Tünelden çıkış için yol haritası-1
1002 Okunma, 1 Yorum
Yusuf Kaplan - Yeni Şafak
Ali Bülent Dilek

Tünelden çıkış için yol haritası-1

Yusuf kaplan

06 nisan 2014

Tarihi yapan, irfan'dır. İrfan'dan nasiplenememiş, hikmetten süt emememiş ruhsuz insan değil.

Tarihe ruh katan ve hayata anlam kazandıran, irfan ve hikmet sahibi insandır çünkü.

İrfansız tarih, insansız; hikmetsiz tarihse, ruhsuz ve anlamsız, değersiz ve kıymetsizdir çünkü.

İrfan, gürül gürül akan, insanı yıkayan, arındıran ve önünü açan muazzez bir ırmaktır; hikmetse, bu muazzez ırmağın leziz kaynağı...

ASIL YOLCULUK YENİ BAŞLIYOR...

Bu ülkenin insanı, ne denli derûnî hikmet ve irfan sahibi olduğunu bu seçimlerde bir kez daha gösterdi.

Türkiye'yi kurda-kuşa yem etmedi.

Ülkenin önünü açan insanları kendi hâline terketmedi.

'Yürü!' dedi, 'Önüne-arkana, sağına-soluna dikkatli bakarak, yürü!' dedi ve ülkeyi içine sürüklendiği büyük felâketin ilk eşiğinden çekip çıkarmasını bildi.

Böylelikle, ilk kritik eşik aşıldı. Tünel'den çıkışın ilk güzergâhına ulaşıldı. Sırada diğer eşikler kaldı...

Asıl hikâye, şimdi başlıyor...

…………………..

Türkiye'ye yönelik iç ve dış saldırılar, bundan sonraki süreçte daha da şiddetlenecek ve sinsi şekiller kazanarak daha da artacak.

Zira Türkiye, yüzyıldır başkalarının yaptığı tarihin önünde sürüklenmesine yol açan tarihte tatil yapma zilletine son vereceğini ve tarih yapan kurucu bir aktör olmaya soyunacağını bütün dünya âleme gösterdi.

Bu, bir kuruluş yolculuğu: Onar yıllık iki dönemden oluşan Yeni Türkiye'nin kuruluş hikâyesi...

BİRİNCİ ON YILLIK DÖNEM: DALGA-KIRMA SÜRECİ

Birinci on yıllık dönemi, içeriden ve dışarıdan gerçekleştirilen kuşatma girişimlerini yarma harekâtı dönemi olarak görüyorum.

İkinci on yıllık dönemi ise, yeni bir dünyanın kurulmasında belirleyici bir rol oynayacak Yeni Türkiye'nin kurulması süreci olarak düşünüyorum.

Birinci on yıllık dönemde, Türkiye, iç ve dış saldırıları püskürtebilecek ekonomik, teknolojik ve stratejik korunaklı bir duvar ördü.

İlk on yıllık dönem, küresel saldırıların püskürtüldüğü dalga-kırma dönemiydi.

İKİNCİ ON YILLIK DÖNEM: DALGA-KURMA SÜRECİ

İkinci on yıllık dönem ise, tarihte tatil yapan bir figüran rolünü aşarak yeniden tarih yapacak tarihî bir yürüyüşe soyunan dalga-kurma dönemi olmalıdır.

Dalga-kurma sürecinde, Türkiye, bu ülkenin önünü tıkayan temel varoluşsal ve yapısal sorunlarını kalıcı olarak çözebilecek muhkem bir yol haritası hazırlamalıdır.

Burada ikinci on yıllık dönemde, izlenmesi gereken yol haritasını, 10 ana başlık hâlinde şöyle özetlemek istiyorum:

1-DERHAL YOLSUZLUKLARIN ÜZERİNE GİDİLMELİ!

AK Parti iktidarı, hiç vakit kaybetmeden derhal yolsuzlukların üzerine gitmeli, yolsuzluğa ve hırsızlığa bulaşan, kul hakkına tecavüz eden, tüyü bitmemiş yetimin hakkını tepe tepe yiyen kişileri gözlerinin yaşına bakmadan temizlemeli.

Bu arada, Başbakan'ı kuşatan, yanıltan, yanlış yönlendiren, önünü tıkayan kifâyetsiz muhterisler, 'yalakalar' da temizlenmeli, 'yalaka' medyacılara aslâ itibar edilmemeli!

2-'ŞEBEKE' VAKİT KAYBEDİLMEDEN ÇÖKERTİLMELİ!

Türkiye'yi büyük bir kaosun eşiğine sürükleyen, masum halkların umudu olan Türkiye'nin yürüyüşünü durdurmaya yeltenen 'şebeke' derhal çökertilmeli.

Bu süreçte, masum ve suçsuz insanların rencide edilmemesine azamî dikkat sarfedilmeli.

3-ERDOĞAN, CUMHURBAŞKANLIĞINI DA, BAŞKANLIK SİSTEMİNİ DE UNUTMALI!

Başbakan Erdoğan, bu dönemde Cumhurbaşkanlığı'na çıkma fikrini unutmalı, dalga-kuracak Yeni Türkiye'nin kurulabilmesi için köklü devrimler yapacak gerekli hazırlıklara soyunmalı.

Bu arada başkanlık sisteminin henüz Türkiye'ye uygun olmadığını bilmeli ve başkanlık sisteminin yarın beklenmedik bir iktidar değişiminde bugüne kadar elde ettiğimiz kazanımların yok edilmesinden başka bir işe yaramayacağını zihninin bir köşesine kazımalı.

4-SÖMÜRGECİ EĞİTİM SİSTEMİNE SON VERİLMELİ!

Türkiye'nin en önemli, en köklü sorunlarının başında mankurtlaştırıcı, sömürgeci eğitim sistemi geliyor.

Mevcut eğitim sistemi, İslâm'la ilişkisi sıfırlanmış kuşaklar yetiştiriyor sadece!

Çocuklarımızı kaybediyoruz, beyler! Geleceğimiz demek olan körpe zihinleri mankurtlaştırarak öldürüyoruz!

Burası, sömürge ülkesi mi ki, çocuklarımızı göz göre göre kaybediyoruz ve sonra da hiç bir şey olmamış gibi hareket ediyoruz?

Bu sömürgeci, mankurtlaştırıcı, sığlaştırıcı eğitim sistemi, böyle devam edecek olursa, Türkiye, kültürel intiharın eşiğine sürüklenmekten kurtulamaz.

Türkiye'deki sömürgeci eğitim sistemi, kısa, orta ve uzun vadeli hazırlıklarla silbaştan gözden geçirilmeli ve Hz. Mevlânâ'nın pergel metaforu ekseninde yeniden yapılandırılmalı.

Pergelin sabit ayağı, bizim derinlikli ve zengin medeniyet dinamiklerimize basan, pergelin hareketli ayağı, bütün diğer kültürlere, medeniyetlere ve düşünce birikimlerine açılan yeni Gazalî'ler, İbn Sina'lar, İbn Arabi'ler, Yunus'lar, Mevlânâ'lar, Itrî'ler, Fuzûlî'ler, Sinan'lar... yetiştirecek şekilde yeniden kurulmalıdır.

Unutmayalım: Eğitim sistemimiz, hem İslâm'ı, İslâm düşüncesini ve medeniyet tecrübesini iyi özümseyen hem de bütün dünyalara açılabilecek özgüveni yüksek parlak kuşaklar yetiştirebildiği zaman Türkiye dalga-kurabilecek tarihî bir yürüyüşe soyunabilir ancak.

Diğer altı başlık, yarınki yazıya kaldı...

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/tunelden-cikis-icin-yol-haritasi-1/51172

yorum;

Merhamet rüzgarını estir allahım(cc)!

Reşat erol karadeniz tv de durumu özetledi ve meydan okudu.

(https://www.youtube.com/watch?v=pXjm5TqpHZo)

Bu meydanın içine Yusuf kaplan beyde girer.

İnşallah gerçek gündem tartışmaları bu vesileyle başlar.

 Çünkü gerçekten “bıçak kemiğe dayandı”

Her şeyimiz zayıf yarabbi!

İtiraf ediyor ve sana sığınıyoruz.

Senin gücüne ve yardımına en fazla bugün

ihtiyacımız var.

Çalışanlarımızı ve çalışmalarımızı arttır.

Çalışmalarımızın tesirini halkeyle.

Adil düzen işletmelerinden en az 5 tanesini

kurup muvaffak olmasını nasibeyle.Amin…

 

 

 

 

 

 

 

Ali Bülent Dilek


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
13.04.2014
11:10

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/cemaat-hata-yapmaz-mi/51253 FARUK BEŞER, 11.04.2014 Cemaat hata yapmaz mı? Camia mı cemaat mi? Kavramlara verdiğiniz anlama göre değişir. Şimdilerdeki kullanışa bakılırsa sanki camia daha kapsamlı görülüyor, cemaat daha küçük birliktelikleri anlatıyor gibi. Bu sebeple bazıları camia denmesini yeğliyorlar. Sanki cemaatler üstü bir cemaat kastediliyor. Ama bu durumda camianın diğer cemaatleri de şemsiyesi altına alması gerekirdi. Oysa durumun böyle olmadığını biliyoruz. Başka bir açıdan bakarsak 'cemaatin' en büyük ve en sağlıklı birliktelik olduğunu da söyleyebiliriz. 'Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat' ifadesi bunu anlatır. Her neyse, bu bir kavram tartışması ve anlam kast ettiğinize göre değişir. Yazıp yazmamakta yine çok tereddüt ettim. Allah için yazmalı mıydım, yazmamalı mıydım? Birincisine karar verdim. Hayırhahlık yazmamı gerektirir dedim. 'Din samimi olmaktır'. Hata etmiş olsam bile fikrimi söylemem daha Müslümanca olur. Farukiliğim de bunu gerektiriyor. Daha önce övdüğünü şimdi neden eleştiriyorsun diyenlere de tek cevabım var: Yanılan bir ben miyim? Önce şöyle başlayalım Farzedin ki, mevcut sistemlere ve kanunlara aykırı olsa bile bir İslam âlimi çıkmış muazzam bir teşkilat kurmuş, dünyaya açılmış ve 'telattuf'u, yani sezdirmeden ilerlemeyi metot edinerek bununla bir İslam devleti kurmayı, hilafeti geri getirmeyi, dünya Müslümanlarını birleştirmeyi, yeniden bir güç olmalarını sağlamayı hedeflemiş olsun. Dini bilen bir Müslüman bundan rahatsız mı olur, yoksa bununla övünür mü? Böyle bir Müslüman varsa ben ikincisini tercih edeceğini düşünüyorum. O halde bizim açımızdan problem burada değil. Problem bir tane de değil. Hem din anlayışında hem de metotta hataların yapıldığını düşünüyorum. Bendeniz de hata etme hakkımı kullanarak düşündüklerimi söylemek zorundayım. Bunu bana İslam anlayışım emrediyor. İşte düşündüklerim: BU BİR TELATTUF DEĞİL ABARTILMIŞ TAKIYYE YA DA MÜDAHANEDİR Bilindiği gibi takıyye, kişinin canını ya da malını kurtarmak için zalime, olduğundan farklı konuşmasıdır. O da bir azimet değil bir ruhsattır ve fiile ve ahlaka dönüşmesi de caiz değildir. Bunu abartan ve dinin bir esası gibi gören anlayış Şia'dır. Onlar 'Takıyyesi olmayanın dini de olmaz', 'Takıyye dinin onda dokuzudur' derler. Onun için Şii olmayan hiç kimse onlara hiçbir zaman güvenemez, çünkü o 'ötekine' olduğundan farklı görünmek zorundadır. İslam'ın izzeti ve şerefi adına Müslümanlar bu anlamda umumen bir takıyye yapamazlar ve bildiğimiz kadarıyla hiç yapmamışlardır. Bunun caiz olup olmadığı sorulduğunda Ahmet bin Hanbel'in dediği gibi: 'Âlim takıyye yapar, cahil de cehaletiyle konuşursa hakikat nasıl ortaya çıkacaktır?'. Güçler dengesi ve sebepler açısından gizlilik ve telattuf ise ayrı bir şeydir ve gerekli olduğu yerler vardır. Yine bildiğimiz kadarıyla hiçbir peygamberin hayatında olmadığı gibi, bizim Peygamberimiz'in hayatında da hakikati ve asıl maksadını gizleme şeklinde bir sünnet yoktur. Aksine, 'Emredildiğini açıkça haykır' vardır. Müslümanların bir avuç olduğu Mekke döneminde bile 'Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize' manifestosu çekilmiştir. Yine aynı dönemde, 'Onlar istiyorlar ki, sen yağcılık edesin de onlar da biraz yumuşasınlar' uyarısı vardır. Buna müdahene denir ve Müslümanın müdahene yapması yakışık almaz, caiz de görülmez. Bu durum çok kötü sonuçlar doğurur ve 'müşriklere karşı şedid, müminlere karşı rahîm' olması istenen Müslümanları aksi pozisyona sokar. Dinin ruhu zedelenir, maksadı kaybolur. Sizin dışınızda kalan Müslümanlar öteki olur ve haksızlığa uğrarlar. DİN ALGISI DEĞİŞTİ Din elbette zahirden ibaret değildir, 'Kur'an'ın bir zahrı bir de batnı vardır'. Ama zahire uymayan bâtın, yoldan çıkarır, Batinîliğe götürür. Onun için biz zahirle amel ile emrolunmuşuz. Rüyaların salih olanları elbette maveradan işaretler taşır, ama dini öğrenmede ve uygulamada rüya bir bilgi kaynağı olamaz, amele konu edilemez. Hadisçiler ne muhteşem bir ölçü koymuşlardır: Birisi rüyada Hz. Peygamber'i görse ve ona, 'Filan söz senin hadisin midir?' diye sorsa, o da, 'Evet benim hadisimdir' dese, bu yolla o hadis sahih kabul edilebilir mi? Hayır asla kabul edilmez demişlerdir. Efendimiz'i, rüyada bile görmek bir şereftir, ama rüyalara itimat gibi bir kapının açılması, rüyanın bireysel olmaktan çıkarılıp umuma mal edilmesi dini Batıniliğe götürür. Tarihteki sapmaların çoğu rüyalar vasıtasıyla olmuştur. Yarın ve Pazar günü de sürecek *** http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/cemaatin-tekel-olusturmasi-dogru-mu/51270 FARUK BEŞER, 12.04.2014 Cemaatin tekel oluşturması doğru mu? Dünkü yazımızla birlikte okunmalı. TAKDİS MAKSADINI AŞTI Şüphesiz yaratılmış en yüce insan Hz. Peygamber'dir. Ama onu yüce bilmede aşırı gidenleri Allah da uyarmış, onun bizzat kendisi de uyarmıştı. Çünkü onun ulaştığı noktadan sonrası artık uluhiyete aittir ve o dairedeki özelliklerin bir insanda görülmesi bizzat Allah'ın hakkına tecavüz olur. Takdis sınırını aştığınızda mürşidiniz önce kâinatın sahibi/gavs olur, sonra mehdi olur, bu da yetmez, Mesih olmayı aşar ve artık hata yapma özelliğini peygamberlere bırakır. İnsan tabiatı budur. Bu durumun açıkça dillendirilmese de, cemaate mensup pek çok kardeşimizde belli ölçüde bir kanaat haline geldiği inkâr edilemez. Böyle olunca eleştirme şöyle dursun, karşı fikir bile söyleyemezsiniz. Bir de bundan bağlılarınızı etkileme ve birlikteliği sağlam tutma adına medet umar ve fayda beklerseniz hatanın nerede duracağı belli olmaz. Aslında bu problem tarikatların da en büyük problemidir. Ehlisünnet geleneğinde gizli ve gizemli güçler üzerine din bina etme yoktur. Masum ve mahfuz mürşitler olamaz. Bu konuda da Efendimiz bizim örneğimizdir. Onu Allah eğitmiştir, ona bazı zelleler yaptırmış ve zellelerini anında düzeltmiştir. Çünkü onun hayatı dindir. Ama onun dışındaki insanlar bu korumadan mahrumdurlar, onlar bu örneği kendi iradeleriyle izlemelidirler. Ben inanıyorum ki, Allah (cc) insanın bu takdisi abartma duygusunu bildiği için Efendimizin hayatında kasten böyle örnekler yaratmıştır. Hudeybiye'de, haklı olmasalar bile sahabenin hemen tamamı Hz. Peygamber'e itiraz etmiştir. Belki etmemeleri daha güzeldi, ama etmeliydiler ki, örnek oluşturmuş olsunlar. Hz. Ömer defalarca Hz. Peygamber'e 'böyle olmamalı ya resulellah' anlamında itirazlarda bulunmuştur. Belki Hz. Peygamber'in yaptığı daha doğru idi, ama Ömer'in dediği de doğrulardan biri olunca örnek olma adına onun fikri tercih edilmiştir. Bunun tek örneği Ömer değildir. Ve onların hiç biri dışlanmamıştır. DİĞER CEMAATLERE TAVIR ALINDI Cemaatin kendi dışındaki İslamî faaliyetleri başından beri hiç hesaba katmaması, hatta ayrı gözükmeye özen göstermesi, bunu hissettirmeye çalışması onu diğerlerine karşı haksızlık yapma noktasına kadar götürdüğünü sanıyorum. Bundan ilk nasibini alan 'öteki' Milli Görüş camiasıdır. Öyle ya da böyle bu camia Türkiye şartlarının en samimi ve heyecanlı müminlerindendir. Ama ne hikmetse, 28 Şubat Döneminde olduğu gibi cemaat ona karşı olduğunu bir yerlere özellikle göstermek istemiştir. İmam Hatip okullarına ve ilahiyatlara da başından beri bir karşıtlık yaşandığı inkâr edilemez. Kamuoyu oluşturmada İlahiyatların etkisi kırılamayınca birkaç yıl önce bütün ilahiyat öğrencilerinin cemaate mal edilmesi gibi bir proje uygulanmış ve ne yazık ki, cemaate muadil hizmet yapan evler ve kurumlar 'Mescid-i Dırar' olarak nitelendirilmişti. Bendeniz bu nitelemeyi kulaklarımla ilk duyduğumda yüreğim burkulmuş ve içim acımıştı. Öyle sanıyorum ki, Tayyib Erdoğan'a düşmanlığa varan bunca karşıtlığın ana sebeplerinden biri onun İmam Hatip okullarına ve Diyanetin eğitim hizmetlerine verdiği destektir. Elbette bu kurumların eleştirilecek pek çok yönleri vardır, ama yine öyle sanıyorum ki, İmam hatip mezunları yeri geldiğinde, 'iyi de Allah şöyle diyor, Resulüllah böyle buyuruyor' diyecek kadar asıl bilgi kaynağını kullanabilme durumda oldukları için hemen hiçbir cemaat tarafından istenmezler. Çünkü takdise dayalı saygı adına her zaman pürüz çıkarabilirler. 17 Aralık darbe teşebbüsünde başka cemaatlerin hizmetini finanse eden iş adamlarının hedef seçilmiş olmasının arkasında da bu aranmalıdır. Oysa benim görebildiğim kadarıyla Türkiye'de kendi cemaati dışındakilere bile yardım edebilen yegâne cemaat Hüdai Vakfı çevresidir. Darbede onu da hedeflemenin anlamı din algısını tekeline almanın dışında ne olabilir? Bütün bu karşıtlıklar tabii olarak şaşkınlık doğurdu. Diğer din mensuplarına hoşgörü edebiyatı yapılırken, cemaatten olmayan müslümanlara neden düşmanca tavır alındı? Sorusu dillendirilir oldu. Buna şunu da ekleyebilirsiniz: Demirel, Ecevit, hatta İsrail otorite sayılıp saygıya layık görülürken veya böyle bir takıyye yapılırken Tayyib Erdoğan Hükümeti neden otorite sayılmadı? Bizden olanlara takıyye caiz olmadığı için mi? Bütün bunlar hareketin arka planında, ucu başkalarının elinde olan 'Ilımlı İslam' gibi bir proje bulunduğu iddialarını güçlendirdi. Yarın devam edeceğiz. *** http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/cemaat-fobisi-olusmasina-sebep-olundu/51295 FARUK BEŞER, 12.04.2014 Cemaat fobisi oluşmasına sebep olundu İki gündür yazdıklarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bunlar bütün hüsnü niyetimize rağmen bizde oluşan kanaatlerdir. DAVA ADINA KUL HAKKINA GİRİLDİ Resmi devairde yetki alan her hizmet erinin cemaatten olmayanlara karşı dışlayıcı davranması ve nasıl olursa olsun, yetkisindeki görevi kendi mensuplarına vermesi, intihaller, imtihanlarda akla hayale gelmedik yolsuzlukların yapılması gibi konularda o kadar çok şeyler söylendi, o kadar örnekler anlatıldı ki, aklı başında kimse artık bu söylentilerden şüphe duymaz hale geldi. Oysa Efendimiz buyurur ki, 'Kim bizim işimize daha layık birisi varken, sırf yakınlığına bakarak layık olmayanı alırsa kıyamet günü onun hasmı bizzat ben olacağım'. Kuvvetle muhtemeldir ki, hizmet eri olma başlı başına bir liyakat sebebi olarak görüldü. Kul hakkı sadece insanın elindeki malını çalmak değildir ve kul hakkı gayretullaha dokunur, sanıyorum dokundu. Bütün olup bitenlerin karşısında cemaatin; 'bunlar yalan, ispatlasınlar bakalım, polis yolsuzluklara müdahale etmişse bunun bizimle ne ilgisi var, hiç birini tanımıyoruz' gibi beyanları insanların zekâlarıyla alay etme derecesine vardırılan bir başka takıyye örneği oldu. AFFEDİLMEZ POLİTİK HATALAR YAPILDI Yolsuzlukların üzerine gitmede samimi olunsaydı bu konuda otoriteye destek olunurdu ve yapılanlar hakka hizmet olmuş olurdu. Ama bunda iyi niyetli olduklarına kimseyi inandıramadılar. İran konusunda durup dururken garip iddialar ortaya atıldı. Mut'adan, humustan ve birilerinin İrancı olmasından yerli yersiz söz edilir oldu. Kendileri bile buna inanmaya başladılar. Sonunda bu reflekslerin İsrail politikalarına mümaşat dışında hiçbir mukni gerekçesinin olmadığı kanaati yerleşti. Cemaatin inandırıcılığı yara aldı. Ortada durarak Allah için düşünen birisi, özellikle Erdoğan'a ve Davutoğlu'na, yapılan düşmanlığın, buyurun, devletin hepsi sizin olsun dememeleri, ya da özellikle İsrail'e karşı dik durmaları dışında bir gerekçesini bulabilir mi? Başbakan'ın sarf ettiği ağır sözler sebep görülüyorsa, bunların ihanete uğradığı ve sırtından hançerlendiği kanaatine varmasından sonra olduğunu hatırlamak gerekir. 'Allah açık açık kötü sözler söylenmesinden hoşlanmaz, ama zulme uğrayanlar bundan müstesnadır'. Ve şaka zannettiğimiz halde gelindi, seçimlerde sahip olduklarını bildiğimiz değerlere düşman olanlarla birlik olundu ve ikna toplantılarında, bakın biz desteklemeye başladıktan sonra nasıl Sarıgül'ün yüzüne nur geldi, demeye varacak ironiler yaşandı. Buna siyasi bir manevra olarak bir cevaz bulabilirsiniz, ama bunun böyle takdisi, maneviyatı ve her şeyde hikmet aramayı merkeze almış bir topluluğun muti ve sıradan fertlerinde bir akide sapması oluşturacağını da hesaba katmak gerekir. Allah, 'Zalimlere en küçük bir meyil göstermeyin, yoksa sizi ateş çarpar da sonra bir dost ve yardımcı da bulamazsınız' buyurur. CEMAATTEN OLMAYANLARA KORKU SALINDI İslam ahlakıyla da hiç bağdaştırılamayacak dinlemeler, kasetler alüfte şantajları herkeste bir korku oluşturdu. Mesela, herkesin aleyhine konuştuğu halde kimsenin bir şey demediği, ama cemaatin, onun medyasının, liderinin, diyaloğun aleyhine konuşmaya başlayınca cübbesiyle maruf bir efendinin başına gelenler, ilgili herkeste; cemaate karşı olanlar uydurma sebeplerle de olsa cezalandırılır, hatta şerefi ve haysiyeti bile çiğnenebilir, mahremine girilebilir endişesi uyandırdı. Özellikle cemaatten olmayan inanan kesimde bir cemaat fobisi oluştu. Çokları bunu dillendirmekten bile çekinir oldular. Sonra bu efendi meseleyi anlayınca 'Hoca Efendi'yi çok severim' edebiyatı yapınca ancak çıkabildi. SONUÇ HAYIRLI DA OLABİLİR İsabet etmiyor olsak bile neticede işte bunlar konuşulmaya başlandı. Muhtemeldir ki, bütün taraflar kendilerine yeniden çeki düzen verme fırsatı bulurlar. Madem ki, hükümete karşı en büyük adavet sebebi yolsuzluklar ve haksızlıklar olarak gösteriliyor, öyle olmasa bile bu konularda siyasilerin de artık çok daha dikkatli olmaları gereği anlaşıldı. Kur'an-ı Kerim'le alay edecek, kendisine lütfedilen bakanlık elinden alınınca çekip gidecek kadar davaya ters ve bencil insanlara başka mülahazalarla milletvekilliği ve bakanlık bahşetmenin yanlış olduğu ortaya çıktı. Hulasa yanlışlardan ders almak ve olandaki hayrı da görmek işin güzel tarafı oldu.





Sayı: 252 | Tarih: 13.04.2014
Mahir Kaynak
Yeni Aşama
Milli Görüş
1147 Okunma
3 Yorum
Süleyman Karagülle
Ahmet Hakan
Özgürlüğün kalesi: Anayasa Mahkemesi
Ah mahkemeler, vah mahkemeler
1123 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Barlas
Gürsel Tekin "CHP kültürü"nü yanlış mı anlamış?
CHP’liler Kulübü
1055 Okunma
Tayibet Erzen
Yusuf Kaplan
Tünelden çıkış için yol haritası-1
Merhamet rüzgarını estir Allahım(cc)!
1002 Okunma
1 Yorum
Ali Bülent Dilek


© 2024 - Akevler