Önümüzdeki Günler
1610 Okunma, 3 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

23/06/2013

-Taksimdeki olaylar küçükse dünyada yankı yapmaması gerekir. Büyükse dışarıdan büyük güç tarafından desteklenmelidir.

-Taksimdeki olayları, halkın isteği olarak gösterenler onu tertipleyenlerdir. Mesaj alınmıştır derken halktan mesaj alınmıştır demiyorlar, tertipleyenlere deniyor, sizin mesajınızı aldık. Biz dediğinizi yapacağız. Çekin artık bunları. Onlar da ister istemez çektiler. Savaş devam ediyor. Türkiye mesaja uymazsa ne olur. Uyarsa ne olur. Geleceğin bileceği şeylerdir.

 

-Türkiye büyük güçler tarafından yönetilmek isteniyor, Türkiye direniyor.

-Bize göre olay şöyledir. Sermaye; ABD, Rusya ve Avrupa üzerindeki gücünü kaybetti. Çin onlardan farklı dış siyaset takip etmez.  Sömürü sermayesi eski siyasi gücünü kazanmak için dolar üzerinde istediği oyunu oynamayı da her nedense yapamıyor. Doları anarşi aracı olarak kullanmıyor. Taksimdeki savaş sömürü sermayesi ile Obama, Putin ve Papa tarafında yer alan Erdoğan’ı Taksimde yere serip onlara meydan okuma istedi.  Şimdilik başaramadı.

 

-Taksimdeki olay Türkiye’nin Avrupa bloğundan koparılmasını hedefler.

-Taksimdeki olayların Türkiye ile hiçbir ilişkisi olmadığı açıkça bilinmektedir. Mahir Kaynak’a göre AB, Çin İle Rusya ABD grupları arasındadır. Bu bloğun olması sermaye etkin güçler arası bir olaydır.

 

29/Haziran/2013

Darbe

-Bugünlerde askeri hizmetin 35. görev maddesini değiştirmelidir.

-Darbe yapan kanuna uyduğu için yapmaz, yaptıktan sonra bir madde bulur. Bulmasa da darbe yapılmıştır. Darbecilerin muhakemesi yeni darbecileri üretmeyi amaçlar. Darbede mağlup olanlar galip gelenler tarafından tasfiye edilir. Hukuk olduğu için galip geldikleri için tasfiye ederler. Darbecileri hukuk düzeninde muhakeme yeni darbeleri davet içindir.

 

-Darbelerde gösterilen sebepler bahanedir.

-Türkiye’deki İstiklal Savaşı dâhil darbelerin tamamı dışarıdan planlanmış ama Türkler onlardan yararlanmak istemişlerdir. Sonuç Cumhuriyettir.

 

-60 darbesinde öğrenci idim olaylara katılmamasını şimdi olan arkadaşıma yazdım.

-Cilauz’e elektrik kabulünde gitmiştim. Ankara’ya döndüğümde Milli Cepheye katıldığımı radyo yayınladı. İdris Yamantürk’e telefonla sordum. “Beni de haberim olmadan katmışlar.” dedi. Tekzip edelim dedim, “Bu da yanlış olur .” dedi.

 

-Cumhuriyet kurulurken ilkeler konmuştu. Kanunlara aykırı olmasa da Ordu onlara sahip çıkmıştır. Çünkü ordu o prensipler terk edilirse dış saldırıya karşı korunmaz durumda idi.

-Lozan’da Sermaye ile gizli anlaşma yapılmıştır. Devrimler yapılmaktaydı. Yapmazsak sermaye bize saldıracak savunacak durumumuz yoktu. Bu sebepledir ki Lozan’ın gizli maddelerinde yer alan şartları Türkiye sorun çıkarmadan adım adım çözdü. Büyük bir başarı ile çözdü.

 

-İkinci Cihan savaşı sonunda Sermeyenin oluşturduğu iki blok arasında kalan Türkiye Sovyet bloğuna bırakılmadı. Dindarlaşması da istenmedi. Darbeci demokrasi benimsendi. Askerler darbe yapıyor. Müslümanları eziyor, sonra da demokratik seçimler yapılıyordu. Sonunda, AK partiyi iktidar yapabildi.

-İnsanlık III. Bin yıl uygarlığına adım atmıştır. Sömürücü faizli sermayenin artık hâkimiyeti sona ermektedir. İnsanlık uyandı. Karşılıksız para insanlık daha fazla uyutmayacaktır. Bir gecelik işi var.

 

-Darbe, darbe kanununu kaldırmakla önlenemez.

-Türkiye’de darbelerin olmaması demek İstiklal Savaşının olmaması demek, Türkiye’nin Sovyetler eline girmesi demek, iç savaşların olması demektir. Tüm darbeler ülkenin tehlikeye girmesiyledir.

 

Yorum:

Darbeler meşru mu?

Barış zamanında ülke hukuk düzeni ile idare edilir. Adil yargı sistemi vardır. Yargı üstünlüğü var. Çıkan nizaları yargı çözer. Sorun biter. Öyle durumlar olur ki artık yargı sorunları çözemez. Yargının aldığı kararlarla tehlike atlatılamaz. O durumlarda anayasalarda sıkıyönetim kanunları vardır. Sıkıyönetim iç düzeni askeri metotlarla elde etme demektir. Savaşın meşruiyeti vardır. O da dışa karşı savunma sağlar.

Askeri düzende hukuk kuralları değil, kuvvet kuralları geçerlidir. Askerler savaşı kanunlara uyarak değil, sahip olduğu güçleri kullanarak galip gelirler. Galip gelen haklı olur.  Savaş hukuk kuralları içinde alınırsa savaş hukuk kuralları içinde olmaz.

Ülke tehlikeye girdiği zaman meclis Sıkıyönetimi ilan eder ve askerler de artık hukuk düzeni dışında sorunları çözerler. Sıkıyönetim komutanı yaptıklarından sorumlu tutulamaz. Mağlup olursa sorumlu olur. Galip gelenler öldürürler.

Türkiye’deki olay şudur. Sivil iktidarlar zamanında sıkıyönetim ilan etmiyorlar, etseler bile sivil kafa ile onlara müdahale ediyorlar. Sonunda sıkıyönetim, sonuç almıyor. Askerler için iki seçenek kalıyor. Ülkeyi eşkıyalara teslim edip intihar etmek yahut mevcut iktidarı bertaraf edip meşru olmayan, bir sıkıyönetimle güvenliği sağlamaktır. Buna askeri müdahale denir. Askerlerin bunu yapmaları insanların yaşama hakkıdır. Nefsi müdafaadır. Ülkenin yok olması haklinde hukuk kalmayacağı için ülkeyi kurtaranları suçlamak mümkün değildir.

Devletin tehlikeye girdiği zaman müdahale etmeleri yasalara aykırı olsa da doğal hukukta bir gayri meşruluk yoktur.

Darbe müdahale değildir. Eğer iktidarı askeri metotla iktidar eder ve orda oturuyorsa bir daha gitmiyorsa ona darbe demekteyiz.

İhtilal müdahale bile değildir. Sosyal bir grup iktidarda iki mesela Türkiye’de Türkler iktidarda iken Kürtler isyan edip iktidar olup Kürt devleti yerine Türk devleti yerine Kürt devletini kursa bu ihtilal olur.

Türk Askeri müdahalelerinin hiçbiri darbe olmamıştır. Hep müdahale seviyesinde kalmıştır. CHP’nin 27 sene seçimsiz iktidarda kalması tarihi zorunluluk sonucu idi. 1923’de demokrasi denendi 1930’da demokrasi denendi. 1946’de demokrasi denendi. 1950’de başarıya ulaşıldı. Ulaştıran İstiklal Savaşının ikinci ve üçüncü adımları oldu.

Türk ordusunu suçlamak, yıpratmak ve devleti ordusuz bırakmak, yıkmak planlarını kuranların oyunlarına oyuncak olanlar, bir gün yaptıkları hataları anlayacaklardır.  Abdülhamid’in indirilmesi bile darbe değildir. Öyle olsaydı rejim veya hanedanlık değildi.

 

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
01.07.2013
07:31

Mahalleli bakkalına dönüyor

Son yıllarda zincir market ve AVM'lerin karşısında güç kaybeden bakkalların çoğu yok oldu. Ancak kendini yenileyen ve modernleştirenler, buralara giden mahalleliyi geri getirmeyi başardı. Türkiye'ye 1990'lı yıllarda girmeye başlayan dev süpermarketlere karşı batacağı söylenen mahalle bakkallarının bazılarında beklenen üzücü son gerçekleşmedi. Köklü değişim yapıp modernleşen bakkallar, süpermarket ve AVM'lere kaptırdıkları müşterileri geri çekmeyi başardı. İŞ MODELLERİ DEĞİŞTİ Bakkallar, dev rakipleriyle rekabet etmek için mal tedariğinden müşteri hizmetlerine, marka çeşitliliğinden çalışma saatlerine birçok alanda yenilik yaptı. Son yıllarda çalışan kadın sayısının artması ve evde geçirilen sürenin azalması gibi faktörlerle tüketicilerin daha pratik alışverişi tercih etmeleri, evlere yakın mesafede bulunan bakkallara avantaj sağladı. ÜRÜN ÇEŞİTLİLİĞİNİ ARTIRDILAR Elbette mesafe faktörü tek başına tüketiciyi çekmeye yetmez. Bakkallar, son yıllarda ürün çeşitliliğini de artırdı. Hızlı tüketimin yanı sıra şarküteri, manav reyonları da açmaya başladılar. Eskiden tenekeyle aldıkları peyniri yeni dönemde vakumlu alıp, pazarda bilinen markalara odaklandılar. 18 yıldır İstanbul'da bakkallık yapan Mavi Köşe Şarküteri'nin sahibi Ahmet Açin, "Süpermarketlerin varlığı beni etkilemiyor" diyor. Fiyatlarının semt pazarının üzerinde, süpermarketle ise aynı seviyede olduğunu söyleyen Açin, "Malımı spot piyasadan alıyorum. Bilinen markaları satıyorum. Benim müşterim kaliteli ürünü tanıyor" diyor. Açin'e göre fiyat aynı veya biraz pahalı da olsa müşteri bunu çok fazla önemsemiyor. Veresiye sürüyor Bakkaların en temel özelliklerinden biri olan veresiye uygulaması ise halen devam ediyor. Mahalleliyi tek tek tanıyan bakkal ağabey, veresiye verirken kimin borcunu ödeyip ödemeyeceğini iyi biliyor. Bir müşteri veresiyenin bazen hayat kurtardığını söyleyerek, "Zincir markette bu şansımız yok" diyor. Aidiyet yaratıyorlar Mahale bakkalları müşteriyle kurduğu insani ilişkilerde oldukça samimi. Mahallelinin bütün özelliklerini biliyor, aileleri tanıyorlar. Düğün, cenaze, asker uğurlama gibi sosyal faaliyetlerin her aşamasında yer alan bakkallar, tüketicide aidiyet yaratıyorlar. 'Bu meslek bitmez' Türkiye Bakkallar ve Bayiler Federasyonu Başkanı Bendevi Palandöken, günümüzde bakkalların konsept değiştirdiğini söylüyor. Yeni dönemde iplikten iğneye, fasulyeden bujiteriye her şeyi satan bakkal yerine, daha çok tekel ve kuruyemişçinin açıldığını belirten Palandöken, "10 yıl önce 600 bin olan bakkal sayısı bugün 245 bine düştü. Ancak dönüşenler ayakta kalıyor. Bakkallık özel bir iştir, bitmez" diyor. Palandöken, yeni yapılan toplu konutlarda da semt bakkallarının açılmaya başladığını söylüyor. Müşteri: Tanıdığım kazansın Bazı tüketiciler günlük alışverişi bakkaldan yapmayı tercih ediyor. Bir bakkal dükkânına giren ve siparişine şahit olduğumuz bir müşteri, "Bir paket tuvalet kağıdı almak istiyorum. Şimdi bunun için neden zincir markete gideyim? Ayrıca market yerine bakkalım kazansın" şeklinde konuştu.

Reşat Nuri Erol
01.07.2013
08:46

"Dört ve beş boyutlu uzayı kavramamış iseniz bu anlattıklarımız sizin için çok basit gelir. Dört ve beş boyutlu uzayı kelamcılar açıklamışlardır. Batı’da bir geometri doğmuştur ama hâlâ liselerde okutamıyorlar, çünkü kendileri anlamış değildirler. BİRİ ÇIKIP BENİMLE MATEMATİK ÇALIŞMALI, LİSELİLER İÇİN KİTAP YAZMALI, ORADA BU GEOMETRİ YER ALMALIDIR." SÜLEYMAN KARAGÜLLE BU SABAH YAPTIĞIM TEFSİR ÇALIŞMAMIZDAN BİR BÖLÜMÜ İLGİ VE DİKKATLERİNİZE SUNUYORUM... SELAM VE DUA İLE.. REŞAD Demek ki uyku kadar rüya da canlılar için vazgeçilmez bir olaydır. Ölüm nedir? Ölüm şoförün arabasını terk etmesidir. Kaza yapan araba tamir edilmezse artık o hurdalığa gider. İnsan bedeni de tamir edilemediği zaman ruh tamamen ilişkiyi keser ve o bedenden ayrılır. Beden ile ruh arasındaki ilişki hemen kurulamıyor. Yumurta anne rahminde annesinin kanını emmeye başlayınca ruhla ilişkiyi kurmaya başlar. Ne var ki şoför olmak kolay değildir. Uzun bir eğitime tâbi tutulacak olan çocuk geliştikçe ruh da şoförlüğü öğrenecektir. Ben diyelim ki beş yaşından beri kendimi hatırlıyorum. Başımdan birçok olaylar geçmiş. Çeşitli safhalardan geçtim. Eğitim aldım. Ama ben benim. O günkü ben ile bugünkü ben arasında kişiliğimde bir değişiklik olmamıştır. Demek ki ruhumda değişiklik yoktur. Şoför yetiştirirken önce bilgiler verilir. Sonunda artık direksiyona geçebilir ve direksiyonu kullanmaya başlar. İşte bu durum insanın kendisini hatırladığı zamandır yani bilincin başlaması zamanıdır. O güne kadar insan aktif değildir. Hep rüyada olduğu gibi biyolojik hareketler yapmaktadır. Ne var ki hepsini takip etmektedir. Konuşmaya başladıktan sonra bilinçlilik hâli ortaya çıkar. On beş yaşına geldiği zaman ise artık kendisine ehliyet verilmektedir, kendi başına arabayı sürebilmektedir. O halde ölüm ruhun bedenden ayrılmasıdır. Ne var ki artık şofördür. Arabası yoktur ama şoförlüğü devam etmektedir. Her insan ayrı model olduğu için insanlar başkalarının arabalarını kullanamıyor. Dolayısıyla bir başka bedene girme söz konusu olamıyor. Çünkü o arabayı kullanmayı bilmemektedir. Yeni bir araba verelim, orada yeniden eğitime başlasın diyebilir. Yine işe ilkahtan başlaması gerekmektedir. Yeniden dirilme demek eski araba ile işe başlama demektir. Eski arabanın her şeyi değişebilir ama beyindeki bilgisayar değişmeyecektir. Bilinçte berilik sürüp gitmesi gerekir. Oysa beynimiz parçalanıp çürümektedir. Bilgisayarınız bozulduğu zaman tamiratçılar bilgileri kopya edip kurtarabilirler. Siz de aldığınız yeni bilgisayarınıza onları yükler ve devam edebilirsiniz. Dirilme budur. Gerek beynimizdeki programlar, gerekse hücrelerimizdeki DNA’lar birer programdır. Programların kopya edilmesi gerekmektedir. Kelamda kabul edilen kural vardır. İnsan öldüğü hâl üzere dirilecektir. Şehitler kanları aka aka gelecekler denmektedir. Kur’an’daki birçok âyet bu hususa işaret etmektedir. M. Lütfi Hocaoğlu bir gün bu âyetleri sizlere açıklar. Ben söyledim diye kabul etmeyeceksiniz. Kendinizi o konularda Kur’an’la düşüneceksiniz. Böylece daha öncekilerin yaptıkları yanlışlar düzelmiş olur. Ayrıca yeni katkılarla insanlık gelişir. Dört ve beş boyutlu uzayı kavramamış iseniz bu anlattıklarımız sizin için çok basit gelir. Dört ve beş boyutlu uzayı kelamcılar açıklamışlardır. Batı’da bir geometri doğmuştur ama hâlâ liselerde okutamıyorlar, çünkü kendileri anlamış değildirler. BİRİ ÇIKIP BENİMLE MATEMATİK ÇALIŞMALI, LİSELİLER İÇİN KİTAP YAZMALI, ORADA BU GEOMETRİ YER ALMALIDIR.

Reşat Nuri Erol
04.07.2013
07:04

Bir ekonomik tetikçinin romanı

SEMA KARABIYIK 12 yıldır çalıştığım borsadan istifa ettiğim, geleceğime yeni bir yön vermenin heyecanıyla ilk romanımı yazdığım günlerde çıktı karşıma Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları. Aynadaki Seans olarak başladığım, matbaa aşamasında ismi Muamma olarak değişen romanın; Berker ekonomik tetikçi olarak yetiştirildiğinin bilincinde olan, Cenan ise ekonomik tetikçi olarak kullanıldığının farkında olmayan karakteri idi. Muamma devamında Üstü Kalsın İhanetimin romanlarında küresel sermaye ile yeni kapitalist düzen ilişkisini anla(t)maya çalıştım. Yaşarken, borsada çalışırken anlamakta zorlandığım pek çok hadisenin zihnimde aydınlanmasına vesile olduğu için çok şey borçluyum John Perkins'e. 'Ekonomik Tetikçiler(ET'ler), yeryüzü üzerindeki ülkeleri trilyonlarca dolar dolandıran yüksek ücretli profesyoneller. Dünya Bankası, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı ve diğer yabancı 'yardım' kuruluşlarından büyük şirketlerin kasalarına ve gezegenin doğal kaynaklarını kontrol eden birkaç varlıklı ailenin ceplerine para aktarırlar. Kullandıkları araçlar arasında sahte finansal raporlar, hileli seçimler, rüşvet, zorbalık, cinayet ve suikast bulunur. Nereden mi biliyorum ben de bir ET idim.'' Böyle başlıyor Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları. Uzun yıllar MAIN devamında NSA'da çalışan ve zamanla yaptığı işin 'öldürücü' sonuçlarını gören John Perkins'in vicdan muhasebesi olarak da okunabilecek kitabı. ET'nin görevi dünya liderlerini ABD'nin ticari çıkarlarını gözeten bir sistemin parçası olmaya ikna etmek. Küresel imparatorluğun askerleri ekonomik tetikçiler. Yeraltı kaynaklarına, petrol yataklarına sahip gelişmekte olan ülkeleri şirketokrasiye boyun eğdirmek için iyilik adı altında en büyük kötülüğü yapıyorlar. Yaşadığımız yüzyıl büyük krizler ve fırsatlar zamanı olarak tanımlanıyor. Yaşanan savaşlar şirketokrasinin kar hanesine yazılıyor. Önce ülke ET'ler tarafından yatırım yapmaya ikna ediliyor sonra da borç veriliyor. Borç miktarının yüksekliği ekonomik tetikçinin başarısının göstergesi. Borçlu ülke birkaç yıl sonra borçlarını ödeyemez hale gelince diyet isteme zamanı. BM'de verilecek oy, topraklarında askeri üs kurmak, petrol gibi değerli kaynaklara erişim. Verilen borç karşılığı yapılacak projelerin ABD mühendislik ve inşaat firmaları tarafından yapılması şart olduğundan para aslında ABD'yi hiç terk etmiyor. Sol cepten çıkan para faizlerle birlikte katlanarak sağ cebe giriyor. ET'ler tökezlediğinde devreye çakallar giriyor. Çakallar devreye girdiğinde devlet başkanları ya devriliyor ya da kazalarla yaşamlarını yitiriyor. Eğer çakallar da başarısız olursa Afganistan ve Irak'ta olduğu gibi o zaman iş askerlere düşüyor. Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları, petrol yataklarına sahip Güney Amerika ülkelerindeki darbeleri, İran'da 1950'li yıllarda yaşananları, İran-Irak savaşının nedenlerini, Afganistan ve Irak operasyonlarının arka planını, yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengin olan Afrika ülkelerinin neden sürekli iç savaş halinde olup açlıktan öldüklerini anlamaya imkân sağlıyor. 'Bir gün çocuk sahibi olmaya niyetliysen ve onların refah içinde yaşamasını istiyorsan, Afrika kıtasının bizim denetimimizde olması için çalışmalısın.' Şirketokrasiyi yaşatmak için Ortadoğu'ya ihtiyaç duyan sistem Afrika'ya sahip olmaya çalışıyor. Şirketokrasi 1970'lerdeki OPEC petrol ambargoları ve Güneydoğu Asya'daki askeri yenilgilerden sonra gözünü Afrika'daki kaynakları denetim altına almaya diker. Kongo, Nijerya, Raunda, Sudan, Liberya… 53 Afrika ülkesinden 43'ü kronik açlık ve düşük gelir sıkıntısı çekiyor. Yeraltı kaynakları büyük vergi avantajı elde etmiş yabancı endüstriler tarafından sömürülüyor. Ekonomi zayıflarken yetersiz yönetimlerin sürekliliği desteklenerek halk şiddet, etnik sürtüşme, iç savaşa doğru yol alıyor.

...

tamamı için

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/SemaKarabiyik/bir-ekonomik-tetikcinin-romani/38430





Sayı: 211 | Tarih: 30.06.2013
Mahir Kaynak
Önümüzdeki Günler
Darbeler meşru mu?
1610 Okunma
3 Yorum
Süleyman Karagülle
Yusuf Kaplan
Bir dünya ve insaniyeti kübra olarak İslamiyet
İnsan aşısı
1213 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Aranan yeni lider Sırrı olabilir mi?
Sermayenin yöntemleri
1154 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Barlas
"Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur"
Akıl yaşta değil, başta da değilse, nerede?
1112 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Şevket Eygi
Geleceği Karanlık bir Müslüman Toplum
Aydınlık Gelecek Kuran'da Saklı
1006 Okunma
Emine Hocaoğlu


© 2024 - Akevler