İlk İslami bestseller roman ‘Huzur Sokağı’
1167 Okunma, 1 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

05.08.2012

 

1960’ların sonu / 70’lerin başında ‘İslamcı / mukaddesatçı / maneviyatçı’ mahallede bir ‘Huzur Sokağı’ fırtınası esti.

 

O dünyaya kulakları sağır olanların pek fark etmediği bir fırtınaydı bu.

Dilden dile dolaşarak dindar evlere girdi.

Başucu kitabı oldu.

Sattı…

Çok sattı.

Birkaç nesli etkiledi.

 

İSİMLERİ ÇOCUKLARA VERİLDİ

 

Bu ‘erken dönem’ hidayet romanı, o denli etkili oldu ki…

Romanın kahramanlarının isimleri, çocuklara verildi:

Bilal’ler, Feyza’lar, Hilal’ler…

Hep o romandan çıktı.

Yazarı Şule Yüksel Şenler şöhret oldu.

Şule Hanım o denli şöhret oldu ki…

Onun gibi baş bağlayanlar çıktı.

Onun gibi baş bağlayanlara ‘Şulebaş’ diye hakaret edenler de çıktı.

 

YOKSUL İSTANBUL SOKAĞI

 

Ne vardı romanda?

Şunlar vardı:

- Eski, yoksul bir İstanbul sokağı…

- O sokağın dinine bağlı, iyilik dolu insanları…

- Dindar ve yoksul sokağın gözbebeği üniversiteli Bilal…

- Sokağın dışarıdan gelen bir etkiye maruz kalması…

- Zenginlik sembolü bir apartmanın sokağın ortasına dikilmesi…

- O apartmandaki dejenere hayatın sokağı ufaktan tahribi…

- Apartmandaki güzel ve zengin kız Feyza’nın Bilal’e çengel atması…

- Küskünlükler, öfkeler, teslim olmamalar…

- Temiz bir aşk…

- Hidayete eriş…

- Başların örtülmesi…

Falan…

 

HİDAYETİ DOĞURAN AŞK

 

Naif bir öyküdür ‘Huzur Sokağı’nda anlatılan…

Çoğunluğun dejenere edici zalim baskısı karşısında direncini korumaya çalışan yoksul bir İstanbul sokağının öyküsü anlatılır öncelikle…

- Yoksul ama dindar…

- Yoksul ama mutlu…

- Yoksul ama dayanışmacı…

Sadece sokağın öyküsü yoktur romanda…

Yoz hayatlar yaşayan zengin Batılılaşmış tiplerin aşağılamalarına, alaylarına, acımasızlıklarına karşı, “Ben inancımı yaşamak istiyorum” diyenlerin vakur direnişi de vardır.

Aşka da yer verilmiştir.

Hidayeti doğuran aşka…

Ya da…

Aşkı da doğuran hidayete…

 

HÂLÂ UNUTULMADI

 

Bütün hidayet romanlarında olduğu gibi ‘Huzur Sokağı’nda da sorunlar vardır:

- Tek katmanlıdır mesela…

- ‘Dindar iyiler / din düşmanı kötüler’ kategorisine yaslanır.

- Maksadı ‘insanlık hallerini’ ortaya dökmek değildir, okuyanları hidayete erdirmektir.

Bütün bu sorunlara rağmen fena halde saf, temiz, alçakgönüllü, iyi niyetli bir romandır. Bunca zaman sonra hâlâ unutulamamasında ‘romanın gücü’nden ziyade bunların payı vardır,

 

Eski, yoksul bir İstanbul sokağı... Dindar ve yoksul sokağın gözbebeği üniversiteli Bilal... Zenginlik sembolü bir apartmanın sokağın ortasına dikilmesi... Apartmandaki güzel ve zengin kız Feyza’nın Bilal’e çengel atması...  Temiz bir aşk... Hidayete eriş... Başların örtülmesi...

 

FİLMİ ÇEKİLMİŞTİ

 

‘Huzur Sokağı’nın filmini çekmişti Yücel Çakmaklı.

Adına ‘Birleşen Yollar’ demişti.

Türkan Şoray ve Ekrem Bora vardı başrolde…

Romandaki ‘bildiri’ filme tam olarak yansımamıştı ama yine de idare ederdi.

İslamcı / Mukaddesatçı / Maneviyatçı kesimler, menkıbelere bayılır.

O dönem Türkan Şoray’ın oynadığı rolden etkilendiği, gözyaşlarına boğulduğu, yaşadığı hayatı bıraktığı yolunda iddialar menkıbeler, dolaşıyordu küçük, yoksul ve dindar evlerde...

 

‘HUZUR SOKAĞI’NDAN BUGÜN DİZİ ÇIKAR MI

 

ATV kolları sıvamış…

Bilal bulunmuş, Feyza bulunmuş, Hilal bulunmuş…

‘Huzur Sokağı’ dizi oluyormuş.

Keşke yapmasalar…

Keşke vazgeçseler…

Çünkü…

‘Huzur Sokağı’ bugün için ancak ‘eskide kalan güzel günler’ öyküsünden başka bir şey değil.

‘Huzur Sokağı’ diye bir şey yok.

Roller değişti.

Duygular da…

Sınıflar da…

 

KÖPRÜNÜN ALTINDAN ÇOK SULAR AKTI

 

O yoksul dindar sokak yok artık…

O sokağın sakinleri zengin olan oldu, zengin olamayanlar da en azından orta sınıf oldu.

Apartmanları dejenere Batıcı tipler dikmiyor, muhafazakar müteahhitler dikiyor.

Bilal’in altında cip var…

Liberal tezlere bel bağlayan Bilal, muzaffer bir tebessümle gidiyor memleketin en mühim üniversitesine…

Romanda ‘ezici, baskıcı, Batıcı’ diye lanetlenen adam, ‘gittikçe yoksullaşmış tekaüt bir CHP’li’den başkası değil. Eski gücünden eser bile yok yani…

Buram buram iyilikle çevrili sokak sakinleri, intikam peşinde: Kendilerine kötülük yapanların defterlerini dürmekle uğraşıyorlar.

Yani demem o ki:

Köprünün altından çok sular aktı.

Eğer ‘Huzur Sokağı’nı dizi yapanlar...

Olaya ‘bir zamanlar böyleydiler’ perspektifiyle yaklaşacaklarsa sorun yok…

Ama hâlâ geçerliliğini koruyan bir öyküye yaklaşır gibi yaklaşacaklarsa…

İşte orada sorunlar başlar…

Çünkü artık ‘Huzur Sokağı’ndan, bugüne dair bir dizi çıkmaz.

Çıksa çıksa ‘belgesel’ çıkar, ‘tarihi film’ çıkar…

Yazının tamamı için Not supported field expression!

 

Yorum:

Zenginliğin mümin olmaya etkisi

Bir zamanlar muhafazakar kesim son derece fakirdi. Fakirlikten öteye son derece ezikti. Namazlarını kılarlar, işlerini yaparlar, kıt kanaat geçinirlerdi. Onlara yakıştırılan hizmetçi, kapıcı olmaktı. O sırada zengin olanlar ise inançtan uzaktaydılar.

Gün geldi, muhafazakar kesimin bir kesimi zenginledi. En lüks evlerde oturmaya başladı. Artık hizmetçi değillerdi, hizmetçileri vardı.

O zaman bir soru sorarsınız. Muhafazakarlar zenginleyince, iktidarı, gücü ele geçirince İslamiyet mi geldi? Cevap çok açıktır: Hayır.

En zor tebliğ zenginlere yapılır. Fakirlere kolaydır tebliğ. Çünkü zaten bir çıkış yolu aramaktadır. Mevcut düzen onun için kötüdür. Oysa zengin için durum öyle değildir. Mevcut düzen zengin için iyidir. O düzen içinde varlığını elde etmiştir ve şatafatlı yaşamının sürmesi için o düzene ihtiyacı vardır. O yüzden tebliği en zor zenginlere yaparsınız, isterse alnı secdeye yapışık olsun bu zengin Müslüman kardeşinizin. Çünkü faizli düzen içinde rantı vardır. Bilinçaltında İslam düzeni gelince rantının kesileceği korkusu vardır. Bu nedenle şiddetle karşı çıkar.

Bunun en güzel delili, delillerin en güzeli olan ayettir:

وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِنْ نَذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُمْ بِهِ كَافِرُونَ

Bir karyeye uyarıcıyı yalnızca oranın şımarık zenginleri “biz size gönderilene küfrederiz” deme halindeyken gönderdik (Sebe 34)

Bu nedenle Adil Düzene en çok karşı çıkanlar kendilerine Müslüman diyen veya demeyen nimetlendirilmiş zenginlerdir ve öyle de olmaya devam edecektir.

 

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
13.08.2012
06:28

Müslümanların ‘gavur’a bile yakışmayan özelliği Ünal Tanık

Müslümanlar, tatilde israfın haram olmaktan çıktığını düşünüyor olmalı. “Midenin üçte birini boş bırakarak yemekte kalkmayı” öğütleyen peygamber, İslam peygamberi değil miydi acaba?

09.08.2012 04:26 Müslümanların, bir Müslüman’a yakışmayan pek çok özelliği var. Miskinlik, ümitsizlik, gıybet, düşmanlık besleme, hasetlik etme gibi pek çoğunu sayabiliriz. Her biri için yaşanan pek çok şey anlatmak mümkün. İslam aleminin dertleri ile yüreği yanık olan Mehmet Akif, Avrupa’yı görüp geldikten sonra bizim durumumuzla Avrupa’yı kıyaslarken, “İşleri var bizim dinimiz gibi, dinleri var bizim işimiz gibi” diye özetler. Batı hayranı olmayı kendimize yakıştırmayı doğru bulmuyorum. Lakin Akif’in içinden çıkıp geldiği neslin yaşadıklarını bizim anlayabilmemiz mümkün değil elbette. Bize yakışmayan sadece “iş”imiz de değil. Pek çok özelliğimiz var. İsraf hayatımızı çok fazlasıyla kemirmekte. Yalnız hayatımızı mı? Aslında emeği değersizleştirme ve şükrü yok etme boyutuyla bakarsak israf geleceğimizin de içini oymakta. Muhafazakar camia, tatille tanışalı çok fazla olmadı. Bireysel tatil yapanlar her dönemde vardı elbet. Lakin, muhafazakarların gittiği tatil yerleri büyük ölçüde 2000’li yılların başlarından itibaren revaçta olmaya başladı. Hepi topu baktığınızda 10 yıllık bir mazisi ancak var. Daha önceleri, “israf” ve belki “günah” sayılan tatil harcaması, so 10 yılda hızla gelişti. Bu alanda pek çok tatil merkezi hizmet vermeye başladı. İki yıldız muadili tatil merkezlerinden beş yıldızlı olanına kadar var…. Muhtemelen ortadirek denilen kesimden başlayarak üst gelir gruplarına kadar her kesime hitap ediyor. Bir hafta süreyle bir tatil beldesinde bulunduk. Eşim, çocuklarımız ve birkaç yakın aile ile birlikte gitmiştik. “Ramazan’da tatil mi olur” diye düşünülen dönem epey geride kaldı. Bildiğim tatil beldelerinin hemen hepsi bu ayda yüzde 90’ın üzerinde doluluk oranına sahip. Buralarda, gündüz denizin, havuzun ve bol çeşit yiyeceklerin tadını çıkaran bir kesim var. Tatil beldesi esas itibariyle Ramazan dolayısıyla programın ağırlığını geceye kaydırmış. İftardan sahura kadar pek çok aktivite var. Aşçılar, farklı damak tatlarına hitap etmek için çeşit çeşit yiyecekler hazırlıyor. Onlarca çeşit soğuk meze, iki çeşit çorba ve onlarca çeşit yemek. Tabii bir o kadar da tatlı ve meyve var. Çevremi gözlüyorum. Gördüklerim yüreğimi yakıyor. Sizleri bilmiyorum ama ben ortaokuldan üniversiteyi bitirene kadar geçen dönemde ciddi sıkıntılar çektim. “Kıtlık dönemi yaşadık” diyecek bir durum yoktu elbette. Ne var ki günlerimiz hep makarna-çorba ikilisi ile geçerdi. Bu sabit yemek programı Ramazan’da da değişmezdi. Konu komşu birkaç kez iftara davet ettiğinde karnımız ancak o günler doyardı desem yanlış söylememiş olurum. O yokluk günleri midir beni bu kadar etkileyen bilmiyorum. Bu tür yerlerde yemek yemek beni çok etkiliyor. Göze ve damak tadına hitap eden bu kadar çok yiyeceği tüketme biçimini görmek yüreğimi dağlıyor. İnsanlar iftara yarım saat kala masalarına yiyecek taşımaya başlıyor. Etlisinden soğuk mezelerine, salatasından pilavına, çorbasından tatlısına kadar. Ortaya da koca bir pide. Masasına aldığı her bir yemek tabağı, tek başına bir kişiyi mükemmelen doyuracak kadar çok doldurulmuş. İftarın olması ile birlikte yükleniyorlar iki üç bardak kola ya da suya. Ardından bir iki kaşık çorba alıyor. Ne olur ne olmaz, daha fazla çorba içerse ötekine yer kalmaz diye düşünüyor. Çorba hemen bir kenara itiliyor. İçerden gelen “aman dikkat, yavaş git, doymak üzeresin” uyarısıyla soğuk mezeleri bir iki tırtıklıyor. Onlar da bir kenara itiliyor. Ne de olsa daha etliler tatlılar var. Koca soğuk meze tabağı, neredeyse görüntüsü bozulmadan ileri itiliyor. Et tabağı denildiğine bakmayın. Birkaç çeşit etle doldurulmuş. Üstelik beyaz et, kırmızı et, kimi zaman da balık ilaveli. Mübareklerin tat alma duyguları sanki ağızlarında değil midelerinde. Ağızda bir iki döndürülüyor lokma hemen içeri gönderiliyor. Çiğnemeden içeri atılan yiyeceklerle mide isyan noktasına gelmiş oluyor. Tek başına iki kişinin öğünü olacak kadar dolu tabaktan birkaç lokma aç gözlülükle yeniyor. Ardından silahı alnına dayamışlar gibi zorla yenilen lokmalarla mide hızla şişiriliyor. Et tabağı da bir kenara itiliyor ve aynı hızla tatlı tabağına saldırıyor. “Saldırma” bile görülen manzarayı tarif etmekte yetersiz kalıyor. Et yemeğinin mideyi tatlıya hazırlamış olmasının verdiği keyifle tatlı tabağına yumuluyor. Sütlü tatlıdan hamur tatlılarına, çikolatalılardan meyvelilere, baklava çeşitlerine kadar hepsi tabakta. Çatal birkaç kez uzanıyor. Ama nafile. Başladığı hızla devam edebilmesi mümkün değil. Zar zor birkaç lokma daha ağza atılıyor. Fakat olmuyor. Tatlı tabağı ona bakıyor, o tatlı tabağına. 15-20 dakika önce açlıktan kımıldamaz hali vardı, şimdi midesi tıka basa dolu olmaktan takatsiz düşmüş. Pek çoğu oruç tutan garsonlar ise etrafta boş toplamaktan yetişemiyorlar. Sözün gelimi “boş” diyorum. Neredeyse yarıdan fazlası dolu tabaklar masadan kaldırılıyor. Tanıdık bildikleri bir iki uyaracak olduğunda cevabını alıyorsun. Kimi “Bir tabak yiyeceği bana çok mu görüyorsun” diyor, kimi “Parasını verdim kardeşim” bir başkası, “Bir tek ben miyim tabağında yemek bırakan” diye çıkışıyor. Temizlik anlayışı ise bir facia. İşletme sahipleri her şeyi temiz ve düzenli tutmak için ne kadar çaba harcıyorlarsa, tesislerde kalanlar da o kadar kirletmeye ve bozmaya ant içmişler gibi. İlgili bölüm vakti geldiğinde hizmete açılıyor. 15 dakika geçmeden, o güzelim mekan Yecüc Mecüc istilasına uğramışa dönüyor. Yapılan, sunulan hiçbir şeyin değeri yok. Nimetin kıymetini bilme, teşekkür etme lügatlarından silinmiş. Karşılaştığım manzara karşısında “Allahım” diyorum “Sen bu toplumu mağfiretinle yargıla. Kalplerine verdiğin nimetlerin kıymetini bilme duygusu ver. Onlar bu kadar aç gözlü olsalar da sen onların gönüllerine tokluk ihsan et. Yaptıklarıyla cezalandırma” diye dua ediyorum. Başka konularda ümitsiz değilim. Lakin, Müslümanlar'ın "gavur"a yakışmayan sıfakları terkedeceğine olan inancım çok zayıf. Ünal TANIK / Rotahaber





Sayı: 165 | Tarih: 12.08.2012
Mahir Kaynak
Yeni Değil
III.BİN YIL
1994 Okunma
30 Yorum
Süleyman Karagülle
Ahmet Hakan
İlk İslami bestseller roman ‘Huzur Sokağı’
Zenginliğin mümin olmaya etkisi
1167 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Barlas
PKK'nın tuzağına düşmemeliyiz...
Kabak tadında yazılar, en az mideye zarar verir!
1103 Okunma
Tayibet Erzen
Yusuf Kaplan
İslamcılık:Nominalizm ile eklektisizm arasında
İslamcılık yeni mi başlıyor?
1091 Okunma
1 Yorum
Ali Bülent Dilek
Mehmet Şevket Eygi
İslamî Hareket Nasıl Dejenere Edildi?
Kuran'dan Uzaklaştıkça
1038 Okunma
Emine Hocaoğlu