Eylem
1119 Okunma, 2 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

3 Şubat 2013

 

- ABD elçilik eylemi gerçekleştireni biliyor. Araksındakini bilmiyor. CHP dış politikası, Hükümet dış politikası, Ortadoğu savaşında Türkiye’nin cephesini belirlemesi.

- Bu tür olaylar sermaye tarafından tertiplenir veya tertip ettirilir. Bugünlerde büyük plan peşinde. Fransa’daki üç kişinin ölümü, ABD’li bir kadının ölümü, elçilikteki patlama ve benzerleri yapılan bir operasyonu dikkatten kaçırmadır. ABD’nin ve İsrail’in terör kabul ettiğini Türkiye de kabul ediyor. Bunun anlamı biz Filistinlileri terörist kabul edeceğizdir. Daha sonra mesela milli görüşçüler terörist olabilir. Ak Parti terörist olabilir.

 

- CHP Şanghay beşlisi tarafı. Diğer partiler de karşı çıkmıyor. Elçilik olayı bundan olmuş olabilir.

- Sermaye üçüncü cihan savaşını çıkarmak istiyor. Bunu Suriye ve İran’la Türkiye’yi kapıştırarak yapacaktı. Başaramadı. Türkiye’yi de Çin Rus tarafı yapıp AB ile ABD’yi tahrik etmek istiyor. Şanghay yaklaşması sermayenin taktiğidir.

 

-Ulusçuluk ve Milliyetçilik çatışması MHP’yi AK parti karşıtı yapıyor. Bu da çatışmaya gider.

-Yerinden yönetim ve hakemlik sistemi gelmedikçe kangrene dönen PKK olayı çözülemez ve er geç Türkiye’yi yıkar. Siviller bu işi halledemiyor. Askerler Milli Güvenlik Kurulu yolu ile bu sorunu çözmelidirler. Direnmelidirler. Özal’a direndikleri gibi direnmelidirler. Önce askerler bu çözümü öğrenmelidirler.

 

-Elçiliğe saldırı Suriye veya İran’a fatura edilirse, Türkiye ABD tarafında yer alıp savaşta onlar cephesinde olur.

- ABD devleti başka, sermaye başkadır. Sermayenin parası var. Ama ABD devleti de güçlüdür. Obama vardır. Suriye’ye saldırmaz. Saldırsa bile Türkiye’ye saldırmaz. Bülent Arınç bunu ilan etti. AK Parti onu meclisten geçiremez. Hükümette de karar alamaz. Arınç Erdoğan’dan çok Gül’ün yanındadır. İkisi bu savaşı önlerler. Nitekim eskiden de Sezerle Arınç önledi.

 

- İntihar olayında intihar edenin haberi olmaz. Kamyon veya paket uzaktan patlatılır.

-Bu ihtimale iştirak ediyorum ve başka türlüsünü kabul etmiyorum. Özelde ilaç kullanılarak hipnotize edilebilir.

 

- CHP’de lider değişikliği olabilir.

- Kılıçdaroğlu emaneten getirildi. Derviş’e devredecekti. Etmiyor veya edemiyor. Yeni taşeron aranabilir.

 

Tamamı için http://haber.stargazete.com/yazar/eylem/yazi-724604

 

9/Şubat/2013

AB üyeliği

 

-60 da hocamla tartışmış ve giremez demiştim.

- Türkiye AB’ye giremez. Türkiye’nin kişisel ahlakı bozulur, Türkiye Avrupa’da azınlık kalır,  Anadolu tekrar Hıristiyanlaşır. Türkiye Avrupa’ya taşınır.  Türkiye’nin ekonomisi çöker. Avrupalılar da Türkleri almazlar. Avrupa’nın sosyal ahlakı bozulur(rüşvet), İslamiyet Avrupa’ya yayılır,  Koruma sınırları büyür, bizi savunamaz, Türkiye anahtar devlet olur.

 

- Hocam Osmanlı sadrazamının oğlu idi. Son Osmanlı sadrazamı savaştan sonra Türkiye’de 1936’da öldü. Demek Osmanlı ile cumhuriyetin arası açık değildi.

- Abdülhamit Meşrutiyete karşı çıkmadı. Vahdettin terk etti gitti. Cumhuriyet hanedana dokunmadı. İstiklal savaşımız son derece asıl davranışlar dönemidir.

 

- AB, Türkiye’yi küçültüp birliğe alacaktır. Kürtleri onun için destekledi. Irak petrollerine de sahip olacaktı.

- Kürtleri Avrupa desteklemedi. Sermaye destekledi. Türkiye’yi bölmek Ortadoğu’da küçük devletler haline getirmek ve İsrail’e vilayet yapmak. Karadeniz’i Pontus imparatorluğuna, Ege’yi Bizans imparatorluğuna vermek. Avrupa’yı taşeron olarak kullandı.

 

- Irak Petrol için işgal edildi. Doğalgaz Sovyetlerin tekelinde. İran arada.

-Sermaye hava gücüne sahiptir. Dolayısıyla denizlere de hakimdir. Karada güçlü değildir. Ne var ki kara da üçe bölünmüştür. AB, Çin ve Rusya. Bunların arasını açmak istemektedir. Şimdilik başaramamıştır.

 

- Türkiye’deki sol Avrupa menşeli idi. Gerçek sol değildi.

-Sermaye batıda solu, Sovyetlerde sağı ayaklandırıyor. Böylece o devletlere zulmediyordu. Böylece dünyayı yönetiyordu. Gorbaçov bu taktiği çökertti.

 

- Türkiye siyaseti ideolojiye dayandırmıştı. Oysa stratejikti. Türkiye’yi İslam’ı kontrol etmek için kanatları altına alıyorlardı.

-Sermaye dünyayı ikiye ayırmış, çatıştırarak dengeyi kurmuştu. Halkı da ikiye ayırarak iç dengeyi oluşturmuştu. İslam şeriat dini olduğu için ondan başka Yahudilik dışında şeriat dini olduğu için İslamiyet’i ortadan kaldırmayı düşünüyordu. Şimdi ise İslam’ı ortadan kaldırmak için sermaye ayaklandırıp süper güçleri yola getirmek istiyor. Süper güçler de İslam’la barışık hale gelip dünyanın yeniden dindar bir düzene girmemesini istiyor.

 

- Aklımızı Kullanmalıyız.

- Aklımızı kullanmak yetmez, bilgimizi de kullanmalıyız

 

Tamamı için http://haber.stargazete.com/yazar/ab-uyeligi/yazi-726113

 

NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle’ye aittir.

 

Yorum:

Gelecekte Bloklaşma

Kuran, Allah nurunu tamamlayacak diyor. Yeryüzünün oluşmasını kişi (nefs), aile (ehli beyt), ocak (aşiret), köy (karye), bucak (kabile), İlçe (belde), il (şa’ab), bölge (medine), ülke (kavim), kıta (mısr), insanlık (nas) olarak belirtmektedir. Her biri diğerinin on katı kabul edilmektedir.

Bunlardan kişi, ocak, bucak, il, ülke ve insanlık sosyal kuruluşlar olup tüzel kişilikleri vardır. Aile, köy, ilçe, bölge ve kıta ekonomik kuruluşlardır ve tüzel kişilikleri yoktur. Yerinde yönetimler merkezi yönetim atamalı olarak dengelenmiştir.

Buna göre yeryüzü ona yakın kıtalar yarılacaktır. Bunlar ayrı bloklar değil insanlığa (yani Birleşmiş Milletlere) bağlı merkezi yönetim bağlı bölmeler olacaktır. Her kıtada ona yakın devlet olacaktır. Devletler bağımsız olacaktır.

İnsanlığın özel ordusu olmayacaktır. Hakemlerin mahkum ettiği devlete saldırmak meşru sayılacak ve gönüllü ordular o devleti yıkıp yağmalayacaklardır. Hakem kararlarına uymayanlara ulusların birleşerek oluşturdukları bir ordu bu işi yapacaktır. Hakem kararlarından sonra bu yapılacaktır.

O halde gelecekte Güney Amerika, Kuzey Amerika, Afrika, Avrupa, Hint, Çin, Asya ayrı kıtalara ayrılacaktır.  Belirsiz olan Türkiye ve Ortadoğu’dur. İki çözüm vardır.

1- Rusya, İran ve Arabistan ülkeleri dahil Avrupa birliğine katılır ve Avrupa kıtası olur. Ural dağları, Hazar denizi, Gürcistan, Hint Okyanusu sınır olur. Kızıl denizi Akdeniz, Atlas okyanusu ile çevrilir. Türkiye ancak Rusya, İran, Arabistan devletleri ile Avrupa kıtasına dahil olabilir. Rusya Sibirya’yı terk eder.

2- İkinci çözüm ise Rusya, Türkiye, Arabistan devletleri, İran, orta Asya, Sibirya ayrı kıta olabilir. Bu taktirde Türkiye Avrupa birliğine giremez.  Çin doğu Türkistan’dan çekilmek durumunda olacaktır.

Tarihte önce din hakim olmuş sonra siyaset hakim olmuş, şimdi de sermaye hakimdir. Gelecekte ise ilim hakim olacaktır. Üniversiteler değil, alimler hakim olacaktır. Dinler, siyasiler ve iş adamları alimlerin dediklerini yapmak zorunda kalacaklardır. İlim hakim olacak ama ilme de ne din ne siyaset ne de sermaye hakim olacaktır.

Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır ve Adil Düzen gelecektir. Kanla mı, kansız mı geleceğine insanlık karar verecektir.  Adil Düzen çalışanları tebliğlerini yapacaklar, insanlık kabul ederse kansız, kabul etmezse birbirlerini yiyecekler sonunda Adil Düzen’i kabul eden hakim olacaktır.

 

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
13.02.2013
09:57

ÜSTADIM!

BİLGİN OLSUN...

*

Hesap uzmanları cemaate dalar mı?..

Bugün

Adnan Berk Okan

adnanberkokan@gmail.com

Konu sadece Balyoz, Ergenekon, odatv davaları falan değil… Bundan yaklaşık iki yıl kadar önce kısa bir süre internethaber’de siyasi analizler yapmıştım. Analizlerimden birinde bilhassa Balyoz Davası yargılamalarına dikkat çekmiştim… Tutuklu yargılamaların esas amacının; küresel şirketlerin istemediği tarz ilişkiler içinde olan (Bush yönetimiyle iyi geçinen) generalleri tasfiye etmek olduğunu yazmıştım… Nitekim tutuklamalar Bush’un iktidardan düşmesi Obama’nın seçilmesi üzerine başlatılmıştı… Tasfiye birinci ayaktı… İkinci ayak; tutuklu generaller üzerinden 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidilirken Erdoğan’ın önünü kesmekti… Bu analizim üzerine bilhassa Gülen Cemaatine gönül vermiş dostlarım bana teessüflerini bildirdiler… Beni, birilerinin oyununa gelmekle ve hatta daha ileri gidip kendimi onlara kullandırmakla suçladılar… Ben o analizi yaptığımda Hanefi Avcı henüz kitabını yayımlamış ve haliyle tutuklanmıştı… O analizimden bir süre sonra Hanefi Avcı’nın ortalığı ayağa kaldıran kitabı yayımlandı ve hemen akabinde de ünlü polis müdürü tutuklanarak cezaevine kondu… Peki ben o analizleri neye dayandırmıştım?.. O günlerde muvazzaf olarak orduda görev yapan bir general dostumun anlattıklarına ki dostum ilk başlarda cemaatin Türkiye’de iç barışa katkı yaptığına inanıyordu… Daha sonra Fethullah Gülen’in “sembolik” kaldığını cemaatin artık bir “dini inanç gurubu” olmaktan çıkıp ekonomik bir imparatorluğa dönüştüğünü söylemişti… İlginçtir ben bunları yazdıktan bir süre sonra Avcı da benzer şeyleri yazmıştı kitabında... “Ve” diyordu Paşa dostum; “orduda Bush yönetimiyle ahenk içinde çalışmış olan ve fakat küresel ekonomiyle entegrasyonun bu kadar bağlayıcı olmasından şikâyetçi olan çok sayıda general tasfiye edilecek…” İster istemez Hollywood filmlerinde dublaj yapan seslendirmeciler gibi bağırmıştım: “Vaaaauuuvvv!” “Vaaaauuuvvv ya…” “Eeee…. Sonra?” “Daha sonra tam da cumhurbaşkanlığı seçimi Fethullah Gülen barış ve diyalog çağrısı yapacak; cumhurbaşkanlığına aday olacak siyasi liderin ordu ile arasında soğukluk olmasının görevde bulunduğu sürece ülke yönetiminde tatsızlık nedeni olacağını belirterek Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına aday olmaması gerektiğini ima ettikten sonra da tutuklu bütün generallerin tahliye edilmelerinin gerektiğini söyleyecek”… Bir yandan dinlediklerine inanmıyor ama diğer yandan daha önceki hemen bütün analizlerinin çıktığını bildiğim için inanmam gerektiğini de biliyordum… Kısaca devam edeyim: Gülen’in vereceği bu demeç üzerine yargıçlar kanunun kendilerine verdiği “cezayı erteleme” haklarını kullanarak belirli bir yaşı geçmiş ya da sağlık sorunu olan generalleri bir bir tahliye etmeye başlayacaklardı… Bu arada cemaatin medyasıyla birlikte diğer merkez medyaya, dava dosyalarına bakan mahkemelerin yargıçlarından alındığı ileri sürülen bazı belge ve bilgiler eşliğinde ses kayıtları sızdırılacaktı… Ve şimdi dikkat!.. O ses kayıtlarında, Erdoğan’ın ordudaki general tasfiyesini bizzat yönettiğine ilişkin somut(!) bazı bilgiler enjekte edilecekti… Hanefi Avcı tutuklandığında aynı Paşa aynen şöyle demişti: “Avcı da benim bildiklerimi öğrenmişti aslında ve yazdığı kitapla Başbakan’ı uyarmak istemişti ama başaramadı.” Geçtiğimiz günlerde (Galatasaray – Beşiktaş maçından iki gün önce) aynı general dostum ( o şimdi emekli) telefon açtı, karısıyla birlikte beni ve karımı ziyarete geleceklerini söyledi. Tam da maçın olduğu gün geleceklerdi. “Paşam; gündüz erken gel aksi halde maçı izlemeden duramayacağımı biliyorsun”. “Tamam erken geliriz ama yengeye söyle hiç zahmet etmesin benim için bol bol keçi peyniri ve kokteyl domates hazırlasın, birkaç kadeh de bir şeyler atarız maçı seyrederken” dedi… Maç günü geldiler… Bana iki yıl önce anlattığı ve benim de yazdığım senaryoyu hatırlayıp hatırlamadığımı sordu… “Dinlediğim ve hele yazdığım hiçbir olayı unutmam” dedim. “Dinle o zaman” dedi ve beni hayretler içinde bırakan kehanetini(!) açıkladı: “Başbakan önümüzdeki günlerde paşalardan yana tavır alacak; mahkemeyi tenkit edecek ve bu arada Başbuğ’u cezaevinde ziyaret bile edebilir”… “Yok artık” dedim biraz da sesimi yükselterek: “Yahu ne azarlıyorsun ben hem yetimim hem de öksüz” deyip kocaman bir kahkaha attı… “Nereden çıkardın bunu?” diye sordum. “Başbakan oyunu çözdü…” “Cemaatin oyununu?..” “Oyun hiçbir zaman cemaatin değildi… Oyunu cemaat holding yazdı ve sahneye koydu… Erdoğan şimdi bu oyunu kıracak ve hatta öyle kıracak ki yakında generallere karşı düzenlenen harekâtın tamamen cemaatin kurguladığını bütün dünya öğrenecek”… “Nasıl yani?” “Önümüzdeki günlerde anlarsın”. “Yaa paşam bırak şimdi beni çatlatmayı da anlat”… “Önümüzdeki günlerde konuyu açacağım”… Israr etmemin anlamsızlığını biliyordum… Başka konulara daldık… Sonra da birlikte maçı izledik… Bugün telefonum çaldı o arıyordu… Ne diyeceğini bildiğim için selâm bile vermeden “Sen bana Başbuğ’u ziyaret edecek dedin” diye lâf yetiştirdim… “Hiç fark etmez” dedi “Ha Saygun Paşa ha İlker Paşa; önemli olan cemaate verdiği mesajdır. Sen bundan sonra cemaatin medyadaki uzantılarının Başbakan’a karşı takınacakları haşin tavrı dikkatle izle sonra yine konuşalım”… Ey dostlar!.. Kurmay zekâsına çok güvendiğim bu emekli paşa dostumun iki yıl önce anlattıkları gerçek olduğu gibi on beş gün önce söyledikleri de aynen çıktı… Evet; Başbakan Başbuğ’u ziyaret etmedi ama mahkemeleri eleştirip, Saygun Paşa’yı hasta yatağında ziyaret ederek elini tuttu, hal hatır sordu… Eğer önümüzdeki süreçte Gülen Cemaatine bağlı olduğu sanılan /bilinen bazı ticari guruplara maliye bakanlığı tarafından geniş çaplı soruşturmalar da başlatılırsa ben bu paşa dostum için “kâhin” sıfatını bile yeterli bulmayacağım… adnanberkokan@gmail.com

Reşat Nuri Erol
13.02.2013
10:02

'Yeni medya' kuramayanlar yeni Türkiye kurabilir mi?

Levent Gültekin

AK Parti’nin bazı icraatlarını ve Başbakan Erdoğan’ı eleştirirken bazen zihnimde bir ‘acaba’ oluşur. "Acaba eksik görüyor olabilir miyim? Acaba benim göremediğim kısımları var mıdır? Acaba meselelere hep eleştirel bakma psikolojisine yenik düştüm de bardağın boş tarafını mı görüyorum?" diye endişe ederim. Bu endişenin doğruluk ihtimali yüzde 1 olsa bile beni rahatsız eder. Sonra döner kendi mesleğim olan, iyi bildiğim medyaki yapılanlara bakarım. Özellikle de Başbakan Erdoğan’ın beni büyük hayal kırıklığına uğratan medyaya dönük tutumuna. Başbakan Erdoğan’ın ‘eski medya’yı yerle bir ettiği gizlenmez bir gerçek. Toplumun değil, patronun menfaatini gözeten, haktan, hukuktan, adaletten, kamusal sorumluluktan uzak, kişisel çıkarı koruma silahına dönüşmüş medyayı zayıflatmasını, sindirmesini yadırgamıyorum. Çünkü Türkiye’nin yüzünü ak edecek bir medya hiç olmadı. Eskisini yıktı, fakat yerine esaslı bir medya da koymadı. Öyle insanlara pirim verdi, öyle yazarların ‘yeni medya’ denen gazetelerde yazar, TV’lerde yorumcu olmasını sağladı ki gördüklerime, duyduklarıma inanmakta zorlandım. ‘Yeni medya’ denen organların yayın yönetmenlerinin olanca itirazına rağmen başbakanın baskısı sonucu o TV’lerde görev alan, program yapan, gazetelerde köşe yazan insanların kimler olduğunu yakından biliyorum. Bütün bu tercihlerin sonunda da ortaya hiçbir etkinliği olmayan ve gelecek vaat etmeyen bir medya çıktı. Bu medyada başbakanın talebi ile yer verilenlerde itibar, kişilik, ahlaki düzey dikkate alınmadan tek bir kriter aranırdı: Başbakan Erdoğan’a tereddütsüz savunmak. Bu önerilerle oluşturulan medyanın hali ortada. Tirajları, izlenirlikleri, itibarları yerlerde sürünüyor. İşte medyadaki bu tabloya bakarak şöyle diyorum: Türkiye’nin geleceğini dert edinen bir başbakan medya alanında böyle işler yapmazdı. Sadece kendine 'taraftarlık' yapan insanları baştacı ederek Türkiye’ye namuslu, haktan, adaletten, özgürlükten yana, kamusal sorumluluk taşıyan bir medya kurulamayacağını bilirdi. Fakat yapmadı. Bir ülkenin ilerlemesinde en önemli işleve sahip olan medyada işleri böyle yürütüyorsa diğer alanlarda da elbette 'yanlış' yapabilirdi. Peki bütün bunları niçin anlattım... Yeni anayasa özgürlük mü getirecek felaket mi? Şimdi gündemde ‘barış süreci’ ve başkanlık sisteminin de yer alacağı yeni anayasa var. Başbakan Erdoğan medyada uyguladığı yöntemin bir benzerini şimdi Türkiye için uyguluyor. Öncelik başkanlık sisteminde. Başkanlığı kafasına koyduğu için geniş katılımla yeni anayasa yapma iradesini ortaya koymadı. Bütün partiler masadayken o partilerle sert polemiklere girdi ve uzlaşma zeminini ortadan kaldıracak bir üslubu benimsedi. Ve sonunda bu partilerle yeni bir anayasa yapılamayacağına hepimizi inandırdı. Başörtüsü yasağı, Alevilerin sorunları, Kürt sorununa çözüm.. Hepsi başkanlık sisteminin garanti olacağı meclis aritmetiği sağlanana kadar erteledi. Şimdi ise BDP ile ortak bir anayasa yapma niyetinde. Çünkü BDP’nin vereceği destek referanduma gitmek için yetiyor. Çok değil 3 ay önce ‘terör uzantısı’ diyerek bizim gözümüzde ‘vatan haini’ yaptığı bütün Türkiye’nin itirazına rağmen dokunulmazlıklarını kaldırmaya çalıştığı BDP ile. BDP’lilere "terör uzantısı” deyip dokunulmazlıklarını kaldırmaya çalışırken de, BDP’yi meşru bir siyasi parti olarak kabul ederken de aynı hesap vardı kafasında. BDP ne yaptı da başbakanın gözünde aklandı bu da ayrı bir soru. Sadece bunlar değil. Ergenekon davaları sürecinde haksız, hukuksuz işler yapılırken bunlara gerekli yasal müdahaleleri yapmadı. Bu soruna kökten bir çözüm bulacağına bir generali hastanede ziyaret ederek toplumun gözünde adalet sistemine olan güveni yerle bir etti. Bir başbakana yakışan 18 yıl mahkumiyet almış bir generali ziyaret ederek duygusal bir gösteride bulunmak değil, toplumun adalete olan güvenini de muhafaza ederek soruna yasal çözüm bulmaktı. Başbakan Erdoğan kararlı. Ne pahasına olursa olsun bu yolu deneyecek. Toplumun her kesiminin sorununu bu referandumda takasa sürecek. Başörtüsü sorunu, Kürt sorunu, Alevi sorunu, ne kadar sorun varsa referandumla “verin başkanlığı, alın haklarınızı” diyeceği bir anayasa hazırlayacak. Bu işler istediği gibi yürürse ne ala. Peki ya tutmazsa, ya işler planlandığı gibi gitmezse, ya Allah’ın da bir hesabı varsa? Ne olacak bütün bu sorunlar ve bu sorunların mağdurları? Diğer taraftan getirilmek istenen başkanlık sistemine yönelik ciddi uyarılar var. Türkiye’yi büyük bir despotluğa sürükleyeceğine, tek adam yönetimini tesis edeceğine, parlamentoyu etkisizleştireceğine dönük gerçekten ciddi itirazlar var. Çünkü getirilmek istenen sistemin dünyada eşi benzeri yok. AK Parti meclisi fesh etmeye bile tek yetkilinin başkan olduğu bir sistem öneriyor. Başbakan Erdoğan elbette bütün hesaplarını başkan olmak üzerine kurabilir. Fakat beni rahatsız eden kısmı yaptığı birbirinin zıttı manevralara, getirmek istediği sisteme itiraz edecek, ‘makul’e çekebilecek ne medyanın, ne muhalefetin, ne iş dünyasının, ne kurumların, ne üniversitelerin, ne de cumhurbaşkanının gücü ve etkisi var. Ne de halkın bu manevraların amacını görmeye niyeti var. Başbakan Erdoğan kendisi için aldığı risklerin, yaptığı manevraların, girdiği ilişkilerin, yarısını Türkiye için yapmış olsaydı, Türkiye şimdi başka bir noktada olurdu. twitter.com/acikcenk





Sayı: 191 | Tarih: 10.02.2013
Yusuf Kaplan
Mâzinînin de,âtî'nin de yegâne anahtarı:Medeniyet
İki kitap ve iki dil!
1154 Okunma
1 Yorum
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Üç güzel insan
Erbil’de Kürtler, Araplar, Türkler
1120 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Eylem
Gelecekte Bloklaşma
1119 Okunma
2 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Barlas
Dünyayı değiştiremeyenler dizileri ihbar ediyor...
Yasaklar ve Götürdükleri
1051 Okunma
1 Yorum
Tayibet Erzen
Mehmet Şevket Eygi
Lisedeki Bir Tek Öğrenciye
Kalifiye Liseli
981 Okunma
1 Yorum
Emine Hocaoğlu