Küresel sistemle birlikte mi, küresel sisteme rağmen mi?
Yusuf Kaplan
ykaplan@yenisafak.com.tr
29 Haziran 2012 Cuma
Küresel sistemle birlikte mi, küresel sisteme rağmen mi?
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, dün Tarafsız Bölge'de şunları söylemiş aynen: 'Eğer sizin dış politikada yaptıklarınız... blöf üzerine inşa edildiyse, bu sınandıysa... karizmanız çizilmiş demektir.' (!)
……………………………………………………………
* * *
Modern tarihimiz, bu toprakların insanlarının tarihsizleştirilme tarihi'dir: Tarihî ufkumuzun, derinliğimizin, tarihte yaptığımız -herkesi varedici- yolculuğun bitirilmesi, mecra'mızın yitirilmesi macera'sı...
İşte tam bu noktada, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun geliştirdiği dış politika fikri, modern tarihimizde önemli bir aşamadır: Genelde Erdoğan hükümetleriyle, özelde ise Davutoğlu'yla birlikte, Türkiye, ilk kez, tarih yapan merkez/î bir coğrafya ve insanlık tarihinin yapıldığı coğrafyanın merkez üssü olduğunu hatırladı. Ve yalnızca Batı'ya bağımlı bir 'uydu aktör' olmaktan kurtulmaya çalıştı; hem bizim medeniyet coğrafyamıza, hem de birbirinden farklı dünyalara açıldı.
Böylelikle Türkiye, bakışını, ufkumuzu daraltan, boğan, tarihî yolculuğumuzun önünü tıkayan cendere'den kurtararak, bir ufuk genişlemesi gerçekleştirdi. Bu, küresel aktörlerin rahatını bozdu, oyunlarını -tersyüz etmese bile- açık etti. İşte bu süreçte, Türkiye, hem yörüngesini buldu; hem de dünyaya yeni bir yörünge bulduracak bir yolculuğa soyundu.
* * *
İşte ne olduysa, bundan sonra oldu: Batılılar, Türkiye'ye, aslâ yeniden 'merkez ülke' olamayacağını, 'oyun kuramayacağını', ancak kurulan oyunda rol alabileceğini hatırlattılar açıkça: Türkiye, dört bir taraftan kuşatılmaya, kapana kıstırılmaya başlandı, yeniden...
Yeniden, diyorum; çünkü Türkiye'nin modern tarihi, aynı zamanda bir 'kuşatılma/lar tarihi'dir: İçeriden teslim alınması, tarihî iddialarından vazgeçirilmesi, tarih dışına sürülmesi, tarihte süründürülmesi, burnunun sürtülmesi tarihi: Nesneleştirilmesi...
Modern tarihte, tarih-yapan hiçbir ülke, bizim kadar içeriden teslim alın/a/mamıştır. İşte Erdoğan hükümetinin yapmaya çalıştığı şey, bu içeriden teslim alınmanın, ancak dışarıdan, arkadan dolanarak geçersiz kılınabileceğini ve dize getirilebileceğini fark etmiş olmasıdır.
* * *
Zira yalnızca içeriden gerçekleştirilen yarma harekâtları, hep hüsranla sonuçlanmıştı: Menderes, Türkiye'ye, yitirdiği rotasını buldurduğu için 'sallandırılmıştı'. Özal, Türkiye'nin dip dalgasını harekete geçirmeye kalkıştığı ve oradan -ilk D-8 Projesi- Karadeniz İşbirliği Projesi'ni hayata geçirdiği ân, -Türkiye'nin alan genişletmesinden en fazla rahatsız olan- İngilizler tarafından önce ipi çekilmiş, sonra da, henüz bilinmeyen yöntemlerle öldürülmüştü.
Erbakan, Cumhuriyet tarihinin -küresel sisteme karşı- en büyük projesini, D-8'i gerçekleştirmiş ama siyasî hayatı bitirilmişti.
* * *
İşte Erdoğan hükümetleri, bütün bu tarihî gerçeklerden ders alarak işe koyuldu. -Tartışılabilir de olsa- bir medeniyet perspektifi geliştirdi; ama 'küresel aktörlerle birlikte hareket edeceğini' ilan etti!
Oysa Türkiye'nin içine sürüklendiği açmaz tam da burada gizli: Hem içeriden, hem de dışarıdan iki ayrı yarma harekâtı gerçekleştiremediğimiz sürece, Türkiye'nin, içeriden de, dışarıdan da kuşatılmaktan kurtulamayacağını kavrayamamasında!
Türkiye'nin işi elbette ki çok zor: Hem içeride/n 'dışarıya çalışan', bu toplumun varoluş nedenine kasteden -başını 'İstanbul dükalığı'nın çektiği- 'azınlık şebekesi'nin oyunlarını püskürtebilmek, hem de Türkiye'nin tarih yapacak bir yolculuğa soyunmaması ve attığı her adımın kısa devre yapması için her fırsatı (=meselâ, Suriye tarafından uçağımızın düşürülmesi fırsatını) iyi değerlendiren, bizi savaşa sürüklemek için can atan küresel sistemin -bize dost gibi görünen, İngilizler gibi- aktörleriyle 'birlikte yol almak' o kadar kolay değil, nihayetinde!
* * *
Yakıcı soru şu burada: Türkiye'nin, küresel sistemle birlikte hareket ettiğini söyleyenler, Türkiye'yi, ayartıcı bir çıkmaz sokağın eşiğine sürüklediklerini görebiliyorlar mı? Küresel sistemin aktörleri, hem kendileriyle birlikte hareket edip, hem de, kendi yürüyüşlerini gerçekleştirmeye kalkışanlara 'nasıl' bakar, ne yapar acaba?
Bu süreç, çok tehlikeli ve bunu görebilmek pek o kadar da kolay değil. Çünkü Türkiye'nin, bir yandan, dışarıdan dolanarak içerideki laikçi / Batı uydusu yapıyı etkisizleştirmesi; öte yandan da, küresel sisteme kalıcı bir darbe vurabilmesi mümkün olabilir ancak.
Eğer Türkiye, 'küresel sistemle hareket etme' açmazının, kendi imkânlarını yine kendi eliyle berhava ettiğini hâlâ göremezse, henüz hayal bile edemediğimiz büyük sorunların, 'kapıda' olduğunu hatırlatmak isterim...
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=33014&y=YusufKaplan
yorum;
Rağmen lişşeytani ve hizbihi.
Allahu Teala hazırlar.
Ondan sonra uygular.
Yeni bir “Hak Medeniyeti’nin”hazırlanma
Ve uygulanma alanı Türkiye seçilmiştir.
Seçilmiştir ama uygulayıcılar kimlerdir.
Biz “Akevler-Adil Düzen çalışanları”diyoruz.
Ama kendimize bakıyoruz acaba diyoruz.
Hz.peygamber gelmeden önceki tabloya baktığımızda
da sahabeyi kiram olacaklar da acaba diyorlardı bence.
Allahu tela” büyük ustayı”gönderdi.
O mevcut malzemeden insanlığın ebedi gurur tablosunu
Oluşturdu.
Çalışıyoruz,korkuyoruz ama büyük umuyoruz.
La havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim…