İnanmak ile kuşku arasında savrulan kuşaklar
1041 Okunma, 0 Yorum
Mehmet Barlas - Sabah
Tayibet Erzen

10.04.2013

Yaşamın felsefesini yapan düşünürlere göre "Düşünmek" denilen yorucu ve yıpratıcı faaliyetten kaçınmanın iki yolu varmış. Eğer duyduğunuz her şeye inanırsanız ya da duyduğunuz her şeyi kuşku ile karşılarsanız, düşünmenize gerek kalmazmış.
Siyasetçilerin söylemlerinin peşine düşen ve düşünmeyi onlara bırakan kitlelerin rahatlıklarını çok iyi açıklamıyor mu yukarıdaki tahlil?
Hitler'in peşindeki Almanlar ne kadar rahattılar kim bilir?
Germen ırkından olan insanların diğer insanlardan üstün olduğuna inanmışlardı mesela.
Savaşta yenilinceye, kentleri müttefiklerin bombaları ile yıkılıncaya, toprakları Amerikalılar ve Ruslarca işgal edilinceye, Almanya ikiye bölününceye kadar, Germen ırkının en üstün ırk olduğuna inandılar.
Bu süreçte eksik olan şey "
Kuşku- "ydu. Bugün bizim siyasi ortamımızda ise fazlasıyla var olan şey "Kuşku" değil mi?

Kuşkusuz dönemler

Geçmişte hiç kuşku duyulmadan kabul edilen ve Resmi İdeoloji'nin sözcüleri tarafından seslendirilen söylemler, birer birer buharlaşıyor.
Kendi tarihimizle yüzleşebilecek toplumsal ve siyasal cesarete kavuştuk artık.
Farklılıkların zenginliğimizi oluşturduğunu görebiliyoruz. Geçmişte yok edilen, yok sayılan veya görmezden gelinen unsurların farkına varıyoruz. Ve nihayet anladık ki "
Tarihin belleği" bireylerin hafızaları kadar zayıf değil.
Neticede her nisan ayı geldiğinde 1915'teki "
Ermeni Tehciri" 21'inci yüzyılda da Türk-Amerikan ilişkilerini titretmiyor mu?
Veya 1974'teki askeri harekâtla çözüme kavuşturduğumuzu zannettiğimiz Kıbrıs hâlâ Türkiye'nin AB üyeliğinin önündeki en önemli engel ve hâlâ bir kriz konusu değil mi?

Sloganların peşinde

Tamamı için http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2013/04/10/inanmak-ile-kusku-arasinda-savrulan-kusaklar

 

Yorum:

Yanar Döner Doğrular

Körü körüne inanmanın da, sürekli kuşku duymanın da doğru olmağında hemfikiriz sanırım. Herkesin hayatında bunun örnekleri vardır. Şöyle bir etrafa bakmak bile yeterli olacaktır. Sırf AKP yapıyor diye uygulamaları baştan reddetmek ve tüm faaliyetlerinden kuşkulanmak. Veya bunun tersi de olabilir; sırf Erdoğan savunuyor diye ne olduğuna bakmadan destek vermek gibi.

Örnekler AKP üzerinden gitse de bu her parti ve camia için böyledir. Daha da kötüsü karşı tarafı takdir etmek veya kendi içinden birini olumsuz yönde eleştirmek ihanet sayılır. Düşünmekten bu kadar korkan, eleştiri karşısında bu kadar aciz olan bir toplumun sorunlara sağlıklı yaklaşmasını ve çözümler üretmesini beklemek biraz fazla iyimser bir yaklaşım olmaz mı?

Hizmetle alakası olmayan tamamen çıkar çatışmasına dayanan bu siyaset ülkeye bir şey vaat edemediği gibi, sürekli de zarar veriyor.

Ne yazık ki bu yaklaşımımızı sadece siyasette göstermiyoruz, yaşamın her alanına bu tavrımız hakim. Tamamen tekliği ve zirveyi hedeflemiş bir rekabet anlayışıyla sanayide, üretimde, eğitimde sürekli bu bencil tavır takınılıyor. Yapıcı eleştiri ve empati yok, iyiyi alkışlama yok. ‘Kim yaptı?’ var, ‘Bana ne faydası olacak?’ var. Bu labirentin neresi hak yola çıkar, insanları refaha ulaştırır, anlayamadım.

Bunları zaten hepimiz gözlemlediğimiz için aslında yazmış olmamın pek de bir manası yok. Asıl bu durumun nasıl düzelebileceği üzerine konuşmak gerekiyor.

Sorunun derinine inecek olursak, birim eleman olan insana ulaşırız. Birey bazında çözüme ulaşan ego sorunu, halkaya dağılacaktır ve dalga misali toplumu da düzeltecektir. Herkesin bunun için işe kendinden başlaması gerekir. Ben neyim, ne değilim, ne olmak istiyorum, ne olabilirim?

Türetilmeye müsait bu sorulara cevaplar bulununca artık kişi kendini gerçekleştirebileceğinden doğruya odaklanabilecektir. Kendisi kadar başkalarının da doğruları olabileceğini idrak edecektir. Bu da saygı ve hoşgörü zemini oluşturacak ve ortak bir sağduyu geliştirecektir.

İnsanlara kendilerini terbiye etmeleri yönünde sadece çağrıda bulunmak bana etkili görünmüyor. Şöyle ki; kimseye “Güzel kardeşim, ne olur nefsini terbiye et, hoşgörülü ol.” deme lüksümüz yok. İnsanların da öğretileri hayata geçirmeye ve inandıkları gibi yaşamaya niyetleri yok. Nitekim Cuma hutbelerinde ve benzeri sohbet ortamlarında bu tarz telkinler hep yapılıyor ancak yaşayarak örnek oluşturan olmadığından, bunlar etkili olamıyor.

Adam vardır, takvasını öne sürüp Muhammed peygamberin sözleriyle yatar, O’nun sözleriyle kalkar. Gel gör ki “İki günü bir olan, zarardadır.” temel felsefesinden bihaberdir. Sırf bu cümle bile dünyayı değiştirmeye yeter, artar bile. Yine başa dönecek olursak biz ya körü körüne inanmışız düşünmeden kabul ediyoruz, ya da çok kuşkucuyuz hiç duymuyoruz.

 

 

Tayibet Erzen






Sayı: 200 | Tarih: 14.04.2013
Mahir Kaynak
Yolun Neresindeyiz?
İnsanlığın Geleceği
1084 Okunma
5 Yorum
Süleyman Karagülle
Ahmet Hakan
Bir lüzumsuzluk
Alerjiden sonraki adım
1055 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Barlas
İnanmak ile kuşku arasında savrulan kuşaklar
Yanar Döner Doğrular
1041 Okunma
Tayibet Erzen
Yusuf Kaplan
Kıyametin ayak sesleri...
Hangisi kıyamet?Şimdiki mi?
1033 Okunma
7 Yorum
Ali Bülent Dilek
Mehmet Şevket Eygi
Ahlaksızlık ve Müslümanlar
Tepkisiz Kalmayalım
1018 Okunma
Emine Hocaoğlu


© 2024 - Akevler