Bir islâm 'antropoloji'si olarak şeriat: İnsan/lık ve 'İhvan' (1)
11 ağustos 2013
Mısır'daki Müslümanlar, bütün zorbalıklara, kışkırtmalara, zulme rağmen, insan olmanın, insanın, insanlığın onurunu korumanın ve en zor zamanlarda bile insan kalabilmenin tarihî bir örneğini gösteriyorlar bütün insanlığa.
Bediüzzaman'ın, bir İslâm antropolojisinin de imajinatif kalkış noktalarından birini oluşturabilecek, 'İslâmiyet, insâniyet-i kübradır (büyük insanlıktır)' sözüyle özetlediği hakikatin nasıl bir hakikat olduğunu ispat ediyorlar.
Özellikle de insanlığı kimseye bırakmayan ama insanlıktan nasibini alamayan ikiyüzlü Batılılara…
İhvan'ın gerçekleştirdiği bu asil, vakur ve aziz direniş, beni antropoloji üzerinde düşünmeye sevketti…
Burada 'bilimin İslâmîleştirilmesi' gibi sorunlu bir tartışmaya girmek niyetinde değilim.
İNSAN, İNCELENEREK ANLAŞILABİLİR Mİ?
Bir İslâm sosyolojisinden sözedilemez ama İslâm antropolojisinden sözedilebilir. İnsan, gerçektir ama toplum, hayalî, icat edilmiş bir 'şey'dir çünkü.
O hâlde şu soruyla başlayabiliriz tartışmamıza: Antropoloji, insanı inceleyen bir bilim dalı mıdır?
Bu soruya başka bir soruyla cevap verilebilir ancak: İnsan, incelenerek anlaşılabilir mi -ki?
Hele de tam insan'ın, bütün insan'ın, kâmil insan'ın değil, 'hayvan insan'ın, hayvanî özellikleriyle varolan, sadece yeme, içme ve çiftleşme özellikleriyle yaşayan, o yüzden de düşen, düşünme yetilerini yitiren, düş görme istidatları uçup giden, ayartılarak varolabilen, varlığını sürdürülebilen yani nefs-i emmare'siyle tanımlanan ve nefes alıp veren, insanlığı eksik seküler insanın geliştirdiği 'bilim', insanı incelediğinde ne çıkar, nasıl bir sonuç çıkar ortaya, hiç düşündünüz mü?
Bütün insan bilimleri, Aydınlanma çağının çocuğudur. Bütün insan bilimleri, sanıldığı gibi, insanı ve hayatı, insanın dünyasını ve hayatını anlamak için geliştirilmemiştir.
Aksine, Aydınlanma çağı sonrasında insanın içine düştüğü çukurdan insanı çıkarmak için geliştirilmiştir. Weber, Marx, Durkheim, Comte, Spencer, Tönnies, Tocqueville, Mead, Freud, Jung vesaire niçin çıktı sanıyorsunuz ki 'piyasa'ya?
EPİSTEMOLOJİK İYİMSERLİKTEN ONTOLOJİK KÖTÜMSERLİĞE…
………………………….
ŞERİAT NEDİR, İNSAN ŞERİATIN NERESİNDEDİR?
İyi de, şeriat, bütün bu söylediklerimizin neresinde gizli, peki?
Biraz derin nefes alırsak, şeriatın izini, gizini ve söylediklerimizin neresinde gizli olduğunu görebiliriz…
İslâm medeniyetinin şiarı, İbn Sina'nın, İbn Arabî'nin ve Bediüzzaman'ın farklı zaman dilimlerinde kendilerine özgü şekillerde dile getirdikleri şu kurucu ve herkesi kendi olarak yaşatıcı ve varedici ilkedir: 'İyilik varlıktadır, kötülük yokluktadır.'
Bu öylesine varedici bir İslâmî hassasiyettir ki, hiç kimse inancından, derisinden, ırkından, dilinden ötürü kınanamaz ve ötekileştirilemez. Bütün farklı inançlar, farklı deriler, farklı ırklar, farklı diller, yalnızca Allah'ın âyetleridir.
İslâmî hassasiyetleri oluşturan zihnî / entelektüel temeller, amalî eylemler, irfanî 'genler' ve bu genlerin hayata ruh üfleyen örfî tezahürleri, Avrupa'da olduğu gibi farklı olanı dışlamayı değil, neyse o olarak görmeyi; yok etmeyi değil, neyse o olarak varetmeyi; her şeyi ve herkesi ne ise o olarak benimsemeyi eksene alan şaşmaz ilâhî adalet, hakikat ve şeriat ilkeleridir.
ENGİZİSYONLARIN OLMAMASINI ŞERİATA BORÇLUYUZ
Şeriatı, pejoratif bir dille ve kaygıyla, yalan yanlış bir şekilde, 'elkesmek, kadın taşlamak' olarak sunarak şeytanlaştırmaya kalkışan insanlar, şeriatın ilâhî adalet ve hakikatin yeryüzünde gerçekleştirilmesini mümkün kılan muhkem bir kaynak olduğunu bilmiyorlar.
Şeriatın İslâm insanın ve dünyasının varolduğu, varlığından haberdar olduğu İslâm antropolojisinin kurucu kaynağı olduğundan bîharberler.
'İnsanların, birbirlerini tanımaları, bilmeleri ve sevmeleri için farklı ırklar, renkler, deriler ve mizaçlarda yaratıldığı' ilkesine dayanan İslâm antropolojisinin, herkesi neyse o olarak kabul eden en köklü, en sarsılmaz ama herkesi, her şeyi ve bütün varlıkları kuşatıcı ve kucaklayıcı, her türlü yeni durumu değerlendirebilecek, her türlü yeni durumu içselleştirebilecek, her türlü yeni duruma fıtratın, yaratılışın özünün özsuyunu armağan edebilecek eskimez, pörsümez yeni, ezel ve ebed spektrumunda yol alan ezelî ve ebedî niteliklere sahip, kadîm, asil ve aslî bir kaynak olduğunu bilemeyen, İslâm'la ilgisi ve bilgisi, esas itibariyle Batı medyasının İslamofobik medyatik düzeneğinin çemberine takılıp kalarak, İslamofobik yayınlarının marazî, ötekileştirici, nefret tohumları ekici, nefret dilini ayartıcı yollarla pekiştirici söylemlerinden öteye geçemeyen medyatik sömürgeciliğin kurbanları acınası insanlardır.
Elkesmek ve recmetmek cezaları, hayatı korumak için emredilmiştir. Ve bu cezalardan ötürü, sözgelişi, Engizisyonlarda olduğu gibi milyonlarca insanın kanına girilmemiş; aksine, Engizisyonvârî milyonlarca insanın kanına girecek barbarca girişimlerin ve kurumların kurum kurum kurumlanarak zuhurunun önü kesilmiştir.
Antropoloji meselesine yarınki yazıda biraz daha doğrudan girmek niyetindeyim…
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/bir-isl%C3%A2m-antropolojisi-olarak-seriat-insanlik-ve-ihvan-1/38999
yorum;
FİKRİ ENGİZİSYON
Dünyada müslüman gurup ve cemaatlerin birbirini tekfir veya
katletmelerinin sebebi müslümanım diyenlerin şeriatı(içtihat ve icma)’ı
bilmemelerinden ve önemsememelerindedir.
Bu da İslam düşmanlarının bir oyunudur.
2013 yılına gelmiş olmamıza ve 70-80 yıllık İslami
Cemaat tecrübelerine rağmen ne yazık ki böyledir.
Sıfırdan başlamaya gerek yoktur.
Akevler sizin ve bütün insanlık için bu alanda”ADİL DÜZEN-İSLAM ŞERİATİ” konularında çalışmaktadır…