İslâm biterse, Türkiye biter!
Yusuf kaplan
04 mayıs 2015
………………………..
DİYANET'İN KONUMU
Türkiye'nin en saygın kurumu Diyanet oysa. Toplumun bütün kesimlerini -her şeye rağmen- birleştiren, bütünleştiren ve birbirine kenetleyen tek kurum bu!
Diyanet, bu gücünü, elbette ki, 30 küsur etnik unsurun yaşadığı bir ülkede bütün farklılıkları İslâm'ın sunduğu kardeşlik ve selâm yurdu fikrini temsil eden temsil kabiliyetine borçlu.
Diyanet'in “Sünnî İslâm'ı” temsil ettiği gerekçesiyle hedef tahtasına yatırılması, hedef şaşırtmaya dönük siyâsî ve ideolojik bir “saldırı” aslında.
Bir “laik devlet” kurumu olarak Diyanet'in farklı mezhepleri -burada Aleviliği- temsil etmediği eleştirisi, ciddiye alınabilecek ve tartışılabilecek bir eleştiridir.
Burada zaman zaman bu çerçevede yüksek sesle dillendirilen eleştirilerin dayandığı argüman şu: “Diyanet, laik devletin laik bir kurumudur; laikliğin üstünde bir rol oynayamaz.”
DİYANET'İ KİLİSE GİBİ GÖRMEK TEHLİKELİ!
Bu argümanın dayandığı fikir, laikliği, dini de yönlendiren “dinin üstünde seküler bir din” olarak algılayan yaklaşımdır.
Bu yaklaşım, Kilise'si, dolayısıyla ruhban sınıfı olmayan İslâm'ın toplumu bütünleştirici emir ve nehiylerini topluma anlatmakla yükümlü Diyanet'i, İslâm'ın değil de laik bir devlet'in emir ve yasaklarını topluma dikte ettirme görevine sahip bir Kilise derekesine indirmekle sonuçlanır. Ki bu, hem Diyanet'in hem İslâm'ın hem de ülkenin geleceği açısından son derece tehlikelidir.
Tehlikelidir, diyorum; çünkü bu fikrin, tam olarak hayata geçirilmeye kalkışılması, Diyanet'i de, İslâm'ı da bitirir. İslâm biterse, bu ülke de biter! Şunu herkesin iyi bilmesi gerekir: İslâm, hayatın bütününe hitap eder, hayatın her alanına müdahale eder.
Seküler Batı toplumlarında din, hayatın her alanına müdahale etmez: Din de sekülerleştirilmiş, hayatın dışına itilmiştir: Laiklik, dinin yerine yerleşmiş, din hâline gelmiş, din'i kullanmak için Kilise'yi sekülerleştirmiş, seküler bir Kilise icat etmiştir.
Diyanet, Kilise değildir; Diyanet görevlileri de ruhban sınıfı!
Diyanet'i Kilise, Diyanet görevlilerini de ruhban sınıfı gibi düşünmek, Diyanet'in kahir ekseriyeti Müslüman olan bütün farklı etnik kimlikleri İslâm şemsiyesi altında birleştirme görevini elinden almak, etnik kimliklerin kaşındığı, küresel sistemin etnik kimlikleri kışkırtarak ve ulus-devletleri parçalayarak hegemonyasını sürdürebildiği bir zaman diliminde, bütünleştirici İslâmî kimliğin yokedilmesiyle, bu da etnik kimliklerin İslâmî kimliğin önüne geçirilmesiyle sonuçlanır.
BÜTÜNLEŞTİRİCİ ŞEMSİYE
İşte bu, “imparatorluk” bakiyesi 30'dan fazla etnik kimliğin yaşadığı -Hindistan dışındaki- tek ülke olan Türkiye'nin her bakımdan parçalanmasına yol açacak, bu ülkenin tarihten silinmesine neden olacak büyük bir tehlikedir.
Diyanet'in, hem İslâmî açıdan hem de laik devlet açısından söz konusu edilebilecek iki temel sorunu var: Meşrûiyet ve temsiliyet sorunu.
Türkiye'nin yaşadığı uzun ve zorlu geçiş sürecinde bu sorunları tartışmak, bu ülkenin kendi ayağına kurşun sıkması anlamına gelir.
Şu aşamada, Diyanet, -her şeye rağmen- toplumu birleştiren, bütünleştiren, ülkede barış ve kardeşlik ortamı yeşertebilen en güçlü şemsiye kurumdur.
TÜRKİYE PARÇALANIR!
Böyle bir kurumun hedef tahtasına yatırıIarak yıpratılması, hegemonyalarını, etnik kimlikleri kışkırtarak ülkeleri parçalama ve ortaya çıkacak kaos'a dayandırma stratejisiyle idame ettiren küresel güçlerin Türkiye'yi parçalayacak post modern kaotik projelerine davetiye çıkarmak demektir.
Ülkesini seven hiçbir siyasî parti, ideolojik oluşum, böylesine tehlikeli bir saldırıya kalkışamaz ve göz yumamaz.
Kaldı ki, Diyanet, tarihi boyunca çok zor bâdirelerden geçmiş bir kurum: Ahmet Hadi Akseki, iki kez idamla yargılanmış, 1958'de Eyüp Sabri Hayrioğlu, 1969'da Lütfi Doğan Hoca üzerinden oluşturulan baskılarla ihtilallere hazırlık yapılmış, 1979'da CHP Urfa milletvekili Celal Paydaş, Tayyar Altıkulaç Hoca'ya silah çekme cüreti gösterebilmiştir.
Şimdilerde de hâlihazırdaki Diyanet İşleri Başkanı'mız Mehmet Görmez Hoca'ya, hiç kullanmadığı ve iade ettiği bir makam aracı üzerinden çirkin saldırılar yapılarak Diyanet yıpratılmaya çalışılıyor.
Sözün özü: Etnik kimliklerin kaşınarak Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'daki devletlerin paramparça edildiği bir zaman diliminde, Diyanet, toplumun yegâne emniyet sübabı, bütünleştirici şemsiyesi işlevi görüyor.
Diyanet'e yapılan saldırılar, burada zikrettiğim politik baskılardan daha tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Diyanet biterse, İslâm'ın bütünleştirici rolü ortadan kalkar. Bu da, küresel şer güçlerin, Türkiye'yi, parçalama operasyonlarına uygun bir ülke yapar! Vesselâm.
http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/yusufkaplan/isl%C3%A2m-biterse-turkiye-biter-2010548
yorum;
Ahlâkî Dayanışma Kooperatifleri mi Diyanet mi?
Yusuf hocam dört elle Diyanete sarılmış.
Halbuki Diyanet’te cumhuriyetin ilk yıllarındaki
şartlara göre oluşturulmuş bir ara çözümdü.
Muasır medeniyetin üstüne çıkma hedefine uymuyordu.
2000’ li yıllara kadar bizim siyasetçilerimiz bu konunun
çözümünü getiremediler.
Bu belki normal karşılanabilir.
Ama halkın ve Hakk’ın Ak parti hükümetine verdiği
Anayayı değiştirebilecek kuvvetteki
desteğinden sonra dini-ahlaki alanın gereken
kurumlarının oluşturulamamasının hiçbir
geçerli mazereti söz konusu değildir.
Çünkü ak parti topluluğunu bütün
kesimler,askerler dahil son bir umut
olarak görmüşlerdi.
Şu an için halen Adil Düzen çözümünün dışında bir çözüm yoktur.
O da Akevler ekibindedir.
Nasıl olacak derseniz buna ancak bir alıntı ile
Cavap verebilirim kısaca;
“İstanbul’da işe başlamalıyız. Sözleşme yapıp dinî dayanışma ortaklıklarını kurmalıyız.
Dinî dayanışma ortaklıları ne yapacaktır? Mesela, ahlâkî dayanışma kooperatifini kurabiliriz. Bu kooperatif ne yapacak, görevi ne olacaktır?
- Ortaklarına ve çocuklarına ahlâkî eğitim verecektir. Onlara dinî kitapları öğretecek, dinlerinin emirlerinin neler olduğunu anlatacaktır.
- Bunları imtihan ederek bilgilerinin derecesine göre sertifika verecektir. Bu insan İslâmiyet’i ve kendi mezhebini başlangıç, temel, ilk, orta, yüksek ve üstün derecede biliyor diyecek.
- Ortaklarını ahlâki bakımdan tezkiye edecektir. Bekçilik yapabilir diyecek, şirkette müdür olabilir diyecek. İhmalden dolayı bir zarar iras ederse biz ödemeye hazırız diyecekler. Böylece bu dayanışma ortaklığından tezkiye edilenler ihmalden dolayı bir zarara uğratılırlarsa, o dayanışma ortaklığının ortakları aralarında bölüşerek zararı öderler. Dayanışmanın esas görevi budur.
- Ortaklıkları arasında sosyal dayanışma gerçekleştireceklerdir. Açsa doyurulacak, işsizse iş bulunacak, hasta ise tedavi edilecek, haksızlığa uğruyorsa savunulacak. Başörtüsü mağduriyetini bu dayanışma ortaklığı çözecektir.
Bunlar beş bin nüfuslu yerlerde on kadar bulunur. Sonra elli bin nüfuslu yerlerde yine yüksek seviyede elli milyon nüfuslu yerde on tane bulunur. Bular yaklaşık rakamlardır. Bu bin kadar olan dinî dayanışma sorumluları Mekke’de toplanırlar, oraya bir delege gönderirler. Orada bir merkezî site kurarlar. Kâbe’nin mücaviri olurlar. Bunlar da on tarikat veya dinî mezhep olarak ortaya çıkarlar. Bunların başkanları İslâm yüksek şûrasını oluşturur ve aralarından birini kendilerine başkan yaparlar. İşte bu halife, o bucak da Vatikan olur. Böyle bir teşkilatı kurmak demokratik ülkelerde sorun teşkil etmez, Türkiye’de de etmez. Bizzat Suudi Arabistan’da teşkil eder. Mekke’ye gidemeyebiliriz. Geçici olarak başka bir ülkede, mesela Tahran’da böyle bir merkez oluşur, orası yani Arabistan da demokratik bir ülke hâline gelince sonra oraya gideriz.”
(http://www.akevler.org/#Seminerler/1/1/2005/229/0)
Sözümüzün özü budur vesselam….
Allahım Adil Düzen çalışanlarını ve çalışmalarını bereketlendir…