Bir fotoğrafı tartıştık geçen hafta...
Şakağına silah dayanmış bir savcının son fotoğrafını...
Bunun yayımlanmasının etik olup olmadığını...
Aslında sağlıklı bir mesleki tartışma doğabilirdi bu sorudan... Eğer ki Başbakan “ahlaksızlık” suçlamasıyla devreye girip fotoğrafı yayımlayan gazetelere cenaze törenini yasaklamasaydı.
Onun müdahalesi, medya etiğini ilgilendiren bir tartışmayı, basın özgürlüğü zeminine çekti.
Ve Cumhuriyet de tepkisini, dik duran başyazılarla, Başbakan’ı dava ederek gösterdi.
Kararı gazeteciler verir
Okurlarımız bilir; Cumhuriyet, insan yaşamını, aile hassasiyetlerini, özel hayatı ilgilendiren konularda hassastır.
Öldürülmüş bir çocuğun ailesini meydanlarda yuhalatanların ağzına bile almaması gereken “vicdan” kelimesi, bu gazetenin temel meselesidir.
Cumhuriyet’in Yazıişleri’nde tartışıp kullanmama kararı aldığı fotoğraf ve haberler, bunun kanıtıdır.
Neyin haber olup olmadığının kararı ise kusur örtmeye çalışan hükümetlerden veya o hükümetlerin gözüne girmeye çalışan basın görevlilerinden önce, gerçek gazetecilerindir.
Asıl ahlaksızlık
Master tezimi ODTÜ’de “terör haberlerinin medyada veriliş biçimi ve iktidar sansürü” üzerine yazdım. Bu konuda ulusal ve uluslararası literatürü taramışlığım var.
Tezimin sonunda ulaştığım sonuç şuydu:
“Genelde iktidarlar, kendi kusurlarını örtbas etmek için sansür silahını kullanırlar. Terör meselesinde de sansürün temel amacı, onun propaganda faaliyetine engel olmaktan ziyade hükümetin beceriksizliğini örtbas etmektir.”
Bu tez, son olayda birebir kanıtlandı.
Adliye baskını, saldırganların binaya girişinden, operasyonun yapılışına kadar büyük skandaldı. Ve hükümet, bu skandalı örtbas etmek için yine sansür silahını ve “ahlaksızlık” ithamını kullandı.
Olayın bütün vahametini ortaya koyan, internette anında yayılan ve dünya medyasında da yer bulan bir fotoğrafı, Hükümet’in zaafını ortaya koyuyor diye gizleyemezdik.
Bu tavır “ahlaksızlık” ise, baskın gecesi, Türkiye karanlıktayken Cumhurbaşkanı’nın oğlunun vakfına üniversite kurma izninin, Meclis’ten yangından mal kaçırır gibi çıkarılmasına ne ad takacağız?
Bu uyanıklığa manşetinden dikkat çeken de yine Cumhuriyet oldu geçen hafta...
‘Terörist’ mi?
“Terörist” tanımına gelince...
Bize bu tanımı neden kullanmadığımızı soranlar, Hükümet PKK ile müzakereye başladığından bu yana “bebek katili” vs. benzeri sıfatlardan neden vazgeçtiklerinin hesabını vermeli önce...
İlkemiz, haberi her türlü sıfattan kurtarmak, olabildiğince nesnel sunmaktır.
“Terörist” tanımı, zaman içinde isim olmaktan çıkıp -tıpkı “ahlaksız”, “şerefsiz” vs gibi- bir sıfata dönüşmüştür. “Devlet terörü” kavramı literatüre girdiğinden beri de, resmi görevliler için de kullanılması gereken bir ifade olmuştur.
Bu tartışmanın dışında kalmak için biz, “saldırgan” tabirini seçtik. Beğenmeyen kendi sıfatını kullanmakta serbesttir.
Önemli olan şu:
Medyanın haber alma/verme hakkına ve basın özgürlüğüne yönelik bu saldırıda, alttan almadık. Dik durduk. Soruşturma açanların karşısına “Asıl biz davacıyız” diye dikilerek hesap sorduk.
Meslek örgütlerimizin desteğini arkamızda bulduk.
Cumhuriyet, bu tavırla fark yaratmanın gururunu taşıyor.
İşine Gelirse
''Kahrolası İnsan..! Ne nankördür o..!''
Allah neden böyle bir ayet vahyetsin ki? Tabi ki kendi yarattığı insanı iyi tanıdığı için..! Kendisine hayır dokunduğunda keyfi yerindedir, şer dokunduğunda isyanı var kadere..! Mesele gazeteler, fotoğraf, basın özgürlüğü veya hükümet ve sansür de değil aslında. Bütün mesele, beceremediğimiz onur ve adalet olgularıdır. İşimize gelince ''Allah ne derse odur''. İşimize gelince ''dini karıştırma''.
Türkiye'de yaşananların adını koymak veya izahatını yapmak imkansız. Her yerde bir derinlik, her yerde bir gizlilik. Herkesin kendi yaptığı doğru. Herkesin karşıtı fiyasko. Herkes elinde bulundurduğu insiyatifi gücünü korumak için harcıyor. Herkes herkesten daha iyi. Herkes her zaman mükemmel. Herkes bazen kötü.
Başkalarına olan kinimiz bizi adeletsizliğe sürüklemediği zaman, salih amel işlediğimiz zaman, Allah'a ve ahiret gününe iman ettiğimiz zaman, zulmetmediğimiz zaman, küfretmediğimiz zaman, müslüman olduğumuz zaman, mü'min olduğumuz zaman...
Biz eksik yaratılmadık. Biz eksik yanımızı farketmiyoruz...