21.08.2010
YİĞİT Bulut denilen arkadaşa denildi ki:
“Başbakan’ı programına çıkardın. İyi yaptın, güzel yaptın... Ama neden adam gibi soru sormadın? Neden sırnaştın? Neden mesleğinin hakkını vermedin?”
Cevap geldi:
“Köpekler... İtler...”
Sonra baktı ki olacak gibi değil.
Bu sefer de...
“Tamam sırnaştım... Ama bir sorun bakalım neden sırnaştım?” tadında bir yazı yazdı.
* * *
Neden mi sırnaşmış Yiğit Bulut?
Çünkü Başbakan Tayyip Erdoğan, “Yerleşik düzene biat etmeyi reddeden bir Başbakan” imiş...
Böyle bir Başbakan’a sırnaşılmaz da ne yapılırmış?
Bu ülkenin egemenleri, Tayyip Erdoğan’a yapmadıklarını bırakmamışlar...
Ötekileştirmişler, küçümsemişler, hor görmüşler, ayağına çelmeler takmışlar, mavi gökyüzünü ona dar etmişler.
Tayyip Bey de egemenlerle uzlaşmak yerine bir “Spartacus” tavrı koymuş ve kılıcıyla dalmış aralarına...
Yiğit Bulut’un masalı aşağı yukarıböyle bir şey...
* * *
Haksızlık yapmayalım... Hepten yabana atılacak, elin tersiyle itilecek bir masal değil bu.
Doğrudur: Yerleşik düzen en baştan itibaren Tayyip Erdoğan’ın önünü kesmek, paçasından tutmak için her türlü numarayı çevirmiştir.
Doğrudur: Egemenler, Tayyip Erdoğan’ın yaşam tarzını küçümsemişlerdir.
Doğrudur: Tayyip Erdoğan da yerleşik düzene tam biat etmemiştir.
Ama Yiğit Bulut’un anlattığı masal burada bitmedi ki...
“Yerleşik düzene biat etmeyen” Başbakan, gücünün zirvesine ulaştığını fark ettiği anda, kendisine biat edilmesini esas alan yeni bir “yerleşik düzen” kurmaya kalktı.
Bu yeni düzen, bazılarının sandığı gibi “dini bir düzen” falan da değil.
İçinde azıcık din sosu da barındıran otoriter eğilimli bir düzen...
Yani Türkiye, bir “yerleşik düzen”in zulmünden kurtulurken, başka bir “yerleşik düzen”in zulmü ile karşı karşıya.
* * *
İsterseniz gelin, bir “ne umduk, ne bulduk” listesi çıkarmaya çalışalım da “mesele” daha iyi anlaşılır hale gelsin:
“Eli sopalı asker tepemizden insin” diye umduk... Asker tepemizden indi inmesine ama bir de baktık ki boşalan yeri “Eli sopalı Tayyip Erdoğan” dolduruyor... Oysa biz askerden değil, sopadan kurtulmak istiyorduk...
Bizi bertaraf etmeye çalışan egemen güçlerden kurtulmaya çalışıyorduk... Kurtulduk... Ama şimdi de Tayyip Erdoğan tarafından bertaraf edilmek durumuyla karşı karşıyayız... Oysa biz “bertaraf politikası” son bulsun istiyorduk.
Askerden, TÜSİAD’dan, kodamanlardan korkuyorduk, iki satır çiziktiremiyorduk... Ödümüz kopuyordu... Bugün hepsi güçlerini kaybetti... Ama şimdi Tayyip Erdoğan’dan korkuyoruz... Çiziktiriyoruz ama acayip korkarak...
YÖK’ü istemiyorduk... YÖK kalksın diyorduk... Egemenlerin YÖK’ü gitti. Ama şimdi de “Tayyip Erdoğan’ın YÖK’ü” geldi... Yani YÖK öylece duruyor.
Kemalist yargıdan da müştekiyiz... Ama şimdi korkuyoruz: Acaba “Kemalist yargı”nın yerini “Tayyipist yargı” mı alacak diye...
Bu liste böyle uzar gider.
* * *
Ve gelelim işin en değmeyen kısmına...
Yani Yiğit Bulut’un “Sırnaştım ama neden sırnaştım... Hele bir sorun” demeye getirerek yazdıklarına...
Durum aşağı yukarı şöyle bir şeydir:
Yiğit Bulut’a deniliyor ki: “Baba, niye adam gibi soru sormadın?” Cevap veriyor: “Tayyip Bey yerleşik düzene biat etmemiş bir adamdır.”
Yiğit Bulut’a deniliyor ki: “Niye sırnaştın?” Cevap veriyor: “Yeni bir devir doğuyor.”
Yiğit Bulut’a deniliyor ki: “Niye mesleğinin hakkını vermedin?” Cevap veriyor: “Bu kirli düzenin sonu gelmiştir.”
Bu hokkabazlığın nesi üzerinde durulabilir ki?
Yazının tamamı için tıklayınız.
Yorum:
Güçlü olan mı haklı, haklı olan mı güçlü?
İnsanlık tarihi çok değişik yönetim biçimleri geçirmiştir. Bu dönemlerde zaman zaman güçlü olan haklı zaman zaman da haklı olan güçlü olmuştur.
Günümüz kapitalist sistemi gücü paraya dayandırmakta ve güçlü olan haklı olmaktadır. Komünizmde ise güç devlete ve askere dayalıydı ve onda da güçlü olan haklıydı.
Güçlü olanın haklı olduğu düzende yaşıyorsanız ve yönetime talipseniz iki seçeneğiniz vardır. Ya güce isyan edersiniz ve daha büyük bir güç toplayarak mevcut yönetimi yıkarak gücü ele geçirirsiniz ya da güce itaat edersiniz ve zamanla sistem içinde gücü ele geçirirsiniz.
Böyle sistemler içinde yaşıyorsanız ve yönetmek istiyorsanız başka seçeneğiniz yoktur. Yönetilen iseniz ya güce itaat edecek ve bu sistem içinde yaşayacaksınız ya da hicret edeceksiniz.
Tayyip Erdoğan’ın yaptığı ne idi? İkinci seçeneği uyguladı. Güce itaat etti ve sistem içinde zamanla gücü eline geçirdi. Zamanında ağzından köpükler saçarak ona saldıranlar artık nasıl yalakalık yapacaklarını şaşırmış durumdalar.
Böyle düzenlerde yönetme gücü elinde olmayanlar bazı kurumlara şiddetle karşı çıkarlar. Bu kurumun yanlışlığını savunurlar. Ama gün gelir ve o kurumu ele geçirir. Bu sefer o kurumu savunan şiddetle saldırır, önceden saldıran ise hararetle savunur. Günümüzdeki YÖK bunun tipik örneğidir. Anayasa değişikliğinin konusu olan HSYK bunun gelecekteki örneği olacaktır. Bugün şiddetle HSYK’yı savunanlar yarın kontrollerinden çıkan bu kuruma öyle bir şiddetle saldıracaklar ki şaşıracaksınız.
Peki ne yapılmalı? Yapılması gereken gücü ele geçirmeye çabalamak değil, adaletli sistemi getirmektir. Adaletli sistemlerde insanlık tarihi boyunca sadece peygamberler tarafından getirilmiş sistemlerdir. Bu nedenle adaletli sistem Kuran kaynaklı olmalıdır ve günümüzde de bunun tek modellenmiş hali Adil Düzendir.
Bunun dışında bir gayret içinde olan kimsenin başına gelecek olan ise bellidir. Kişi iyi niyetle işe başlar. “Ben gücü ele geçiririm. Nasıl olsa güç elime geçince ben Allah’ın hak düzenini getiririm” der. Ancak sonuç hiçbir zaman böyle olmaz. Gücü eline geçiren artık bütün enerjisini o gücü kaybetmemek için harcar. Çünkü güçlünün haklı olduğu sistemlerde zayıfladığınız anda sizi alaşağı ederler. Bu nedenle sürekli tetikte olmak zorundasınızdır. Rakiplerinizi kollamalı, onların açıklarını bulmalı ve sürekli olarak saldırı ve savunma halinde olmalısınızdır. Yani müthiş bir gerilim ortamında yaşarsınız. Sürekli tedirginsinizdir ve gücünüzü korumak ve düşmanlarınıza karşı dimdik ayakta durmak zorundasınızdır. Diğer taraftan içinize karışan yabancı unsurlar sizden gibi görünüp casusluk yaparlar. Onları üst düzey yönetici konumlarına getirirsiniz ve en ufak bir zayıflıkta size karşı çıkarlar ve saf değiştirirler. Artık asıl hedef unutulmuş ve hedef sadece var olan gücü korumak olmuştur. Sonunda beklenen olur ve ilelebet gücü elinde tutamayacağı kesin olan iktidar yerini kaybeder ve aynı döngü bir başkası için işlemeye başlar. Zaman geçmiş ve başlangıçtaki “güçlü iyi niyetli” artık “güçsüz iyi niyetli” olmuştur. Hak düzenin gelmesi içinde hiçbir şey yapmamıştır. Bunun içinde gerekçesi hazırdır: “Ben gücü tamamen elime geçiremedim. Bilmem yüzde kaç oyla ancak bu kadar yapılabilir vs vs.”
Bugün Ak Partinin başına gelen de budur. Artık elindeki gücü kaybetmemek ve üzerinde hakimiyet kuramadığı noktaları da tamamen ele geçirmek için bütün enerjisini harcamaktadır. “Hak düzen nasıl gelir, Allah hak düzeni nasıl tarif ediyor, nasıl uygulamasını istiyor” şeklindeki soruları cevaplamaya vakit ayıramayacak duruma gelmiştir.
Ne diyeyim, Allah hidayet etsin.