Anılar
1033 Okunma, 3 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

 

30/03/2014

- Lisede iken dağları fabrikalarla doldurmak istedim. Harp okulunda iken de teknolojiye özendim.

- İlkokulda iken arkadaşlarım vardı. Onlar köy enstitüsüne gittiler. Benim imkânım olmadığı halde ortaokula gittim. Orada arkadaşlar edindim. Türkiye’yi kalkındırma idealimiz olmuştu. Lisede grup oluşturduk, Duvar gazetesini çıkardık, hatta bir dergi çıkardık. Bizi cezalandırdılar. Üniversitede ise arkadaşlarıma başka arkadaşlar katıldı. Gayemiz ülkemize İslam Düzenini getirmek olmuştur. Bugün de aynı ideal içindeyiz. Mahir Bey de benzer ideal içinde yetişmiş. CHP eğitimi laik eğitimdi. İslamiyet aleyhinde değildi ama hiç İslamiyet’ten bahsetmedi. Türkiye’de ideal bir ders yaptı. Milliyetçi bir kadro yetiştirdi. O kadrolar bu cumhuriyeti bu hale getirdiler.

 

- Ülkemi kalkındırmak için askerlikten ayrılmaya karar verdim. İlmi yetersizlikten ayrılmaya karar verdim.

- Mahir Kaynak hayatının en hatalı kararını vermiş. Kalmalıydı. Kurmay olacaktı. Ekonomiyi ve hukuku öğrenecekti. Orgeneral olurdu. Ülkenin kalkınmasını çok daha kolay sağlardı. Bize kendisi “Adil Düzeni getireceklerse yine askerler getirecektir.” demişti. Demek ki o zaman bunu takdir etmemiştir.

 

- İktisat fakültesinde yeni bir yola koyuldum.

- Türkiye’de en iyi eğitim Harp okulları ve Harp akademisindedir. Dünyada birincidir çünkü çok üstün orduyu oluşturuyorlar. İkinci başarılı üniversite tip fakültesidir. Uygulamalı eğitim yapılmaktadır. Ne çare ki makroda etkileri yoktur. Üçüncü en iyi eğitim mühendisliktir. Kısmen başarılıdırlar. Peş peşe mühendislerin en yüksek makamı işgal etmeleri boşuna değildir. Ben de bu sebeple mühendisliği seçtim.

 

- Askerlikten şeklen ayrıldım.  Onların emrinde oldum.

- On dört yıllık kamu görevim var. Yedek subay idim. Onlarla yedi yıl bir arada geçirdim. Subayları hep takdir ettim. Hele Kurmaylara hayran oldum. Hep onları savundum. Mahir Bey’le ben hayatımda bir defa görüştüm. Ben onun yazılarını takip ediyorum. O etmiyor.  Ama ırk olarak Gürcü’yüm. O ırk olarak herhalde Kürt’tür ama ülkemiz hakkındaki düşüncelerimiz yüzde seksen aynıdır. Her ilmi düşünen kimse bizim gibi düşünecektir. Çünkü ilimde çokluk yoktur.

 

 05/04/2014

 Bakış Açısı

-Seçimleri herkes ileriki seçimleri kazanmak için kendine göre yorumluyor. Ben başka bir yerdeyim.

-Partiler kendi aralarında gerçekleri görürler ve ona göre tedbir alırlar. Halkın karşısında İslami olmayan bir usulle çıkarlar, alamadıkları oyları kendi kusurları değil de karşı tarafın kötülüğüne yorarlar. Kazananlar da aldıkları oyları kendi başarıları imiş gibi gösterirler. Oysa Kuran’da diyor ki;  “İyilik Allah’tandır, kötülük ise kendi yaptıklarınızın sonucudur.”

 

- 91’deki yazımda, Türkiye’nin gelecekte etkin olacağını, Sovyetlerdeki çökmenin iç sebeplerden değil, dış sebeplerden olduğunu yazmıştım.

- Türkiye üçüncü bin yıl Kuran uygarlığını kurmakla görevlidir. Bunu 2000’li yılların ortalarında yaptığım seminerlerde öğrendim. Hazreti Musa’yı anlatırken “Ben seni kendi nefsim için ürettim.” diyor. Bu ayette peygamberleri göreve getirmeden önce özel eğitime tabi tuttuğunu ifade eder. III. Bin yıl uygarlığını kurmaya da Türkiye’yi eğitmiştir. İnkılaplar hep III. bin yıl uygarlığına Türkiye’yi hazırlamak içindir. Harf inkılabı ile Türkiye’ye İslamiyet’i unutturup batılı yapmak istediler. Allah ise bu suretle Türkiye’ye batıyı öğretti. İslamiyet’i de öğretti. III. bin yıl uygarlığı yapacak başka topluluk bugün mevcut değildir.

 

- Türkiye önemli bir yerdedir. Olaylar iç dengelere değil, dış dengelere dayanır. Türkiye’nin tehlikesi Sovyetler değildi.

- Türkiye Yalta bölüşmesinde batıya bırakıldı. Türkiye Sovyetlere giremezdi ama Türkiye’yi Yunanistan işgal edebilirdi. Bugün de seçimi kazanan AK Parti değildir. Kaybeden de Cemaat değildir. Türkiye’de seçimi kaybeden sömürü sermayesidir. Fitne siyasetidir. Herkesin sevinmesi gerek.

 

- Ülkemiz dış siyasi güçlerin etkisinde idi. Basın ayarladı. Başarıya da ulaştı.

- Türk halkı son derece sabırlıdır. Pusuda bekler bekler, günü gelince darbesini vurur. İstiklal Savaşı Türk Milleti’nin darbesidir. 1950 seçimleri Türk Milleti’nin darbesidir. Evren’in Anayasası Türk Milleti’nin darbesidir. Özal’ın başbakan olması Türk Milleti’nin darbesidir. AK Parti’yi iktidar etmesi Türk Milleti’nin darbesidir. 30 Mart seçimleri Türk Milleti’nin darbesidir. Bu millet bin yıldır bu taktikle dünyaya hâkim oluyor.

 

- Hükümeti rahat ettirmek isteyenler bunun içinde hâkim güçlerle işbirliği yaparlar.

- Evet AK Parti hâkim sermaye ile işbirliği yaparak 12 sene iktidarda kaldı. Orduyu mahvetti. Yargıyı mahvetti. Emniyeti mahvetti. Adil Düzen’i mahvetti ama bunlar mahvolmadı, düzelmeye başladı. Düzelirse AK Parti tarihin en başarılı iktidar olur, düzelmezse en çok melun olan iktidar olur.

 

- Olayları Türkiye lehine yorumlamaya devam edeceğim.

- Yorumlamalara çözümleri katabilmesi için Adil Düzen öğrenmesi gerekir. Vatan sevgisi bunu gerektirir. Her söze kulak verecek en iyisine uyacak.

 

NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle’ye aittir.

 

Yorum:

Seçimlerin Manası

Seçimden önce yaptığım yorumlarda

a) AK Parti %45’ten fazla,  CHP %30’dan aşağı alırsa bu sermayenin ve fitne siyasetinin mağlubiyetidir. Bir daha bunları denemez.

b) AK Parti, %40’dan aşağı alırsa, CHP de %35’ten yukarı alırsa AK Parti’nin ve adil siyasetin mağlup olduğu anlamına gelir.

c) Bu iki durum dışında bir sonuç çıkarsa, savaş devam ediyor galip ve mağlup yok demektir.

Bu tahlilimi yaptıktan sonra bizim AK Parti’ye oy vermemiz gerektiğini, devlet başkanı seçiminde ise ne Gülen’e ne de Erdoğan’a oy vermemiz gerektiğini yazdım. Böylece AK Parti’yi Hakka yönlendirmiş olacağız dedim.

Hangisi olacağı hususunda da şu istihareyi yaptım. Parti kazanırsa Adil Düzen’in gelmesi yakındır ve bizim ona göre hazırlık yapmamız gerekir. Kaybederse demek ki yakında Adil Düzen gelmeyecek demektir. Ona göre derinden hazırlık yapmamız gerekir. Belirsizlik devam ederse çalışmalarımızda değişiklik yapmalıyız düşüncesinde idim, halen de öyleyim.

Seçimlerde bize verilen işarete göre Adil Düzen’in gelmesi yaklaşmıştır. Acilen Adil Düzen Partisi kurulmalıdır. Bu Parti AK Parti’ye karşı değil, AK Parti ile hayırda yarışan AK Parti’nin  yanında olmalıdır. Milli Görüşçülerden Oğuzhan çekilmedir. Kamalak kendisi başkan olmalıdır. Fatih Erbakan Genel Sekreter olmalıdır. Recai Esam’ın başından gitmeli, Arif Ersoy gelmelidir. Bu kadro Erbakan’ın yaptığını yapmalı. Akevlerle çalışmalıdır.  Cemaat ta CHP’yi desteklemeyecek, bu partiye katılmayacaktır.

Kamalak, Oğuzhan’ın emrinde olmayı sürdürse onun başkanlığı geçersizdir. Saadet Partisi ‘ke en lem yekun’dur. Cemaat Akevlerle birleşerek Adil Düzen Partisi’ni kurmalıdır. Onu suni olarak büyütenler onları kullanmasınlar diye onlara parti kurdurmuyorlar. Bu takdirde iş Akevler’e düşüyor. Akevler, katılırsa Fatih Erbakan’la Adil Düzen Partisi’ni kurmalıdır. Yahut AK Parti’den Akevler ekip olarak ayrılıp Adil Düzen Partisi’ni kurmalıdır.  Gaye AK Parti’yi bölmek değil, AK Parti’yi güçlendirmek olmalıdır.

Kurulacak parti mecliste AK parti ile kayıtsız şartsız birlikte hareket edecektir. Bakan almadan destekleyecektir. Adil Düzen Partisi %10 aldığı takdirde AK Parti yine birinci parti olacağı için bir tehlike mevcut değildir.

MHP de bu görevi yüklenebilir. Bunun için Bahçeli onur başkanı kalarak kendi isteğiyle çekilmeli. Parti askerlerden birinin başkanlığına verilmelidir. Akevler o zaman onların yanında yer alır. MHP’nin gayesi mevcut düzende iktidar olma değil, mevcut düzeni Adil Düzen’e götürmek olmalıdır.

BDP’nin de Adil Düzen’de yer alması mümkündür. Bunun için Kürt Partisi olmaktan çıkıp yerinden yönetim partisi olmalıdır. Partinin başına halkın inandığı doğu medreselerinde okumuş alim biri gelmelidir. Akevler bunları destekler.

 

Sonuç:

Adil Düzen’in gelmesi yaklaşmıştır. Adil Düzen Partisi kurulmalıdır. Akevlerin bu partilerin programlarını süratlendirmesi gerekir. Adil Düzen’e göre İnsanlık Anayasası’nın kamu görevleri ile ilgili olan birinci kısmı bitti. Kuran’dan delillerle her cümlesi delillendirildi. Ayrıca genel hizmetlerle ilgili kitap da basıldı.

Adil Düzen Partisi iktidar olduğu 50 bakanlık bir kadro oluşturulacaktır. Her bakanlığın iki bakanı olacaktır. Cari sistemdeki bakan, mevcut düzendeki işleri düzene göre yürütecektir. 25 Bakan Adil Düzen Bakanı olacaktır. Adil Düzen’e göre devlet kurumlarını kuracak, yavaş yavaş mevcut düzenden Adil Düzen’e geçilecektir.

Örnek olarak orduyu ele alalım. Ülkenin ordu sayısı 12’ye çıkarılacaktır. Her ordunun askerleri o bölgeden oluşacaktır. Ordu komutanlar atadıktan sonra halk istediği orduya katılacaktır. Ordu komutanına belli tahsisat verilecektir. Genel Kurmay başkanlığı karışmayacaktır. Her komutan kendi ordusunu istediği gibi düzenleyecektir. Ordular arası yarış yapılacaktır. Ona göre tahsisatları artırılacaktır.

Yarış için şunlar yapılacaktır:

a) Halk istediği orduya katılacaktır. Fazla katılım olan ordular geçici olarak diğer ordulara gönderilecektir.

b) Tatbikatlar yapılacak, başarılı ordular derece almış olacaklardır.

c) Ordulara kamu görevi verilecek, başarıları nispetinde derece alacaklardır. Örnek olarak havaalanları yapma ihalesi onlara verilebilir. Onlara inen ve çıkanlara göre derecesi belirlenir.

d) Her ordunun harp okulları olacaktır. Harp akademisi tek olacaktır. Akademiyi kazanan subayların sayısı o ordunun derecesini belirleyecektir.  

Başarılı orduların yöntemlerini zamanla benimseyecek Adil Düzen’e göre ordular oluşacaktır. Görülüyor ki Adil Düzen demek, bir sistemi empoze etmek anlamında değildir. Halkın kendi ordularını çokluk sisteminde oluşturmalarına imkan sağlamaktır.

Tarih hep demokrasiye gitmiştir. Dinler de insanlığa demokrasiyi öğretmiştir. Biz kahinlik yapmıyoruz, ilmi verileri dile getiriyoruz.

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Hüseyin Kayahan
07.04.2014
20:02

"Adil Düzenin gelmesi yaklaşmıştır." Bu yaklaşma oldukca görecelidir. Bana göre de yaklaşmıştır ama henüz "yüzyıl" kadar daha vardır...

İnsanlığın çok önemli kabul ettiği bir kaç merhale vardır.

Bunlardan;

1. "Ateşin bulunması/ateşin kullanılmasıdır". Böylece doğadaki besinleri yiyebileceği, sindirebileceği hale getirdi ve kendini de korumaya aldı, vs En az 15.000 yıllıktır.

2. "Tekerleğin bulunmasıdır". Böylece teknolojinin önü açılmış oldu... En az 10.000 yıılıktır.

3. "Yazının icadıdır". Topluluğun bilgi ve birikimi hafızalardan hatıratlara döküldü ve ilimler gelişti. En az 5.000 yıllıktır. Kil Tabletlerden öncekiler bize kadardayanamadığı için 10.000 yıllıktır diyemiyorum.

4. ise (bu bana göredir) "bilgisayarların bulunması" ve bundan da önemlisi "PROGRAMLAMANIN BULUNMASIDIR".

Bu keşif nerdeyse diğer üçünün toplamı kadar önemli bir keşiftir.

İşte PEYGAMBERSİZ GERÇEKLEŞECEK ve adına ADİL DÜZEN dediğimiz yeni İslam Uygarlığı, bu yeni icadın sadece teknolojide değil; hayatın her sahasında, topluluğun her bir ferdine varıncaya kadar her yere ve her olaya uygulanmasıyla ve eski müesseselerin revizyonuyla değil, her müessesenin yepyeni bir şekil alması ile oluşabilecektir.

Toplumun bireyleri henüz oyun ve iletişim dışında bu imkanı bilmiyorlar.

Alet ve edavatlar henüz bir uzvumuz düzeyine ulaşmamıştır.

Programlar (yazılımlar) henüz emekleme safhasındadır.

Bu yeni uygarlık hem usul olarak, hem esas olarak eskilerinden farklı olacaktır. Bu yepyeni bir devredir. Bu devrenin de "ERGİNLİK YAŞI" (nominal olarak) 150 YIL OLACAKTIR. Henüz tan vaktidir, şafağın ışıkları görülmektedir.

Üstad başlangıcı Tanzimat'a götürerek, bu oluşumu takdim etmeğe çalışmaktadır ama bana göre ne dünya, ne de bununla görevli olan Türkiye henüz hazır değildir. Yeni medeniyet; hala kağıt üzerine kalem ile yazı yazarak oluşmayacaktır. Yeni medeniyet yeni araçlarla gelecektir.

Saygılarımla.

Reşat Nuri Erol
11.04.2014
02:41

Başbuğ: Mevzide ateist yoktur Ergenekon davasında tahliye olan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, Ergenekon, Balyoz ve ‘Casusluk’ davalarıyla ilgili, kritik noktalara değindi ve kendisine yöneltilen iddialara yanıt verdi Fikret Bila İlker Başbuğ ile Fenerbahçe Orduevi yerleşkesi içindeki evinde sohbet ettik. Ergenekon davasında tahliye olan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve eşi Sevil Başbuğ’la Fenerbahçe Orduevi yerleşkesindeki evlerinde yaptığımız sohbette konu ülke gündemindeki sorunlardı. Başbuğ’un önceliği kendisini de ilgilendiren yargı sürecinden çok, sıcak gelişmelerin yaşandığı bölgemizde Türkiye’nin ulusal çıkarları, bekası, ülke ve ulus bütünlüğünü ilgilendiren konulardı. Sorunlara yaklaşırken devlet adamlığı sorumluluğu içinde yaklaşıyor, Atatürk’ün uzgörü içinde çözüm getiren yenilikçi yönüne sık sık atıfta bulunuyordu. İlker Paşa sohbet boyunca Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kol kanat geren bir anlayışla konuştu. Cezaevindeki silah arkadaşlarının, ailelerinin, çocuklarının çektiği sıkıntıları aktarırken duygulandı, onlara sahip çıkmakla ilgili, özellikle henüz alt rütbedeki subayların zorluk içindeki aileleriyle ilgili örnekler verirken, “kendimi görevli sayıyorum” diye ekledi. Cezaevinden çıktığı günden bu yana en fazla ilgilendiği konu da buydu. Ankara’da kendisine sarıldıktan sonra bir mektup veren 10 yaşındaki Sabiha Gökçen Kışkan’dan ve mektubun içeriğinden söz ederken hem İlker Paşa’nın hem Sevil Başbuğ’un gözleri doluyordu. Başbuğ’dan özeleştiri Sohbetimizin detaylarına geçmeden İlker Paşa’nın davalara bakışını baştan aktarayım: Başbuğ Paşa, Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet gazetesine bomba atılması olaylarında yer alan sanıklar hariç Ergenekon davası sanığı silah arkadaşlarının suçsuz olduğuna inanıyor. Balyoz davasının çökmüş olduğunu kamuoyunun da anladığını belirttikten sonra, bu iki davayla gündemin alt sıralarında kalan “Casusluk davası”nın da özellikle Deniz Kuvvetleri ağırlıklı zorlama bir dava olduğu inancını koruyor. Basının ve kamuoyunun bu davanın da üzerine eğilmesi gerektiğini vurguluyor. Dikkatimi çeken bir yön de İlker Paşa’nın olayları değerlendirirken TSK’ya yönelik haksız suçlamalara yanıt verdiği kadar, açık bir özeleştiri yapmasıydı. “Bizim de çelişkilerimiz, hatalarımız oldu” diyerek, sürdürdü özeleştirisini. Din konusu Eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ, TSK’ya din konusunda haksız eleştiriler yöneltildiğini vurgulayarak değerlendirme yapmaya başladı. “TSK’ya dine uzak hatta dinsiz” diye yapılan eleştirilerin haksızlık olduğunu hatta zaman zaman psikolojik harekata dönüştürüldüğüne dikkat çekerek şöyle konuştu: “Böyle bir şey olabilir mi? Ben daha önce de söyledim Peygamber ocağı dediğiniz bir kurumdur ordu. Dinsizlik söz konusu olabilir mi? Allah Allah diye taarruz eden bir ordudan, gemilerinin direğinde Kuran-ı Kerim bulunan bir ordudan söz ediyoruz. Bu TSK’ya yöneltilen en haksız eleştiridir. Türk ordusunu bu şekilde suçlamak kabul edilemez, bizler bu ocağın içinde büyüdük, yaşadık. Ben sorumlu olduğum her kademede çok hassas davranmış, gerekli imkanların sağlanmasına özen göstermişimdir.” Başbuğ Paşa din ve inanç konusunu açıklarken “çok beğendiğim ve sık tekrarladığım bir söz vardır” diye devam etti : “Savaşta, cephedeki mevzide ateist yoktur” “Evet” dedi İlker Paşa, “bu söz doğrudur, mevziye girince kimse ateist olmaz, dua eder” diye ekledi. Hatalarımız yok muydu? Başbuğ, bu değerlendirmeyi yaptıktan sonra, “Peki bizim çelişkilerimiz, hatalarımız yok muydu” diye sordu ve şöyle devam etti: “Evet, elbette vardı. Bizim de hatalarımız, çelişkili tutumlarımız vardı. Mesela şehidimiz olduğu zaman gidiyoruz, şehidimizin başı örtülü annesinin elini öpüyoruz, ona anne diyoruz, sarılıyoruz, acısını yürekten paylaşıyoruz. Ama o anneler yemin törenine geldiklerinde başları örtülü diye içeri almıyoruz. İşte bu bizim çelişkimiz ve hatamız. Bunu ben de görevli olduğum dönemde arkadaşlarımla konuştum. Bir çözüm bulmalarını istedim. Törende bir protokol bölümü olur, oradakiler görevleri gereği oradadır, ama annelerin, babaların törene katılacağı yer de olur. Keza bir başta çelişki, bir başka hata, cenazeye gidiyoruz ama namaz sırasında ayrılıyoruz ve kenarda duruyoruz. Bu da hatalı bir davranıştı. Sonra bu hatadan dönüldü.”

... ... ...

devamı için;

http://siyaset.milliyet.com.tr/basbug-mevzide-ateist-yoktur/siyaset/ydetay/1865252/default.htm

Reşat Nuri Erol
11.04.2014
04:03

Cemaat hata yapmaz mı?

FARUK BEŞER Camia mı cemaat mi? Kavramlara verdiğiniz anlama göre değişir. Şimdilerdeki kullanışa bakılırsa sanki camia daha kapsamlı görülüyor, cemaat daha küçük birliktelikleri anlatıyor gibi. Bu sebeple bazıları camia denmesini yeğliyorlar. Sanki cemaatler üstü bir cemaat kastediliyor. Ama bu durumda camianın diğer cemaatleri de şemsiyesi altına alması gerekirdi. Oysa durumun böyle olmadığını biliyoruz. Başka bir açıdan bakarsak 'cemaatin' en büyük ve en sağlıklı birliktelik olduğunu da söyleyebiliriz. 'Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat' ifadesi bunu anlatır. Her neyse, bu bir kavram tartışması ve anlam kast ettiğinize göre değişir. Yazıp yazmamakta yine çok tereddüt ettim. Allah için yazmalı mıydım, yazmamalı mıydım? Birincisine karar verdim. Hayırhahlık yazmamı gerektirir dedim. 'Din samimi olmaktır'. Hata etmiş olsam bile fikrimi söylemem daha Müslümanca olur. Farukiliğim de bunu gerektiriyor. Daha önce övdüğünü şimdi neden eleştiriyorsun diyenlere de tek cevabım var: Yanılan bir ben miyim? Önce şöyle başlayalım Farzedin ki, mevcut sistemlere ve kanunlara aykırı olsa bile bir İslam âlimi çıkmış muazzam bir teşkilat kurmuş, dünyaya açılmış ve 'telattuf'u, yani sezdirmeden ilerlemeyi metot edinerek bununla bir İslam devleti kurmayı, hilafeti geri getirmeyi, dünya Müslümanlarını birleştirmeyi, yeniden bir güç olmalarını sağlamayı hedeflemiş olsun. Dini bilen bir Müslüman bundan rahatsız mı olur, yoksa bununla övünür mü? Böyle bir Müslüman varsa ben ikincisini tercih edeceğini düşünüyorum. O halde bizim açımızdan problem burada değil. Problem bir tane de değil. Hem din anlayışında hem de metotta hataların yapıldığını düşünüyorum. Bendeniz de hata etme hakkımı kullanarak düşündüklerimi söylemek zorundayım. Bunu bana İslam anlayışım emrediyor. İşte düşündüklerim: BU BİR TELATTUF DEĞİL ABARTILMIŞ TAKIYYE YA DA MÜDAHANEDİR Bilindiği gibi takıyye, kişinin canını ya da malını kurtarmak için zalime, olduğundan farklı konuşmasıdır. O da bir azimet değil bir ruhsattır ve fiile ve ahlaka dönüşmesi de caiz değildir. Bunu abartan ve dinin bir esası gibi gören anlayış Şia'dır. Onlar 'Takıyyesi olmayanın dini de olmaz', 'Takıyye dinin onda dokuzudur' derler. Onun için Şii olmayan hiç kimse onlara hiçbir zaman güvenemez, çünkü o 'ötekine' olduğundan farklı görünmek zorundadır. İslam'ın izzeti ve şerefi adına Müslümanlar bu anlamda umumen bir takıyye yapamazlar ve bildiğimiz kadarıyla hiç yapmamışlardır. Bunun caiz olup olmadığı sorulduğunda Ahmet bin Hanbel'in dediği gibi: 'Âlim takıyye yapar, cahil de cehaletiyle konuşursa hakikat nasıl ortaya çıkacaktır?'. Güçler dengesi ve sebepler açısından gizlilik ve telattuf ise ayrı bir şeydir ve gerekli olduğu yerler vardır. Yine bildiğimiz kadarıyla hiçbir peygamberin hayatında olmadığı gibi, bizim Peygamberimiz'in hayatında da hakikati ve asıl maksadını gizleme şeklinde bir sünnet yoktur. Aksine, 'Emredildiğini açıkça haykır' vardır. Müslümanların bir avuç olduğu Mekke döneminde bile 'Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize' manifestosu çekilmiştir. Yine aynı dönemde, 'Onlar istiyorlar ki, sen yağcılık edesin de onlar da biraz yumuşasınlar' uyarısı vardır. Buna müdahene denir ve Müslümanın müdahene yapması yakışık almaz, caiz de görülmez. Bu durum çok kötü sonuçlar doğurur ve 'müşriklere karşı şedid, müminlere karşı rahîm' olması istenen Müslümanları aksi pozisyona sokar. Dinin ruhu zedelenir, maksadı kaybolur. Sizin dışınızda kalan Müslümanlar öteki olur ve haksızlığa uğrarlar. DİN ALGISI DEĞİŞTİ Din elbette zahirden ibaret değildir, 'Kur'an'ın bir zahrı bir de batnı vardır'. Ama zahire uymayan bâtın, yoldan çıkarır, Batinîliğe götürür. Onun için biz zahirle amel ile emrolunmuşuz. Rüyaların salih olanları elbette maveradan işaretler taşır, ama dini öğrenmede ve uygulamada rüya bir bilgi kaynağı olamaz, amele konu edilemez. Hadisçiler ne muhteşem bir ölçü koymuşlardır: Birisi rüyada Hz. Peygamber'i görse ve ona, 'Filan söz senin hadisin midir?' diye sorsa, o da, 'Evet benim hadisimdir' dese, bu yolla o hadis sahih kabul edilebilir mi? Hayır asla kabul edilmez demişlerdir. Efendimiz'i, rüyada bile görmek bir şereftir, ama rüyalara itimat gibi bir kapının açılması, rüyanın bireysel olmaktan çıkarılıp umuma mal edilmesi dini Batıniliğe götürür. Tarihteki sapmaların çoğu rüyalar vasıtasıyla olmuştur. Yarın ve Pazar günü de sürecek





Sayı: 251 | Tarih: 6.04.2014
Yusuf Kaplan
Takk(iyye)ke düştü!kel göründü!
Kabul olmayacak dua!
1109 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Cemaat’in kaybetmesinin 10 temel nedeni
Cemaatin hataları
1073 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Anılar
Seçimlerin Manası
1033 Okunma
3 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Barlas
Başbakanlık sisteminde başkanlık denemesine doğru
Cumhurbaşkanlığı seçimini beklerken
992 Okunma
1 Yorum
Tayibet Erzen


© 2024 - Akevler