İslâm'ı bertaraf etmenin yolu, İslâmcılığı bertaraf etmek (2)
Yusuf Kaplan
ykaplan@yenisafak.com.tr
31 Ağustos 2012 Cuma
Soru şu: Müslüman toplumların, hem İslâm'la, hem dünya'yla, hem de Batı'yla kurdukları ilişkiler nasıl bir nitelik arzediyor acaba?
Kısaca söylemek gerekirse, son derece çarpık, 'sahte' ve sığ bir nitelik arzediyor, maalesef. Sadece İslâm'la değil, dünyayla ve (modernliğin meydan okumasından itibaren üç asırdır dünyaya yön veren) Batı'yla kurdukları ilişkiler, Müslüman toplumların, İslâm'ı da, dünyayı da, Batı'yı da 'neyse o olarak' anlamaktan son derece uzak, etken değil edilgen, 'özneleştirici' değil nesneleştirici, hayatın ve tarihin akışına müdahale edilmesini imkânsızlaştırıcı problemli ilişkilerdir.
Müslüman toplumlar, İslâm'ı da, dünyayı da, Batı'yı da, neyse o olarak kavrayamadıkları sürece, kendi kaderlerini kendi ellerine alamayacaklarını da, tarihin akışının şekillendirilmesinde yeniden belirleyici roller oynayamayacaklarını da, insanlığın varoluş macera'sına müslümanca katkılarda bulunamayacaklarını da, -bu yüzden mecrâ'larını yitirdiklerini de- ne yazık ki fark edebilmiş değiller hâlâ.
* * *
……………………………….
İslâmcılık, bize, Müslüman toplumların öncelikle İslâm'la kurdukları ilişkilerin, İslâm üzerinden, İslâmî idrak, hayat ve hakikat tasavvuru ve kaynakları üzerinden değil, dünyada hâkim kılınan tek algılama, düşünme, yaşama ve varoluş biçimi olan seküler Batılı zihin kalıpları ve anlam haritaları üzerinden kurulduğunu hatırlatıyor.
Başka bir ifadeyle, İslâm'la kurulan ilişkilerin doğrudan olmadığı için doğurgan olamadığını, dolaylı ve arızî olduğu -seküler Batılı algılama biçimleri üzerinden kurulduğu- için sürekli arıza ürettiğini hatırlatıyor...
* * *
Burada asıl can alıcı noktalardan biri şu: İslâmcılık, sadece İslâm'la değil, dünyayla ve Batı'yla kurulan ilişkilerin de çarpık olduğunu, dünyayı ve Batı'yı 'neyse o olarak' anlamayı da zorlaştıran bir algı kırılması, zihin körleşmesi ve yön yitimi yaşandığını da hatırlatan en güçlü küresel bakış açılarından biri.
İslâmcılığın dışındaki hiçbir söylem, İslâm'ı da, dünyayı da, Batı'yı da çarpıtmadan, neyse o olarak idrak etmeyi mümkün kılabilecek bir dil, bir 'yer', bir perspektif sunmuyor bize. Sunmuyor ve sunamaz da. Çünkü İslâmcılığın dışındaki bütün mevcut söylemler -liberalizm, sosyalizm, ulusçuluk vesaire- zaten hâkim seküler Batı uygarlığının ürünü olan söylemler.
* * *
İşte tam bu noktada, yalnızca İslâmcılık, üçüncü bir alan sunabiliyor bize (Burada 'üçüncü bir alternatif' sığlığından filan sözetmediğimi -nedense?- hatırlatma ihtiyacı hissediyorum).
Peki, nedir üçüncü alan? Herkesin, bütün inanç ve düşünce sahiplerinin, neyse o olarak 'görülmesini' mümkün kılan varoluşsal alandır: Hem varedici, hem de herkesin kendince varoluş yolculuğunu tetikleyici bir düzlem.
* * *
Birinci alan, içinde yaşadığımız -ya da sürüklendiğimiz ama idrak kapılarımız kapandığı için sürüklendiğimizi bile göremediğimiz- dünyadır: İçinde yaşadığımız dünya, varoluşuna bizim hiçbir katkımızın olmadığı, yalnızca Batılı seküler-kapitalist hegemonya tarafından tanımlanan, belirlenen, içeriklendirilen ve biçimlendirilen bir dünya...
İkinci alan, İslâm'ın kendisidir. Bir İslâm dünyasının varlığından iyi-kötü sözediyor olsak da, bu dünyanın 'İslâm'ın dünyası', İslâm'ın her bakımdan varolduğu ve varettiği, yaşadığı ve yaşattığı bir dünya olduğunu maalesef söyleyebilecek durumda değiliz, iki asırdır yaşadığımız, tarihimizdeki ilk fetret döneminden, ikinci büyük medeniyet buhranından bu yana.
* * *
İşte üçüncü alan, İslâmcılığın açtığı (Foucault'nun deyişiyle, 'paradigma dışı') taze bir koridor, yepyeni bir düzlem, kanatlandırıcı bir yer ve perspektiftir. Üçüncü alan olarak İslâmcılık, öncelikle, İslâm'ın olmaktan çoktan çıkan İslâm dünyasını, yeniden 'İslâm'ın dünyası' hâline getirebilecek zihin ve ufuk açıcı bir idrak ve hayat, hakikat ve varoluş alanı sunuyor bize.
Batı-merkezciliği deşifre etmeyi başaran, 'paradigma dışı' bir yer ve dil sunduğu için de, yalnızca Müslümanların değil, bütün dünyanın çocuklarının 'dünyalarının, hayatlarının, tasavvurlarının' kendi dünyaları, kendi hayatları ve kendi tasavvurları olmasını mümkün kılacak öz-ü-gürleştirici yegâne 'yer' ve 'dil' bu.
* * *
Peki, seküler Batılı paradigmanın dışında bir yer'in ve dil'in varlığı, ne demektir küresel sistem için, hiç düşündünüz mü?
Elbette ki, insanı ve hayatı, Tanrı fikrini ve hakikati bitiren, hükümranlığını artık ayartıcı, estetize yöntemlerle idame ettirmeye çalışan, haksız, zorba, seküler-kapitalist Batı uygarlığının büyük bir sarsıntı geçirmesi demektir.
İslâmcılığın, çeyrek asırdan bu yana hedef tahtasına yatırılmasının nedeni, -kaçınılmaz olarak seküler-kapitalist küresel sistemin sonunu haber verecek- İslâm'ın İslâmcılık üzerinden kendi dünyasına kavuşma yolculuğunu, baştan bertaraf etmek amacıyla şeytanlaştırılmasıdır; sadece İslâm dünyasında değil, bütün dünyanın gözünde...
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=33834&y=YusufKaplan
yorum;
İslam’ın resmi, müslüman’ın ismi kalacak !
Anneannem öyle derdi.
88 yaşında 1989 yılında vefat etti.
Dedemden duyarmış oda.
Dedem bir kitaptan okur ve anlatırmış.
Kopya İslam, kopya Müslüman yani.
Refah partisinde çalışırken 1990’ lı yıllarda bizim K.çekmece ilçe
Teşkilatı Adil Düzen’le ilgili bir broşür bastırmıştı.Bende onu
inceledim bir çok hata buldum.
Bizimkiler Eyüp ilçenin broşürü almışlar kapağa K.çekmece
yazmışlar ve bastırmışlar.
Taklitçilik ve kopyacılık hataları da taklit ve kopya ediyor.
Ve zamanla hatalar kitabı ve Müslümanları kaplıyor.
Rahmetli Erbakan hocamız “sizi gidi taklitçiler”derken bende kıs kıs
gülerdim asıl bizimkiler taklitçi diye bir yandan da üzülürdüm..
Ne zaman ki “taklitçi Müslüman”’lığı değil “tahkikçi Müslüman”’lığı
gaye edinirsek o zaman yine asrı saadetteki gibi birer birer
olabiliriz ve oldurabiliriz inşaallah.
Rahmetli Mehmet Akif Ersoy’un da”asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı”
dediği bu olsa gerek…