hakimiyetini kabul eden toplum ve Milletlere daima kadirşinaz davranmış ve onların tüm haklarını korumasını da bilmiştir.Ancak inancına,tarihine,kimliğine düşmanlıkta ısrar edenlerin

mesud akgül / 2010-11-25 12:36:27 1 MART TEZKERESİNİN ÜZERİNDEN 10,DAVOSUN ÜZERİNDEN 2 YIL GEÇİ.HANİ FATURA NEREDE?-4

Biliyorum acınız çok büyük.Biliyorum kaybetmek,mağlup olmak insanı kahrediyor.Ve herşeyini kaybeden insanlar asabi,öfkeli,sinirli,tahammulsüz,akli melekeleri ile değil hisleri ve duyguları ile hareket ederler.Çoğu zaman ağzından çıkanları kendisi bile duyamaz duruma gelirler.Ancak artık teslim olma,sakin olma,sukunetle düşünme,akli hareket etme,mantıklı davranma zamanı sizler için.Aslında bu zaman geldi de geçiyor.Ağzınızın ayarı kaçtı,dilinizden zehir, kaleminizden kan ve irin akıyor.Ancak böyle bir hayat

mesud akgül / 2010-11-25 12:35:52 1 MART TEZKERESİNİN ÜZERİNDEN 10,DAVOSUN ÜZERİNDEN 2 YIL GEÇİ.HANİ FATURA NEREDE?-3

Cumhurbaşkanı, biri TBMM Başkanı, biri ise Başbakan olarak devletin zirvesinde bulunuyorlar. Meclisteki üstünlüğü kaybedeli yıllardır… Belediyeleri kaybedeli yıllardır.Merkez Bankasını kaybedeli yıllardır. Köşkü kaybedeli yıllardır. YÖK’ü kaybedeli yıllardır… MİT’i kaybedeli yıllardır… Emniyet teşkilatını kaybedeli yıllardır… Sivil bürokrasiyi kaybedeli yıllardır… Ordu ve yüksek yargı son kaleleri idi, o kaleler de elden gitti…

mesud akgül / 2010-11-25 12:34:27 1 MART TEZKERESİNİN ÜZERİNDEN 10,DAVOSUN ÜZERİNDEN 2 YIL GEÇİ.HANİ FATURA NEREDE?-2

kendi kararlarında dahi söz sahibi olamadıklarını,bırakın Milletin kaderini çizmeyi kendi kaderlerinden bile şikayetçi olduklarının farkında olmayanlar seni ve senin gibileri çözemez.Dünya Siyonizminin Erbakana karşı giriştiği iktidar mücadelasini kaybetmenin verdiği sıkıntıdan feryad-ı figan ediyorsunuz ama büyük kalabalıklar sizin feryadınızı duyacak gibi değil.Son 8 yıldır Millî Görüş kökenlilerin kurdukları AKP iktidarda, ülkeyi yönetiyor. Erbakan’ın yetiştirip siyasete kazandırdığı kişilerden biri

mesud akgül / 2010-11-25 12:33:47 1 MART TEZKERESİNİN ÜZERİNDEN 10,DAVOSUN ÜZERİNDEN 2 YIL GEÇİ.HANİ FATURA NEREDE?-1

M.Ali bey kaybetmenin ne olduğunu bilmeyen,yenilginin,mağlubiyetin ne ifade ettiğini anlamıyan sizin yazılarınızda ki Milletin inancına,tarihine,özüne,kimliğine olan düşmanlığınızı anlayamaz.Rejimin kurucu iradesi olan Sabetayist Oligarşinin Erbakanla giriştiği hakimiyet mücadelesini kaybettiğinden bi haber olanlar sizin Türkiyenin güçlenmesi ve lider Ülke olmasını hazmedememenizi kavrayamaz.150 yıldır Ülkenin her türlü kararında dahli olanların,Milletin kaderinde söz sahibi olanların bugünlerde kendi

Reşat Nuri Erol
25.11.2010
07:50

KUR’AN, İSRAİL, NATO VE TÜRKİYE...

Erken bir hamle ve NATO oyunu

Mehmet Ali Bulut - Haber 7

O füze kalkanı hiçbir zaman olmayacak. Buna ihtiyaç da yok. İran’a karşı böyle bir tedbirin yersiz olduğunun en iyi delili Irak’tır. Irak için ne dehşetli tezler ileri sürülmüştü. Hepsi boş çıktı. Peki, öyleyse bu kadar tantana ne?

Benim İsrail ve Siyonistler hakkındaki yaklaşımımı bilirsiniz. Zamanı geldiğinde, dünyadaki her türlü melanetin zahiri müsebbibi olan Siyonist Yahudi örgütlenmesinin ‘kozmik’ bir operasyonla yok edileceğini söyler dururum. Bunda, Anadolu(Aşot)’da oturan kavmin büyük rolü olacağını da bilirim ve söylerim.

Elbette İsrail; yani Kabalacı örgütler de bunu bilirler, hatta bizden dahi iyi bilirler. Ve onlar bir şeyin daha farkındalar; “olacağı haber verilmiş bir hadisenin, ‘mukaddem’leri değiştirildiğinde olmayabileceği” gerçeği!

Bu mesele, eşya ve hadiselerle ilgili çok önemli bir konudur. Yani ‘olacağı haber verilmiş bir olayın’, gerçekleşmesinin zahiri nedenleri ile oynadığınızda, o olmayabilir.

Yeni yeni yeşermekte olan bir bağın filizlerini silktiğinizde nasıl o bağ tamamen kuruyorsa aynı bunun gibi gelecekle ilgili haber verilmiş bir çok hadisenin mukaddimesinde yer alan ön koşulları değiştirildiğinde veya iptal edildiğinde o hadise de değişir veya iptal olunur. Bu ilahi bir sırdır, sünnetullahtır…

Bir zamanlar, ‘Canımı sıkan bir ayet’ diye bir yazı yazmıştım, beni tefe koymuştunuz. O yazıda, bütün bu zulüm ve haksızlıklarına rağmen, İsrail’in, kendilerine vaad edilen kötü akıbete çarptırılmayabileceklerini söylemiştim. Tabii ki bir dayanağım vardı ve o şık halen de yüksek bir ihtimal. İsrail’in ‘ahiret zamanı’ geldiğinde yerle bir edileceğini hatırlatan İsra Suresi’nin 8. ayeti, bu akıbetin gerçekleşmeyebileceğini de bize hatırlatıyor.

Neden böyle? Çünkü İsrail, kendisini bekleyen hadiseleri biliyor ve o hadiselerin gerçekleşmemesi için gidişat ve mukaddimelere müdahale ediyor. Karşısındakilerin ahmaklığı ve aymazlığı da onların elini güçlendiriyor…

Evet, Kuran, Siyonist Yahudi örgütlenmenin cezalandırılacağını bildiriyor. Ama önce, dünyaya yayılmış bütün Yahudilerin yeniden o topraklarda bir araya gelmesi şart. İsra Suresi’nin 104. ayetinde bu konu işlenir. Kuran, onları yok etmek isteyen ‘firavun’un nasıl suya ğark edildiğini belirttikten sonra şöyle der:

“Arkasından da Benî İsraîle dedik ki: haydin Arzda sâkin olun (yeryüzüne dağılıp yerleşin), sonra Âhıret va’di geldiği vakit (dünyanın sonu yaklaştığında) hepinizi dürüp bükerek (bu topraklara) getireceğiz.”

Evet, bugün İsrail devletinin en büyük politikalarından biri de dünyadaki tüm Yahudileri o topraklara çekebilmektir. Çünkü o toplanma gerçekleşmeden ‘vaad edilen dünya hakimiyeti’nin gerçekleşmeyeceğine inanıyorlar. Evet, tüm Yahudileri İsrail’de toplamak istiyorlar ama çoğu mezhep buna yanaşmıyor. Zira mabet (Mescid-i Aksa yerine kurulacak Süleyman Mabedi) inşa edilmeden kimse gelmek istemiyor. O yüzden de İsrail bir takım oldubittilerle Yahudileri çekmek istiyor. Eğer bir yerde, Yahudilere karşı bir tehdit söz konusu ise, emin olabilirsiniz ki, tehdit ne kadar yerli olursa olsun, muhakkak i arkasında bir Siyonist parmak vardır… Biliyorsunuz, Hitler faşizmini bile, Yahudilerin Filistin’e gelmeleri için düzenlenmiş bir operasyon olarak nitelendirilenler var…

Sonuç olarak, İsrail bütün Yahudileri Filistin’e toplamadıkça, ‘mescid’i yeniden inşa etmedikçe ve kendilerine haram kılınmış olan fiili (yani Kudüs’ü tamamen zapt etmek) işlemedikçe, vaad edilen akıbetin tahakkuk etmesi beklenmemeli. Bunu İsrail oğulları da bildiğine göre, sonuna kadar bu şartı oluşturmazlarsa, Cenab-ı Hak da (yani kevnî hadiseler de) onlar hakkındaki kozmik yok edilişi devreye sokmaz ve ‘Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder” (8. ayet) ayeti hükmünü icra eder!

* * *

Şu meseleyi temas etmemin sebebi, Türkiye’nin NATO içinde üstlendiği roldür.

Bilindiği gibi NATO bir savunma paktıdır. Başlangıçta, Komünist Sovyetler’in yayılmacı politikalarını engellemek için kurulmuş bir örgüt. Dünya iki kutuplu bir dehşet dengesi üzerine kurulmuş, bir tarafta Amerika diğer tarafta da Rusya ağalıklarını sürdürüp gidiyorlardı.

Sonra Sovyetler dağılınca NATO anlamsız kaldı. Var oluş sebebi ortadan kalkan NATO için Amerika, hemen yeni bir düşman üretmişti: İslam! Biliyorsunuz, Sovyetlerin dağılmasının ardından, NATO için yeni düşman tanımlaması yapılmış ve İslam ve İslam dünyası, ‘kırmızı kuvvetler’ konumuna getirilmişti. Ama yine de bir savunma örgütü idi. Yani, ancak bir saldırı söz konusu olduğunda savunma yapabilen bir örgüttü NATO. O statü içinde, Türkiye’nin bir gram hakkı ve inisiyatifi yoktu. Ancak söylenenin yapardı…

Şimdi ise, NATO bir güvenlik örgütü haline getiriliyor. Daha doğrusu getirildi. Sayın Cumhurbaşkanımız Gül’ün övündüğü ve ‘her toplantıda Türkiye konuşuldu, Türkiye olmasaydı, NATO toplantısı 10 dakikada biterdi’ dediği toplantılarda NATO’ya yeni misyon biçildi. Bakmayın siz füze kalkanı falan konuşulduğuna.

O füze kalkanı hiçbir zaman olmayacak. Buna ihtiyac da yok. İran’a karşı böyle bir tedbirin yersiz olduğunun en iyi delili Irak’tır. Irak için ne dehşetli tezler ileri sürülmüştü. Hepsi boş çıktı. Peki, öyleyse bu kadar tantana ne?

İsrail’in güvenliği!

Amerika, NATO konseptini İrsali için değiştirdi. Çünkü İsrail’in tehdit algısı değişti. Türkiye’yi de kendisi için tehdit saymaya başladı. O yüzden de NATO bir güvenlik örgütü haline getirildi ve Türkiye, güya insiyatif verilerek İsrail’i savunmakla görevlendirildi.

Malum savunma örgütü başkadır, güvenlik örgütü başka! Güvenlik örgütü tehdit algıladığında saldıra da bilir (Eskiden böyle bir yetkisi yoktu NATO’nın). İşte Türkiye bu örgütün aktif gücü haline getirildi. Belki zaman zaman tetikçilik yaptıracaklar. Uzun vadede bu, Türkiye’nin lehine olabilir mi bilmiyorum ama şimdilik Türkiye’ye verilen rol ‘İsrail’i savunmak’ olmuştur.

Esasında öteden beri de Türkiye’nin bölgedeki vazifesi oydu. Türkiye, İsrail ile dost olduğu için, Amerika ile dost idi. Çünkü Amerika için, İsrail bir yana, bütün dünya bir yanadır. Zira Amerika, Yahudi lobisinin bir örgütlenmesinden ibarettir. Amerikan devleti, toplama bir halktan oluşur. Yönetimi zahiren Anglosaksonlardadır. Onların içinden kimin başa getirileceğine ise Yahudi lobileri karar verir.

Çünkü Amerikanın parası Yahudilere aittir, bankası onlara aittir, medyası tümüyle onlara aittir. Temsilciler meclisinde ve Senato’da onların istemediği hiçbir karar geçmez. Böyle olunca da Amerika için dost düşman ilişkisi de bu çerçevede belirlenir.

İşte Türkiye yıllarca İsrail yanlısı bir dış politika sürdürdüğü için Amerika açısından bir anlam ifade ediyor ve ‘stratejik ortak’ diye biliniyordu. Yahudi Lobisi Türkiye’yi dost görür ve aleyhine cereyan edecek hadiselere müdahale ederdi…

* * *

Türkiye, son dönemlerde kendine göre doğru bildiği politikalar izliyor. Bazı açılımları biz de zaman zaman alkışlıyoruz. Fakat hadiseler gösteriyor ki, İsrail konusunda ‘erken ve aceleye getirilmiş” bir hamle yaptı Türkiye.

Evet, ‘şövalye ruhu’, bazen yel değirmenlerine karşı savaşmayı da kahramanlık sayar ama basiret ve feraset akıllı ve temkinli hareket etmeyi öngörür. Dünyanın en güçlü ve yaptırım kabiliyeti en yüksek ikilisine karşı bir tavır koyacaksanız, önce onlarla baş edecek karşı bir denge gücü oluşturmalısınız. Yoksa hamleniz, size zarar verir ve kendi oyununuzla tuş olursunuz.

Türkiye maalesef kendi oyunu ile alta düşmüş gibi görünüyor. Çünkü şu sıralarda izlenen dış politika, Washington-Tel Aviv ekseninde farklı algılanıyor. Bu nedenle de, Türkiye, Washington’daki konumunu hızla kaybediyor. Düşünün ki, ‘kardeş’ bildiğimiz Azerbaycan dahi artık, İsrail etkisi altında hareket ediyor Türkiye’ye karşı.

Elbette Türkiye’nin izzetli bir dış politika sürdürmesi hepimizin göğsünü kabartır. Elbette sürekli Batının ve Amerika’nın gözünün içine bakarak sürdürülecek bir dış politika Türkiye’ye bir kişilik katmaz. Ama Türk dış politikasına bir kişilik kazandıracağız diye iki gulyabaniyi karşımıza almaya değer mi bilmiyorum!

Pekâlâ, İsrail ile aleni bir kavgaya girmeden de dış politikayı sürdürebilirdik. Ben de hamaset yapıp, ‘Amerika kim, İsrail de neymiş’ diyebilirim.

Aklı başında her insan gibi siz de biliyorsunuz ki bu doğru olmaz. Çünkü hala Amerika’ya –(dolayısıyla İsrail’e)- rağmen Ortadoğu’da politika yapmak imkânsız! İşte bakın, Irak’ta iç bünye tasarlanırken, her şey Türkiye’nin istediğinin tam aksine gerçekleşmiştir.

Güya Amerika çekilirken orada inisiyatif Türkiye’ye verilecekti. Ama İsrail ile hiçbir netice vermeyen; hamasetten başka amacı olmayan gerginlikler nedeniyle her şey, Türkiye’nin aleyhine cereyan etti. Talabani’nin Cumhurbaşkanı olmasından kabinenin oluşmasına kadar, Türkiye neyi istememişse o gerçekleşti Irak’ta.

……..

Fransa, dönemin Amerikası olan Osmanlı’yı yıllarca parmağında oynatmıştır. Kanuni döneminde başlatılan ‘stratejik ortaklığı’ Fransa, öyle kullanmıştır ki, sonunda Osmanlı Fransa’ya verdiği ‘bahşiş’lerden (kapitülasyonlar) dolayı batmıştır. İşte stratejik ortaklık böyle olur!

Türkiye ise Amerika ile ‘zorunlu stratejik ortaklıktan’ sadece zarar görüyor. Bugüne kadar dış politikamız, ya kayıtsız şartsız bir teslimiyet ve dostluk, ya da akılsızca düşmanlık üzerine bina ediliyordu. Sayın Davutoğlu bunu değiştirdi. Buna rağmen demek ki bazı şöyler dikkatten kaçabiliyor. Ya da biz konuyu tam ihata edemiyoruz.

Elbette komşularımıza karşı sürdürülen ‘sıfır problem’ politikası, yeni dostlar edinmek açısından alkışlanası bir politika! Ama bu politika, stratejik ortaklarımızı gücendirmeden de yapılabilir diye düşünüyorum.

Türkiye’nin ne ekonomik durumu, ne demografik yapısı, ne de iç dengeleri eski dostlarının taleplerini göz ardı etmeye uygundur.

Seni içerden vuran örgütlerin varken, bu örgütlerin ipleri ellerindeyken, ekonomin, dışardan getirilecek sıcak paralara mahkûmken, halkın, her an birilerinin iğvası ile harekete geçebiliyorken, eski dostlarına karşı sonu belli olmayan hamlelere girişmek zarar verir.

Türkiye, NATO’daki operasyonla belki bir takım üstünlükler elde etti ama sanırım temel görevi İsrail’i korumak olacaktır. Sarkozy’nin “Bizde kediye kedi derler” sözünün Türkçesi de budur. Sarkozy de “Türkiye İran karşısında İsrail’i savunacağına söz vermiştir” demeye getiriyor. Yıllardır zaten bunu yapıyorduk. O zaman İsrail’i, aleni düşman ilan etmemizin ne manası kaldı?

İsrail, uzun zamandan beri sürüp gelen Arap - İsrail kavgasında sonucu etkileyecek olan Türkiye’yi bir kere daha nakavt etmiştir. İsra suresinin başında geçen üçlemede (Hz. Peygamber Arapları, Musa Yahudileri, ‘Nuhun zürriyetinden gelenler’ ise Türkleri temsil eder diye yazmıştım) bahsi geçen Nuhun çocuklarına (yani Türklere) yine sabır düşmüştür.

Yeni dönemde, Türkiye bunu nasıl telafi eder, bu yanlış hamlesini nasıl düzeltir bilemiyorum. Ama herhalde, ‘düşman ilan edilen’ birinin savunuculuğunu yapmak son dönemde yıldızı parlayan ve doğru işlere imza koyan Davutoğlu’nu da rahatsız etmiştir. Yahut birisi çıksın, yanıldığımızı söylesin!

Mehmet Ali Bulut - Haber 7





Sayı: 76 | Tarih: 21.11.2010
Ruşen Çakır
Kürt hareketi AKP’ye neden uzak, CHP’ye neden yakı
1218 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Şevket Eygi
Diyanet'te Değişiklik
1151 Okunma
Emine Hocaoğlu
Mahir Kaynak
NATO Zirvesi
1148 Okunma
5 Yorum
Süleyman Karagülle
Fehmi Koru
İslamı sorgulamak
1126 Okunma
Ahmet Kirtekin
Ahmet Hakan
At martini Debreli Tarık
1100 Okunma
6 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Abdurrahman Dilipak
Affedelim ki, affedilelim!
1037 Okunma
3 Yorum
Abdülvahap Kösesoy
Ebubekir Sifil
Kirli Savaşın Tanıkları
1034 Okunma
1 Yorum
Zafer Kafkas
Zülfü Livaneli
Einstein İzafiyet Teorisi’ni bir Türk’ten çalmış!
1029 Okunma
Ali Bülent Dilek