11.01.2013
Kime sorsanız "Ben barıştan yanayım" diyecektir. Ama hiç unutmayalım ki savaştan geçinenler de vardır. Barışı gerçekleştirmek için adımlar atıldığında bazılarının da sadece ilke olarak barıştan yana oldukları ortaya çıkacaktır.
Neticede uzlaşmak için iki taraf da mutlaka tavizler verir.
Bazılarına göre taviz ya yenilginin kabulüdür ya da teslimiyettir.
Daha ötesi sadece ilke olarak barıştan yana olduklarını söyleyenlerden bazıları, barışı arama çalışmalarını silahlı eylemlerle sabote de edebilirler.
Son dönem açılımlarının terör eylemleri ile nasıl kapatıldıklarını görmedik mi?
Bu nedenle barışı gerçekleştirmek için yapılan görüşmeler kamuoyu önünde, canlı yayınla naklen yapılmaz.
Çok konuşmamalıyız
Barış gerçekleşirse belirli bir süre sonra bu görüşmelerin içeriği de bir ölçüye kadar açıklanır.
"Oslo Süreci"nin başarısızlığına sebep, yolun başında birleri tarafından olayın kamuoyuna açıklanması olamamış mıdır?
Yüzyıllar boyu yaşanan deneyimlerin ışığında barışı arayan taraflar bu arama sürecinde az konuşurlar.
Bu durum sadece barış için yapılan görüşmeler için değil, kritik siyasi uzlaşma çalışmaları için de söz konusu değil midir? Bu nedenle "Siyasi pazarlıklar ve sosis imalatı kamuoyu önünde yapılmaz. Çünkü ikisi de mide bulandırır" denilmemiş midir?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün dün yaptığı açıklamaları bu gerçeklerin ışığında dikkate almamız gerekiyor.
Gül'ün uyarıları
Tamamı için http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2013/01/11/barisi-sadece-ilke-olarak-desteklemek-yetmiyor
Yorum:
Çitlerin ardında bir Millet
Savaştan beslenenlerin arkası sağlam. O kadar sağlam ki, onlar isteyince Öcalan paketlenerek Türkiye’ye postalandı, onlar isteyince idam cezası kalktı, onlar isteyince asker kodese tıkıldı, onlar isteyince İmralı çözüm adası oldu.
Yaptırdıkları, yaptırabileceklerinin teminatıdır. Bunların yapamayacağı şey yok gibi görünüyor. Bu durumda hükümet de hikaye, ordu da hikaye, devlet de.
Hükümet kanadından gelen çelişkili ve birbirinden bihaber sesler, siyasilerin de kafasının bir hayli karışık olduğunu gösteriyor. Halk ne yapsın? Neye inansın, kime güvensin?
Dün İmralı’nın sözünü ettirmeyen başbakan, bugün adaya çaput bağlamaya gidiyor. Buna da politika diyorlar. Bu daha çok afallamaya benziyor. Bu kadar tutarsız bir siyasetle güven sınavında çuvallayan hükümet, birilerinin mekr sofrasına yem olmuş, onu anladık anlamasına da Allah’ın mekri, hani o en seri ve en hayırlı olan mekr, o ne zaman gerçekleşecek onu anlayamadık. Belki oyun sahneleniyordur da biz farkında değilizdir. Ne iş anlayamadım. Gerçekten bu kadar zavallı mıyız?
Beyinlere kazıtılan yenilmez Siyonizm inanışıyla, tabiri caizse pireye çevrilen Türkiye nerdeyse zıplamayı bile denemeyecek. Tamam, her taşın altından onlar çıkıyor olabilir, hükümet onların emrinde, iradesini kaybetmiş olabilir, ekonomiye, eğitime, yargıya onlar hakim olabilir. Hepsine tamam. Tüm bunlara eyvallah desek de Allah’ın vaadini yine de unutmamamız gerekiyor. Daha doğrusu hiç hesaba katmayacak kadar unuttuğumuz vaadi hatırlamamız gerekiyor.
وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
İnkar edenler istemeseler bile, Allah nurunu tamamlar.(Saff-8)
Biz ancak Allah’ın hak olan düzenine inanarak yılmadan, yorulmadan, ümitsizliğe kapılmadan çalışıp; hakkın galibiyeti için canımızı, malımızı ortaya koyarak yaşarsak o çitleri aşarız ve silm olur. Şüphesiz en karlı anlaşma Allah’la yapılmış olandır.