01.05.2013
Bilişim Çağı'nın günlük yaşamımıza sunduğu araçlar, çok şeyi değiştirdi.
Örneğin cep telefonu olan herkes kendisini fotoğrafçı sanmıyor mu? Ya da "Google"u kullanabilen herkes her şeyi bilebileceğini zannetmiyor mu?
Yine de Yontma Taş Devri'nden veya Orta Çağ'dan kalan alışkanlıklar da, varlıklarını sürdürmekteler. Örneğin kaba kuvvet kullanımı hâlâ SMS'ler kadar yaygın.
Barış sürecini toplumun nasıl algıladığını anlamayı amaçlayan "Akil İnsanlar"ın toplantılarını basmak, Bilişim Çağı'na uyarlı davranış mı acaba?
Dün Ufuk Uras twitter'dan geçtiği mesajda "Protesto ile linç girişimi ve toplantı sabote etme arasındaki farkı bilelim.
Beğenmiyorsanız kendi etkinliğinizi yaparsınız" diye yazmıştı.
Asker kaçağı paşa
Kısacası Bilişim Çağı iletişim ortamını değiştirdi ama insanların davranışlarını pek değiştiremedi. Değişmeyen davranışları da en fazla Türk siyasetinde görmek mümkün.
1950 genel seçimlerine gidilirken Kandıralı bir Demokrat Partili'nin "İsmet Paşa asker kaçağıdır" diyerek yaptığı konuşmayı hayretle izleyen Turan Güneş'in "Hem paşa hem asker kaçağı diyorsun" diye sorduğunda aldığı şu cevabı belki hatırlıyorsunuzdur.
-İsmet Paşa'yı sevmiyorum, seçimde yenilmesini istiyorum. En kısa yoldan nasıl anlatabilirim bu duygularımı? Paşa'ya asker kaçağı diyorum. Siyaset geleneğimizin bu kısa yoldan anlatımları hiç değişmiyor.
Herkes barıştan yana ama...
Tamamı için Not supported field expression!
Yorum:
Çamur at, izi kalsın!
İşin kimyasından mıdır bilmiyorum ama sırf adı ‘muhalefet’ diye iktidarın her kararına, her uygulamasına, her projesine olumsuz yaklaşmak ve kalın bir çizgiyle reddiye çekmek muhalefetin şaşmaz politikası gibi görünüyor. Olay sadece bu mudur? Ne yani, “Yarışalım, koltuğu kim kaparsa kapar, kapamayan koltuğu ele geçirene kadar her türlü çamura bulaşır.” mıdır?
Sanırım bugünkü politikacıların siyasi felsefesi bu. Tabii canım öyle olmalı, yoksa iki liderin birbirine her türlü hakareti edip sonra karşılaşınca tokalaşıp objektiflere gülümsemesini nasıl izah edeceğiz?
Bize ters ama demek ki işler böyle yürüyor. O yüzden şimdi biraz rahatlıyoruz, geniş(!) düşünüyoruz ve TBMM’de okunması gereken yemini yeniden düzenliyoruz:
“Yüce Türk halkının özgür iradesi neticesinde, milletime hizmet etmek adına katıldığım bu mecliste; seçim sürecinde vermiş olduğum tüm söz ve vaatleri hiç söylememişçesine unutacağıma ve her türlü hatırlatma sonrasında işi sabra ve zamana bağlayacağıma, hiçbir vekil arkadaşımla sebep ve seviye ne olursa olsun dargın ve küskün kalmayacağıma, selamı sabahı kesmeyeceğime, mensubu olduğum partiye körü körüne bağlı olacağıma, bu bağlılık gereği diğer partilerin akına kara, karasına ak diyeceğime, iktidara giden yolda her şey mubah felsefesini kendime ilke edineceğime ve bu doğrultuda hareket ederken gerekirse hayal gücüme ve gelecek öngörüme dayanacağıma, bu yolda önüme çıkan her engeli meclisin bana bir lütfu olan dokunulmazlık jokerimi kullanarak aşacağıma namusum ve şerefim üzerine and içerim.”
Bu yeminden sonra Yüce Türk halkı da bir bardak soğuk su içse iyi olur.