….
Ama yine de hakkını yemeyelim; kendi evlatlarına bunca zulmetse de, yine de dar gününde konu komşuya kucak açan bir sığınak oldu Türkiye...
Onca yoksulluktan bir muasır medeniyet çıkarabilmek için didindik senelerce; sırf seni kovalayan yobazlık, buralara da hükmetmesin diye... Cehalet ezilsin, fukaralık yenilsin, çocuklar üstüne düzgün elbise giyebilsin, okula karnı tok gidebilsin, o sınırları çizenlerin memleketindeki yaşıtları gibi oynayıp gülebilsin, okuyup iş bulabilsin diye...
Şimdi kıymetini daha iyi anladığımız o medeniyet savaşı sayesinde işte; her dara düşenin, yüzünü, yönünü çevirdiği, yatağını yorganını sırtlayıp geldiği bir diyar oldu bu ülke...
Bir göçmen toprağı, bir muhacirler yatağı oldu.
***
Sanma ki sınırı geçince kurtuldun harpten, kederden, zulümden...
Burada âlâsını bulacaksın.
Bak, tüfekliler var hemen ardında; artık onlarla birlikte yaşayacaksın.
Başını sokacak bir diyar da, başına kakacak bir hıyar da olacak bu ülkede... “Onlar yüzünden işsiz kaldık” diyenlerce saldırıya uğrayacaksın. Belki renginden, belki dilinden, belki mezhebinden ötürü dışlanacaksın. Trafik lambalarında bir kuru ekmek için avuç açacaksın. Belki günü geldiğinde yeniden döşeğini sırtlayıp evine dönmeye can atacaksın.
***
Ama mademki geldin çocuk; başımızın üstünde yerin...
Bil ki acını acısı bilenler de var buralarda...
Seninle ekmeğini paylaşacak, birlikte ağlaşacaklar var.
Seni kovalayan zihniyeti, bu topraklarda yaşatmamak için çırpınanlar var.
Siz o karanlığa esir düşmeyin diye, baskıya, zulme boyun eğmeyin diye, aydınlık bir dünyada özgürce büyüyün diye, hiç ağlamayın hep gülün diye savaşanlar var.
Sen de gel çocuk!
Asırlardır gözyaşına doymadı bu topraklar...
Biraz da sen sulasan ne çıkar.
Hoş Geldin Çocuk!
Ülkende nedenini bilmediğin bir savaş var Çocuk! Bilsen de senin için değersiz şeyler zaten. Kendini güvende hissedeceğin bir anne-baba olsa yetermiş aslında. Sıcak yatağından etmişler, üstelik geleceğin umutsuzluk perdelerine bürünmüş. Ölmeden ulaşabilmişsin ya mülteci kamplarına, ona da şükür. Sıcacık yataklarında soğuk almasınlar diye, anne-babalarının üstlerini, başlarını okşayarak örttüğü çocuklardan ne farkın vardı ki senin?
Yazarımız sığınmış olduğun ülkedeki karamsarlığa da dem vurmuş. Sen savaşın en çetin yerinde kurtulmuşsun. Kurtulmuşsun da ‘’barış (İslam)’’ı hiç hazzetmeyenlerin de yaşadığı karamsar bir ülkeye gelmişsin. Ulaştığın her mevki seni umuda yaklaştıracakken, attığın her adımda bir fitne tohumunu ezmek isterken göreceksin kendini. Her barış nidasının ardında bir sermayenin fitne fısıltılarını duyacaksın. ‘’Dünya çok büyük, hepimize yeter’’ diye haykıracakken, petrol karası simalarla karşılaşacaksın. O zaman ırkın ve mezhebin girecek devreye. Önce aşağılayacaklar, olmazsa yüceltecekler. Ama nişan aldıkları yer hep aynı olacak.
Koyu gri bir hayatın içinde bulacaksın kendini. İnsanlar pervasızca kırıp dökecek. Mutluluğa ve huzura direne direne. İçindeki cam kırıklarını küçücük parmaklarınla saymaya başlayacaksın. O zaman da parmak uçlarındaki kırmızıya denk gelecek umutla bakan ışıl ışıl gözlerin. ‘’İyiler nerede’’ diye soracaksın kendi kendine. Bitap düşmüş bir atalete bürünmüş olduklarını farkedeceksin.
Gayr-ı ihtiyari dikeceksin gözlerini semaya. Yaratıcı’ya bir ‘’imdat’’ çığlığı fırlayacak yüreğinden. Görmedin O’nu. Ama feryadını O’ndan başkasının duymayacağından da emin olacaksın. Belki de sana ilahi bir güç vermesini hayal edeceksin. Her karış toprağa bir gül dikeceksin kan bulaşmış küçücük parmaklarınla.
Hoş geldin Çocuk! Mahzun olma! Güvendiğin ve emin olduğun Yaratıcı, ‘’zalimleri, gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor. (İbrahim – 42)’’