Zafer mi, çözüm mü?
1148 Okunma, 6 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

28 Nisan 2013

 

-Topraklarımızın üçte ikisini kaybettik. O kadar şehit verdik. Yine de zaferimiz kabul edilmiyor.

- Topraklarımızın üçte ikisi değişti. İmparatorluk dönemi bitti.  Bağımsız olmamız doğaldı. Şehitlerimiz nasıl olsa öleceklerdi.  Biz tümünü kaybettikten sonra üçte birini kazandık.

 

- Olan; zafer veya yenilgi değil, çözümdür. İktidar doğru yoldadır.

- Evet, millete karşı zafer olmaz. Yenme de söz konusu değildir. Çözüm olup olmadığı belli değildir ama çözülürse, çözümdür.

 

- Silahları bırakmadan gitseler de aleyhimizde değildir. Bıraktırdığımız için husumet beslerler.

- Silahları bırakmanın sembolik manası var. “Biz oraya barış içinde yaşamaya gidiyoruz.” demektir. Silahla gitme ise çekilmedir. “İleride saldıracağız.” demektir.  Yoksa silahı her zaman edinebilirler.

 

-Sorun Rus ve Amerikan tarafında mı olacağız yoksa ABD ve Rusya tarafında mı olacağız?

-Sorun sömürü sermayenin tarafında mı yoksa Adil Düzen tarafında mı olma sorunudur. ABD’de Obama iktidardadır. Bir Müslüman’ın oğludur. Rusya’da Putin iktidardadır. İslam konferansına üye olmaya talip olmuştur. ABD’de Papa etkindir. Sultanahmet’te alemlerin Rabbine dua etmiştir. Çin ABD’nin yanında olmaktansa Rusya’nın ve AB’nin yanında olmak istemektedir. Türkiye,  doğru yoldadır. Savaş taraftarı olan sermaye mağlup olmaktadır.

 

- Türkiye kendi başına güç değildir. Ama birinin yanında yer alırsa onu güçlü yapar.

- Türkiye tarafsız olmalıdır.  Hakem durumunda olmalıdır. Haksız olarak saldırıda bulunursa ona karşı olmalıdır. Anahtar ülke olmalıdır.  Mahir Bey burada zorlamalı yorumlar yapıyor.

 

- Önümüzde Ortadoğu’da savaş görünüyor. Biz Kürtlerle bir olmalıyız. Karşı karşıya olmamız etkimizi azaltır.

- Önümüzdeki Ortadoğu savaşını önleyebiliriz. İran’la Türkiye karşı karşıya gelmedikçe orta doğuda savaş Türkler için bir haftalıktır. Bu savaşı çıkarmamak için dolduruşa gelmemeliyiz. Suriye’nin iç işlerine karışmamalıyız. Savaş Ortadoğu’yu mahveder. Savaş dünya savaşı olur, sömürü sermayesinin zulümlü sermayesi devam eder.

 

Tamamı için Not supported field expression!

 

4/Mayıs/2013

Moralimizi Bozmayalım

 

-1 Mayıs savaş alanına döndürdü. Muhalefet değil isyan durumu ortaya çıktı.

-İktidarın Taksim mitingini yasaklaması yanlıştı. Muhalefetin de iktidara karşı savaş açması yanlıştı. İkisine de talimat sermayeden gelmiştir. Toplu polis marifeti ile sokaklarda savaş vermek hatalıdır. Hukuk düzeninde herkes serbestçe hareket eder. Suç işleyen cezalandırılır. Suç önlenmez. Sıkıyönetim ilan edersiniz, polisi çekersiniz. Asker gelir askeri metotla güvenliği sağlar.  Polisin hukuk düzeni içinde sokaktaki olaylara mani olmaya çalışması yanlıştır. Valinin böyle kararlar alması dikta rejiminden kalmadır. Sıkıyönetim değil, meclisler olabilir.

 

-“Birkaç kişinin hukuk dışı hareketini bahane edinen iktidar tüm halka baskı yapıyor ve halkı onların yanına itiyor.”  diyor, muhalefet.

-Tamamen iştirak ediyorum, İktidar isterse PKK’yı bir haftada yok edebilir. Etmese bile onların yapacağı pek fazla bir şey yoktur. Habbeyi kubbe yaparak saldırılarda bulunmak, böylece Kürtleri Türklerden ayırma siyasetine devlet alet olmuştur. Ama başaramamışlardır. Kürtler hala Ak Partiye oy veriyor.

 

- Sorun çıkınca sadece faili suçlamak yanlıştır.  Sebepler araştırılmalıdır.

- Biri suç işlediği zaman hukuk düzeninde yargı sebeplerine bakmadan cezasını verir. Yönetim ise işlenme sebeplerini araştırır ve gerekli tedbirleri alır. Türkiye’de yargı sebeplerle hüküm vermekte, iktidar ise sebeple hiç ilgilenmemektedir.

 

- Duygular değil, fikirler hâkim olmalıdır. Çıkarımız varsa sevmediğimiz bir gücün yanında olabiliriz.

-Ülkemizi kendi çıkarı ile insanlığın çıkarını birleştiren bir ülkedir. İslamiyet’ten önce Hunlar ve Göktürler insanlığın çıkarı için savaştılar. Kendi çıkarları ile insanlığın çıkarlarını birleştirdiler. İslamiyet’ten sonra Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve Osmanlılar hakkı üstün tutan bir düzen için savaştılar. İnsanlığı adalet ve güvenliğe götüren bir çaba gösterdiler. Duygular değil fikirler hakim olmalıdır. Sevmesek de haklının yanında olmalıyız.

 

- Demokratik ve laik davranan iktidarları desteklemeliyiz.

-Her türlü anlaşmazlıklarda hakemlerden oluşan yargının kararlarına uyanları desteklemeliyiz. Hakem kararlarına uymayanlara karşı olmalıyız. Kimin demokratik, kimin laik olduğunu takdiri bize ait değildir.

 

Tamamı için

Not supported field expression!

 

Not: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle’ye aittir.

 

Yorum:

Geleceğin Sosyal Grupları

Eğitim kurumları ve imkânları olmadığı dönemlerde eğitim aile müessesesince sağlanıyor, ocaklar oluşuyordu. Bir aile yönetici oluyor, iktidar onların hakkı sayılıyordu. Bir aile peygamberler ailesi oluyor, vahiy onlara geliyordu. Kimi aile ilim ocağı oluyordu. Top ocağı oluyordu, gözlük ocağı oluyordu. Kuran bunu hükmen kaldırdı. İrsen sosyal görevleri yapan grupların oluşmasını önledi. Fiilen bu iş ancak üçüncü bin yılın şartlarında gerçekleştirdi. Hala kiralar meşruti olsa da yerinde duruyor. Hala asker çocukları asker oluyor.  Bu dönem üçüncü bin yılda fiilen sona ermektedir.

Bununla beraber,  İnsanlık kavimlere, kavimler şa’blara, şa’blar kabilelere, kabileler aşiretlere ayrılacaktır. Ve değişik topluluklar oluşturacaklardır. Bu topluluklarda ırkçılık yoktur. Çünkü topluluk değiştirme serbest olduğu gibi yerleşmek de serbesttir. Dolayısıyla şu topluluk şu ırktandır denemez. Bu bakımdan ırk ve din bölünmüşlüğü artık son bulmuştur. Topluluklar daima göç verecek ve göç alacaklardır.   Ocak, bucak, il ve ülkeler ırka dayanmazlar.

Bu ifade tam doğru değildir. Böyle olsaydı,  miras söz konusu olmazdı. Ocak ocakların,  bucak bucakların, il illerin, ülke de ülkelerin çocuklarına kalmalıdır. O halde geçmiş bakımından ırkçılık yoktur ama gelecek bakımından ırkçılık vardır. Bir şartla ki herkes topluluğunu değiştirebilmektedir. Hicret edene de kendi payı verilmektedir.

Kişilerin ocaklarda kimlikleri vardır. Bucakların da kimlikleri vardır. İllerin de kimlikleri vardır. Ülkelerin de kimlikleri vardır ve insanlığın da kimliği vardır. Ocaklar birlikte yaşayanların, bucaklar birlikte çalışanların, iller birlikte iç güvenliği sağlayanların, ülkeler ise ülkelerini dış saldırılara karşı koruyanlarındır.  Bir kimsenin Türk olmasının, Kürt olmasının zaman değildir. Ülkedeki kimliği Türk’tür. İldeki kimliği Kürt’tür. Bucaktaki kimliği Zaza’dır. Ocaktaki kimliği soyadıdır. Kendi kimliği ise ön adıdır.

Yüze yakın ülke olacaktır. Devletler ikiye ayrılacak. Hakemlerin kararına uyanlar İslam (barış) devletleri olacak, uymayanlar ise savaş devletleri olacaktır. Barış devletleri gerektiğinde birleşip savaşçı devletlerle barış için savaşacaklardır.

Ülkeler illerin iç işlerine karışmayacaklardır. Her ilin kendi dili, kendi güvenlik birlikleri olacaktır.  

İnsanlık kıtalara ayrılacaktır. Güney Amerika, Kuzey Amerika, Afrika, Avrupa, Çin, Hint, Avustralya ayrı ayrı kıtalar olacaktır. Ortadoğu Avrupa’nın parçası olacaktır. Rusya da Avrupa Birliği içinde yer alacaktır. Yahut Ortadoğu, Rusya, orta Asya bir kıta olabilecektir. Bu hususta tahminde bulunamıyorum.

Kıtaların yönetimi İnsanlığa bağlı olacak ve bloklaşarak savaşa asla cevaz verilmeyecektir. İki blok olacak. Barışçı grup, savaşçı grup. Hakem kararlarını kabul edenler, hakem kararlarını kabul etmeyenler. Hangi kıtada olursa olsun barışçı devletlerin, hakem kararlarına uymayanlarla savaşması meşru olacaktır.

Mahir Kaynak’ın hala eski sermaye gruplaşmasını benimsemiş olması eski düşüncesinden vazgeçememiş olmasından ileri gelmektedir.

Evet, ABD; Amerika’nın bir blok, AB ve Çin’in bölünmesini sermaye deneyebilir. Ama başaramayacak. Devletler artık sermayenin oyununa gelmeyecektir.

Sermaye siyasi gücünü kaybetti. Karşılıksız para ile gücünü korumalıdır.  Üçüncü cihan savaşını çıkarmayı, yeniden siyasi gücü elde etmeyi istiyor. Türklerde bir söz vardır: “Avucunu yalarsın.”

 

 

 

 

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
06.05.2013
10:43

ALİ BULAÇ'IN BUGÜNKÜ YAZISINDAN...

İstanbul için ...

Küresel ekonomiye bağımlı politikalar ilk acı sonuçlarını vermeye başladı. Şehirlerin tahrip edilip yerlerine bedevilerin inşa ettiği kentlerin yer aldığı bu politika kaçınılmaz bir biçimde üç önemli sonuca yol açıyor: Başta aile olmak üzere toplumsal hayat çözülüyor. Doğasında yatan eşitsizlik yüzünden kent çatışma alanına dönüşüyor. Firavun’un Haman’dan yapmasını istediği gökdelenler semaya meydan okuyor. Tabiatın kaynakları son maddi değerine varıncaya kadar yağma ediliyor. Hammadde, enerji, gıda ve pazar ihtiyacı sürekli büyümekte olan ülkeleri bunlara sahip olanlara karşı saldırgan hale getiriyor. Küresel sermaye Ortadoğu’yu, İstanbul’u üs seçmiş durumda. İkinci boğaz, üçüncü hava alanı ve üçüncü köprü ile diğer enerji yatırımlarında telaffuz edilen rakamlar dudak uçuklatıyor. Gerçekten “çılgınlık” bu. Kent içi çatışma, tabiatın yağmalanması ve komşularla savaş ihtimali yanında İstanbul’un kendisi büyük tehdit altında. Nüfusu 15 milyondan 40 milyona çıkartılması planlanan şehrin güvenliği son derece kırılgan hale geliyor. Milyonlarca insanı üst üste yığdığınızda düşman hava kuvvetlerine bağlı birkaç sorti veya insansız hava uçakları yüzbinlerin hayatını söndürmeye yeter. Su şebekesine atacağınız bir avuç zehir, elektriğini kesmeniz veya merkezi ulaşım ve seyrüsefer noktalarına düzenlenecek bir terör saldırısı kitlelerin hayatını tehdit altına sokmaya yeter. Dağılmış bir nüfusa sahip ülke her zaman dış saldırılara karşı mukavemetlidir. İki üç katlı bir bina üzerine düşecek bombanın tahribatı ile on binlerce kişinin yaşadığı gökdelenlerden oluşmuş bir sitede ölenlerin sayısı aynı olamaz.

...

YAZI ŞÖYLE BİTİYOR İstanbul’un nüfusunu azdıracak bu çılgın projeler milyonlarca sene içinde şehrin jeolojik yapısını, doğal dokusunu, içinde yaşayanların güvenliğini tehdit altına sokmaktadır. Bu ilahi ve tabii olana, insan fıtratına meydan okumadır. Bu ölçekte köklü kararları almaya siyasetçi ve yöneticinin hakkı ve yetkisi yoktur. Eğer bu konularda karar verilecekse halka sorulması lazım. Hiç değilse “bu kavim kendi helakine razı” ise sorumluluğu kendisi üstlensin. Bu mülahazayla -lehte ve aleyhteki görüşlerin iyice ortaya konulmasından sonra- halkoylaması yapılması gerektiğini düşünüyorum. Milyonlarca insanın ve kadim bir şehrin kaderini bugün var yarın yok yöneticilere, pozitivist düşünen teknokrat ve bürokratlara, küresel yağmacılara bırakacak olursak hepimiz ağır sorumluluk altında kalırız.

TAMAMI İÇİN

http://www.zaman.com.tr/ali-bulac/istanbul-icin-halkoylamasi_2086336.html

Reşat Nuri Erol
06.05.2013
10:45

BU YAZI DA ÖNEMLİ...

AYNI KONUDA ÖNCESİNDE İKİ YAZI YAZILDI,

BU ÜÇÜNCÜSÜ...

http://www.zaman.com.tr/ibrahim-ozturk/nasil-yapmali-ne-yapmamali-iii_2086313.html

Reşat Nuri Erol
07.05.2013
04:21

DİKKAT...

ZAMAN'DAN İHSAN DAĞI YAZIYOR...

Nerede o eski İslamcılar? Hatırlar mısınız, bir zamanlar sabah akşam ‘İslamcılık’ tartışılırdı bu ülkede. 28 Şubat veya 27 Nisan günlerinden değil daha eskilerden söz ediyorum. İslamcılık konusunun kapak olduğu dergi çok satar, tartışma programları çok izlenirdi. İslamcılar etkili dergiler çıkarır, yayınevleri kurup kitaplar yayınlar, sol ve Kemalist entelektüellere meydan okur, bilgi ve birikimleriyle herkesi şaşırtırlardı. Kimse kızmasın; İslamcı siyasetçilerden, işadamlarından, sivil toplumculardan önce İslamcı entelektüeller kendilerini kabul ettirdiler. Sistem, tarih, gelenek üzerine derin tartışmaların ve eleştirilerin yapıldığı o dönem çoktan sona erdi. Bir zamanların fikri bakımdan en canlı, en üretken hareketi küllendi. Belki de İslamcı kadroların siyasi başarıları entelektüel alanı gölgede bıraktı, veya İslamcı entelektüeller siyasetin yedeğinde kalmayı kabul ederek kendi tercihleriyle özgünlüklerini ve özerkliklerini terk ettiler. Entelektüeller siyasetle bütünleştikçe ve siyaset de hegemonik bir güce dönüştükçe entelektüel cevvaliyetin vazgeçilmezi olan ‘eleştirel’ duruş zorlaştı, inkıraz kaçınılmaz oldu. Geçenlerde AK Parti kurucularından Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler’in ‘Eski İslamcılar/Yeni Gençler’ başlıklı ilginç bir yazısı yayınlandı. ‘Eski İslamcılar’a benzer bir kuşağın ortaya çıkmaya başladığını söylüyor Böhürler. ‘İdealist, muhalif ve eleştirel düşünen’ yeni kuşak İslamcılar. Bunların, anti-kapitalist bir ruhla 1 Mayıs gösterilerine katılmasının ve Kürt siyasal hareketine meyletmelerinin nedenlerini anlamaya çalışan Böhürler, şunu soruyor: ‘Bugünkü İslamcılık, AVM’ler, kalkınma, büyüme, liberal ekonomi, muhafazakâr siyaset bileşkesinde tüketim odaklı dindar bir hayat tarzı dışında gençlere ne vaat ediyor’... Böhürler, devam ediyor: ‘...İslami hareketlerin kendilerini fikren geliştiremedikleri ortada. Bir rehavet ortamı içinde statükocu tutumları yinelemek dışında yeni bir bakış göremiyoruz.’ Kim bilir belki de ‘eski kuşak’ın statükoculaşmasına karşın ‘genç İslamcılar’ İslamcılıka içkin ‘muhalif’ duruşu keşfetmişlerdir. Sanırım bu da İslamcıların ve İslamcılığın 10 yılı aşkın bir süredir iktidar olan AK Parti’yle olan ilişkileriyle alakalı.

...

DEVAMI İÇİN

http://www.zaman.com.tr/ihsan-dagi/nerede-o-eski-islamcilar_2086803.html

Reşat Nuri Erol
07.05.2013
04:30

"YENİ ANAYASAda NETİCE ÜZÜCÜ: Yeni anayasa yapmayla ilgili bir şey söylemek istemem açıkçası. Bu kadar konuştuktan sonra netice ortada. Üzücü bir durum. Daha fazla konuşup kendi kendimize de saygısızlık yapmak istemem. Bu kadar konuştuk, ettik olmadı..."

ABDULLAH GÜL

CUMHURBAŞKANI

Tayibet Erzen
07.05.2013
08:44

YENİ ANAYASA'DA NETİCE SEVİNDİRİCİ VE OLAĞAN!

Toplama bir Anayasa'dan başarı ummak, şimdi yaşanılan hayalkırıklığının fazlasıyla yerinde olduğunu gösteriyor. Adil Düzen'e göe İnsanlık Anayasası çalışmalarına hız vermemiz gerekiyor. İVEDİLİKLE...

Reşat Nuri Erol
10.05.2013
04:47

MİLLETVEKİLİ MAAŞI HARAM MI?

*

Demokrasi milletvekillerini kral yapabilir FARUK BEŞER, YENİ ŞAFAK GAZETESİ

Aşağıda çevirisini vereceğim hadisi şerifler bir kez daha okumaya değer. 'Kıyamet günü Allah'ın en sevdiği ve ona en yakın olan insanlar, âdil yöneticilerdir. En kızdığı ve ona en uzak olan insanlar da zalim yöneticilerdir'. Bilindiği gibi adalet, her şeyi yerli yerine koyma, her hak sahibine hakkını vermedir. Zulüm ise bunun zıddıdır. 'Bakıyorum yönetimde bir makam kapma hırsı gösteriyorsunuz. Ama bu hırs kıyamet günü pişmanlığa dönüşecektir, bilesiniz'. 'Benim ümmetimden her kim insanların yönetiminde bir görev alır da, kendisinin ve çoluk çocuğunun çıkarını koruduğu kadar onların çıkarını da korumazsa cennetin kokusunu bile duyamaz'. 'Devleti yönetenler için sadece iki tas söz konusudur: Birisi, kendisinin ve çoluk çocuğunun yiyeceği kadarı, diğeri de insanların önüne koyacağı'. 'On kişinin başına geçip de hakkı olmayanı alan bir yönetici kıyamet günü elleri kelepçeli olarak getirilecek ve sorumluluğunu üzerine aldıklarıyla hesaplaşmadıkça kurtulamayacaktır'. 'Kim daha layık olanlar varken kamu işine, forsunu kullanarak, sırf dostluğu ve akrabalığı sebebiyle layık olmayanı alırsa, kıyamet günü onunla hesaplaşacak olan bizzat ben olacağım'. 'Bir millet içerisinde adaletle hükmedilmez ve güçsüzlerin hakları güçlülerden direnç görmeden alınıp sahiplerine teslim edilmezse, o millet kutsallığını yitirir, Allah'ın desteğini alamaz'. Ebu Hureyre zekât memuru olarak Yemen'e gönderilmişti. Görevini eksiksiz yaptı. Dönerken de Yemenliler kendisine zekât dışında bazı hediyeler verdiler. Gelip hesabı teslim etti. Kendisine, 'peki, bunlar ne?' diye soruldu. 'Onlar benim şahsıma verilen hediyeler' dedi. 'Evinde oturmuş ve oraya memur edilmemiş olsaydın sana onlar bu hediyeleri yine de verecekler miydi?' diye soruldu. 'Elbette hayır!' cevabını verdi. Öyleyse koy bakalım onları da topladığın zekâta!' dendi ve hediyeleri de zekâta kattılar. Hz. Ebubekir ölmek üzere olduğunu anlayınca kızı (Hz. Peygamberin eşi) Aişe'yi yanına çağırdı ve ona dedi ki: 'Şu sütünü sağıp içtiğimiz deve, içinde yemek pişirdiğimiz tencere ve giydiğimiz kadife elbise var ya, biz onlardan, insanların işlerini gördüğümüz için yararlanıyorduk. Ben öldüğüm andan itibaren onları Ömer'e ver. Çünkü artık onlar bize helal olmaz'. Ebubekir ölünce Aişe onları Ömer'e gönderdi. Ömer de aldı ve şöyle dedi: 'Ah kardeşim Ebubekir, Allah sana rahmet eylesin! Kendinden sonra gelenler için üstesinden zor gelinir bir örnek oluşturdun'. Milletvekillerinin biraz farklı maaş almalarının izahı olabilir; insanların işlerini takip ediyorlar, her gün her bölgeden ziyaretçileri geliyor, onları ağırlıyorlar, ekstra harcamaları var, bunları karşılayabilmeleri lazım. Eyvallah. Ama beş çocuklu bir aile 800 lira alırken aktif milletvekilinin maaşı yirmi dört bin, emeklisininki sekiz bin lira olursa bu para helal olmaz. Kaldı ki, bir dönem milletvekili olmak ömür boyu emekliliği, hatta çift emekliliği ve yanında şimdi eklenen bir dizi ayrıcalığı getirirse bozulmamış vicdanlar buna isyan eder, hakkını helal etmez. İşte demokrasi budur. Halk adına kanun yapan temsilciler bir şeye olsun, der oluverir. Burada ucuz kahramanlıklar da çıkar. Nasılsa kabul edilecek, bari ben karşı çıkayım diyenler olur. Ama kanunlaşınca da, alın istemiyorum demezler. Ben şahsen bu orantısız imkânların helal olmayacağı kanaatindeyim. Millete sorsalar, yüzde doksan dokuzu benim gibi düşünecektir. Kalan biri de zaten ya milletvekilidir ya da onun yakınlarıdır. Ve Kıyame Suresi'inden birkaç ayet meali: 'Hayır, (ey insanlar!) Siz peşin olanı seviyorsunuz, Sonrakini bırakıyorsunuz… Ama o gün yüzler olacak, sevinçten ışıldayan Bakışlarını Rabbinden ayırmayan Ve yüzler olacak o gün, abus, Kahredici bir belaya uğrayacağını hissettiği için…'





Sayı: 203 | Tarih: 5.05.2013
Yusuf Kaplan
Üçüncü dünya savaşı,neden İslam'a karşı yürütülüy
Onlar dışarıdan,bizimkiler içeriden!
1224 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Bir çukur uğruna ne gazlar sıkıldı
Kâbe ve Taksim
1190 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Zafer mi, çözüm mü?
Geleceğin Sosyal Grupları
1148 Okunma
6 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Barlas
"Recep Paşa asker kaçağıdır" diyebilirlerdi
Çamur at, izi kalsın!
1046 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Şevket Eygi
Müslümanın Andı
Tarihi Eserler Kadar Olamadı
988 Okunma
Emine Hocaoğlu


© 2024 - Akevler