Kürt sorunu: Kendimizi inkârın yol açtığı intihar
YUSUF KAPLAN
10/ EKİM /2014
Bir 'sorun'u tanımlamadan, o sorunun zuhûr etmesine yol açan nedenleri, süreçleri, güzergâhları belirlemeden, o sorunu hâl yoluna koyabilmek mümkün mü?
5 T FORMÜLÜ
Oysa Kürt sorununda tam da böyle hareket ediyoruz: O yüzden, hem -sonuç itibariyle- bir arpa boyu yol alamıyoruz, hem de sorunu bütün boyutlarıyla tarif edemediğimiz için, sorunun çözümü konusunda attığımız her adımın bir süre sonra geri teptiğini ve meseleyi daha da içinden çıkılmaz hâle getirdiğini görüyoruz, büyük bir şaşkınlıkla.
Önce, sürgit kangrene dönüşen, kontrolden çıkma emareleri gösteren bu hayatî meselenin görünür görünmez bütün boyutlarıyla Tasvir, Teşhis, Tarif ve Tahlil edilmesi; sonra da, sorunun nasıl çözülebileceğine ilişkin Tekliflerin yapılması gerekiyor.
Birkaç yazıda ben bu 5 T sürecini izleyerek meseleye derinlemesine bakmak istiyorum.
KÜRT SORUNU, TÜRK/İYE SORUNUNDAN BAĞIMSIZ MI?
Kürt sorunu, Türk/iye sorunu'ndan bağımsız değil: Türkiye, ne olduğuna, ne olacağına, nereye doğru yürüdüğüne veya yürümesi gerektiğine sarahatle karar verebilmiş değil henüz.
Osmanlı'nın son döneminde başlayan, Cumhuriyet'le kesin bir dönemece giren modernleşme / sekülerleşme / Batılılaşma süreci, Türkiye'nin, tarih yapmasını, tarihin akışını yönlendiren bir dünya aktörü katına yükselmesini mümkün kılan köklü medeniyet iddialarını bizzat kendi elleriyle yok etmesiyle sonuçlandı.
Bir ontolojik kırılma ve epistemolojik kopuş / savruluş yaşamaya başladık: Böylelikle, tarih yapan bir aktörden, tarihte tatil yapan bir figürana dönüşüverdik.
………………………
Oysa bir dünya aktörünün öyle ilk yediği 'dayak'tan sonra dünya tarihinden çekilmesi mümkün mü/ydü?
Batılılar, bugüne kadar, bunun aslâ mümkün olmadığına inandıklarını gösteren bir fobiyle veya dikkatle yaklaştılar bize.
Ve bizim 'büyümemizi'; ufkumuzu, hayallerimizi, rüyalarımızı büyütmemizi; yani medeniyet iddialarımıza yeniden sahip çıkmamızı önleyecek ve bizi 'bağlayacak' şekilde ilişkiler kurdular bizimle.
Benzer tecrübeleri Almanlar da, Fransızlar da, İngilizler de yaşadılar fakat bunların hiç biri, bizim gibi, tarihî iddialarından ve rollerinden vazgeçmedi.
BİR TOPLUM, MEDENİYET İDDİALARINI TERKEDERSE...
Bir medeniyetin çocukları, yok olmanın eşiğine gelmiş olabilirler. Ama ölüm-kalım savaşının eşiğine sürüklendiniz diye, sizi yok etmeye gelenlerin yapacaklarını (sekülerleşme / batılılaşma projesini) kendi ellerinizle hayata geçirmeye soyunarak teslim bayrağı çekmeniz, o büyük medeniyet iddialarınızı terk etmeniz olacak iş midir?
Böylelikle, medeniyet ufkunu yitirip de, bütün farklı dinlere, etnisitelere, dillere, kültürlere hayat hakkı tanıyan insanlığın yegâne medeniyet tecrübesinin geliştirildiği bu Osmanlı medeniyet toprağında bu medeniyetin çocuklarını ulus / etnisite eksenli bir ufuk daralmasına mahkûm ettiğimiz andan itibaren uyguladığımız bütün sekülerleştirici / bölücü projelerle bu toprakların insanlarını, bin yıldır birbirine kenetleyen, ayakta tutan derin yapıları birer birer yıktık ve bugün yaşadığımız Kürt meselesi de dâhil, bütün ufuk ve zihin daralması sorunlarının tohumlarını kendi ellerimizle ektik.
İNKÂR, İNTİHAR'LA SONUÇLANACAKTI...
Sonuçta, bu büyük inkâr'la kendimizi kendi ellerimizle intiharın eşiğine sürüklediğimizi göremeyecek kadar algılama, kavrama ve görme yetilerimizi yitirdik.
Kürt sorununun işte bu medeniyet iddiasının terk edilmesinin kaçınılmaz sonucu olduğunu, çözümünün de 'imparatorluk' bakiyesi bir toplumda tutması aslâ mümkün olmayacak, zamanla büyük kültürel çatlamalara, sosyal çatırdamalara, siyasî çatışmalara yol açacak, bize, bu topraklara yabancı, medeniyet iddiamıza taban tabana ters, sekülerleştirici / bölücü ulus / 'etnisite' ilkelliğine, paganizmine dayanmayan, aksine, bütün farklılıklara hayat hakkı tanıyan medeniyet fikrinin yeniden hayata ve harekete geçirilmesinden geçtiğini göremeyecek kadar metamorfoz yedik.
Yani bizi ayağa kaldıracak, bölgemizde ve dünyada yeniden tarih yapmamızı mümkün kılacak, adalet, ahlâk, hakkaniyet ve barış ilkeleri üzerinden yükselen Osmanlı medeniyet misyonunu yok ederek, kendimizi inkâr etmiş, kendi ellerimizle kendi ayağımıza kurşun sıkmış, kendi bindiğimiz dalı kesmiş, böylelikle kendimizi intiharın eşiğine sürüklemiş olduk.
İşte Kürt sorunu bizim kendimizi inkârın sürüklediği bizzat kendi ellerimizle gerçekleştirdiğimiz bir intihardır.
Kürt sorunu, Türkiye'nin ontolojik sorununun bir parçasıdır: O yüzden siyasî, ekonomik ve etnik yollarla ne anlaşılabilir, ne de çözülebilir.
Not:Üç yıl önce bu sütunda yayımlanan bu yazımı, bundan sonra konuyla ilgili derinlemesine yazmayı planladığım yazılara kalkış noktası teşkil etmesi açısından yeniden yayımlıyorum.
http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/kurt-sorunu-kendimizi-ink%C3%A2rin-yol-actigi-intihar/56320
YORUM,
Kürt sorunu dedin mi bittin!
Kürt sorunu yoktur düzen sorunu vardır.
Tayyip Erdoğan ilk defa 10 ağustos 2005 te kürt sorunu vardır demiş.
(http://www.zaman.com.tr/gundem_10-yilda-iki-farkli-erdogan_2236164.html)
10 yıla yakındır da çözmeye çalışıyor.
Olmayan sorunu nasıl çözeceksiniz?
Halbuki 1993 lerde durumu akademisyenleriyle birlikte
incelemiş ve kararını vermiş.
Ama sonuca baktığımızda bugün iş içinden çıkılmaz
hale gelmiş durumda.
Devamlı tekrar ettiğim bir anım vardır.
1989 larda İrfan Celeplerin evine mili gazete yazarı
Abdurrahman Dilipak geldiğinde az kişi olduğumuzdan
Dilipaka ADİL DÜZENİ sormuştum.
Dilipak;merhum Erbakan hoca merhum Bahri Zengine bir islami düzen
oluştur demiş,Bahri beyde oluşturamayınca Erbakan hoca
Akevlerin PEYGAMBERLER SİSTEMİNİ alıp ADİL DÜZEN diye
takdim etmiş,demişti.
Aradan 25 yıl geçti bizim İslamcı akademisyenler konu çok önemsiz!
olduğu için yeni bir islami devlet düzeni oluşturamadılar.
Ama allaha şükürler olsun ki Akevlerin 47 yıldır çalışıp
Geliştirdiği ADİL DÜZEN dünyaya tek alternatif düzen olmaya
devam ediyor.
Herhalde yüzyılda geçse kendisine alternatif bir düzen
oluşturulamayacak gibi gözüküyor.
Partinin de hükümetinde böyle bir düzen oluşturamayacakları
bilfiil belli oldu.
Allaha duamız bu düzeni uygulayacak bir “SAHİP TOPLULUĞU”
göndermesi…