“Deniz Mektupları” dizisi yayımlandıktan sonra CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet’e bir mesaj yollamıştı:
“Aşk olsun sana çocuk” diyerek, Deniz Gezmiş’i, Can Yücel’in dizeleriyle selamlamıştı.
Dün teşekkür için ziyaret ettim.
Sohbet ederken 70’li yıllara gitti.
Deniz yakalandığında Maliye Bakanlığı’nda hesap uzmanıymış. Elinden düşürmediği, “Vergi Hukuku” kitabının iç kapağında, Deniz’in Gemerek’te yakalandığı günün ertesi Günaydın gazetesinde yayımlanan fotoğrafı yapışıkmış.
“O fotoğrafı gizli gizli taşırdık. Yazları da Ayvalık’a Maliye kampına gittiğimizde ‘Aldırma Gönül’ çaldırırdık” diye anlattı.
İdam gecesi sabaha kadar uyumadıklarını hatırlıyor.
Bugün Deniz isminin yine dipdiri olmasını da o adaletsizliğin hâlâ vicdanları kanatmasına ve gençlerdeki isyan duygusuna bağlıyor.
***
Tabii Deniz’den sonra da Dersim’i konuştuk.
Tunceli, Kılıçdaroğlu’nun dede, baba toprağı… Çocukluğunun geçtiği yer... Orada küçücük bir köyde doğdu. Muhtemelen 1930’ların acı anılarını dinleyerek büyüdü. Orada ne yaşandığını, bugün tartışanlardan çok daha iyi bildiğini tahmin ediyorum ama bu tartışmalara uzak durdu.
“Dersimli olmaktan gurur duyduğunu” söyledi hep…
Bir de Ballıca’dan bir köylü çocuğunun devlette önemli görevler üstlenip CHP’ye Genel Başkan olabilmesini, Cumhuriyet’e borçlu olduğunu…
***
Ama bugün bu söylem yetmiyor.
Kamuoyunda ve partisi içinde “Dersim katliamı” konuşuluyor. Devletin özür dilemesi talebi dillendiriliyor. CHP’nin bir genel başkan yardımcısı parti adına özür diliyor; bir diğeri, bu tavrı yanlış buluyor. Tartışma büyüyor.
Asıl konuşması gereken, üstelik Dersimli Genel Başkan susuyor.
Neden?
“Çünkü bu bir tuzak” diyor Kılıçdaroğlu:
“Erdoğan’ın kaçak sarayının ve yolsuzluğunun üzerine gidildiği bir dönemde, Dersim tartışması açmak gündem değiştirmeye hizmet ediyor.”
O yüzden grup toplantısında bu konuya girmemiş. Daha önce parti içinde farklı sesler çıkmaması konusunda kürsüye yumruğunu vurarak yaptığı uyarı burada da geçerli…
Yani?
Taraflara, “Kamuoyu önünde aranızda tartışmayın. Her uzatılan mikrofona konuşmayın” uyarısı gitmiş olmalı.
***
Peki, Kılıçdaroğlu’nun bu konudaki yaklaşımı ne?
İktidarın Dersim konusunda samimi olmadığı kanısında…
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün, “Tunceli’nin adının Dersim olarak değiştirilmesi”ne ilişkin teklifinin bir yıldır Meclis’te bekletildiğini hatırlatıyor.
Bir özür söz konusu olacaksa, partinin değil, devletin özür dilemesi gerektiğine inanıyor.
Türkiye’nin 1950’lerde Cezayir’in bağımsızlık mücadelesine karşı politika izlediğini, 80’lerde Özal’ın bu tutum için özür dilediğini hatırlatıyor.
Burada da özür dilenmesinde bir sakınca görmüyor.
Ancak bu tartışmanın, Erdoğan’ın yolsuzluk dosyasının örtülmesine hizmet etmemesi gerektiğini düşünüyor.
“Bu tuzağa düşmemek lazım” diyor.
İbret
‘’Devlet özür dileyebilir’’ diyor Sn. Kılıçdaroğlu. Büyük fetva makamından(!) 40.000 cana mal olmuş bir harekatın tazminatı buymuş meğer. Baskı ve asimilasyon politikalarının işe yaramadığını idrak etti mi bilmiyorum. Ama bu işin çaresi; devlete özür diletmek ve diyetler ödetmenin dışında gereken derslerin alınmasıdır. Bu da beşeri hiçbir kanunun çözebileceği bir şey değildir. Aslolan, Yaratan ve var eden Allah’ın kanunlarının işlenmesidir. Sn. Kılıçdaroğlu gündemi değiştirmemek adına Dersim’den söz etmeye dursun, biz Dersim Katliamının ‘’wikipedia’’da nasıl anlatıldığına kısaca bir göz atalım ve bu olayın trajik hikayesini içimiz burkula burkula tahayyül edelim…
Dersim Olayları veya Dersim Katliamı; Tunceli ili'nde 1937-38 yıllarında merkezi hükumetle Dersim aşiretleri arasındaki anlaşmazlıklar sonucu yaşanan olaylara verilen isimdir. Dersim'de mutlak devlet hakimiyetini sağlamak için Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından harekât düzenlendi. Harekât neticesinde bölgede yaşayan 13.000'den fazla sivil ile 110 asker öldü ve 12.000'e yakın insan zorunlu göçe tabi tutuldu.
İhsan Sabri Çağlayangil'e göre, 1937 yılında Atatürk Singeç Köprüsü'nün açılışını yapmak üzere Dersim'e gelecekti. Bu köprünün bir ucunda güvenliği sağlamak amacıyla bir askeri karakol bulunuyordu. İsmail Hakkı adlı bir teğmen'in komutasındaki karakola isyancılar tarafından saldırı düzenlendi. Karakol yakıldı ve 33 askerin tümü öldürüldü.[25]
27 Mart 1937 tarihinde Tunceli-Erzincan yolundaki bir köprü Haydaran ve Demanan aşiretleri tarafından yakılır. Diğer Türk Birlikleri ile bağlantı kurulmasın diye Dersimli gruplar tarafından bölgenin telefon hatları kesilir. Jandarma birliklerine pusu kurulur. Pax bucağı karakoluna baskın düzenlenir. Seyit Rıza bizzat Sin Karakolu'nun da basılması için asi milislere emir verir. Bölgedeki 9. Seyyar Jandarma Taburu'na da baskın düzenlenir. Kendi vatandaşlarından kurulu düzensiz gerilla kuvvetlerine karşı savaşmak üzere eğitilmemiş ve bu yönde bir hazırlığı olmayan askeri kuvvetler kendilerini korumakta zaafiyet içine düşerler. Birçok askeri birlik basılarak askerler öldürülür ve yaralanır. Asiler Mazgirt Köprüsü'nü tahrip ederler.
Hava kuvvetleri; Muhsin Batur, Dersim üzerinde yaklaşık iki ay görev yaptı. Fakat hatıralarında okurlarından özür dileyerek hayatının o bölümünü yazmayacağını açıkladı. Nuri Dersimi, Türk hava birimlerin zehirli gaz bombasını attığını aktardı. Sabiha Gökçen ise, olaylarla ilgili olarak 1956 yılında Halit Kıvanç'a verdiği bir röportajda; "Canlı ne görürseniz ateş edin! emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk" demiştir.
Harekâtın sonuçları; Hukukçu yazar Hüseyin Aygün. Dersim Harekâtı ve sonuçları hakkında bugüne kadar yapılmış en kapsamlı bir araştırma olarak nitelendirilen Dersim 1938 ve Zorunlu İskân adlı kitabında, isyanın açıkça kışkırtılarak çıkarıldığını, Cumhuriyet dönemi ayaklanmaları içerisinde sivillere yönelik eziyetin ve kıyımın en şiddetlisine uğradığını, ardından da isyancılarla beraber aileleri ve hatta isyana iştirak etmeyenlerin eziyete ve kıyıma maruz kaldığını, binlerce sivil vatandaşın öldürülmüş ve kalan on binlercesinin de sürgün edilmiş olduğunu belirtmiştir.
Bölgeden Ankara'ya gönderilen raporlarda kadın ve çocuklar dahil olmak üzere insanların zehirli gaz ve yangın bombaları kullanılarak imha edildiği yazılmaktadır. 30 Mart 1937'de, Tunceli Valisi Abdullah Alpdoğan'ın Başbakanlığa yazdığı yazının 2. maddesinde şu yazı geçmektedir: "Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Milli Müdafaa'dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim. Askerî harekât, her ne kadar bazı aşiretleri sürgün etse de, harekât 1938 yılının sonuna doğru sona ermiştir. Harekât sonucunda 13.160 ile 40.000 arasında sivil ölürken, 2248 hane, 11.818 kişi başka yerlere sürgün edilmiştir.