Çare
26.09.2010
Bence siyasiler Türkiye’ye çok büyük kötülükler ettiler ama hiçbirinin zararı darbeler kadar köklü ve sarsıcı olmadı.
Biz bugün hâlâ darbelerin acısını çekiyoruz dersem inanın abartmış olmam.
Darbe, insanlığa karşı işlediği suçlarla kalmadı, Türkiye’nin siyasi yapısını da çökertti.
Siyasi hayatı bir bina gibi düşünürsek, bunun taşıyıcı kolonları siyasi partilerdir. Kolonları keserseniz, bina çöker.
İşte darbelerin asıl kötülüğü bu oldu; siyasi yapımızın taşıyıcı kolonlarını kesti.
Neydi bu kolonlar?
Cumhuriyet’in yıllar süren deneyimi sonucunda elde ettiği, merkez sağ ve merkez sol partilerdi. Atatürk’ün yıllarca CHP karşısında bir parti oluşturma gayreti, büyük dehasıyla bu gerekliliği kavramış olmasından ileri geliyordu.
Çünkü devleti kuran partinin, sonsuza kadar ülkeyi yönetmesine karşıydı.
Bir seçim sonucunda “Kazandık efendim!” diye sevinçle yanına gelen Hasan Rıza’ya “Hadi oradan, seçimi siz değil valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri kazandı” diyecek kadar işin farkındaydı.
Kız kardeşini üye yaptığı bir muhalefet partisi bile kurdurdu ama ülke koşulları hazır değildi, bu isteğini başaramadı, daha sonra İsmet İnönü onun vasiyetine uyarak Türkiye’yi çok partili siyasi hayata geçirdi.
CHP kendi içinden DP’yi doğurdu.
Böylece aynen Amerika’daki Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler gibi bizim de iki eksenli bir siyasi yapımız oldu.
Bir anlamda merkez sağ ve merkez sol partiler oluştu. (Özellikle İnönü’nün “Ortanın solundayız” açıklamasından Sonra.)
Bütün eksiklerine rağmen, siyasi yaşamımız Batı modeli sağlam bir yapıya kavuşmuştu.
Her türlü görüş kendisine bu iki ana nehir içinde temsil olanağı buluyordu.
Bu partiler içinde Kürtçüler de vardı, dinciler de, laikler de, milliyetçiler de, enternasyonalistler de, hatta komünistler de. Kimse kendi etnik kökenine ya da mensup olduğu tarikata göre parti kurmuyordu. Çünkü buna gerek yoktu.
DARBE
27 Mayıs bu yapıya ilk baltayı indirdi.
Eğer yine Amerika örneğini kullanacak olursak, olup biten şöyle bir şeydi:
Düşünün ki Amerikan ordusu darbe yapıyor, iktidardaki Cumhuriyetçi Parti’yi kapatıp, Başkan’ı, Kongre üyelerini bir adaya hapsediyor, sonra da Başkan’ı ve bazı devlet sekreterlerini (bakanları) hunharca idam ediyor.
Eğer Amerika’da böyle bir şey olsaydı, inanın sistem bu şoku atlatamaz ve bizden beter hale gelirdi. Bu ağır darbeden sonra, bir taşıyıcı kolonu kesilmiş olan siyasi yapı kendisini toplamaya çalıştı, yeni merkez partiler oluşturdu ama 1971 ve 1980’de inen iki balyoz darbesi bu kolonları yine devirdi.
Kendisini Atatürkçü (!) sayan bir takım generaller, onun eserine en büyük ihanette bulunarak bütün siyasi partileri kapattı.
Artık ortada kolon falan kalmamış, bina enkaz haline gelmişti.
Daha genç bir yüzbaşı iken Selanik’teki İttihat Terakki kongresinde ordunun siyasete karışmasına itiraz eden, bu yüzden üzerine İttihatçı tetikçiler gönderilen ve ömrü boyunca bu ilkeye sadık kalan Mustafa Kemal’in ordusu, onun eserine en büyük ihaneti darbeler yoluyla yapmıştı.
Bunun sonucu olarak Türkiye kutuplaştı. O güne kadar merkez partiler içinde kendilerini ifade olanağı bulan etnik, dini, milliyetçi vs. gruplar kendi partilerini kurdular.
Böylece sağ-sol gibi yüzeyde ve ancak ekonomik kültürel alanda farklılıklar gösteren bir ayrımdan, tarihsel kökleri olan ve halkın derinliklerine uzanan din gibi, milliyet gibi, etnik köken gibi gerçek bölünmelere sürüklendik.
Bir ara aynı parti saflarında mücadele eden siyasiler, düşman gruplar haline geldi. (Gençlere için bir örnek olarak Ahmet Türk’ün bir ara CHP milletvekili olduğunu hatırlatmak isterim.)
Hiçbir düzgün demokrasi etnisite, inanç ve milliyet temelindeki partilerle yürümez. Bakın Amerika’ya, Cumhuriyetçi ve Demokrat parti.
O ülkede yaşayan milyonlarca zenciye rağmen bir zenci partisi yok. Obama Demokrat Parti mensubu olarak başkan seçiliyor.
Bakın İngiltere’ye: Yine sağ-sol: Muhafazakârlar ve İşçi Partisi.
Fransa, İspanya, İtalya, Almanya, Hollanda, İsveç... Sayın sayabildiğiniz kadar. Demokratik ülkelerin hepsi merkez sağ ve merkez sol partilere dayanır.
Türkiye’de de tek çare siyaseti tekrar normal kolonları üzerine oturtmak ve merkez sağ, merkez sol mücadelesi olarak ilerletmektir.
Çünkü sağ-sol partiler bir siyasi mücadeleyi, etnik, dini ve milliyetçi partiler ise bir rejim kavgasını anlatır.
Türkiye süratle rejim kavgasından, siyasi mücadele ortamına geçmelidir.
NASIL OLACAK?
Peki, bu nasıl olacak? Görünen o ki böyle bir normalleşmenin temel aktörleri AKP ve CHP olacak.
Daha doğrusu olmalı.
Başbakan ısrarla Menderes-Özal çizgisinin devamı olduğunu söylüyor. Bu, muhafazakâr ama yeniliklere açık bir merkez parti demektir.
AKP eğer gerçekten samimi olarak Menderes-Özal çizgisini sürdürürse bu, rejim için çok büyük bir kazanç olur. Ama bir zamanların Başbakanlık Müsteşarı, şimdi bakan olan Ömer Dinçer’in yazmış olduğu gibi, “Cumhuriyet’in İslami esaslara göre yeniden oluşturulması” fikrinde ısrar ediyorlarsa, kendilerine de Türkiye’ye de yazık ederler.
Unutulmasın ki Menderes de Özal da Atatürk Cumhuriyeti’nin çocuklarıdır. Celal Bayar Atatürk’ün en yakınlarından birisidir.
O hasta olduğu zaman hüngür hüngür ağlayan ve Atatürk’ün İsmet Paşa’yı alarak yerine başbakan atadığı kişidir.
Ezber bozmak için bir örnek daha vereyim: Atatürk’ü koruma
Kanunu, CHP değil DP zamanında çıkmıştır. Bu maddeyi Alman Profesör Hirsch’e yazdıran bizzat Menderes hükümetidir.
Demek ki AKP ve Başbakan Erdoğan, gerçekten Menderes-
Özal çizgisini sürdüren bir merkez muhafazakâr parti olmak istiyorsa bu mirasa da saygı göstermek durumundadır.
Böyle bir tutum AKP’yi, Amerika’daki Cumhuriyetçi Parti konumuna oturtur.
YA CHP?
İşte sorunun en can alıcı noktasına geldik.
Türkiye’nin kilidi CHP’nin, dolayısıyla Kemal Kılıçdaroğlu’nun elinde.
2002’de milletvekili olma önerisini kabul ederek Meclis’e girmemin tek nedeni, CHP’yi gerçekten çağdaş, gerçekten özgürlükçü, demokrat, insan haklarına sahip çıkan, mazlumların yanında yer alan, dünyalı bir parti yapabilme hayalimdi.
Bunun için çok uğraş verdim ama başaramadım. Bütün uyarılarıma rağmen CHP marjinalleşmeyi, MHP’lileşmeyi, üç kutuplu Türkiye’de milliyetçi kutup içinde yer almayı seçti. Reformları, AB’yi, özgürlükleri AKP’ye hediye etti. Onlar da başka bir gelenekten gelmelerine rağmen bu hediyeleri en etkili biçimde kullandılar.
Padişah Vahdettin’in, Samsun seyahatinden önce Mustafa
Kemal’e “Paşa, Paşa; memleketi kurtarabilirsin!” dediği söylenir.
Şimdi bir başka Kemal aynı konuma geldi.
Eğer Kemal Kılıçdaroğlu, bazı söylemleriyle ilk işaretlerini verdiği gibi CHP’yi gerçekten modern bir sol-özgürlükçü parti haline getirmeyi başarırsa hem ülkeye iyilik etmiş olur, hem deAKP’yi olması gereken yere, merkez sağa yerleştirir.
Demokrasimiz tekrar darbeler öncesindeki gibi iki sağlam kolon üzerinde sağlamlaşır.
Diğer partiler giderek marjinalleşir ve kendilerine iki ana partiden birinde yer bulurlar.
Türkiye’deki siyasi şaşılık, yani sağın sol, solun sağ işler yapması garabeti de böylece önlenmiş olur.
CHP içindeki sorun sanıldığı gibi Önder Sav sorunu falan değildir. Daha derindir.
Kemal Kılıçdaroğlu, Tony Blair’in İşçi Partisi’nde yaptığı gibi parti içi bir ideolojik reform yapma göreviyle karşı karşıyadır.
Yaygın “Atatürk sağ olsaydı” söylemiyle ifade edersek, çağının ötesine geçebilen o büyük insan sağ olsaydı, bugünkü CHP’yi mutlaka böyle bir konuma yerleştirirdi.
“Ben size hiçbir dogma, hiçbir değişmez kural bırakmıyorum” diyen liderin görüşlerini 1930’larda dondurup, 2010 dünyasına uygulamayanların günahı çok büyük.
SONUÇ
Eğer AKP gerçekten merkez sağ, CHP gerçekten merkez sol olursa Türkiye kurtulur, iki kanatla uçar, bölgesel güç olarak dünyada ağırlığını hissettirir ve bölünmez.
Ama eğer Erdoğan oy çokluğuna dayanarak erkler ayrılığını ortadan kaldırmaya kalkışır ve bir çoğunluk diktasına yönelirse, CHP tutucu görüşlerinde ve marjinal içe kapalı milliyetçilikte ısrar ederse sonumuz kötü.
Kimse kimseyi tamamen yok edemeyeceğine göre, iç kargaşada boğulur gideriz.
Ama ben umutluyum: AKP de CHP de kendilerine düşen tarihi sorumlulukları yerine getireceklerdir diye umuyorum.
Daha doğrusu ummak istiyorum.
YORUM:
SOLCU LİVANELİDEN ŞAŞIRTAN ÇARE…
Batılılar Kapitalisttir.Kapitalizm’de de en güçlünün kazanması esastır.Ve kapitalizm’de
Amaca ulaşmak için her yol mubahtır.Bu durumda batı kadar güçlü olmadığımıza göre
Nasıl onlara yetişecek ve geçeceğiz.Mustafa Kemal “Hedefimiz ülkemizi muasır
Devletlerin fevkine çıkarmaktır.Elimizdeki tuttuğumuz meş’ale müsbet ilimdir”dediğine göre
Bu çare ve çözüm müsbet ilime aykırıdır ve yanlıştır.Onlar gibi olarak onları geçemeyiz.
Çözüm müsbet ilme ve kültürümüze uygun olmalıdır O’da Adil Düzen’dir.Çünkü
Yeni ve batıdan üstün bir sistem getirmelisiniz.Bu yeni sistem İslam ve Avrupa
Medeniyetlerinin sentezi olmalıdır.Yazarın eksikliği İslam Düzenini bilmiyor olmasıdır.
İnşaalah ADİL DÜZEN çalışmalarına katılır ve katkıda bulunurda istediği Türkiye ve Dünya
Barışı gerçekleşir…