Osmanlı'nın gelişi
1201 Okunma, 0 Yorum
Yusuf Kaplan - Yeni Şafak
Ali Bülent Dilek

Osmanlı'nın gelişi...

YUSUF KAPLAN

03 MART 2013

……………………………

KÜRT MESELESİ VE OSMANLI'NIN BİTİRİLEMEMESİ GERÇEĞİ

Sadece Kürt meselesi değil, bölgemizi hallaç pamuğu gibi savuran bütün sorunlar, aslında Osmanlı'nın bitirilememesinin yol açtığı sorunlar.

Kürt meselesi, daha kadim, köklü ve esaslı meselelerin gün yüzüne çıkmasına da imkân tanıyacak 'kışkırtıcı', 'doğurgan' bir mesele aynı zamanda.

Kürt meselesinin ilerleyen safhalarında, bölgemizin ve dolayısıyla dünyanın temel varoluşsal sorunlarını sil baştan yeniden konuşmaya başlayacağız.

Bu açıdan Kürt meselesi, unutturulan veya bastırılan köklü varoluş sorunlarımızın yeniden dünyanın gündemine gelmesine ve konuşulmasına yol açacak, bütün taşları yerinden oynatacak, deprem etkisi yapacak göründüğünden çok daha büyük bir mesele, o yüzden.

OSMANLI BİLFİİL ÇÖKTÜ AMA BİLKUVVE YAŞIYOR…

Bu süreçte, öncelikli olarak konuşmak zorunda kalacağımız iki temel sorun olacak: Birincisi, sömürgecilik tarihi ve Batı hâkimiyetinin tüyler ürperten hikâyesi…

İkincisi de, Osmanlı'nın dün gördüğü tarihî rolün, yarın da zorunlu olarak yeniden hatırlanmak ve hayata geçirilmek zorunda kalınması…

Elbette ki, Osmanlı bilfiil çöktü; ama bil kuvve yaşıyor. Batı uygarlığı, -özellikle de Amerikan tecrübesi üzerinden- bilfiil yaşıyor ama bil kuvve çöktü.

Osmanlı'nın bitirilememesini yaşıyoruz, derken kastettiğim şey, tam da burada gizli işte…

Bu mesele, hayatî önemi hâiz bir mesele. O yüzden yazının son bölümünde bu meseleyi biraz derinlemesine deşelemeye çalışacağım.

MEDYATİK HEGEMONYA, BUMERANG ETKİSİ YAPACAK!

Batı uygarlığı, başat temsilcisi Amerika ile birlikte dünya üzerinde hâkimiyetini sürdürüyor el'ân. Ama adaletin, barışın ve hakkaniyetin hâkim olabileceği bir dünya düzeninin nasıl kurulabileceğini bilmiyor, bilemiyor.

O yüzden yalnızca hâkimiyetini sürdürme kaygısı ile hareket ediyor Batı uygarlığı. Hâkimiyetini sürdürebilmesinin tek yolunun da güç üreten araçları kontrol edebilmekten ve maksimum ölçüde etkili olacak şekillerde kullanabilmekten geçtiğini düşünüyor. Ama yanılıyor elbette ki… Fenâ hâlde yanılıyor üstelik de!

Güç üreten araçlar, öncelikle, gelişmiş teknolojik silahlar… Ama medya, bu süreçte, silahlardan daha güçlü bir hegemonya kurma aracı olarak kullanılıyor ama bu yakıcı gerçeği görmekte zorlanıyoruz, medyanın karmaşık doğasından ve ayartıcı / pornografik dilinden ötürü…

Gerçekte, medya, nükleer silahlardan daha etkili, daha tehlikeli bir güç üretme ve gücü sürdürme aracı işlevi görüyor ve öyle de kullanılıyor.

Ama medyanın çok önemli bir zaafı var: Medya, hem kırılgan, hem de ayartıcı bir araç. Bu yüzden, bumerang etkisi yapacak bir özelliğe sahip: Medya, eninde sonunda, medyayı güç ve hegemonya aracı olarak kullananları vuracak tehlikeli bir 'oyuncak'!

MEDENİYETLER, TARİHTEN NEDEN VE NASIL SÜRGÜN EDİLDİ?

Son yüzyıl, insanlık tarihindeki en büyük dönüşümlerin veya travmaların yaşandığı bir yüzyıl oldu. Sadece bizim için değil, bütün insanlık için.

Avrupa, 80 milyon civarında insanın katledildiği, insanlık tarihinin en barbar ve vahşî iki savaşının ardından tarih yapan bir aktör olarak tarihten çekildi.

Bu arada, binlerce yıllık Çin medeniyeti, Hint medeniyeti, Latin Amerika medeniyetleri ve İslâm medeniyeti, bu bir yüzyıllık süre zarfında tarihten nihâî olarak sürüldüler Avrupa'nın yok edici saldırıları sonrasında.

Dünya medeniyetlerinin tarihten sürülmelerinin başlıca nedeni, bu medeniyetlerin Batı uygarlığının (Avrupa'nın) modernlikle birlikte geliştirdiği ontolojik şiddet yüklü meydan okumadır. Batı uygarlığının geliştirdiği meydan okuma, başka hiçbir medeniyete yaşama hakkı tanımayacak kadar saldırgan, yıkıcı, yok edici, başka medeniyetlerin kökünü kazıyıcı bir meydan okuma oldu o yüzden.

İnsanlar, son üç yüzyıl içinde insanlık tarihindeki bütün medeniyetlerin Batı modernliğinin saldırgan meydan okuması karşısında kökünün kazındığı yakıcı gerçeğini nedense düşünmüyorlar bile. Hayret doğrusu!

MEDENİYETLERİN ORTAK/LAŞA YÜRÜYÜŞLERİ…

Oysa tarihte hiçbir medeniyet, dünyanın bütün diğer dinlerini, kültürlerini, medeniyetlerini Batılılar gibi tarihten silme saldırganlığı geliştirmemiştir. Geliştirmemiştir; çünkü tarih yapan hiçbir büyük kadîm medeniyet, Batı uygarlığı gibi, sadece mülk âlemini insanın varoluş alanı olarak görmemişti, görmüyordu.

Hunları, Gotları, Vizigotları, Vikingleri, köklü medeniyet fikrine sahip tecrübeler olarak görmek mümkün olmadığı için, burada örnek olarak söz konusu etmek bile anlamsız.

Hint medeniyeti, Çin üzerinden Japonya'ya ve Uzak Asya'ya kadar Budizm'i yayabilecek bir 'yaratıcı atılım' gerçekleştirdiğinde, gittiği yerlerdeki medeniyetlerin kökünü kazımayı hiçbir zaman düşünmedi.

Aynı şeyi, Çin medeniyeti için de kısmen de olsa söyleyebiliriz.

Mezopotamya'da da, Mısır'da da farklı medeniyetler birbirleriyle savaştılar elbette ama büyük bir medeniyetin diğer medeniyetlerin kökünü kazıdığına şahit olmadık.

İSLÂM MEDENİYETİ: YIKICI VE YOK EDİCİ DEĞİL, KUCAKLAYICI VE VAREDİCİ

Son olarak İslâm medeniyeti, Bağdat ve İstanbul üzerinden Avrupa'nın kuzeyinden Volga yoluyla, yanı sıra da Kuzey Afrika üzerinden ve doğrudan Akdeniz üzerinden Avrupa'ya üç büyük tarihî yürüyüş gerçekleştirdi. Müslümanlar, Avrupa'ya gerçekleştirdikleri bu üç büyük yürüyüşün hiç birinde de, Avrupa'daki kültürlerin hiç birinin kökünü kazımayı düşünmediler bile.

Tam aksine, İspanya ve Portekiz'e yerleştiler ama oradaki Hıristiyanları yerlerinden etmediler; tarihten sürmediler. Farklı medeniyetlerin aynı gök kubbenin çatısı altında nasıl hayatiyetlerini ve varlıklarını sürdürebileceklerini ispat ettiler.

Ama Avrupalılar, İspanya ve Portekiz'i ele geçirdiklerinde Müslümanların da, Yahudilerin de, Katolik olmayan Hıristiyanların da kökünü kazımakta, Engizisyonlarda inim inim inletmekte, cadı kazanlarında cayır cayır yakmakta sakınca bile görmediler. Tıpkı Afrika'daki, Amerika kıtasındaki, Uzak Asya'daki bu kıtaların asıl sahiplerine yaptıkları zulümleri, kökünü kazıma barbarlıklarını İber Yarımadası'nda da sahnelediler.

İSLÂM DÜNYASI, VARLIĞINI OSMANLI'NIN MEDENİYET ATILIMINA BORÇLU

Osmanlı medeniyet tecrübesi, tam da İslâm'ın Haçlı ve Moğol saldırılarının yıkımları sonrasında yaşadığı ilk büyük medeniyet buhranının bütün yıkıcılığıyla yaşandığı bir zaman diliminde sadece Müslümanların değil, dünya tarihinin akışını değiştirecek bir medeniyet meydan okuması gerçekleştirdi.

İbn Haldun'un, 'Avrupalılar, Akdeniz'de bir tahta parçası bile yüzdürebilecek durumda değiller' dediği bir durumdan, çağdaş Avrupalı tarihçilerin, 'İslâm, sanki tarih sahnesinden çekilmek üzere gibiydi' diye tasvir ettikleri bir yıkımın eşiğine gelen Müslümanları, yıkımdan ve yok olmaktan Osmanlı medeniyet fikri ve meydan okuması kurtardı.

Eğer Osmanlı tecrübesini iyi kavrayacak bir tarih şuuruna, tarih felsefesine ve dünya tarihi fikrine sahip olamazsak, 21. yüzyılın, Osmanlı medeniyet fikrine neden gebe olduğunu anlamakta zorlanırız.

O hâlde, izi sürülmesi gereken yakıcı soru şu bu noktada: Osmanlı medeniyet fikrinin ve atılımının temel özellikleri (imkânları ve zaafları) nelerdi ve bugün bu medeniyet fikri özelde Kürt meselesinin kalıcı olarak çözümlenebilmesinde, genelde ise insanlığa yaşadığı varoluş bunalımından çıkış sürecinde ne söyleyebilir, nasıl yenilenerek yeniden üretilebilir acaba?

AKÎDE, FİKİR VE SİYASETTE EHL-İ SÜNNET OMURGASI VE ATILIMI

Her şeyden önce, Müslümanlar açısından, Osmanlı, üç büyük tarihî sütunun temellerini atmıştı.

Birincisi, İslâm dünyasını, akîdevî olarak; ikincisi, fikrî olarak; üçüncüsü de, siyasî olarak ehl-i sünnet omurga üzerinden ayağa kaldırmış ve yeniden tarihe girdirmişti.

Dünya tarihi açısından ise, Osmanlı, hâkim olduğu üç kıtadaki kültürlerin Avrupalıların saldırıları karşısında yok olmasının önüne set çekmişti.

Belki de, daha önemlisi de, Hint ve Çin kültürlerinin Avrupalılar tarafından tıpkı Latin Amerika kültürleri gibi yok edilmesine engel olmuştu. Osmanlıların Babürlülerle birlikte Hint-alt kıtasına ve Hint Okyanusu havzasıyla Hazar havzasına stratejik olarak hâkim olmaları, Avrupalıların Hint ve Çin'i 'bypass' yaparak Uzak Asya'yı, Avustralya'yı, Afrika'nın ikinci yarısını sömürgeleştirme yolunu tercih etmelerine neden olmuştu.

NİZAM-I ÂLEM, 'CİHANGİRLİK DAVASI' DEĞİLDİ

Kısaca söylemek gerekirse, Osmanlı medeniyet atılımının dayandığı temel sütunlar şunlardı:

Öncelikle, Osmanlı, nizam-ı âlem fikrine dayanan bir Müslüman medeniyet tecrübesiydi.

Nizam-ı âlem fikri, son derece yanlış anlaşıldığı gibi, dünya üzerinde hükümranlık kurmayı amaçlayan bir fikir değildi aslâ.

Ertuğrul Gazi'den Abdülhamid'e kadar -bir iki istisna hâriç- Osmanlı sultanları, Osmanlı'nın derdinin 'kuru cihangirlik davası' olmadığını, 'i'lâ-yı kelimetullah' (Allah'ın kelâm'ını / adını yüceltmek) olduğunu açıkça ilan etmişlerdi dünya âleme.

METAFİZİK 'HÜKÜMRANLIK' FİKRİ: MELEKÛT ÂLEMİNİN ÇEKİM GÜCÜ

Başka bir deyişle, Osmanlı medeniyet fikrinin 'hükümranlık' idraki, mülk âlemi ile melekût âlemi arasındaki birbirini besleyen, meşrûlaştıran ve vareden ilâhî kulluk, adalet, selamet ve hukuk ilkelerine dayanan metafizik bir hükümranlık fikriydi.

Batılılar gibi, önce mülk âlemini / fizik dünyayı, sonra da bütün kıtaları ve medeniyetleri kontrol ve kolonize etme fikrine dayanmıyordu.

Melekût âleminin Müslüman şahsın, cemaatin ve ümmetin hayat-dünyasının ilkelerini veren aşkın biliş, oluş ve varoluş idraki, mülk âlemini bütün farklı inanç sahipleri için selâm yurdu'na çevirme zorunluluğu getiriyordu.

Osmanlı'nın otorite, hegemonya ve meşrûiyet kaynağı, Batılılar gibi seküler yani beşerî değil, ilâhî yani beşer üstüydü. Başta padişah olmak üzere, herkes yeryüzünde Allah'ın kul'u ve halifesi olma mücahedesi ve mücadelesi içinde olmak zorundaydı.

KOZMOS 'KURULMADAN', KAOS ÖNLENEMEZ

Osmanlı, kozmolojik bir siyasî tasavvura sahipti: Önce kozmos tesis edilecek, sonra kaos'la baş edilecekti. Kozmos'u tesis edemeyen bir düzen, kaosu önleyemezdi çünkü.

İşte bu nedenledir ki, Osmanlı, tarihte gelmiş geçmiş bütün medeniyetlerin üzerine oturmuştu.

Yine Osmanlı, bu medeniyetlerin ve kültürlerin hepsine yaşama ve var olma hakkı tanımış ve bunun zeminini oluşturmuştu.

O yüzden, Osmanlı'nın hâkim olduğu coğrafyada hiçbir kültür tarihten silinmemişti; varlığını ve çiçeklenmesini sürdürebiliyordu ve bunu Osmanlı'nın geliştirdiği melekût âleminde süt emen 'selâm yurdu' fikrine ve tatbikine borçluydu.

Yine bu yüzden, Osmanlı hâkimiyeti, üç kıtada, hâkim olduğu dünyanın en karmaşık bölgelerinde, beş asır barış, adalet ve hakkaniyet düzeni kurmayı başarmış tek evrensel medeniyet tecrübesiydi.

HEM KURUCU HEM DE KORUYUCU

Osmanlı medeniyeti, hem kurucu, hem koruyucu bir medeniyet fikri geliştirmişti.

Dikkat buyurulsun lütfen: Osmanlı, sadece Müslümanlar için kurucu ve koruyucu olmamış, idaresi altındaki bütün dinler ve kültürlerin kendileri için de 'kurucu' ve koruyucu aracısı işlevini üstlenmişti.

O yüzden, tarihte, başka kültürlerin mensuplarının kendilerini 'kurmaları' ve korumaları için gerekli mekanizmaları geliştirmiş en önemli medeniyet tecrübesi Osmanlı tecrübesidir.

İşte bütün bu tarihî gerçekler ışığında bakıldığında, Kürt meselesini nihâî olarak çözüme kavuşturacak tek kapsamlı model, Osmanlı modeli olabilir ancak.

Ve Türkiye'nin eninde sonunda gidebileceği ve uzun vadede dünyaya sunabileceği yegâne model, bütün farklılıklara adalet, kardeşlik ve barış ilkeleri çerçevesinde her türlü hakkı tanıyacak, mülk âlemini melekût âleminin hakkaniyet, selâmet ve adalet ilkeleri çerçevesinde, kozmolojik tasavvur ekseninde düzenleyecek Osmanlı medeniyet fikri ve bu fikrin yenilenerek hayata geçirilmesidir.

Bütün medeniyetlerin üzerine oturan, hepsinden kendi referans sistemi doğrultusunda yararlanmasını bilen ve Avrupa'da aynı dine, aynı kültüre, aynı tarihe mensup toplumların yüzyıllarca birbirleriyle boğuştukları bir zaman diliminde, farklı dinlere, kültürlere, dillere, etnisitelere mensup 'toplum'ları, üstelik de dünyanın en karmaşık bölgesinde, tam beş asır barış, adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde kendi olarak yaşatabilme tecrübesini geliştirmiş yegâne medeniyet tecrübesinden söz ediyoruz, dikkat buyurulsun lütfen!

DÜNYA, OSMANLI'YA GEBE

Osmanlı medeniyet modeli, hem Kürt meselesinin kalıcı olarak çözümlenebilmesini, hem bölgemizi ortak kültür, tarih ve hafıza etrafında aynı gök kubbenin altında toplayabilmemizi, hem de şu geçiş sürecinde yeni dünyanın kurulmasında bizim (İranlılar ve Araplarla birlikte) yeniden belirleyici roller oynamamızı sağlayabilecek, denenmiş, başarısı ispatlanmış tek evrensel modeldir.

Geçmişte yaptığımız yanlışlıklardan ders almasını bilirsek, geleceğin dünyasının şekillenmesinde kilit rol oynayabilecek medeniyet fikrini dünyaya yalnızca biz sunabiliriz.

Yeter ki, komplekslerimizden kurtulalım.

Yeter ki, absürd korkularımızı yenmesini bilelim.

Yeter ki, keşfedilmeyi bekleyen ortak tasavvurun hayata geçirilmesi konusunda gerekli entelektüel, kültürel, siyasî ve ekonomik hazırlıkları yapmayı ihmal etmeyelim.

Ve en önemlisi de, yeter ki, sömürgecilerin gönüllü acentaları gibi çalışan kendi-kendini sömürgeleştirmekten başka bir şey yapamadığını bile göremeyen entelijansiyamız zihnî prangalarını kırabilsin…

İşte o zaman, geleceğin dünyasının kurulmasında bizim derinleştirerek geliştireceğimiz tarihte fiilen ortaya koyduğumuz göz kamaştırıcı, aşılamamış ortak medeniyet tasavvurunun, insanlığın geleceği olduğunu, insanlığın Osmanlı'ya gebe olduğunu ve 'bizim gelişimizi' beklediğini görmekte zorlanmayacağız.

OSMANLI, AŞILAMAMIŞ VE ANLAŞILAMAMIŞTIR

Osmanlı medeniyet tecrübesi aşılamamıştır. Aşılamadığı için de anlaşılamamıştır.

İliklerimize kadar yaşadığımız, o yüzden de kanıksadığımız ve her şeyimizi tarumar eden çağ körleşmesi sorunu, bizi çağa mahkûm ve kendimizden de mahrum ettiği için, Batı uygarlığının aşılamayacağı gibi bir pranga var zihnimizde… Zihnimiz prangalı. Bu zihnî prangalarımızdan kurtulabilirsek fiilen görmeye başlayabileceğiz…

Ve göreceğimiz en temel gerçek şu olacak: Batı uygarlığı yalnızca güce dayalı bir hâkimiyet üretmiştir. Güce dayalı olduğu için de, hâkimiyetini medyalar üzerinden ayartıcı ve baştan çıkarıcı bir niteliğe büründürmeyi başarmıştır.

Oysa Batı uygarlığı bilfiil hâkimiyetini sürdürse bile, insanlığa barış, adalet, hakkaniyet armağan edemediği için bil kuvve çökmüştür.

Osmanlı medeniyet fikri ise, bilfiil çökmüş olsa bile, gerçekte, sadece bölgemize değil, dünyaya çıkara değil erdeme, çatışmaya değil karşılıklı dayanışmaya, küresel anarşiden ve kaostan düzen çıkarmaya değil, metafizik nizam-ı âlem fikri nedeniyle, melekût âlemiyle kurduğu derûnî irtibatla yeryüzünde dengeyi, sulhu ve selâmeti hâkim kılacak bir düzen kurmayı mümkün kılacak kurucu ve herkesi koruyucu medeniyet tasavvurunu insanlığa sunabilecek en yakın ve en evrensel insanlık ve hakikat tecrübesi olduğu için bil kuvve yaşıyor.

Osmanlı'nın bilfiil çöküşü, dünyayı büyük bir kaosun ve büyük savaşların eşiğine sürüklemiş ve dünyanın dengesini bozmuştu.

Dünyanın dengesini kurabilecek yegâne kaynak, dün birinci medeniyet buhranını aşmamızı sağlayan büyük medeniyet atılımını gerçekleştiren Osmanlı'da en gelişkin, en derinlikli ve herkese hayat ve varoluş hakkı tanıyan kucaklayıcı ve var edici medeniyet fikridir.

BİZ KENDİMİZE GELİRSEK, GELMEMİZ AN MESELESİ OLACAK…

Ama asıl sorun, bizim gelişimizi sağlayacak kendimize geliş sorunudur. Biz kendimize gelebilirsek, gelmemiz de ân meselesi olacak…

Önümüzdeki yarım asır içinde, bildiğimiz dünya yavaş yavaş tarihe karışacak ve bütün insanlık, yeni bir dünyanın kurulmasına önayak olacak yeni bir medeniyet fikrini konuşacak.

Bu medeniyet fikri, İslâm medeniyetinin üç büyük kurucu aktörünü yeniden bir araya getirecek Osmanlı medeniyet fikri olacak öncelikle. Ortak hafızamız, ortak yaşanmışlıklarımız, ortak bağlarımız, ortak tasavvurumuz henüz bitirilemeyen Osmanlı medeniyet tecrübesi tarafından özene bezene korunuyor.

Bu ortak tasavvur, zamanla, kayaları bile yaracak bir su gibi fışkıracak yatağından ve akacağı yatağa eninde sonunda kavuşacak…

Bu nehrin yatağından fışkırmak ve açık denizlere açılmak için kabına sığmaz bir şekilde fokur fokur kaynadığını, çilesini doldurmak ve yola koyulmak üzere olduğunu göremiyor musunuz hâlâ?

Amerikalılar görüyor, İngilizler görüyor, Yahudi şebekesi görüyor; o yüzden bütün yollarını tıkamaya çalışıyorlar ve Osmanlı medeniyet fikrini hadım ederek rehin almak ve bitirmek için var güçleriyle çalışıyorlar gece gündüz demeden, bunu da mı göremiyorsunuz yoksa?

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/osmanlinin-gelisi/36579

 

YORUM;

YERYÜZÜNDE DENGEYİ, SULHU VE SELÂMETİ HÂKİM KILACAK BİR DÜZEN

 

Yazarımız  yeni düzenimiz böyle tarif ediyor.

Bende katılıyorum..

Fakat bana göre artık milletimizin yetişmiş insanlarını derleyip,ortaya

çıkaracak yeni birADİL DÜZEN  partisine ihtiyaç var.

Böylece ilk etapta potansiyelimiz görülüp  onları dini,ilmi,iktisadi ve siyasi

olarak teşkilatlardırdığımızda bu ilk temel üzerinde oluşacak bir yapı

ancak 2.KUR’AN,beşinci İSLAM MEDENİYETİ’ni oluşturmaya

başlayabilir.

Ben bunun artık zamanının geldiği görüşündeyim.

Böylece 40 yıldır oluşan AKEVLER İLMİ müktesabatı tatbik sahasına konulmaya

başlama zemini ve topluluğu bulabilmiş olur.

Gerek bizim partilerde gerekse diğer partilerdeki bazı insanlarda

ben bu potansiyeli görebiliyorum.

Yeter ki başlanılsın.

Parti olmadan asla.

Çünkü 1969 lardaki bağımsız adaylık noktasına dönmüş gibiyiz.

Mevcut yapılar bir şeylere ve bir yerlere angaje olmuş durumdalar.

Çünkü Türkiye’de hala her şey siyasetin güdümünde ve emrinde…

 

Ali Bülent Dilek






Sayı: 195 | Tarih: 10.03.2013
Ahmet Hakan
Öcalan: Ben eskiden namaz da kılardım
Bir ajanın hayatı
1570 Okunma
5 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Çözüm Yolu
İstihbarat
1413 Okunma
2 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Barlas
Sansür hep vardır ama bazen çok komik de olur...
Hoşgörü mü, hor görü mü?
1250 Okunma
Tayibet Erzen
Yusuf Kaplan
Osmanlı'nın gelişi
Yeryüzünde dengeyi,sulhu ve selameti hakim kılaca
1201 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mehmet Şevket Eygi
Türkiye’nin On Hayatî Meselesi
Yalnız Türkiye Değil, Dünya İçin
1188 Okunma
Emine Hocaoğlu


© 2024 - Akevler