Adalat Eski Bakanı, Saadet Partisi Eski Genel Başkan Yardımcısı
ŞEVKET KAZAN BEY TÜM GELİŞMELERİ AÇIKLADI :
RÖPORTAJ
İŞTE GERÇEKLER
GAZETE 5- Siz tabiri caizse Milli Görüş hareketinin efsane isimlerinden birisiniz. Siz partiyi, Milli Görüş tabanını, Türk siyasetini çok iyi tanıyorsunuz. Son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz. Ne oldu da bu gergin günlere gelindi? Bu bir ayrışım süreci mi?
ŞEVKET KAZAN- Milli Görüş çizgisinde bugün yaşadığımız olaya benzer bir olayı hiç yaşamadık. Milli Görüş’ün yöneticileri olarak hiçbir zaman camiamızın yüzünü karartmadık. En zor günlerde onlara moral verdik. Hani bu partiyi kapatsalar bile hemen arkasından yenisi kurulur diyerek onları hiç boşlukta bırakmadık, demoralize etmedik. İlk defa başımıza geliyor böyle bir olay. İsterdim ki, biliyorsunuz bir boş dönemde Refah Gerçeği kitabını yazdım 4 cilt, şimdi de huzur içerisinde Lozan’dan 12 Eylül’e kadar olan dönemi yazmayı düşünüyordum. Son heyetin içinde Genel Başkan Yardımcısıydım. Kendilerine beni maruz görmelerini, kitap yazacağımı, bu dönem görev almayacağımı doğrudan doğruya söyledim. Bunu söylüyorum. Çünkü bazıları bizi makam hastası zannediyorlar. Biz hiçbir zaman makam hastası olmadık, olmayacağız. Bizler neferiz.
Ne oldu da fikriniz değişti?
Bundan önceki kongrede Numan Bey Genel Başkan oldu. Nasıl oldu?
Yüksek İstişare Kurulu diye Erbakan Hoca’nın başkanlığında özel bir kurulumuz var. Bu kurulda konu müzakere edildi ve kongreden önce bir otelde bir deklarasyonla, mevcut Genel Başkan adayları arasında Numan Kurtulmuş’un aday olmasına karar verildiği ilan edildi. O kararın arkasından kongre yapıldı ve huzur içinde muhteşem bir kongre yapıldı. O kongrenin arkasından göreve gelen kadronun içine, hasbelkader siyasi tecrübemizden yararlanılsın diye beni de Başkanlık Divanı’na Genel Başkan Yardımcısı olarak aldılar. Zaten Başkanlık Divanı, yine hocanın konutunda istişare ile yapıldı. O günden bugüne bir hizmet ortaya kondu. Partinin tanıtımına değil kişinin tanıtımına ağırlık verildi. Bizi şaşırtan bu oldu.
Biraz açabilir misiniz bunu?
Bizim önce ahlak maneviyat, faizsiz ekonomi, milli-güçlü-süratli yaygın kalkınma, teknolojik sanayi, şahsiyetli dış politika gibi 10-12 tane temel hedefimiz var. Hiç değişmedi bunlar ve bugün de geçerli. Ayrıca İslam Birliği veya Müslüman Ülkeler Topluluğu… Bunlar bizim her zaman hedefimiz oldu. Özellikle Güneydoğu’da gezmediğimiz il ilçe kalmadı. Benim bu dava için aday olmadığım yer kalmadı. Kocaeli’nden seçildik, Zonguldak’tan seçildik, İstanbul, İzmir Belediye Başkan adayı olduk, Van’da senatör adayı olduk. 1979 senato seçimlerinde Van’da adayımızı Başbakan Süleyman Demirel caydırdı. Emniyet Genel Müdürü Ertuğrul Tüfekçi’ydi. Bunlar Van’daki adayımızı caydırdılar. Erbakan Hoca bana ‘Şevket Van’da senatör adayı olacaksın’ dedi. Van’a giderken bana arkadaşlarımız ‘Bin oy alamazsın’ dediler. Bende “Ben davamız uğruna çalışmaya gidiyorum’ dedim. Daha önceki seçimde 63 bin oy alan Ferit Melen 22 bin oy alırken, ben 21 bin oy aldım. Aslında ben almadım o oyu. Bizim çalışmalarımız aldı. Bu neyi gösteriyor. Nerede hizmet verilirse oraya koşuyoruz. Ve bunu Allah rızası için, davamızın yüzünü ak etmek için yapıyoruz. İşte bu süreç içerisinde daima Erbakan Hoca ile beraber, hocamızın yanında, onunla beraber mağdur, onunla beraber hadim koşturup duruyoruz. Böyle bir potansiyele sahip olduğumuz için bu yönetimde yardımcı olmamız bizden istendi. Bizde Erbakan Hoca’ya nasıl yardımcı olduysak, Recai Bey’e nasıl yardımcılık görevi yaptıysak bu kardeşimize de aynı yardımcılık görevini yaptık. O bana Şevket Ağabey diyerek daima saygı gösterdi, ama bende ona Genel Başkanım diyerek daima hürmet ettim. Bunun aksini iddia edemez. Kongre tarihine kadar bana en ufak bir saygısızlığı yoktur.
Sayın Kurtulmuş’la aranızda hiç tartışma geçti mi?
Hayır hiçbir zaman tartışmadık.
Az önce “partinin değil kişinin öne çıktığı bir süreç yaşadık” dediniz. O dönem uyarmadınız mı hiç?
Ben bugün bu değerlendirmeyi yapıyorum. O gün kimsenin moralini bozmak istemedim. Elbette tanınması lazımdı. Ama davayı ikinci plana atarak değil. Gerçi bir takım projeler üretildi. Mesela “Gönüllü Birliktelik Projesi” var. Bu proje hazırlanırken onun altyapısını Refah-Yol Hükümetinde bizim Güneydoğu ve Doğu Anadolu Kalkınma Projesi’nin detaylarını getirdik koyduk. Ben o kitabı getirdim ortaya koydum. Refah-Yol çalışmamda da uzun uzadıya bahsettim bu projeden. Gönüllü Birliktelik Projesi’nde o çalışmanın çok büyük katkısı var. Güneydoğu’yu karış karış gezmiş bir adam olarak, oradaki eksiklikleri, noksanlıkları gören, 8 sene Güneydoğu müfettişliği yapmış bir kişi olarak bütün tecrübelerimi, müşahadelerimi ortaya koydum. Bunlar Milli Görüş’ün temel felsefesidir. Daha Milli Selamet olarak adım atarken “40 milyon kardeşiz” demişiz. Doğusuyla, Batısıyla, Güneyiyle, Kuzeyiyle 40 milyon kardeşiz. Müslüman ve azınlıklarla beraber kardeşiz. Sonra 50 olmuş, 50 milyon kardeşiz demişiz, 60 olmuş 60 demişiz, 70 milyon oldu, 70 milyon kardeşiz demişiz. Gönüllü birlikteliğin bundan güzel bir ifadesi olur mu. Bu kardeşlik yolunu biz açmışız. İşte bu konuda bizim katkımız oldu. Ekonomik sorunlar konusunda Başkanlık Divanı’nda bizim de katkılarımız oldu. Elimizden gelen her şeyi, tecrübemizle, bilgimizle ortaya koymaya çalıştık. Yani bir tek gün en ufak bir tartışmamız olmamıştır. Kongre saatine kadar.
11 Temmuz’da, yani kongre günü ne oldu da bugünlere gelinen gerginlik başladı?
Kongre konusunda Başkanlık Divanı’nda istişare edilecekti. Öncelikle ben kongrenin yapılmasına taraftar değildim. Çünkü 6 ay sonra zaten olağan kongre dönemine giriyorduk. Böyle olağanüstü kongreyle bir yerden bir şey kaçırıyormuş gibi bir görüntü vermenin anlamı yoktu.
Olağanüstü kongreye gitmeyi Sayın Kurtulmuş mu istedi?
Evet o istedi. Ondan sonra normal kongre yapılacakken neden acele ediliyordu. Bunları söyledik. Bize ”Erken seçim gelecek. Erken seçimden önce teşkilatımız dinamizm kazansın vs.” diye yanıt verdiler. Bu konuda biz de fikrimizi söyledik. Dedik ki “Bir defa Ekim ayında seçim olmaz. Çünkü 12 Eylül’de zaten referandum olacak hemen bir ay sonrasına seçim olmaz” dedik. Tecrübemize dayanarak seçimin zamanında yapılacağını anlattık. “Hayır efendim olacak” dediler.
Bir niyet bozukluğu olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Bu soruya Numan Bey’in cevap vermesini beklerim. Ama ortaya çıkan tablo maalesef o zamandan bazı şeylerin düşünüldüğünü gösteriyor. Bu üzücü olayları hazırlayan amillerin o zaman başladığına işaret ediyor. Sonuçta bir günde ortaya çıkacak şey değil bu.
Sayın Erbakan olağanüstü kongre kararı konusunda ne dedi?
Razı olmadı. Biraz önce söylediğim mülahazayla. Zaten kısa bir süre sonra olağan kongre sürecine gireceksin. Benim vazifem, partinin güçlenerek, birlik beraberlik içerisinde seçime gitmesidir. Ben bundan başka bir şey düşünmedim ki. Yıllar boyu bunun için uğraştık. Bir uyarı hissi uyandı içimde. Ve ben kendisine yazılı olarak verdiğim kongre konusundaki görüşlerimin son maddesinde aynen şu anlama gelen cümleyi yazdım. Açsın baksın. Benim de dosyamda, onun da dosyasında. Dedim ki “Sakın ola ki bu olağanüstü kongrede tasfiye intibaı verecek bir yola girmeyesin. Eğer böyle bir yola girecek olursan bu durumda bu kongrenin öyle bir görüntüsü olur ki, sonunda bin oyla Genel Başkan seçildiğin 2008 kongresini hasretle anarsın”. Yazı orada. Çünkü ben Genel Başkan Yardımcısı’yım. Çünkü biz Hoca’ya Genel Başkan Yardımcılığı yaparken düşüncelerimizi serbestçe söyleriz.
Sayın Erbakan’ın çok fazla müdahale ettiği, kendi düşüncelerini partiye dayattığı iddiaları gündeme getiriliyor veya böyle bir görüntü oluşuyor. Var mı böyle bir durum?
Bir gün Hoca şunu söylemiştir: Farzedelim Oğuzhan (Asiltürk), ben ve Fehim Adak. İstişare heyetindeyiz. “Ben sizin üçünüzü zaman zaman zıt olan fikirlerinizden yararlanmak için istişare arkadaşı olarak seçtim” demiştir. Hoca’nın etrafındaki istişare halkası budur. Hoca istişareye çok önem verir. Yani önceden kafasında bir fikir oluşturup da onu empoze etmek gibi bir düşüncesi asla yoktur. Biz MHP ile 1991 seçimlerinde ittifak yapmadan önce kendi MKYK’mızda bunu görüşürken, müzakere ederken kolaylık olsun diye Erbakan Hoca müzakereye gelmeden mahsurları, faydaları şeklinde iki tablo hazırlamış, “bu ittifakı yaparsak 12 tane faydası var/bu ittifakı yaparsak 12 tane mahsuru var” demiştik. Genel İdare Kurulu’nda istişareyi açtı, bunları okudu. Bunları size bir şeyi empoze etmek için okumuyorum, bunlar söz konusu olabilir, belki bunların üzerine bir şey düşünebilirsiniz. Hiçbir arkadaş ne bu tarafa ne diğer tarafa bir şey ilave edemedi. Ondan sonra “siz karar verin” diyerek karar Erbakan Hoca’ya bırakıldı. Hoca gecenin saat 2’sinde “tamam ittifak yapacağız” dedi. İstişareye bu kadar önem veren biridir Erbakan Hoca. Önceden “şu neticeyi alacağız” diyerek asla bir istişare yapmaz ve uyarır. Hoca’yla, Recai Bey’le böyle çalıştığımız için burada da fikrimizi samimi olarak söyledik. “Bak Allah korusun bir sıkıntı ile karşı karşıya kalabiliriz” dedik.
Bu uyarınızdan sonra Sayın Kurtulmuş size “Böyle bir kaygınız olmasın. Tasfiye gibi bir düşüncemiz yok” şeklinde bir şey söyledi mi?
Kesinlikle hayır. Hiçbir şey konuşmadık. Kongre gününden önce de “Şu illerin yüksek oranda izleyici katılımını sağlamak için siz görüşün” denilerek önümüze liste konuldu. Biz de o illere telefon ettik ve kongrenin muhteşem geçmesi için elimizden geleni yaptık. Şimdi beyanatlarında “Muhteşem bir kongrenin ardından” diyorlar. Bir kongre sonuna kadar muhteşem olmalı. Sadece başlangıcı muhteşem olmaz. Muhteşem bir maç için çıkmışsın sahaya, görüntü güzel, her şey güzel, ilk yarı iyi geçmiş ama mağlup bitirmişsin maçı. Ondan sonra muhteşem bir maç yaptık diyebilir misin? Çünkü mağlup olmuşsun. Bunun muhteşemliği nerede? Tarihimizde belki en çok yapışından, icrasından üzüntü duyacağımız bir kongredir 11 Temmuz’da yapılan kongre. Allah bu camiaya bir daha böyle bir kongre göstermesin. Hala toparlamaya çalışıyoruz. Mahkemelere düşüyoruz. Mahkemelere düşmekten sorumlu olanlar biz değiliz. 670 tane üyenin olağanüstü kongre yazılarını, dilekçelerini partiye teslim ettik, biz kongreye gitmiyoruz dediler, mahkemeye başvuruldu. Mecbur bıraktılar.
Kongre gününe dönecek olursak, başlangıç çok güzeldi. Kırılma noktası ne oldu, gerginliği ne ateşledi?
Gerginliği kendisi ateşledi.
Nasıl ateşledi?
Şimdi gündem ortada. Kongre için heyet seçildi. Biz kongre divan başkanının Mustafa Kamalak olmasını önermiştik. Onlar değiştirmişler, Teoman Rıza Güneri’yi koymuşlar. Teoman Rıza Güneri’ye güvenmemek gibi bir durum yok aslında. Biz ona Refah-Yol döneminde 1996’da 30 yaşındayken onu bakan yaptık. En genç bakanımızdı, çok güzel çalıştık ve mükemmel hizmetleri oldu. Ama oturmuşlar kendilerine göre ön çalışma yapmışlar. Bizim bu dönem içerisinde benim tasvip etmediğim bir diğer özelliğimiz iki genel merkezli parti olduk. Genel Merkez’in bir ayağı burada bir ayağı İstanbul’da. İstanbul İl Başkanı Genel Başkan Yardımcısı gibi hareket ediyor. Teoman Rıza da tanıtma başkanı olarak orada. Bütün tanıtım vasıtaları yoğunluk itibariyle orada. Biz burada sadece Başkanlık Divanı toplantısı yapıyoruz. Başkanlık Divanı toplantısında da Numan Bey’in arkadaşlarının yarısı var yarısı yok. Biri orada biri burada. Huzur içinde, tam teşekküllü bir Başkanlık Divanı toplantısı olmuştur ama nadirdir bu. Bazı olaylar var, burada söylemek istemiyorum. Erbakan Hoca, Recai Bey zamanındaki Başkanlık Divanı toplantıları ile bu dönemdeki Başkanlık Divanı toplantıları arasında fark var. Burada tek adam var. Oysa biz bir ekibiz. Biz Erbakan Hoca zamanında ekiptik, Recai Bey zamanında ekiptik. Gençliğimizde de ekiptik, yaşlılığımızda da ekibiz. Ekip çalışmasının bir bereketi var. Şimdi tabii bütün bunlar önceden bir hedef konuyor, bu hedefe şöyle yürüyelim. Bu hedef programını anlatma hedefi olabilir, teşkilatı canlandırma coşku uyandırma hedefi olabilir… Bunlar üzerinde fazla durmak istemiyorum. Ben Numan Bey’in İstanbul ayaklı çalışma tarzı hakkında belki onun Genel Başkan seçilmesine razı olmayanları ikna edebilmek için Allah şahittir, kendisine demişimdir: Şu bir ay içerisinde yaptığın faaliyetleri, çalışmaları, konuşmaları, televizyon programlarını, röportajlarını bir kitap haline getir ki, biz ikna olmayan arkadaşlara uzun uzun anlatmayalım, bak arkadaş çalışmıyor diyorsun, nasıl çalışıyor diye gösterelim. Bunun kendisi de şahittir. Şu Genel Başkan Yardımcıları arasında kendisine Şevket Kazan kadar samimi olarak hizmet eden arkadaş vardır belki, ama benim samimiyet takatim neyse o ölçüde yardımcı olmaya çalıştım.
Bunun nedeni ne peki?
Bu arkadaşta bir Erbakan fobisi var. Öyle bir fobidir ki bu, örneğin “Mücahit Erbakan” diye slogan atıldığı zaman rahatsız oluyor.
Bu fobinin nedeni ne?
Bunu ben bilemem. Ama bu son derece yanlış. Yanlış olduğu da görüldü. Sen kalktın Erbakan’a rağmen bir kongre yapmak istedin. Erbakan’a rağmen yaptığın kongrenin sonucu ortadadır. Bir defa Bin 200 delegenin 600’ü hiç oy kullanmadan çekip gitmiştir. Bir de o kongrede yaptığı konuşmayla siyasi tecrübesizliği ortaya çıkmıştır. Bir siyasi lider bütün kongrenin, delegenin oyunu almak istemez mi? İster. Eğer iki liste çıkmışsa, iki listenin başındaki isim de Numan Bey’di. İki listedeki isimler arasında belki 10-15 isim fark vardır. Bu farkı o kongrede gündeme getirmek akıl karı değildir. Tutup da “ben bu yeşil listeyle çalışmam demek, bunlarla çalışmam” diyerek o listede yer alan seçkin isimleri, ki yarısından fazlası da kendi listesinde vardı, aşağılamaktır. Bu tutum, camiamıza yakışan bir hareket olmadı. Sonucunda 600 kişi çekip gitti, oyunu kullanmadı. Geriye kalan 600 kişinin 200’ü yeşil listeye oy verdi. 400’ü beyaz listeye oy verdi. Kendisi de ancak üçüncü turda bin 260 delegenin dörtte biri bile olmayan 310 oyla seçildi. Bunun arkası hüzün. Ertesi sabah bir ağabey olarak ben televizyon programlarına çıktım ve iki şey söyledim: Birincisi “en kısa zamanda olağanüstü kongreye gidilmelidir. Önümüz Ramazan’dır. Ramazan’dan önce bu olağanüstü kongre yapılmalıdır. Bu insanlar yeniden kaynaşmalı, kucaklaşmalıdır, yeniden Ramazan iftarları birlikte yapılmalıdır ve yeniden bayramlar birlikte kutlanmalıdır. Bu Ramazan bir fırsattır ve bu fırsat değerlendirilmelidir” dedim. İkincisi “Bu partinin Genel Başkanı, muhteşem başlamış olabilir ama sonu hüsranla biten bu talihsiz kongrede ancak üçüncü turda 310 oyla seçilebilmiştir. Bin 200 delegenin hepsinin de oyunu kullanabileceği bir kongrede yeniden Genel Başkan seçilmelidir. Çünkü seçim meydanlarına çıktığı zaman, genel kongrenin çeyrek oyuyla genel başkan olmuş gibicesine bir takım istikalle karşı karşıya kalmış olmasın” dedim. Bunu söylediysek, Numan’ın kötülüğü için konuşmadık. Konuştuysak Numan’ın iyiliği için konuştuk, Allah için konuştuk ve davamız için konuştuk.
Ancak olağanüstü kongreye gidilmedi.
Sayın Kurtulmuş neden bu uyarılarınızı dikkate almadı sizce?
Çünkü başka bir hastalığı var: ego..
NEDEN KUR’AN-I KERİM’E EL BASIP YEMİN ETTİ?
Milli Görüş’ün efsane ve çok konuşulan isimlerinden Şevket Kazan, sessizliğini Gazete 5’e bozdu.
Bu durumu Türkiye’nin içinde bulunduğu politik döneme bağlıyor musunuz? Yani bir takım temaslar olduğu yazılıp çiziliyor…
Ben bir takım gizli bağlantı var mıdır yok mudur bilmem. Ben insanların zahirine bakıyorum. Bu kongreye kadar Numan Bey benim müstesna bir kardeşimdi, en seçkin kardeşlerimden biriydi. Ama kongreden sonraki bir takım davranışları, iki sene içerisinde onun başarılı olması için elinden geleni gösteren bir ağabeyini üzen kınayışları… Kongre böyle bitti. Kendisine bu açık mesajların arkasından bu defa denildi ki; olağanüstü bir kongre yap. Olağanüstü kongre yapmayacağını bildirdi. Bu defa delegelere başvurulmak mecburiyeti kaldı. Orada da bir fark ettik ki, tüzük değişikliğiyle delegelerin yarısından fazlası ancak olağanüstü kongre isteyebilir. Ben hukukçuyum. Mustafa Kamalak da hukukçu. Mustafa Kamalak ayrıca rastgele bir hukukçu değil. Onu bile MKYK listesine almadılar. Bu tüzük değişikliği beni fevkalade üzdü. Bunun en önemli nedeni, bu durum tüzükler kanununa aykırı. Demek oluyor ki, yapılan değişiklik kanuna aykırı. Bu bir azınlık hakkıdır. Dernekler Kanunu’nu açıyorsun beşte bir, Siyasi Partiler Kanunu’nu açıyorsun beşte bir, partilerin tüzüğüne bakıyorsun beşte bir. “Bu durum kanuna aykırıdır, bu böyle olamaz” konusundaki kanaatimizde acaba haklı mıyız haksız mıyız diye kafa yorduk. Bu durum konusunda sağa sola danışmaya karar verdik. Kongre konusunda en tecrübeli parti de Cumhuriyet Halk Partisi. Onun kadar kongre yapan başka bir parti yok. Bu durumu CHP’ye sormaya karar verdik.
O zaman geliyoruz Önder Sav ile görüşmenize. Çünkü hem o dönem hem de bugünlerde Sayın Kurtulmuş ve ekibi sürekli o görüşmeyi gündeme getiriyor .
Evet onu anlatayım. İstişare toplantısında “CHP kongre partisi. Bu yönde CHP’yle bir görüşelim, danışalım” dedik. Sonra da kiminle görüşeceğimizi düşündük. Oğuzhan (Asiltürk) “Önder Sav’la görüşebiliriz” dedi. Sonra Önder Sav’la telefonla görüştük ve randevulaştık. Oğuzhan rahatsız olunca o dönem ben gitmek zorunda kaldım. Zaten gittiğimiz yer de CHP’nin Genel Merkezi değildi. Önder Sav’ın yazıhanesine gittik. Ayrıca tanımadığımız, bilmediğimiz bir insana gitmiyoruz ki… Önder Sav benim 1974’te Ecevit’in Başbakan olduğu, Erbakan Hoca’nın Başbakan yardımcısı olduğu, Kıbrıs zaferini elde eden CHP-MSP hükümetinden kabine arkadaşım. 1991-1998 yılları arasında partisinin Grup Başkanvekili olarak teşviki mesai içinde olmuşuz. Ankara Barosu başkanlığı yapmış bir isim. Bende Ankara Barosu avukatıyım. Yani birbirimizi tanıyoruz, biliyoruz. Ayrıca olayın gizliliği yok ki. Arabama bindim, yazıhanesine gittim. Taksi durağının yanında durdum, taksicilerden rica ettik, araba dursun diye, sonrasında yukarı çıktık.
Sadece tüzük meselesini mi konuştunuz?
Evet. Kesinlikle sadece ve sadece tüzük meselesini konuştuk. Kendi tüzüklerini, daha eski tüzüklerini, Siyasi Partiler Kanunu’nu çıkardı. Dedi ki beşte bir oranıdır. Biz her yerde bu beşte bir oranla kongreler yapıyor. Önder Bey “Tüzüklerin kanuna uygun olması lazım” dedi. Yani konuttayken, Mustafa Kamalak Hoca ile benim ortaya koyduğum fikirleri aynen teyit eden bir konuşma yaptı. Başka hiçbir şey konuşmadık. Anadolu gençliğin bir şubeler toplantısında Kur’an-ı Kerim’i ortaya koydum, elimi üstüne koydum “Eğer tüzük konusundan başka bir şey konuşmuşsam Allah’ın, meleklerin, bütün insanlığın laneti üzerime olsun” dedim. Bunu herkes söyleyemez. Bunu inanan insan söyler. Eğer sen benim hakkımda ileri geri konuşacaksan, konuşmadan önce geleceksin yanıma soracaksın, ki burası yasak bölge değil.
Genel Merkez yönetiminden gelip size sormadılar mı bu görüşmeyi. Veya siz gittiniz mi hiç?
Ben kongreden beri karşı binaya girmiyorum.
Neden?
Çünkü kongrede “ben bu listedeki insanlarla çalışmam” dedi. Mademki çalışmazsın, benim karşı binada işim yok. Ben bu beyandan bunu çıkardım. İki senelik hizmet karşılığında bir gün bile teşekkür telefonu açmadılar. Önder Sav ile aramızda geçen görüşmede bu. Geldim konuta dedim ki “Aynen bizim düşündüğümüz gibi. Onlar da doğru yaptığımızı düşünüyorlar”. Ama şunu eklediler: Madem ki bu tüzük değişikliği yapıldı, bir olağanüstü kongre yapmak zorunda kalırsanız, siz her ihtimale karşı yarıyı geçin, riske girmeyin. Biz de bu uyarıya uygun tarzda hareket ettik.
EN ÇOK KIRGIN OLDUĞU İSİM KİM?
Ancak görüşmeniz çok ses getirdi. Sonuçta CHP’nin en önemli isimlerinden biriyle görüştünüz.
Bu görüşmenin arkasından “Numan Bey’i devirmek için gitti” diye haberler çıkardılar. Deniz Baykal’ı devirdiler ya. İşte bu haberi çıkardılar. Bunu diyen arkadaşlar, benim en yakın arkadaşlarım. Bunu söyleyen arkadaşlara ben dürüstlük dersi verdim. Dürüst, açık, net olmalarını içten pazarlıklı olmamalarını en başından tavsiye etmişim. Bunların en başında Şeref Malkoç gelir. Benim en büyük üzüntüm Şeref Malkoç gibi bir kardeşimi benim karşıma koymalarıdır. Ben o delikanlıyı 1990 yılında Avukatlık yaparken Trabzon’da, onu aldım il başkanı yaptım. 1995 seçimlerinde bizim Trabzon Milletvekilimiz Kemalettin Göktaş birinci sırada seçilmişti. Ben Şeref malkoç’u öne koyup Kemalettin’i arka plana aldım. Şeref’e bu kadar çok değer verdim. Geldiği zaman Hoca’nın yanında has adam olarak görev almasını sağladım. Çok da güzel hizmetler verdi. Hizmetleri inkar etmek mümkün değil. Çok fedakar çalıştı. Ama fedakar bir şekilde çalıştıkça, Hoca, ben ona daha çok güven duyduk, ona daha çok sarıldık. Numan Bey’in seçildiği kongreden sonra Genel İdare Kurulu üyesiydi. Çok fedakarca çalışıyordu. TV5 onun sorumluluğundaydı. Çok gayret gösteren bir arkadaştı. Benim kardeşim yok ama onu kardeşim gibi seviyordum. Önder Sav görüşmemin arkasından onu, en sevdiğim insanı karşıma çıkardılar. Genel Başkan Yardımcısı değildi. Ben Halkla İlişkiler’den sorumluydum ve sivil toplum kuruluşları da bana bağlıydı. Ben hem Numan Bey’e hem de Erbakan Hoca’ma rica ettim. “Sivil toplum kuruluşlarının sayısı çok genişledi. Geniş bir alan. Hem halkla ilişkileri hem de bu sahayı zor götürüyorum. İkiye ayıralım. Bu Genel Başkan Yardımcılığı’nı da Şeref’e verelim” dedim. Ne kadar ısrar ettiğimi kendisi de bilir. Erbakan Hoca kabul etti. Aynı Şeref Malkoç, büyük kongreden önce Trabzon’da iki tane kongrenin huzurla geçmesi için beni oraya götürdü. Bende isteyerek gittim. Gitmem de isabetli oldu. Yoksa o kongreler öyle sükunetle bitmezdi. Ben sana ağabeyin olarak bu kadar yakınım. Mahalli idarelerden sorumlu kardeşimiz Mustafa Özkafa gelip gidemiyordu. Bende Mücahit (Yanılmaz) Bey kardeşimizi Genel Başkan Yardımcısı yapalım dedim. Hoca da öyle kolay kolay adam harcamaz. O hassasiyeti var. Vefalıdır. Onu da Genel Başkan Yardımcısı yaptık. Kendilerine de söyledim. Numan Bey’le en son kongreden önceki görüşmemizde bu kongreden sonra görev almayacağımı, benden sonra bu görevi Cafer Güneş’in almasını istediğimi söyledim. Erbakan Hoca’ya karşı sanki bir güvensizliği vardı. Ona “Bundan emin ol Erbakan Hoca seni çok seviyor” dedim. Bunu Cumartesi günü söyledim. Samimi olarak söyledim bunları. Bu kardeşlerim hakkındaki samimi kanaatim buydu. Çünkü ben iki listeyle çıkılacağını aklımın ucundan geçirmiyordum. Şimdi bu kadar sevdiğim kardeşlerimi, Önder Sav ile görüşmemin arkasından televizyona çıkartıp, televizyonda “Peygamberimize hakaret eden Önder Sav’ın ayağına giderek Genel Başkan’ı devirmek için icazet, fikir almışlar” gibi ifadeler kullandırdılar. Mahşer günü bunun hesabını nasıl verecekler. Zaman zaman Kur’an-ı Kerim’e atıfta bulunuyorlar. Bunlara Kur’an-ı Kerim’in Hucurat Suresi’ni daima okumalarını tavsiye ederim. İslam’ın ahlakı oradadır. “Bir fasık size bir haberle geldiği zaman onu araştırınız, ondan sonra konuşunuz” der Kur’an-ı Kerim. Gelip ne görüştüğümü sormadılar. 25 adım 50 adım uzaklıktayım ben. Böyle bir şey sormadılar. Bununla da yetinmediler. Özel Kalem’den bütün bir takım yerlere benim telefon numaralarımı verdiler ve “Şevket Kazan’a yüklenin” dediler. Her allahın günü Kağızman’ından bile beni aradılar. Hiç tanımadığım insanlar aradı. Bu insanlara, benim telefonumu nereden aldıklarını sordum. Genel Merkez’den verildiğini söylediler. Benim cep telefonu numaramı teşkilatlar bile bilmezdi.
Bir takım yerler derken nereleri kastettiniz?
Arayanlar belde başkanıyım, ilçe başkanıyım, ilçe yönetim kurulu üyesiyim diyorlardı. Benim numaralarımı Genel Başkanlık Özel Kalemi vermiş. Sonra haber gönderdim Özel Kaleme. Bunu devam ederlerse, şikayetçi olurum.
Bildiğim kadarıyla yıllardır aynı telefon numarasını kullanıyordunuz. Bu yüzden mi iptal ettiniz?
Evet. Sırf bu nedenle telefon numaramı iptal ettim. Türkiye’de birçok eşim dostum vardı bu telefon numarasını bilen. Telefon numarasını iptal edince onların irtibat numaralarını da kaybetmiş oldum. Bunun mahşer günü hesabı var. Bu konuda üzüntümü açık bir şekilde ifade ettim. Şeref Malkoç dışında Genel Başkan da “Önder Sav’la görüşmeler vs.” diyerek konuştu. Bu görüşme gayet basit. Sadece tüzükle ilgili bir görüşmeydi. “Vay efendim Numan Bey’i devirmek için görüşmüşüm.” Ne uğraşacağım ben Numan Bey’le. Kongrenin delegeleri var. Onlar belirler. Telefonu değiştirmemin arkasından Trabzon’dan Şeref Malkoç bana telefon açtı. Öncesinde ortak tanıdıklarımızdan bire “Kendisine söyle cenaze namazıma gelmesin” dedim. O kadar üzüldüm yani. O arayınca da içimden gelen herşeyi söyledim. “Yazıklar olsun sana. Sen benim en samimi kardeşimdin. Nasıl yapıyorsun sen bunu.” İnsan tanımadığı birine bu sözleri söylemez. Kendisine en yakın hissettiği insandan böyle bir tutum görürse bunları söyler.
Sırtınızdan vurulmuş gibi mi hissettiniz?
Hadi kongrede sırtımızdan vurulduk da, ikincisi en yakın arkadaşım.
Peki bu sürecin sorumlusu kim?
Bizi bu hale son kongre getirdi. Kongreyi o hale de Genel Başkan’ın yaptığı konuşma getirdi. “Ben bu listeyle çalışmam. İsmimi listeden çekiyorum vs.” gibi havalarla istiskal ettin. Ama sonunda bütün o istiskalin faturası sana çıktı.
OLAYLI İSTANBUL İFTARININ SORUMLUSU KİM?
Sayın Kurtulmuş’a karşı, Milli Görüş tabanında bazı kuşkular vardı. Farklı farklı eleştirilen, yüksek sesle dillendirilmiyordu. Sohbetler dışında eleştiriyi dillendirmemek biraz da partinizin ve Mili Görüş geleneğinin kuralıydı. Ancak İstanbul’da verilen iftarda bunun bozulduğu görüntüsü ortaya çıktı. Sizler bazı basın yayın organları tarafından olayların perde arkasındaki isimler olarak yansıtıldınız.
O iftarda neden olaylar çıktı? Sorumlusu kimdi olayların?
O iftarın tahkikatı çok iyi yapılmalı. Çok iyi yapılmalı. İstanbul ilinde oldu. İstanbul il başkanı bu konuda gerçekten samimiyse, emniyetle elele vermeli ve bu olayın sorumlusu kimse ortaya çıkarılmalı. Ancak yaptırmazlar, Çünkü organize eden kendileridir.
Bu önemli bir ifade.
Tabiatıyla organize eden kendileri. Anadolu Gençliğe bakışı konusunda Numan Bey’in rahatsızlıkları var. Bazı gençler konusunda da var. İstanbul’da da bazı gençlerden rahatsız.
Geçen sene Erbakan Hoca ile Numan Bey iftarları beraber yapmıyor muydu?
Evet beraber yapıyorlardı. Ama bu sene kongreden sonra imkan ortadan kalktı. Ayrıca Allah Anadolu Gençlik’ten razı olsun. İftarları muazzam oldu. Şimdi biz bu iftarlardan birinde Erbakan Hoca ile birlikte Kocaeli’ne gittik. İftarı yaptık. Sıra konuşmalara geldi. Partili ve gençlikle tıklım tıklım olan salonda, Hoca büyük bir tezahüratla kürsüye çıktı, seremoni konuşmalarından sonra konuşmasına başladı. Önce İstanbul iftarında olay çıktı diye bir haber geldi. Sonra bana birisi telefonla geldi. Numan Bey’in koruması benimle telefonla görüşmek istiyormuş. Ben görüşmek istemedim. Çünkü kongreden sonraki durumu anlattım. Önder Sav meselesi vs. Bu nedenle görüşmedim. Sonra tekrar geldiler. Israr ettiğini söylediler. “Ben görüşmüyorum kardeşim” dedim. Sonra, benim o dönem henüz değiştirmediğim eski telefonum çaldı. Baktım Teoman Rıza Güneri. Kalktım yerimden, arka tarafta sessiz bir oda vardı. Oraya geçtim. “Hayrola Teoman ne oldu” dedim. “Ağabey bu İstanbul iftarı allak bullak oldu. Burada Oğuzhan’ın bindirilmiş kıtaları büyük bir olay çıkardılar” dedi. Zaten müşterek olarak daha önceden “Bu gençliği hep Oğuzhan tahrik ediyor” diyorlardı. Gençliğe, Oğuzhan’ın gençliği diyorlardı. Her neyse devam etti Teoman. “Bu olayların yatıştırılması lazım. Oğuzhan ağabeye ulaşamıyoruz. Siz bunlara bir şey söyleyin” dedi. Yani ben olay çıkaranlarla konuşacağım, onlar da yatışacakmış. “Siz beni Oğuzhan mı zannettiniz” dedim. “Siz beni burada kullanacaksınız. Burada üç beş kelime konuşacağım. Orada olaylar yatışacak. Ondan sonra olayları çıkaran yatıştırdı diyeceksiniz. Öyle mi. Ben bu oyuna gelmem Teoman” dedim. Genel Başkan orada, il başkanı orada, il yönetimi orada. Bir olay varsa emniyet teşkilatı da orada. Çağırın emniyet teşkilatı önleyin. Çünkü onların zorları bizi bu olayın içinde göstermek. Bizi kullanamazlar. “Erbakan Hoca’ya telefonu götürün o bir çağrı yapsın” dedi. Bende “Erbakan Hoca şu an konferans veriyor” dedim. Hemen “Buradaki canlar Erbakan Hoca’nın konuşmasından daha mı önemli” demeye başladı. “Sen ne diyorsun. Kapat telefonu” dedim. Kapattı telefonu. Bizi kullanamadı.
Neden Oğuzhan Asiltürk’e yüklendiler?
Hep Oğuzhan’ın adamı derler. Ben o zamanlar siyasi yasaklıydım. Oğuzhan İstanbul’da yapılan kongrelerde daima etkili olmuştur. O yüzden Oğuzhan Bey’e karşı bir kinleri var. Bizim 40 yıllık tarihimizde gençliğimizi, bırak parti içi şiddette, parti dışı şiddette gören olmadı. 12 Eylül sonrasında bile örnek vermek bağlamında söylüyorum, MHP ve Ülkücü kuruluşlar davası birlikte açılırken, bizim Akıncılar ve MSP davasını birleştiremediler. Çünkü ispat edemediler, delil bulamadılar. Bu olay çıkaran, yakalanan çocukların hepsi sabah serbest bırakıldı. İkincisi, haberi “Tam Ezan, Kur’an okunurken olay çıkardılar” şeklinde veriyorlar. Bunu bazı köşe yazarları da utanmadan yazıyor. Fotoğraflara bakın, iftar başlamış, insanlar çorbalarını içiyorlar. Kur’an dediğin ezandan önce okunur. Ezan dediğin iftardan önce okunur. Demek ki bu fotoğraflar Kur’an okunurken, ezan okunurken olmamış. Bu çocukları ezan okunurken, Kur’an okunurken saldırdılar diyenler mahşer günü bunun hesabını nasıl verecekler. O çocuklar, bu değerler uğruna canlarını verecek çocuklar. Saygısızlık yapacak çocuklar değil. Ayrıca olayı il yönetiminde bir idareci başlatmış. İftara gelmiş olan bir takım gençleri salondan atmak istemiş. Onlar da davetiyelerin parasını verdiklerini, gitmeyeceklerini söylemişler. Sonra tartışma derken olay büyümüş. Yani olay kendi müdahaleleri ile başlamış.
Olayları, sizi suçlayanların organize ettiğini söylediniz. Size somut bilgi geldi mi bu konuyla ilgili?
Geliyor tabii. Ama ben bunlarla ilgili konuşmak istemiyorum.
Sizin bir araştırmanız oldu mu peki?
Onu Oğuzhan Bey araştırsın. Çünkü onun ismi çok geçtiği için bu araştırmayı ona havale ediyorum. Bu iftirayı yapanlar, 29 Mayıs için ne diyecek. 29 Mayıs’ta İnönü stadyumunda Anadolu Gençlik organizasyonunda, gençlik Numan Bey’e teveccühünü göstermiş, konuşma imkanı, İslam ülkelerinin temsilcilerine hitabet fırsatı vermiş, sana bu yakınlığı göstermişler. Ondan sonra çıkıyorlar şimdi diyorlar ki gençlik için “Ben şundan şüpheleniyorum, bundan şüpheleniyorum” diyorlar. Şüphe ile hiçbir yere gidilmez. Onun için Hucurat Suresi’ni bu olayın içinde aktif rol alanlar mutlaka okusun diyorum. Sonrasında İzmir İl Teşkilatı tarafından muazzam bir iftar verildi. O iftardan sonra ben İzmir’de kaldım. Erbakan Hocamız uçakla İstanbul’a intikal etti. Çünkü Anadolu Gençliğin TV5 salonunda iftarı vardı. Anadolu Gençlik de hocayı bin kişi ile karşılatmak için havaalanına gitmiş. İstanbul İl Başkanı Emniyet’e bir liste vermiş. Bu liste dışındaki hiç kimsenin Erbakan Hoca’yı karşılamayacağını söylemişler. Anadolu gençliği dışarıda bırakmış. Bunu da polisler söylemiş gençlere. Sonra gençler tepkilerini göstermek için il başkanının arabasını tekmelemiş vs. Bunun üzerine de çıkıp “Bize saldırı oldu” dediler. Bunlar kendilerine tepkinin, bilinçli olarak zeminini hazırlıyorlar. Erbakan Hoca partinin Genel Başkanı değil, Milli Görüş davasının lideridir. Hani Genel Başkan gelir de sen İstanbul İl Başkanı olarak gider, böyle bir şey söylersin. Ama Erbakan Hoca sadece İstanbul’un değil, gençliğin de hocası. Erbakan Hoca’nın “Bir milletin tankı, topu değil imanlı gençliği geleceğidir” diye baktığı gençlik bu. Gençlik hocanın sevdasıdır. Hoca da gençliğin sevdası.
MAHKEME KARARINI NASIL DEĞERLENDİRİYOR?
Son dönemlerde sık sık istişare yapıyorsunuz. Neler görüşülüyor genelde?
Bunlar gizli değil. Örneğin geçenlerde geniş katılımlı bir istişare toplantısı yaptık. Öncelikle teşkilatların ne istediğini, olayları nasıl değerlendirdiğini, gelecek hakkında ne düşündüğünü, kongre için yürütülen çalışmaları tasvip edip etmediğini merak ediyoruz. Ayrıca son olayların neden olduğunu soruyoruz. Düzeltilecekse nasıl düzeltileceğini soruyoruz. Bunlar konuşuluyor. Şu anda teşkilat son derece üzgün. Örneği bir ilçe başkanı, gelmiş Genel Merkeze, tam gidecekken benim geldiğimi duyunca karısı ve kızıyla beraber geldiler bir çay içtiler ve çok üzgün olduklarını söylediler. Ama bir ilçe başkanı olmasına rağmen Hoca’ya itaatsizliği kabullenemiyorlar.
Mahkeme tarafından partiyi kongreye götürmek için görevlendirilen kişiler hakkında “Karşı tarafın adamları” diyorlar. Ne diyorsunuz buna?
Doğru. Davayı açanlar çünkü bu isimler. Hakim bunlara “Sizde Numan Kurtulmuş’u getirseydiniz. Ben ona verirdim görevi. Siz liste teklifte bulundunuz da ben kabul etmedim mi. Ama teklifte bulunsanız bile burada hazır etmeniz lazım. Diğer taraf hazırlamış getirmiş” dedi. Bundan daha mükemmel bir cevap mı olur. Hakim kararı yazıp tebliğ ederken “Benim hakimlik hayatımın en şerefli kararı. Ben burada asla taraf tutmadım” demiş. Mükemmel bir karar.
Bundan sonra ne olacak?
Şimdi henüz temyize gitmediler. 8 gün içinde bu hakları var. 8 gün beklenmesi gerekiyor. Temyiz dilekçesini verirlerse, karar kesinleşinceye kadar bekleyeceğiz. Bu nedenle kongre günü veremiyoruz. Yoksa kongre günü hemen belirlenir. Karar kesinleştikten sonra 15 gün içinde kongre gerçekleşir.
Eğer kongre olursa görev almayı düşünüyor musunuz?
Bu karar şimdi verilecek bir karar değil. Herkes bu olandan bitenden dersini almalı, yanlışlarını, hatalarını görmelidir ve aynı zamanda da bu dağınıklığa sebebiyet vermenin sorumlusu kimdir diye muhasebe yapmalıdır. Yoksa televizyon televizyon gezerek bu işler olmaz.
Ayrı bir teşkilatlanmaya gidileceği, ayrı parti kurulacağı söyleniyor. Eğer böyle bir şey olur da Saadet Partisi’nden kopmalar yaşanırsa buna tepkiniz ne olur?
Erbakan Hoca’nın yıllardan beri söylediği bir söz var: Olmayan olaya biz fetva vermeyiz. Ben 40 yıldan beri her türlü mücadeleyi en ufak bir kararsızlık göstermeden gerçekleştiren bu kadronun, bu kardeşlerimiz tarafından da devam ettirilmesini istiyorum. Önce ahlak maneviyatımız. Eğitimlerimizde en önemli dersimiz buydu. Genel Merkez’deki arkadaşlarımızın kendileri açısından en önemli icraatlarından biri bu dersleri ortadan kaldırılmaları oldu.
Eğitimler kaldırıldı mı?
Evet eğitimi kaldırdılar. Bir sene boyunca eğitim yapmadılar. Arkadaşlar bu süreçte boşlukta kaldı. Sonra Oğuzhan Bey’in gayretiyle tekrar bir sene kadar tekrar uygulandı. Şimdi yine kaldırıldı. Eğitimin olmadığı bir teşkilat teşkilat olmaktan çıkar. Adeta arabana benzin koymamaya benziyor. Erbakan Hoca “Şuur, teşkilat, heyecan” diyor. Heyecan olmadan bu iş olmaz.
Gazete5 Özel Röportajı
|