Yıllar önce Yavuz Canevi Davos'taki bir forumda anlatmıştı.
Bir Cumhuriyet Bayramı'nda Hipodrom'da askeri birlikler tören geçidi yapmaktadırlar.
Tanklar, zırhlılar, ağır ve tahrip gücü yüksek savaş araçları geçmektedir.
Bir ara tankların zırhlıların arasında koyu renk elbiseli, kravatlı 50-60 sivil uygun adımla yürüyerek geçerler.
Şeref Tribünündeki Türk yetkililer bu tabloyu hiç şaşırmadan izlerler. Ama tribündeki diplomatlar şaşkındır.
Bir Batı ülkesinin büyükelçisi yanında oturan Türk yetkiliye sorar,
- Affedersiniz, bir durumu anlayamadım. Bu ağır savaş araçlarının arasında yürüyen koyu renk elbiseli siviller kimlerdi?
Türk yetkili bu soruya gülerek cevap verir,
- Onlar tahrip gücü en yüksek silahlarımızdı. Onlar yüksek bürokratlarımızdı...
Mega-kent Ankara
Bu fıkradaki "Tahrip gücü en yüksek" söyleminin aslında pek doğru olmadığını söyleyebiliriz.
Ankara'yı her ziyaret ettiğimde bürokrasinin "Yapım gücü en yüksek" toplum kesimi olduğunu düşünürüm.
Ankara ne bir ticaret ne de bir endüstri merkezi.
Sadece bürokrat nüfusun yoğun olduğu bir başkent.
Ama nüfusu 4 milyona vurmuş, bol yıldızlı otellerin, görkemli gökdelenlerin, lokantaların, bulvarların ve hepsini ezberlemenin mümkün olmadığı yeni semtlerin bulunduğu bir mega-kent Ankara.
Benim ilk okuldan lise sona kadar öğrencilik yıllarımın geçtiği Ankara'yı düşünüyorum.
Devamı için http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2012/10/07/toplumun-yapim-gucu-en-yuksek-kesimi-hangisidir
Yorum:
Yaptırım Gücü
Güçlünün haklı olduğu bir sistemde yaşıyoruz. Parası olan, siyasi gücü olan her zaman haklı oluyor. Bu kesimin şöyle bir farkı var ki; bunlar yapmak için uğraşmazlar, daha doğrusu kendileri dışında birileri için bir şey yapmak için uğraşmazlar. Daha çok yıkıcıdırlar, kendilerine yapıcı olmak adına yıkıcıdırlar.
Öncelikle kendi menfaatleri vardır. Türkiye’de oynanan siyasi oyunları bir kenara bırakın dünya üzerinde oynanan ve ciddi kitleleri hedef alıp, etkileyen oyunlar hep çok daha küçük bir kesimin hesapları ile yapılır ve bu kesimlerin çıkarlarını korur. Filistin, Afganistan, Irak, Suriye…
Bu ülkeler üzerinden yürütülen dünya siyaseti hep yıkıcı olmuş o yüzden ben bu etkiyi yapım değil de yaptırım olarak algılıyorum. O zaman vereceğimiz cevap, herkesin bildiği bir şey olurdu.
Haklıyı köşeye sıkıştıran, hiçbir zaman kazanamayacağı hissini yaşatan gelişmeler, nasıl olacak da bir devrim niteliği taşıyıp bu gidişe dur diyecek, çok merak ediyorum.
İyi ile kötünün savaşı siyah-beyaz olmaktan çok uzak, daha çok kör dövüşü. Saflar belirsiz, dünyanın ciddi bir temizliğe ihtiyacı var ve bütün bunlar olurken umarım biz seyirci olmaktan çok, yapıcı olan safta yer alırız.