11 MAYIS 2012
Dinî konu ve meselelerde "Benim bu mevzuda görüşüm, şahsî fikrim şudur, budur" diye konuşmak çok büyük bir haddini bilmezlik ve beyinsizliktir. Sadece cahiller ve mukallidler değil, dinî tahsil yapmış kimseler de böyle konuşamaz.
Gerçek din alimleri ve fakihler böyle konuşmaz, çünkü ilimleri, irfanları, kültürleri, edeb ve terbiyeleri buna izin vermez.
"Ebû Hanife de benim gibi bir insandır, o ictihad yapmış da ben niçin yapmayacakmışım?.." demek en azından ayıptır. Kur'an-ı Kerim'de bilenlerle bilmeyenler bir olur mu buyruluyor.
Ebu Hanife bilen bir kimsedir, küstahça konuşan ise bilmeyen bir kimsedir. Ebu Hanife mutlak müctehittir, öbürü müctehid taslağı bile değildir, kara cahildir.
Hiçbir Ehl-i Sünnet Müslümanı dinî, imanî, şer'î, Kur'anî konularda kendi kafasından, kendi re'yiyle, kendi hevası ile konuşmaz.
Al eline bir veya birkaç Kur'an meali, tercümesi, tefsiri ve kendi kafana göre onlardan hüküm çıkart... Yağma yok!.. İctihadı ancak mutlak müctehidler yapabilir.
Kur'anın derinliklerini, inceliklerini anlayabilmek için Sünneti iyi bilmek gerekir.
Arapçayı, âlet ilimlerini 'âli ilimleri öğrenip icazet almamış kişi Türkçe tercümeleri okuyarak İslam'ı hakkıyla öğrenecek... Yine yağma yok!..
Nasih var, mensuh var, tahsis var, muhkem var, müteşabih var, daha nice incelikler var.
Bunları iyi bilmeyenler nasıl hüküm çıkartabilir?
On dokuzuncu asırda Farmason Afganî ve yardakçıları, her Müslümanın kendi kafasına göre ictihad yapması yolunu açtılar ve sonunda İslam dünyası bugünkü kaosa, kargaşaya, Protestanlığa düştü.
Çocukluğumda ve gençliğimde şu slogan bütün mürtedlerin ve kafirlerin ağzında sakız olmuştu: Kur'an tercüme edilsin, yobaz hocalar (icazetli ulema ve fukahayı kasd ediyorlardı) aradan çıksın, Müslümanlar dinlerini doğrudan doğruya Kur'andan öğrensin...
Bu metod Ümmet birliğini yıkar, Müslümanları şaşırtır, her kafadan bir ses çıkmasına yol açar, sonunda anarşi, kaos, fitne, fesat ayyuka çıkar.
Bugün olduğu gibi...
Kur'an tercümeleri yok değil. Türkçe konuşan Müslümanlar bin yıldan beri Kitabullahın mealini kendi anadillerine çevirmişlerdir.
Şu anda piyasada iki yüz kadar meal, tercüme ve tefsir vardır. Bunların çoğu, ehliyeti ve icazeti olmayan kişiler tarafından ya para kazanmak yahut Müslümanların kafalarını karıştırmak için yazılmıştır.
Müslüman halk, dinini tefsir, tercüme ve meallerden değil ulema tarafından yazılmış akaid, ilmihal ve ahlak kitaplarından öğrenebilir.
Dinî konularda re'y ve heva ile konuşmak, ahkam kesmek son derece zararlı, yıkıcı, bölücüdür.
Kur'anı kendi re'yiyle tefsir eden kafir olur buyrulmuştur.
Kur'an tefsiri konusunda iki yol vardır.
Birincisi icazetli ve ehliyetli ulemanın (müfessirlerin) yaptığı rivayet ve dirayet tefsirleridir. Bunlar faydalıdır, meşrudur.
İkincisi: Tefsir bi'l-heva ve'r-reydir ki yanlıştır, haramdır, Kur'an nimetine küfrandır, hatta bazen küfre götürür.
On yedi yaşındaki çocukların dinî konu ve meselelerde "Bana göre budur şudur" diye konuşmaları büyük bir felaket, rezalet ve âfettir.
Al eline birkaç meal, birkaç da hadîs külliyatı, bunlardan ahkam çıkart... Bu yol da yanlıştır.
İslamı doğru anlamak, dinî konularda sapıtmamak, Ümmet birliğini koruyabilmek için gerçek ulemaya bağlı kalmalı, ilmi onlardan öğrenmeliyiz.
Gerçek ulema ihlaslıdır, taqvalıdır, icazetlidir, yüksek ahlak ve fazilet sahibidir.
Kötü alimler de vardır. Onlar dini ve mukaddesatı zenginleşmek için kullanırlar.
Onlar zalim sultanlara yağcılık ve yalakalık ederler.
Onlar halkı aldatıp kandırıp mallarını ve paralarını zimmetlerine geçirirler.
Böylelerinin peşinden gidilmez.
Hanefîlerin imamı Ebu Hanife hazretleri son derece alim, arif, muttaqi, muhlis, müteverri bir zattı. Zalim sultanlara boyun eğmediği için zindana atılmış ve kırbaçlanmıştır.
İmamı Şâfiî hazretleri de böyleydi. Mekke'de yaşıyordu. Zenginlerden biri ona bir miktar para göndermiş, bunları şehrin muttaqi ve fakir ulemasına dağıtınız demişti. İmamı Şafiî de fakirdi, ailesi maddî sıkıntı içindeydi. Lakin kendisine bir kuruş ayırmamıştı. Niçin böyle yaptığını soranlara da: "Muttaqi fakir alim" şartı vardı, cesaret edemedim buyurmuşlardır.
Sevgili kardeşlerim dinî, İslamî, imanî, Kur'anî, Sünnetle ilgili konularda kesinlikle re'y ve hevamızla konuşmayalım.
Kur'anı re'y ve heva ile yorumlamayalım.
Gerçek Rabbanî ulemaya, fukahaya, kâmil mürşidlere tâbi olalım.
Halktan para toplayan, hattâ zekatlara bile göz dikenleri dinlemeyelim.
Dinî konularda benim fikrim, benim görüşüm, benim re'yim şöyledir demeyelim.
Re'y yolundan gidersek kendi dinimize zarar vermiş oluruz.
Reformcuların, Afganîcilerin, Kemalist ilahiyatçıların, Necdîlerin, Rafızilerin, BOP'çuların, ılımlı ve light İslamcıların, mezhepsizlerin, telfik-i mezahibçilerin, Fazlurrahmancıların, din ve fıkıh kitaplarına ortaçağ kitapları diye hakaret edenlerin; İbn Sebe'lerin, Lawrence'ların, Hempher'lerin, casusların, ajanların, insi ve cinnî şeytanların tuzaklarına düşmeyelim.
Yorum:
Kuran'ı Kim Yorumlamalı?
Eline birkaç Kuran meali, tercümesinden yola çıkaraktan hüküm çıkarılamaz. Bununla ilgili Kuran da Rad 37 de;
وَكَذَلِكَ أَنْزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّا...
Ve işte Biz o Kuran’ı Arapça bir hüküm olmak üzere indirdik. (Rad-37)
Kuran'dan mutlaka Kuran Arapçasının grameriyle hüküm çıkarmak gerekir. Yoksa isteyen istediği gibi yorumlayarak hüküm çıkartacaktır. Bunun yanında M.Şevket Eygi'nin dediği gibi sünneti de çok iyi bilmek gerekir.
M.Ş.Eygi bir ümmet birliği istemekle yetiniyor. Bunun için bir çözüm önermiyor. Kuran gramerini çok iyi bilen, pozitif ilimleri bilen alimlerle birlikte oturulmalı ve yanlış olan içtihatlar, hükümler üzerine konuşulmalı ve bir birliktelik sağlanarak doğru hükümler çıkarılmalıdır. Ayrıca bu çıkarılan konular topluma duyurulmalıdır, paylaşılmalıdır.
Kuran'ın meali kişiden kişiye değişebilir. Çünkü ona yorumunu da katabilmektedir. Bu farklılıkların sebebi Kuran da geçen kelimelere bazen Türkçe anlam vermekte zorlanılmakta iki kelimeye aynı anlamın verilmesidir. Ya da iki kelime arasındaki nüans farkının gözetilmemesinden kaynaklanmaktadır. Halbuki Kuran'da kullanılan her kelimenin farklı anlamı vardır. Bu yüzden hüküm çıkarmak için bu göz ardı edilemez ve hiç bir zaman Türkçe mealinden hükme varılmaz.
Yanlışlıklar var diyerek Türkçe meali okumamak doğru değildir. Elbette ki Kuran'ın hem Arapçasını hem mealini çok okumalıyız. Anlamaya çalışmalıyız. Öğrenme fırsatı varsa Kuran Arapçasını da öğrenmeliyiz ki çıkarılan hükümlerin doğruluğunu bizlerde görmeliyiz.
Gerçek ulemayı halk nasıl bilecek?
Diyanet işleri başkanlığı halkın tepkisini almaktan çekindiğinden Kuran'da olmayan bazı gerçekleri söylememekte, doğru olmayan uygulamalara devam etmektedir. Atalarımızın yaptıklarını doğru kabul etmektedirler. Bunlar uyarılmasına rağmen düzeltilemediği bazı alimler tarafından bilinmektedir. Dedelerimiz, atalarımızın her yaptıkları doğru olarak kabul edilemez. Onlar da sonuçta insandı. Ayrıca peygamber değillerdi. Peygamberimiz bile hata yaptığında onun hatasını düzeltmek için ayet geliyordu. Peygamberimiz peygamber olmasına rağmen insandı ve o da hata yaptığına göre atalarımız haydi haydi hata yapabilir. Bizler de hata yapabiliriz. Önemli olan hatayı pozitif ilimler ışığında görebildiğimizde onu düzeltebilmektir.