Altın Fiyatları
1078 Okunma, 8 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

21 Nisan 2013

-Altın fiyatları süratle yükselirken, düşeceğini yazdım.

-Altın fiyatları kriz zamanlarında düşer, refah zamanında yükselir.  Bankalar altını yavaş yavaş alır, fiyatı yükseldikten sonra birden satarak kâr eder ve piyasada fiyatı düşürürler. Sonra altın yine kendi değerini alır. Mahir Bey, altın fiyatları yavaş yavaş yükseldiğine göre aniden düşüreceklerini haber vermiş.

 

-Altın rezervleri olan spekülatörler, bundan kârlı çıkarlar. Halk ise daima zararlı çıkar. Çünkü altın beklenmedik anda düşer.

- Altın ne kazanır ne kaybeder. Nakit olarak rezerve yapmak isteyen, altını rezerve etmelidir. Dalgalanır ama o her zaman değerini korur. Nakit olarak elde tutmayı bilen, bir taşınmaz almalı, taşınmazın en kârlısı arsadır. Ama meşru değildir. Mesken alıp kiraya vermek de sıkıntılara sebep olmaktadır. Dükkân, mağaza, tarla gibi gelir getiren yerler alınmalıdır. Bunun için de kooperatif kurulmalı, küçük paralar böyle tasarruf edilmelidir.

 

- Diğer emtialarda da benzer hareketler beklenebilir.

- Piyasanın tekeline sahip olanlar, fiyatları bu şekilde yavaş yavaş düşürür veya yükseltir sonra birden aksini yaparlar. Yavaş yavaş yükselmede gider, yükseliş inişin yarısı kadardır. Aksi harekette ise terstir. İşte bundan yararlanırlar. Tekel mallara yatırım yapmak halk için daima zararlıdır.

 

-Piyasada karışıklık var. Düzeldiğinde kârlı çıkabiliriz. Altın fiyatlarına dikkat etmeliyiz.

-Tekellerin malları ucuza alıp sonra pahalı satması,  ihtikardır. İslamiyet’te yasak değildir ama  makbul kazanç değildir. Bugün Adil Düzen’e inanan kimselerin yapacağı, artırdıklarını taşınmazlara yatırmak olmalıdır. Diğer malların dalgalanmasından yararlanmayı iyi göremem. Kumar oynamak gibidir. Daima çok parası olan kazanır.

 

-Fiyat dalgalanmaları siyasi dalgalanmaları da yanında getirir.

-Siyasi hedefe ulaşmak için fiyatlar üzerinde oynanır. Karşılıksız parasıyla tekel sermaye dünya devletlerine hâkim olmuş, 20. yüzyılda insanlığı parmağında oynatmıştır. 21. yüzyılda devletler, sermayenin dediğini yapmıyor. Sermaye savaşı kaybedecek, karşılıksız para ortadan kalkacak, para gücüyle insanlığa hükmetme sona erecektir. Mahir Bey bu hususta susuyor. Evet, sermaye yenilecektir.

 

27/4/2013

Yanlış Yapmayalım

-Söz ve tavır, fiilden daha etkilidir.

-Sermaye basın yoluyla söylenen sözlerden istediğini duyurmakta, istemediğini duyurmamaktadır. Yapılan olaylardan istediğini duyurmakta, istemediğini duyurmamaktadır. Dolayısıyla halkı istediği tarafa yönlendirmektedir. Ordu dâhil, basının şerrinden korunmak için onun dediklerini yapmakta veya söylemektedir. Türkiye’nin bir numaralı sorunu basındır.  Onu çözmezsek esir olmaya devam edeceğiz.

 

-Gereksiz endişeler taşıyoruz. Kürtler bağımsız devlet kuramazlar.  Petrole sahip olması yetmez, onu pazarlayacak yola da sahip olmak gerekir.

-Kürtler, üretken bir topluluktur. Dindar topluluktur. Bir Kürt devletinin oluşması haklıdır. Bana göre Arapça konuşan pek çok devlet vardır. Irak’ın Resmi dili Kürtçe olmalı, Irak Kürt devleti olmalıdır. İllerin dilleri Arapça ve başka diller olacaktır. Eğer başarılı devlet kurarlarsa dünyadaki Kürtler oraya göç ederler. Oradaki Türk ve Araplar ise başka Arap ve Türk ülkelerine, Fars ülkelerine göç ederler. Bu devlet sünni devlet olmalıdır. İran’daki Sünnilerden isteyenler oraya göç edecekler, Iraktaki kişiler de İran’a göçe edecekler. Zorlanmayacak, kendileri isteyerek göç edecekler.  Irak boşalır nüfusu azalırsa tekrar Arap devletine dönüşebilir. Denizden tecrit edilmiş bir devlet yaşayamaz.

 

-Kürtler bulunduğu devlette şerefli vatandaş olmalıdırlar.

-Her dil bir uygarlığı taşır. Halkın Kürtçe veya Lazca dillerinden vazgeçmesini istemek hem kendilerine zulümdür, hem de insanlığın uygarlığına ihanettir. Bunu devlet dili ile değil; il dili ile, bucak dili ile, hatta ocak dili ile her topluluk dilini yaşatmalıdır. Devlet dili tektir. Kürt devleti kurulmadan Kürtçe devlet dili olamaz. Kürtçe aslında Farsçadan farksızdır. Sünnilerin Farsça konuşanı yoktur. Bunu talep edebilirler.

 

- Halkların ırk ve din farkı gözetilmeden eşitlik içinde olmak şartıyla oluşan devletlerin yüceliği, onların da yüceliği olacaktır.

- Türk bir Türk adı değildir. Göktürklerde bir Türk kabilesi yoktur. Doğu Anadolu’ya kadar uzanan bu devlet içinde her çeşit ırk yaşıyordu. Tek tanrıya tapıyorlardı. İslamiyet’i kabul ettikten sonra da değişik kabilelerin adı Türk kaldı. Bunların Türkçe konuşmaları bile gerekmiyordu. İstiklal savaşını Türk ırkı değil, Türk ulusu yapmıştır. Mustafa Kemal “Ne mutlu Türk’üm diyene.” demiş, “Ne mutlu Türkiyeliyim diyene.” dememiştir.

 

-Bize öğretilenleri değişmez sandık. Günümüzü, modası geçmiş düşüncelerle yönettik.

-Hala da öyle yapıyoruz. Bugünkü durumun hiç birisi Ak Partinin veya ordunun isteği değildir. Böyle isteyenler vardır. Biz de direnmeden yapıyoruz. Başkasını dinleyen herkes, arkadan takip etmek zorundadır.

 

NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle’ye aittir.

 

Yorum:

Tahlil

Bugün yeni bir dönem yaşıyoruz. Türkiye’deki PKK tasfiye ediliyor.  AK Parti ve BDP yanılmış durumda. Bunlar kendi iradeleri ile değil dışarıdan gelen isteğin sonucu böyle olmuştur. Ne olmuştur?

Sermaye tarih boyunca Müslümanlarla Hıristiyanları çatıştırdı ve dengesini din kavgası üzerine kurdu. 19. asrın sonuna geldiği zaman Hıristiyanlar o kadar güçlendi ki artık Müslümanlar onlara karşı direnme gücünü kaybetti. Artık dinin denge unsuru olamayacağına karar veren sermaye yeni siyaset ortaya koydu.  

Artık dünya dengesi dine değil,  rejime dayandırılacaktır. Tüm insanlık dinsizleşecek ve idealsiz emrinde olacaktır. İkinci cihan savaşını bu amaçla çıkardılar. İkinci cihan savaşından sonra silahtan tecrit edilmiş Japonya ve Almanya da yatırımlarını yoğunlaştıran sermaye Türkiye’yi yoksulluk içinde dinsizleştirip 2000 yıllarında Sevr gereği parçalayıp onları tetikçi olarak kullanmayı planlamıştır.

Başta Mustafa Kemal olmak üzere, İnönü, Menderes, Demirel, Özal, Erbakan hatta Çiller’in yönetimleri sayesinde Türkiye güçlendi ve İslamiyet’i kaybetmedi. Dinsizleştirilemedi. Erbakan’ın Adil Düzen’i dünyayı değiştirmiştir. İran inkılabına sebep olmuş, Sovyetler değişmiş dünya sosyalistleri dinsizlikten vazgeçmişlerdir.

Gorbaçov, Putin, Papa, Obama, Kohl, dünyayı başka yere taşıdılar. Amerikan sermayesi de ikiye ayrılmış, bankerlerle reel ekonomi sahipleri anlaşamamışlardır. İşte bu çıkmazlık içinde sermaye yeni çözümler aramaya başlamıştır. Bunlardan biri de yeniden İslam ile barışarak, varlığını kabul etmek ve İstanbul’a gelip yerleşmeyi, dünyayı İstanbul’dan yönetmeyi çözümlerden biri olarak kabul etmektir.

Bu hususta Amerikan sermayesi arasında ihtilaf yoktur.  İşte bugün olaylar bunlardır. Arap baharı da budur.  Evet, bu böyledir. Bizim ne yapmamız gerekir? Her iyilikte yardımlaşacağız, her kötülükte yardımlaşmayacağız. Onların gayesi ne olursa olsun biz işin iyi olup olmadığına bakacağız, yapanların art niyetleri bizi ilgilendirmez.

Evet, Sermayenin İstanbul’a taşınmasına yardımcı olmalıyız. Onlara söyleyeceğimiz şudur: Dünyayı istediğiniz kadar sömürün. İthalat ve ihracat sizin olacaktır ama ülke içinde halkımızın sömürmesine izin vermeyiz. Dolaysıyla merkez bankalarımız bizim olacak, sizin sahte paranızı kullanmayacağız. İşte bunun çözümü Adil Düzen’dir. Biz devletimizi Adil Düzen’le yönetirsek sermaye bizi sömüremez. Diğer devletler de Adil Düzen’e geçerlerse onları da sömüremez. Sermaye de Adil Düzen’de yaşamaya devam edebilir.

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
28.04.2013
08:22

İslâmî çözüm HAYRETTİN KARAMAN

Bir meselenin, bir anlaşmazlığın, bir çatışmanın İslam'a göre çözülmesi, çatışmanın barışa döndürülmesi nerede ve ne zaman olur? Düzen (rejim, sistem) olarak İslam'ın benimsendiği ülkede ve benimsenen din sağa sola çekilmeden uygulandığı zamanda olur. Bugün birçok İslam ülkesi ya Türkiye gibi açıkça (anayasasında yazılı olarak) veya anayasasında 'dini İslam' yazdığı halde uygulamada laik sistem yürürlüktedir. Laikliğin temel özelliği 'dinin bağlayıcı, siyasi, hukuki bir kaynak, bir otorite olarak tanınmaması'dır. Resmen veya uygulamada laik olan bir ülkeye siz 'İslam'a göre çöz' derseniz bu sözün ayağı yere basmaz, havada kalır, üstelik İslam'ı da yıpratırsınız. Eğer İslâmî çözüm istiyorsanız önce rejimi değiştireceksiniz. Eğer rejimi değiştirmek istiyorsanız, hayatlarının bütününde İslam'ın uygulanmasına razı olan bir ümmet oluşturacaksınız. Eğer böyle bir ümmet oluşturmak istiyorsanız bilmem kaç yıl, âlim, âkıl, hakîm, salih kişiler eliyle halkı eğiteceksiniz. Bunlar olmadan 'şu kadar yıl önce şu kadar alim bir araya gelmiş de padişaha mektup göndermiş de, itaatlarını ve hilafetten ayrılmayacaklarını bildirmişler de biz de böyle yapalım…' demenin yeri ve uygulama kabiliyeti yoktur. Ayrıca bugün ve dün İslam Yurdu'nun ehalisi (halkı) tamamen müslüman olmamıştır, olmaları da şart değildir. Hemen her asırda ve mekanda, İslam Yurdu (dâru'l-İslam) içinde müslüman olmayanlar ve müslüman olup da farklı etnik kökenlerden gelenler bulunmuştur. Bu yazıda müslüman olmayanların statüsünü, gelecek yazıda da farklı etnik grupların durumunu ele alacağım.

...

DEVAMI İÇİN...

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HayrettinKaraman/isl%C3%A2m%C3%AE-cozum/37436

Reşat Nuri Erol
28.04.2013
09:39

bugün okuduklarım içinde bu yazı da önemli...

yazarını tel. ile arayıp konuşmalıyım...

elbette "adil düzen" açısından...

siz yazıyı okuyorken...

selam ve dua ile..

reşad

‘Tarihî derinlik’ MÜMTAZ'R TÜRKÖNE

“Stratejik Derinlik”, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na haklı bir akademik şöhret kazandırmış, dış politikamızın referans kitabı. Kitabın başlarında “nehirde yolculuk” metaforu yer alır. Her şey değişmektedir. Ne nehirde akan su, ne nehrin kıyısı, ne kayık, ne içindeki biz, ne de karşıdan bizi seyredenler aynı kalmaktadır. Bu kadar değişkenin belirlediği bir yolculuğu, kayıktakiler arasında bir uyum ve işbirliği yakalayarak sağ-salim sürdürebilmek için çok sağlam bir vizyona sahip olmanız icap eder. Hele dünyanın en deli akan nehrinde başınızda bir yığın bela ile yolculuk ederken; daha ötesi, aynı zamanda nehrin yatağını değiştirmek gibi bir teşebbüsün içinde iseniz. Türkiye’nin uluslararası konumu köklü biçimde değişti. Su henüz yatağını bulmadı ama bambaşka bir yöne doğru ilerlediğimizi kimse inkâr edemez. Yeni bir tarihî dönemin içinde yol alıyoruz. Bu değişimin mantığını ve istikametini merak edenler “Stratejik Derinlik”e müracaat ediyor ama yeterli olmuyor. Bir de “Tarihî Derinlik” ile diğer boyutun tamamlanması lazım. “Tarihî Derinlik” yine Ahmet Davutoğlu’na ait ama henüz yazılmamış bir kitap. Politika araya girince, zihinde bitirilmiş bu çalışma kitaba dönüşememiş. İzlerini ve işaretlerini sadece Türk dış politikasındaki köklü dönüşüme bakarak yakalamak mümkün. Özeti, derin bir tarih birikimi, bilinci ve muhasebesi. Ne için? Geleceğin tarihini üzerine inşa edebilmek için çok derin temellere ihtiyacımız var. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun daveti üzerine hafta sonu Kazakistan’a Vedat Bilgin’le birlikte yaptığımız ziyaret, geniş bir coğrafyada bu tarihî derinliğe vukuf için önemli bir fırsat oldu. Türkiye, bilenlerin hep söylediği gibi büyük bir ülke. Türkiye’ye dışarıdan baktığınız zaman mangalda kül bırakmadığınız sorunların aslında ne kadar basit olduğunu fark ediyorsunuz. Daha iyisi Kazak kardeşlerimizin Türkiye’deki çözüm sürecine bir itirazları olmadığı için Türklüğünüz de sorgulanmıyor. Ata yurdunda, unuttuğunuz ama genetik kodlarınızda duran özelliklerinizi test etme fırsatınız var. Almatı’dan sıkı bir Kazak lokantasında kımız içip, at eti yiyip Türklüğümüzü tazelemek gibi. At eti, Hanefi fıkhına göre yenilebilir; kımız ise sayın ki at sütünden yapılan bir ayrandır. Galiba Türklüğünüzü ölçmek için de iyi bir vesiledir. Sonuç gayet iyi. Türkiye, içinde yer aldığı dünyayı algılamasında bir zihniyet devrimi yaşıyor. Önce zihinlerin değişmesi gerekiyordu. Korkuların baskın olduğu, içe kapanan ve statükoya sıkıca bağlı kalan bir dış politika artık yok. “Sykes-Picot’nun çizdiği sınırlara neden biz bekçilik yapıyoruz?” sorusu işte bu tarihî derinlikten geliyor. Alışkanlıklardan kurtulmak, zihinleri değiştirmek çok kolay değil. Tarih farklı bir yöne evrildiği zaman bile, eskinin alışkanlıkları bir süre daha devam ediyor. Yeniye alışmak zaman alıyor. Tarih size sağlam bir ölçü veriyor. Geçmişte olanlar tecrübe edilenlerdir. Geçmişte başardıysanız, tekrar yapabilirsiniz. Zihninizin ve bedeninizin yeteneği, geçmişte kanıtlanmıştır. Üstelik insan eseri her şeyin sınırı değişebilir. “Tarihî derinlik”, geçmişte gerçekleşmiş bir ütopyanın, bugünün reelpolitiğine aktarılması için gerekli araçları ve şartları veriyor. Türkiye geniş bir coğrafyada bu derinliğe müracaat ederek yeni bir medeniyetin mimarı olabilir. Bu imkân aynı zamanda bir sorumluluk demek. Tarihin değişimine bazen yazılamamış kitaplar rehberlik ediyor....

***

devamı için...

http://www.zaman.com.tr/mumtazer-turkone/tarihi-derinlik_2083417.html

Reşat Nuri Erol
28.04.2013
10:13

Afganistan’da Türk okullarında okumak… 27 Nisan 2013 İZZETULLAH ZEKI DIHKANOĞLU*

Afganistan yıllardır ateşle yanan bir kardeş ülke, bir derttaş ülke ve İstiklâl Harbi’nde maddi ve manevi destekleriyle yanınızda olan bir ülke. Şimdi ise siz birlik, beraberlik ve kardeşlik vazifesini yerine getirmek üzere tüm gönlünüzle oradasınız. Vefa borcunu yerine getirmek, diğerkâmlığınızı göstermek için oradasınız. Ülkenin temel ihtiyacı olan eğitim seviyesini yükseltmek için oradasınız. Tüm olumsuzluklara rağmen kardeşlerinizi gönlünüze basmak ve kardeşlik havasını bitlikte teneffüs etmek için oradasınız. Türk okulları, Afganistan halkının en güvendiği bir yuva haline gelmiştir. Türk okullarında okumak bir ayrıcalıktır. Bu okullarda okuyan öğrencilere güvenle ve ümitle bakılmaktadır. Bu okullarda okuyan öğrenciler, maşallah toplumdaki temsil görevlerini en güzel şekilde ifa etmekteler. Sözleriyle, özleriyle, görünümleriyle ve en temiz, mantıklı fikirleriyle topluma çok güzel bir imaj oluşturmuşlar. Halkın gönlünde yer bulmuşlar. O öğrenciler edebiyle, başarısıyla ün kazanmışlar. Defalarca Afganistan Milli Eğitim Bakanlığı’nın takdir, teşekkür ve madalyalarını kazanmışlar… Onlar her konuda önde gidenlerden olmuşlar… Afganistan Yükseköğrenim Sınavı’nda devamlı birincilerden olmuşlar. Tabii ki bu kadar başarının yanında değerli hocalarının çabaları ve sabırları asla gözden kaçırılmamalı, onlar yaşatma idealiyle giden ilim yolcularıdırlar… Onlar yaşamlarıyla, davranışlarıyla ve sağlam fikirleriyle güzel Türkiye’yi tanıtan en güzel insanlardır. Onlar gurbet, hasret demeden yaşatma idealiyle giden fedakâr ve cefakâr insanlardır. Onlar sadece bir öğretmen değil, aynı zamanda bir ana baba gibidirler… Çünkü yeniden bir dil öğretirler ve sanki yeniden bir bebek büyütürler. Kabil’den Belh’e, Herat’tan Kandahar’a ve kısacası hemen hemen ülkenin her eyaletinde Türk okulları, yurtları ve kursları bulunmakta ve bir çırağ gibi ülkenin dört bir köşesini ilim meşaleleriyle aydınlatmaktalar. Halkla iç içeler. İyi ve kötü gününde halkın yanındalar; bayramlarda, seyranlarda, aile ziyaretlerinde, iftarlarda… Afganistan’da okullar hava şartlarından dolayı genelde yazın açılmakta ve güz aylarında tatile girmekteler. Ancak Türk okulları tatili çok iyi değerlendirirler. Kurslar, dershaneler ve kitap okuma kamplarıyla çok anlamlı ve bereketli bir tatil geçirirler. Bu arada okul kayıtları da bu mevsime denk gelmekte ve öğrenciler için bir heyecan başlamakta, o da üç aşamalı sınavı geçerek Türk okullarına girebilmek ve bu okullarda eğitim görmektir. Bu öğrencilerin yeni ve modern bir Afganistan inşa etmesi dileğiyle… *Afganistanlı, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Entitüsü İslam Tarihi Yüksek Lisans Öğrencisi

Reşat Nuri Erol
28.04.2013
10:24

İslam Dünyası "bir olmanın" peşinde İslam dünyasından gelen temsilciler İstanbul'da görüş birliği anlamına gelen "icma"yı değerlendiriyor.

28.04.2013 08:14 İki gün sürecek sempozyum dini uygulamalarda birlik adına önemli bir adım... 80'e yakın ülkeden çok sayıda din adamı ve akademisyenin katıldığı "Ortak Yol Haritası-İcma ve Kolektif Şuur" Sempozyumu'nda Müslümanlar arasındaki birliği sağlayan dinamikler üzerinde duruluyor. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de, icma ile tespit edilmiş temel esaslara sıkı sıkıya sarılmak gerektiğine dikkat çekti.

Görmez, şunları kaydetti: "İcma, aynı zamanda dini reforme etme çabalarının önünde koruyucu bir kalkan görevini ifade etmiş, kıyamet sabahına kadar ifade etmeye devam edecektir. Sevad-ı Azam dediğimiz büyük kurulların ittifakını bekleyen yüzlerce meselemiz vardır. Biz hala bayramlarımızı bile farklı günlerde yapmaya devam ediyoruz. Ramazan'a dahi farklı günlerde başlıyoruz." Konuşmalarda, İnsan Hakları, Kadın-Erkek eşitliği ve Küresel Isınma gibi güncel pek çok konunun değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek, İslami fetva merkezlerinin yaygınlaştırılması istendi. Sempozyum boyunca yapılacak oturumlarda icmanın dindeki yeri ve sahabe uygulamaları ele alınacak. Sadece Müslümanların değil, tüm insanlığın dertlerine çare üretecek işlevsel bir mekanizma haline getirilmesi için yol haritası belirlenecek.

Reşat Nuri Erol
29.04.2013
09:08

Bu meseleleri konuşma zamanımız gelmedi mi?

Levent Gültekin

acikcenk@gmail.com

Bugün sizinle biraz dertleşmek istiyorum. Amacım kimseyi suçlamak, yargılamak, aforoz etmek, değil. Uzun zamandır zihnimde dolaşanları yüksek sesle dile getireceğim. Bu yazıyı daha önce yazmayı düşünüyordum. Fakat İslam dünyasındaki alimlerin ‘meseleleri konuşmak üzere’ İstanbul’da toplandıklarını duyunca artık erteleyemedim. Bugüne kadar erteledim, çünkü: Hepimiz zaman zaman iç dünyamızda bir çatışma yaşarız. Bildiklerimizi, gördüklerimizi bütünüyle yazmak mıdır faydalı olan, yoksa görmezden gelmek midir? Bu çatışmayı kendi adıma çok fazla yaşıyorum. Ya bütün gördüklerimizi, yaşadıklarımızı yazıp itirafçı damgası yiyeceğiz ya da susup yapanın yanına kar kalmasına göz yumacağız. Fakat nereye kadar susacağız? Konuya geleyim. Uzun bir yazı olacak, biraz sabır istiyorum.. Yaklaşık bir yıl önce Milli Görüş’ün önemli isimlerinden Oğuzhan Asiltürk “partinin paralarının Erbakan’ın çocuklarının üzerine geçirildiğini” açıkladı. Geçtiğimiz hafta da Erbakan’ın çocukları hem Oğuzhan Asiltrük’ü, hem de Şevket Kazan’ı edindikleri servetin kaynağını açıklamaya çağırdı. Bu sadece işin bir kısmı. Bildiğimiz, gördüğümüz daha çok olay var. Bosna için toplanan paraların Kent Bank’ın Off shor hesabında batırılması, cemaat adına kurulan şirketlerin o şirketleri yönetenlerin şahsi malı haline gelmesi… Diğer taraftan Kanal 7 meselesi var. Deniz Feneri meselesi var. TV5 meselesi var. Cübbeli Ahmet hocanın Jet Fadıl ile girdiği gayri ahlaki ticari tablo ortada. Otel odasını pazarlarken ‘din’in nasıl pespaye hale getirildiğini hepimiz izliyoruz. Adnan Oktar’ın durumu zaten konuşulacak gibi değil. İsmailağa cemaatindeki iktidar ve rant kavgaları artık gizlenemiyor. Süleymancılar cemaatindeki para ve iktidar kavgası herkesin malumu. Gülen cemaatinin siyasi tutumlarının neden olduğu tahribat ortada. Birçok tarikatın, cemaatin geldiği nokta ne yazık ki tam bir felaket. İnanılmaz bir çürümüşlük rehin almış bu yapıları. Görünürdeki dindarlık neredeyse defoların, ahlaki zaafların üzerini örtmek için kullanılan bir örtü haline getirilmiş. Allah’ı anarak daire satanlara, TV’lerde şaklabanlık yapanlara, din adına kendisine taraftar toplayanlara aynı yöntemlerle siyaset yapanlar ses çıkarmıyor. Kimse bir diğerine “sen ne yapıyorsun arkadaş” diyecek durumda değil. Diyemiyor da Kaldı ki bu sadece Türkiye’ye has bir durum da değil. İslam dünyası kan ağlıyor. Her gün yüzlerce insan birbirini boğazlıyor. Bilinç düzeyi, ahlaki seviye, kültürel olgunluk yerlerde. Müslümanlığından zuhur eden sağlam bir ahlak ortaya koyabilen bir topluluk, bir ‘yapı’ ne yazık ki dünyanın herhangi bir yerinde çıkmadı. ‘Müslümanların’ insan ilişkileri, eğitim anlayışları, toplum algıları, ticari hayat tasavvurları, kadınlara bakışları, çocukları yetiştirme tarzları.. Hepsi sorunlu. İktidara, paraya, güç ilişkilerine uyarlanan ve bu alanlardaki hareketliliği temin eden din artık bir inanç, bir düşünce, bir ruh hali, bir bilgelik… olarak anlamını tümüyle yitiriyor. Siyasete, ticarete, cemaat ilişkilerine malzeme yapılan din ne yazık ki Müslümanlık olmaktan çıkıyor. Elbette bireysel anlamda çok düzgün, çok temiz, çok namuslu insanlar yok değil. Benim dikkat çekmeye çalıştığım ‘dindarlıkları’ ile varlığını ortaya koyan yapıların durumu. İşte tablo böyleyken bu tablonun sorumluları, bu cemaatlerin, bu tarikatların temsilcileri İstanbul’da meseleleri konuşmak üzere toplanmışlar. Başka ülkelerden gelenleri bilemem ama Türkiye’den katılanlar ne söylediler o toplantıda? Daha kendi ülkesindeki kendisinin de neden olduğu çürümüşlüğe çare üretemeyenler ‘İslam dünyası’nın çürümüşlüğüne dair ne söyleyecekler? Kabul etmek gerekiyor ki Kuran değil ama ‘İslam’ tahrif edildi. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşama geçirilmiş bir ‘İslam’ ne yazık ki yok denecek durumda.

...

YAZI UZUN...

DEVAMI VE TAMAMI İÇİN...

http://www.gazeteciler.com/levent-gultekin/bu-meseleleri-konusma-zamanimiz-gelmedi-mi-998y.html

Reşat Nuri Erol
29.04.2013
09:37

HÜSNÜ KILIÇ arkadaşımdır...

reşad

*

Alimler Birliği gecikmiş ihtiyaç

Türkiye Alimler Birliği Girişim Grubu Sözcüsü Hüsnü Kılıç, Müslüman kimliğine yönelik artan tehditlerin Türkiye Alimler Birliği'nin kurulmasını ihtiyaç haline getirdiğini, girişim için geç bile kalındığını söyledi. Kılıç, 'İslam dünyasının gerçekleriyle ilgiliyiz, ilgili olmak zorundayız' dedi.

OKTAY MEHMET

28 NİSAN 2013 Türkiye Alimler Birliği Platformu (TAB) Girişim Grubu Sözcüsü Hüsnü Kılıç, Alimler Birliği'ne uzun zamandır ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Yakın tarihte yaşanan dramatik süreçlerin bu ihtiyacı kaçınılmaz kıldığını söyleyen Kılıç, 'Tarihimize, ilim-irfan ve medeniyet dünyamıza, müesseselerimize, Müslüman kimliğimize, ümmet bilincimize, İslam algımıza, hayat tarzımıza yönelik yozlaştırıcı tehditler, baskıcı ve imhacı politika ve uygulamalar bu nitelikte bir birlik ihtiyacının ne kadar zaruri ve hayati olduğunu gösterirken, toplum olarak bu girişimde ne kadar geç kaldığımızı da itiraf etmeliyiz' dedi. MÜŞTEREK TEMSİL Ayrıca Kılıç, TAB'ın kamuoyuna açıkladığı bildiride kuruluş gerekçesinin şöyle ifade edildiğini söyledi: 'Ülkemizin tarihten günümüze, geleneksel ilim, irfan, kültür ve medeniyet potansiyelini teşkil eden insanlarının fert ve cemiyet olarak ihtiyaç duydukları koordinasyon ve müşterek bir temsil platformu oluşturmak.' HOCALARIMIZIN ÖNCÜLÜĞÜNDE Türkiye Alimler Birliği'nin bir yıl önce gündemlerine geldiğini ve altı aylık bir istişari süreçten sonra, TAB'ın kuruluşuna karar verildiğini söyleyen Hüsnü Kılıç, 'Çok kıymetli hocalarımızın, alimlerimizin öncülüğünde, geniş katılımlarla ve bölgesel toplantılarla bu süreç olgunlaştırılmış ve bu safhaya gelinmiştir. İnşallah Mayıs ayı sonunda toplanacak şûrada bu yapılanmanın nihaî çerçevesi şekillenecektir. Birliğin kuruluş beyannamesi, tüzel kişiliği ve idari yapısı ikmal edilerek kamuoyu ile paylaşılacaktır' ifadelerini kullandı. KUŞATICI BİR YAPI HEDEFLİYORUZ Kılıç, TAB'ın İslâmi ilimler, talim ve tedrisatıyla alakalı çevrelerin koordinasyonunu sağlayan çatı kuruluş olacağını söyleyerek şunları ifade etti: 'Bu yapılanma ile İslam ümmetinin merkezi karakterini oluşturan Ehli Sünnet hassasiyetine sahip ilim erbabı ve irfan ehli ile bu çerçevede kurulmuş cemiyet, cemaat, dernek ve oluşumların temsil edileceği bir çatı kuruluşu amaçlanmakta. Kuruluş gayesi istikametinde gördüğü her cemiyeti kuşatıcı, temsil genişliği olan sivil inisiyatif yapılanmasını hedeflemekte.' Muhtelif bölgelerden isimler var Hüsnü Kılıç, Türkiye Alimler Birliği Girişim Grubu Platformu'nda Türkiye'nin muhtelif bölgelerinden isimler yer aldığını söyledi. Bunlar arasında Salih Ekinci, Halil İbrahim Kutlay, Şaban Şevli, Salih Turgut, Hamdi Aslan, İbrahim Çücük. Muhammet Tayyip Elçi, Ömer Korkmaz da bulunuyor. Biz İslam dünyasının gerçekleriyle ilgiliyiz Türkiye Alimler Birliği olarak Müslüman ve dürüst insan olmak itibariyle her konuyla ilgili olduklarını söyleyen Kılıç, 'Hangi mahiyette olursa olsun ülkemizin, insanımızın ve bütün İslam dünyasının gerçekleriyle ilgiliyiz, ilgili olmak zorundayız. TAB asla kendi gayesi ile bağdaşmayan güncel spekülasyonlar ve siyasallaşma içinde olmayacak' dedi. Eksik kalanı tamamlayacağız Diyanet, ilahiyat ve İHL gibi kuruluşların resmi devlet kurumu olmaları hasabiyle eksik bıraktıkları hususları tamamlayacak bir misyon üstleneceklerini söyleyen Kılıç, 'Bu kuruluşlarla ilgili tek yanlı ve katti yargılarda bulunmaktan kaçınacağız. Bu kurumlar hangi maksatlarla kurulmuş olurlarsa olsunlar ülkemizde din hizmetleri ve eğitimi ile ilgili çok önemli görevler ifa ettiler ve etmeye devam etmekteler. Birlik olarak eksik bulduğumuz hususları tamamlayıcı olmayı sürdüreceğiz' dedi. 28 ŞUBAT TECRÜBESİNİ UNUTMADIK 28 Şubat sürecindeki mescit operasyonlarını, başörtüsü yasağını ve benzeri uygulamaları hatırlatan Türkiye Alimler Birliği Platformu Girişim Grubu Sözcüsü Hüsnü Kılıç, 'Geçmişte yaşananlar mesela uç bir örnek olarak fetvaların laikleştirilmesi, bütün bu gelişmeler sürecinde statü sahiplerinin ilgili resmi otorite makamlarının tepkisizliğini hatırlatmak isteriz. Bunlar bağımsız ve özgür iradeli bir hareketin nasıl kaçınılmaz olduğunu bize daha iyi anlatmaktadır' dedi.

Reşat Nuri Erol
02.05.2013
05:07

Ümmet içinde farklılık ve çözüm

HAYRETTİN KARAMAN İslâmî inanca ve anlayışa göre bütün insanlar, 'Son Peygamber'in kendilerine gönderildiği muhatap kitle' olarak 'Muhammed ümmeti'dir. Bu ümmetin bir kısmı onun davetini kabul ederek Müslüman olmuşlar, bir kısmı ise henüz Müslüman olmamışlardır. Müslüman olmayanlardan ayrı devlet sahibi olanlarla -onlar saldırmadıkça, zulmetmedikçe ve tehlike teşkil etmedikçe- barış içinde ilişki kurulur. İslam devletinin vatandaşları olan gayri müslimlerle ilgili hükümleri bundan önceki yazıda özetledik. Müslüman olan ümmetin tek bir devlet veya bir şekilde siyasi birlik kurmaları ideal olanıdır. Sömürgecilerin, ümmet düşmanlarının çalışmaları ve Müslümanların ise cehalet, gaflet ve hiyanetleri yüzünden ayrı (ulus) devletler kuran Müslüman toplulukların aralarındaki ilişkinin kardeşçe olması Kur'an-ı Kerîm'in gösterdiği hedeftir. Nimetler adaletle paylaşılmalı, acılar, problemler, felaketler, zulümler, saldırılar… yardımlaşarak karşılanmalı ve hafifletilmelidir. Irk, mezheb, menfaat gibi amiller, İslam kardeşliğinin önüne geçmemeli, farklılıklar (mesela bir ırk, bir mezheb) diğerlerine dayatılmamalı, ortak olan kelimede (tevhidde, din kardeşliğinde) birlik titizlikle korunmalıdır. Bir İslam ülkesinde ise mezheb, ırk, bölge, parti farklılıkları, Müslümanlar arasındaki kardeşlik ilişkisini bozmamalı, bunlar İslam bağının önüne ve üstüne geçmemelidir. Geçmişte ve günümüzde bu teorik islam düzeni işledi mi, problemleri çözebildi mi, evet veya hayır ise nasıl ve niçin? Bu kitaplık soruya burada birkaç satır içinde cevap vermeye çalışacağım:

...

DEVAMI İÇİN

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HayrettinKaraman/ummet-icinde-farklilik-ve-cozum/37501

Reşat Nuri Erol
03.05.2013
08:30

HAYRETTİN KARAMAN HOCA AYNI KONUYU YAZMAYA DEVAM EDİYOR...

Demokrasilerde Çözüm Demokrasiler genellikle laik oluyor, Müslümanların kendilerine mahsus bir demokrasilerinin olabileceği yazılmış ve tartışılmış ise de bunun hem teorisi hem de uygulaması üzerinde ittifak oluşmamıştır. Laik demokrasi ile yönetilen bir ulus devlette 'İslami çözüm'den söz etmek 'deniz üzerinde ev kurmaya' veya 'karada gemi yüzdürmeye' benziyor. Daha önceki bir yazımda, İslami çözüm isteyenlerin işe nereden başlamaları gerektiğini yazmıştım. İslam da, laik demokrasi de parçalı uygulanamaz; bunlar ayrı ayrı birer bütün teşkil ederler ve her bir kurallarının, uygulamalarının, bünyenin diğer parçalarıyla irtibatı ve alakası vardır.

...

DEVAMI İÇİN;

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HayrettinKaraman/demokrasilerde-cozum/37515





Sayı: 202 | Tarih: 28.04.2013
Ahmet Hakan
Severim böyle bürokratları
Riâe-n Nâs
1096 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Altın Fiyatları
Tahlil
1078 Okunma
8 Yorum
Süleyman Karagülle
Yusuf Kaplan
İslamafobi"medyatik deccal"ve sistemin ayağına ku
Halk medyasına doğru
963 Okunma
2 Yorum
Ali Bülent Dilek
Mehmet Şevket Eygi
MÜFTÜLÜK DERGİSİNDE HAHAM PAPAZ MAKALESİ ve MELEK
Her şeyi okuyalım, kendimiz yetiştirelim
953 Okunma
Emine Hocaoğlu
Mehmet Barlas
Milli içkimiz ayran hangi yemeklere uyar?
Yasaklarla Ancak Buraya Kadar
952 Okunma
Tayibet Erzen
Hüseyin Gülerce
Kandil açıklaması ve sorular
İçerik Önemli
929 Okunma
Zafer Kafkas