Anlamak ve önlemek
1190 Okunma, 5 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

Mahir KAYNAK,

22 Nisan 2012 Pazar

 

Yaşadığımız krizleri değerlendirirken ayrıntılar üzerinde duruyoruz ama büyük resme hiç bakmıyoruz. Bu nedenle krizlerin failleri güçlerinin çok üstündeki olayları yapmış gibi görünüyor Amacım suçlanan kişileri savunmak değil sadece gerçeği anlamaya çalışıyorum.

12 Eylül darbesi dindarlara karşı tavır almadı, hatta desteklediği söylendi. Ama bir süre sonra 28 Şubat’la karşılaştık ve irtica bütün tehlikelerin önüne geçti. İran’daki İslam devriminden önce dünyadaki genel durum şöyleydi. ABD Yeşil Kuşak projesini uygulamaya geçirmişti ve SSCB’yi İslamcı bir yapıyla kuşatmak istiyordu. Önce ABD’nin SSCB’yi terazinin öbür tarafındaki güç olmaktan çıkarmak isteyip istemediğini sorguladım. ABD içinde iki güç oluştuğu ve bunlardan birinin SSCB’yi tasfiye edip dengenin diğer tarafına Avrupa’yı yerleştirmek istediği sonucuna vardım.   Avrupa’da etkin gücün İngiltere olmasının istendiği ve Fransa’nın dışlandığı hükmüne vardım.

 

-12 Eylülde iki güç vardı. Biri Sovyetlerin, diğeri İngiltere’nin hakim olduğu AB’yi dengede tutmak istiyordu.

- Sermaye Sovyetleri dışlamıyordu. Sovyet-Çin ve ABD-AB ikil cephe oluşturuyordu. Türkiye’yi AB’ye katıp İngiltere’yi hakim kılmak istiyordu. Bunu sonra Erbakan, Hümeyni, Gorbaçov çizgisini bozdu.

 

***

-İran’daki İslamcı hareket ABD desteğinde başladı ve Şeriat Madari bu hareketin önderiydi. Ancak hem SSCB hem de Fransa buna karşıydı. SSCB gibi dinsiz ideolojisi olan bir ülke üniversitelerinde mollalar yetiştirdi, Fransa Humeyni’yi himayesine aldı.

 

- Fransa Hümeyni’yi destekledi. Sovyetlerde taraftar oldu.

- Sermaye İran’ı kalkındıran Şah’ı gönderip İran’a Fransa sosyalizmini getirmek istedi.  Sermaye Fransa’yı ve Sovyetleri kullandı.

 

İran’daki İslamcı hareket devrime dönüştüğü esnada Humeyni özel bir Fransız uçağıyla Tahran’a geldi ve liderliği üstlendi. Zaten SSCB’de yetişen mollalar da etkiliydi. Fransızların İran’daki devrimi neden desteklediği anlaşılmaz. Ya çok demokratlardı ve istemedikleri halde Humeyni’yi engellemediler. Bu gibi durumlarda, eğer süreç desteklenmeseydi, söz konusu kişi hayatta bile kalamazdı. ABD kaybetmişti. Büyük elçiliği işgal edildi, oradakileri kaçırmak için düzenlediği operasyon helikopterin düşmesiyle sonuçlandı. ABD’nin desteklediği Şeriat Madari Kum kentine sürüldü ve ölünceye kadar orada yaşadı.

Yeşil Kuşak projesinin en önemli ayağı Türkiye idi ve burası anti Sovyet hareketin simge merkezi olacaktı. Ama hareket burada da başarısızlığa uğradı ve ABD karşıtı bir kişi, Necmettin Erbakan, İslamcı hareketin  lideri oldu. İsviçre’de yaşarken eski hava kuvvetleri komutanı Muhsin Batur tarafından davet edildiği söylendi. Batur “Kendi uçağını kendin yap” eyleminin öncüsü idi ve Türkiye hava kuvvetlerinin ABD kontrolünden kurtulmasını istiyor bunun yerine Fransız Mirage uçağını tercih ediyordu. Ancak bu sefer Avrupa kaybetti  F-16 uçağı devreye girdi.

 

-İran’da ve Türkiye’de ABD kaybetti. Erbakan ve Humeyni etkin oldu.

 

- Hümeyni desteklendi. Solcularla beraber desteklendi. Sermaye öyle ayarlamıştı. İslam hakim oldu. Sermeyenin beklediği bir olay ortaya çıktı.

 

- Meseleye bu açıdan bakılırsa irtica sadece bir örtü konumundaydı. Eğer uygun bir dindarlık başarılı olsaydı, bırakınız post modern darbeyi, alkışlanarak karşılanacaktı.

 

- ABD, Sovyetler, AB ve Erbakan, ve Humeyni yok, sermayenin kullandığını zannettiği kimseleri vardır. Oysa asıl Sermayeyi Allah kullanıyor.  Sonunda Allah’ın dediği olur.

 

Analizlerimi uçuk bulabilirsiniz. Bu durumda gelişmelerdeki çelişkileri açıklamanız gerekir. Fransa neden İran’daki İslamcı devrimi destekledi? İrtica karşıtı olan ordumuzun üst düzey bir komutanı neden bir dindarı davet etti. Yoksa bu davet söylentiden ibaret miydi? Yani yalan mıydı?

 

- Erbakan’ın bağımsız adaylığını koymasını çok yakından bildiğim ve parti kurmasında ona oynanan oyunları bildiğim için sermayenin etkisiyle ortaya çıkmamıştır. D8’leri kurması, şeyhleri başbakanlığa davet etmesi tamamen sermaye tertibi idi.

 

- O dönemde yazdığım bir yazının başlığı “Çeliği Öldürmek”ti. Türkiye’deki Merkez sağ hareketin oyların yarıdan fazlasını aldığını ve bunun değişmesinin mümkün görünmediğini söylemiş ve bu hareketin içindeki İslamcı ve milliyetçi kanadın ayrıştırıldığını ve bunun bir operasyon olduğunu yazmıştım.

- Erbakan sağı bölmek istediği için çıkarılmıştı.

- Sağ bölünecek ve sol iktidar yapılacaktı. Yahut denge sağlanacak, kime sözü geçerse onun dediği olacaktı. Ne oldu. Şimdi sağ bölünmüştür ama sol yine iktidarda değildir. Bir sağın yarısı kadar oyu yok.

 

Mahir KAYNAK

Farklı bir bakış

28 Nisan 2012 Cumartesi

Kürt sorununa genelden farklı bir bakış açım var. Mesela BDP temsilcilerinin ABD’ye gidişini, onların söylediği gibi, sorunu ve taleplerini bu ülkeye anlatmak olarak görmüyorum. Çünkü ABD, eskiden beri, bölgedeki Avrupa politikalarını izliyor ve kendisi bir strateji geliştiriyordu. Bu sözlerin amacı ABD’yi övmek değildir. Bugün darbeleri konuşurken arkasında yabancı güçleri arıyoruz. Bu güçler askerlere “Haydi bir darbe yapın, içinizden bazılarına kızdık” dememişlerdir. Bunlar uzun vadeli politikaların ve stratejilerin bir  parçasıdır. Bir ülkeye yönelik politikalar tespit edilirken o ülkenin sosyolojik yapısı incelenir, ekonomik yapı muhtemelen kendileri tarafından yönlendirilmektedir. Medya her türlü operasyona hazır olacak şekilde yapılandırılmıştır.

 

- ABD askerlere operasyon emri vermemiştir. Şartları hazırlamış medyayı harekete geçirmiştir. Askerler de darbe yapmamıştır.

- Askerler darbe yapmadılar, müdahale yaptılar. Sivillerin yapamadıklarını askerler yaptılar. 80 e kadar Sermayenin istediğini yaptılar. 80’de Evren ve Özal, sermayenin istediğini yapmadı. Darbeleri önledi. Türkiye dindarlaştı, Türkiye bağımsızlaştı. Şimdi onu muhakeme ediyorlar.

 

***

BDP’nin politikası, kendi iradesinin bir sonucu sayılsa bile, bu genel gidişe uygundur. Bölgeye yeniden şekil verilirken Türkiye’nin gücünü azaltmak için Kürt sorunu yaratılmıştır. Daha doğrusu büyük güçlerin iradesi dışında oluşan bir örgüt ele geçirilmiştir. ABD liderini ele geçirdiği bir örgütü hiç etkileyemiyor görüntüsü vermektedir. Yani PKK herkesin karşı çıkmasına rağmen varlığını sürdürmektedir. Örgüt görevini yapmıştır. Türkiye bölgedeki gelişmelerde etkili olmaması ve kendisinden istenenleri yapması için hem zayıf düşürülmek istenmiş, hem de Kürtler karşı tarafların elinde bir koz olmuştur. Eğer BDP teröre karşı çıksa ve hükümetin açılım politikalarını destekleseydi bugün sorun önemli ölçüde çözülmüş olurdu. Hükümet farklı soy ve kültürlere saygı göstermektedir ve bu durum Kürtlerle sınırlı değildir. Yıllardır birbirimize düşman gibi baktığımız kimlikler eşit algılanmakta, sınırlarımız dışındakilere dostça davranılmaktadır. Kürtler gelecekte birlikte yaşayacağımızı düşünerek bu ülkenin sorunlarını çözmekte ve gelişmesinde destek olsalardı sadece diğerlerinin değil kendi yaşayacakları toprakları da cennete çevirebilirlerdi.

 

- BDP ve PKK ABD’nin Türkiye’yi zayıf tutma aracıdır.

- Türkiye Devleti de sermayenin oyuncağı halindedir. Savcıların Türk ordusuna saldırısı, her hangi bir mantıkla izah edilemez. Kürtlerin birer İslami parti kumaları da sermayenin isteğidir.

 

Yalnız onları kusurlu bulmak doğru değildir. Çoğunluğun kendi kimlik ve kültürünü diğerlerine empoze etme hakkı yoktur. Eğer kendi kimliği ile yaşamak onları mutlu ediyorsa, hiçbir talepleri olmasa bile vermemiz gerekir. Bizim medeniyetimiz farklı kimlikteki insanların nasıl dostça ve beraberce yaşanılacağının örneğidir ve bu övünülecek bir şeydir. Bu nedenle iki taraf da yanlış davranmıştır.

 

-Farklı kimlikle yaşayan farklı yaşmalıdır. Yanlış iki taraflıdır.

- Yanlış iki tarafın da sermaye tarafından oynatılmasıdır. Yerinden yönetim, isteğe bağlı bedellilik ve hakemlik sistemleri sorunu çözer. Sermaye buyurmadığı için kimse kulak vermiyor.

 

Bunca yıldır süren terör her iki tarafa da borç yazılmasına neden olmuştur. Şimdi bir güç bunu çözerse bedelini alacaktır. BDP, ABD’ye derdini anlatmak için değil bu bedeli öğrenmek için gitmiştir. Türkiye’nin vermesi gerekeni ve hükümetin bedel talep etmeden vermeye hazır olduğu şeyleri yabancılardan aldıklarını sanarak kendi yaşayacağı ülkeyi zayıf düşürmüşlerdir. Yani bunca yıldır bu savaşı hem hükümeti hem de Kürtleri zayıf düşürmek için sürdürdüler. Yoksa dünyanın büyük ülkeleri bir terör örgütü karşısında çaresiz kalmazlar. Ne zaman bir terör olayı duysam şunu söylerim: “Gene büyük güçler eylemi hazırladılar ve çocuklarını taş ve molotofkokteyli atarak yetiştiren babaların çocuklarını kullandılar.

İlerde birlikte yaşayacak olan ama hem Kürtleri bölücülükle itham edenler, hem kimliklerini dostça almak yerine çatışmayı tercih eden karşı taraf, ortak kültürümüzün dostluk ve sevgi duygusuna ihanet etmiş olacaktır.

 

- Büyük güçler Türkiye’yi ve Kürtleri zayıf tutmak için terörü yaşatıyorlar. BDP bırakmak için bir şeyler alacağını sanıyor.

- Büyük güçler değil Tekel Sermaye Türkleri ve Kürtleri dinsizleştirme çabası içindedir. Sonra bunları asker olarak kullanmayı planlamaktadır.

 

NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle'ye aittir.

 

Yorum:

 

KADER

 

Kâinatı Allah yaratmıştır. Yeryüzü onun eseridir. Zıt kuvvetler oluşturmuş, dengeyi kurmuştur. İnsanlık her bin yılda bir adım atar, uygarlaşma olur. Uygarlık gelişir ama değişmez. Yeni uygarlık eski uygarlığın ortadan kalkması ile sağlanır. Uygarlıkları oluşturma Hıristiyan ve Müslümanlara verilmiş görevdir. Yaşlanmış uygarlıkları ortadan kaldırma görevi şeytana ve sermaye verilmiştir. Bu bin yıllık uygarlıklar Miladi tarihle başlar. Onun için Hazreti İsa’nın doğumu mucizedir.

        Sömürü sermayenin Kapitalizmin görevi, ömrünü doldurmuş dördüncü İslam uygarlığını yanı birinci Kuran uygarlığını çökertmek, yaşlandırmak olmuştur. Sosyalizmin görevi ise yaşlanmış ikinci bin yıl uygarlığının cenazesini kaldırmak olmuştur. Bunu laiklikle müspet ilimle yapmak istemiştir.

       Her iki cephe görevlerini yapmışlardır. Şimdi İnsanlık İkinci Kuran uygarlığını getirme yolundadır. Sovyetlerin başında İslam Konferansına katılmak için başvuran Putin yer almıştır. ABD’nin başına zenci Müslüman’ın çocuğu gelmiştir. AB’ye Papalık etkisi olmuştur. Türkiye’de Milli Görüş Anayasa ekseriyetiyle iktidar olmuştur. Ateist sosyalistler her yerde yok olmaktadırlar.

      Önce şunu bilmemiz gerekir her iki takım da ilahi takdir ile oluşmuştur. Yaşatıcı hücreler ve öldürücü hücreler. Biz yaşatıcılar arasında yer almışız. Takımımızda iyi oynamak zorundayız. Oynamazsak Allah bizi görevden alır, iyi oynayanları getirir. Çünkü iki takımdan yaşatanlar mutlak galip geleceklerdir. Allah bunu yaşatıcılar takımında oynayanları özel olarak desteklemiyor. Onları tamamen eşitlik içinde savaştırıyor. Yaşatıcılar arasında iyi oynamayanlar çıkarsa iyi oyuncularla değiştiriyor. Yıkıcıların da tamamen yenilenmesini ortadan kalkmasına izin vermez. Onları geri çeker, bekletir gerektiği zaman ortaya çıkarlar. Bu sebepledir ki vücut sağlamsa mikroplar yok olur. Ama sporları devam eder.

Demek ki olaylara iki türlü bakmamız gerekir. Biri takdiri ilahi olarak bakmamız gerekir. O değişmez. III binyıl II.inci Kuran uygarlığı kurulacaktır. Bu şimdilik bize verilmiştir. Başarırsak kalırız, başaramazsak gideriz. Yerimize başkaları gelir. Biz gitmemek için çaba göstermeliyiz. Yoksa Adil Düzen  mutlak  gelecektir.

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
29.04.2012
16:35

29 Nisan 2012, Pazar Sedat LAÇİNER Batı neden çöküyor? Türkiye’de bazı çevreler dünyanın hala Batı tarafından yönetildiğini, her şeye Amerikan gizli servislerinin karar verdiğini sanıyor. Oysa Avrupa ve ABD’de bugünlerin en popüler bilimsel tartışma konusu ‘Batı’nın nasıl ve neden çöktüğü’. Hatta ABD’nin süper güç konumunu ne zaman ve kime devredeceği dahi tartışılıyor. Üstelik bu iddia yeni de sayılmaz. 1970’den bu yana ABD’nin duraklama ve gerileme dönemine girdiği tartışılırdı. Ancak en son ekonomik kriz ve Irak-Afganistan maceraları Batı’nın gerileyişi konusundaki şüpheleri büyük oranda ortadan kaldırdı. Hangi küresel istatistiği ele alsanız ilk 10’daki ülkelerin son yıllarda hızla değiştiğini, Batılı ülkelerin hızla listelerin arka sıralarına gerilediğini, onların yerlerini ise Çin, Hindistan, Japonya ve Kore gibi Doğulu devletlerin aldığını görüyorsunuz. Türkiye ve Brezilya gibi devletler de özellikle ekonomik listeleri zorluyor. Dediğim gibi, Batı’nın en saygın tarihçileri ve siyaset bilimcileri bugünlerde Batı’nın çöküşünü yazmakla meşgul. Son dönemde elime hangi dergi veya kitabı alsam bu konuya az çok değinildiğini görüyorum. Bu çalışmalar içinde New York Times’ın Pulitzer ödüllü yazarı Thomas L. Friedman ile Johns Hopkins Üniversitesi’nden Prof. Dr. Michael Mandelbaum’un ‘That Used to be Us’ adlı kitabı en çarpıcı olanlarından. Kitabın alt başlığı ‘Amerika’da yanlış giden neydi’ şeklinde. Kitap geçmişte ABD’nin sahip olduğu tüm üstünlüklerin hızla Çin’e ve diğer ülkelere geçtiğini, ABD’nin artık rakipsiz bir süper güç olmadığını, bu rolü devretmeye hazırlandığını yazıyor. Friedman ve Mandelbaum’a göre çöküşün en önemli nedeni eğitim ve bilim alanındaki gerileme. ABD okullara ve üniversitelere artık eskisi kadar kaynak ayıramıyor, fizik ve matematik alanında Çin ve diğerleri karşısındaki gerileme çok bariz. ABD gençliği gelişmiş bilgisayarlar ve internetle çok fazla haşır neşir görünüyor, ancak kitabın verdiği istatistiklere göre Amerikalılar teknolojiyi eğitim ve okumak için değil, daha çok eğlence için kullanıyor... Kitabın neredeyse yarısı ABD’nin eğitim alanında nasıl geriye düştüğünü ve bu durumun siyasi liderliğin altını nasıl oyduğu gerçeğine ayrılmış. Yazarların bir diğer iddiası ise ABD’nin gerilemesine yol açan önemli etkenlerden birinin de karşılıksız para basmak olduğu. Buna göre ABD altın karşılığı para basmayı bıraktığı günden bu yana geriledi ve çok yakın bir gelecekte karşılıksız para basarak dahi birikmiş borçlarını ödeyemeyecek duruma düşecek. *** Time dergisinin 2009 yılında ‘En Etkili İlk 100’ listesine koyduğu yazar Dambisa Moyo da aynı görüşte. Hatta Moyo‘How the West was Lost’ (Batı Nasıl Kaybedildi) adlı kitabında Batı’yı kurtarmak için artık çok geç olduğunu iddia ediyor. Harvard Üniversitesi tarihçilerinden Prof. Dr. Niall Ferguson da ‘Civilization: The West and the Rest’ (Medeniyet: Batı ve Diğerleri) adlı çalışmasında Batı’nın çöküşünü ilan eden düşünürlerden. Ferguson Batı’nın ‘liderlik ruhu’nu kaybettiğini, heyecanını kaybettiğini ve dejenere olduğunu iddia ediyor. Ferguson’a göre Batı bu gidişata dur demek istiyorsa özellikle orta öğretimde ciddi bir reform yapmak zorunda. Ferguson Batı’nın asıl yapması gerekeni ise bilgisayar dünyasından bir analoji ile şöyle tarif ediyor: ‘yazılımı yenilemeliyiz, virüsleri yok etmeliyiz, makinayı da yeniden başlatmalıyız...’. Aslına bakarsanız Ferguson bir anlamda “Tanrım beni baştan yarat” der gibi... Anlayacağınız Ferguson da tıpkı Moyo gibi Batı’nın yeniden ayağa kalkmasından ümidi kesmiş görünüyor. *** Batı’nın duraklama dönemini çoktan bitirdiğini ve hızla çöküş dönemine girdiğini söyleyen kitap ve makalelerin sayısı artıyor. Çünkü gerileme artık reddedilemez bir gerçek. Ancak gerilemeyi tespit etmek onu durdurabileceğiniz anlamına da gelmez. Osmanlı gerilemeyi nasıl durduramadıysa, Batı da durduramayacak. Kısacası önümüzdeki on yıllar yaşadığımız yıllardan oldukça farklı olacak. Umarız Batı’dan boşalan yerleri dolduran güçlerden biri de Türkiye olur.

Reşat Nuri Erol
29.04.2012
16:42

29 Nisan 2012, Pazar

Cemil ERTEM

Merak ettiğiniz bütün soruların yanıtı Son günlerde yaşadığımız bütün tartışmaların ve buna bağlı gidişatın anası sayılabilecek, birbirine bağlı, iki önemli konunun (sorunun) yanıtını bu hafta sonu aldığımızı düşüyorum. Birincisi şu darbe ve buna bağlı örgütlenmelere, teşebbüslere bağlı operasyonların akıbeti ne olacak sorusu, ikincisi ise Türkiye, iktidarın iddia ettiği gibi, yeni Anayasa’yı bu yıl yapabilecek mi? Dün Başbakan MÜSİAD Genel Kurulu’nda bence bu sorulara çok net bir yanıt verdi. O yanıt şu: ‘28 Şubat ve devam eden darbe süreçleri/teşebbüsleri Anadolu’da ortaya çıkan ve ağırlıkla MÜSİAD’da örgütlenen sermayeye karşı yapılmıştır. Biz, cadı avı söylemlerine aldırmadan tarihin bu karanlık dönemlerini sonuna kadar sorgulayacağız.’ Peki, 28 Şubat ve sonraki darbe teşebbüsleri ‘irtica’ bahanesiyle, dünyanın dört bir yanına ihracat yapan, devlete yaslanmadan büyüyen yeni bir sermaye kesimine yönelikse, bu teşebbüslerin ve 28 Şubat’ın arkasında olan sermaye sınıfı hangisidir? İşte bu sorunun cevabı, size bütün süreci ve sonrasını çözecek altın anahtarı verir. Bu sorunun yanıtı için isterseniz ‘her şeyin’ karanlığa gömülüp değişmeye başladığı 1980 yılına gidelim. 1980’e gelindiğinde imalat sanayiindeki istihdamın yüzde 35’i, katma değerin de yüzde 43.5’i kamu sektöründen kaynaklıydı. Bu zamana değin, Anadolu sermayesi olarak adlandırılan yerel sermayeleri ise devlet ve büyük sermaye ile girdi-çıktı ilişkilerine göre gruplandırmak olanaklı görünmektedir. Girdi-çıktı ilişkilerinde iki farklı biçim gözlenebilir: (1) Yerelde üretilen hammaddelerin ilk aşama sınaî işlemden geçirilmesinden sonra gerekli yerlere aktarılması, (2) büyük sermaye veya devlet tarafından üretilen yarı-mamul malların montaj vb. işlemlerden geçirilerek yerel-bölgesel pazara sunumu. Ancak, doksanların hemen başında, devlete ve devletin bir parçası olan büyük sermayeye bağlı olan bu küçük yapılar, hızla bağımsızlaşmaya, konjonktürden yararlanarak, ihracat ağırlıklı yapılanmaya, teknolojiyi takip etmeye ve bu iki ticaret yapma şeklinin dışına çıkmaya başladılar. İşte bu işletmelerin birçoğu, 1980’den 2001 krizine giden süreçte, yalnız iç pazarı değil, konjonktür gereği, dışarıyı da düşünerek çok önemli adımlar attı ve Türkiye’de geleneksel sermayenin tamamlayıcısı ve bayisi olmaktan çıktı. 2001 krizini takip eden süreçte, Anadolu’da yapılanan ve çoğu KOBİ ölçülerinde olan bu işletmeler hızla kurumsallaşarak küresel rekabetin ve teknolojinin gereklerini yerine getirmeye başladılar. Bu sermaye kesimi, hızla Türkiye’yi dünyaya bağlama doğrultusunda adım atarak, Türkiye’deki demokratikleşme sürecini desteklemiş ve son on yılda Türkiye’de dışa açılmayı ve AB üyeliği perspektifini -neredeyse- geleneksel sermayenin elinden almıştır. İşte Başbakan Erdoğan’ın dün MÜSİAD Genel Kurulu’nda işaret ettiği sürecin hikâyesi budur ve 28 Şubat’ın öncesi ve sonrası darbe teşebbüslerinin arkasında olan sermaye sınıfı da devletin -adeta- bir parçası olan geleneksel sermaye sınıfıdır. Tabii ki bu sermaye sınıfının örgütlülüğü iki temel ayağa dayanıyordu: Birincisi devletin karanlık labirentlerinde örgütlenmiş terör ve baskı odakları (ki bu, bugün Ergenekon Terör Örgütü olarak ortaya çıkmıştır). İkincisi medya ile örgütlenen ideoloji ve dezenformasyon ayağı. 12 Mart ve 12 Eylül gibi darbeler birinci ayağa -ağırlıklı olarak- dayanırken 28 Şubat ikincisine dayanmıştır. Yeni Anayasa’yı kim yapacak? Toplumların Anayasa ihtiyacı ya yeni bir toplumsal düzen ya da bir toplumsal uzlaşı ve bu uzlaşıya bağlı yeni bir başlangıç yapma isteğinden doğar. Şimdi Başbakan, hem yeni Anayasa yapma kararlılığı hem de darbe süreçlerinin sonuna kadar gitmenin hukuki meşruiyetini şüphesiz hem toplumun yeni bir başlangıç yapma iradesinden hem de doksanlı yılların başından itibaren küresel rekabet ile büyüyen yeni bir burjuva sınıfının demokratikleşme, dünyalaşma isteğinden almaktadır. Dolayısıyla yeni Anayasa olmaz; bunu kim yapacak sorusu ve önyargısı artık geçersizdir. Ancak öte yandan, darbelerle hesaplaşma sürecinin 2. önemli ayağı olan ideoloji üretme ve dezenformasyon merkezleri ve çeteleri ortaya çıkartılıp Ergenekon Terör Örgütü yanına konmazsa bu süreci, AK Parti’nin elinden başka bir güç zamanı gelince alır ve süreci tamamlar ama Türkiye çok zaman kaybetmiş olur. Bu da krize yenilmek ve yoksullaşmak, geriye dönmek -gerici restorasyon- demektir.

Reşat Nuri Erol
29.04.2012
16:54

F. Koru Kur'an resmi yayınlayan yazara çaktı! Bugün 12:55 Pazar Kimsenin haksız yere kılına zarar gelsin istemem, ama geçmişte yaptıkları yanlışları fırsat bulsa yarın da tekrarlamaktan geri kalmayacaklara sürekli yanlış yapma hakkı tanınmasına -gönlüm olsa bile- aklım razı olmuyor işte... İlgili Haberler MEDYA KÖŞESİ Boş beşiğin başındaki Kur'an'ı Kerim'e dikkat! GAZETECİLER.COM - Fehmi Koru, Star gazetesindeki köşesinde 28 Şubat ve medya bağlamında çarpıcı bir yazıya imza attı. "Yanlış yapma hakkı sınırsız mıdır?" diye soran Koru, isim vermeden Ertuğrul Özkök'ün son günlerdeki yazılarını köşesine taşıdı. Özkök köşesinde aile albümündeki bir fotoğrafı yayınlamış, eşinin bebekken kullandığı beşiğin üstünde yer alan Kur'an-ı Kerim'i işaret edip kendi ailesinin ne kadar muhafazakar olduğunu yazmıştı. "Kimsenin haksız yere kılına zarar gelsin istemem, ama geçmişte yaptıkları yanlışları fırsat bulsa yarın da tekrarlamaktan geri kalmayacaklara sürekli yanlış yapma hakkı tanınmasına -gönlüm olsa bile- aklım razı olmuyor işte..." diyen Koru şunları yazdı: "Çoğumuzun merakı, başlayan soruşturmanın askerlerle mi sınırlı kalacağı, başkalarına da teşmil edilecekse hangi kesimleri ve kimleri içine alacağı noktasında yoğunlaşıyor. İş dünyası, bürokrasi ve yargı da soruşturmaya dahil edilecek mi? Ya medya? Medyadaki sıkıntı kendisini nicedir dışa vuruyor. Soruşturma kendisine kadar uzanırsa savcılara ne söyleyecekse onu şimdiden yazıya dökenler, aile albümünü herkesle paylaşanlar var. Dedikleri şu: “Bizim de sizlerden farkımız yok... Bugünlerde siyasilere ‘yandaşlık’ yapanlar yok mu, bizler de 28 Şubat’ta askerlere ‘yandaşlık’ yapmışız, çok mu?” Ne olmuş yani, Genelkurmay’daki brifinglere katılmışlarsa? Biri askerlerden özel randevu almış, diğeri de ondan geri kalmamak için aynı gün randevu için bastırmışsa? Doğru. Ne olmuş yani? Eğer savcılar metazori olarak dayatılan brifinglere katılanları veya Genelkurmay karargâhında askerlerle görüşenleri bu eylemleri yüzünden suçlayacaksa, bu duruma herkesten önce ben karşı çıkarım. Bunlar pekâlâ ‘masum gazetecilik faaliyeti’ olarak kabul edilebilir davranışlar... Peki de, ‘içeriden biri’nin “28 Şubat sürecinde atılan manşetlerin yüzde 90’ı yalandı” ifşaatını ne yapacağız? Ya manşetlerden yapılan infazları? Kendi yazarının, hem de onun gözü önünde atılan yalan manşetle yırtıcı hayvanların önüne fırlatılmasını? Bir sivil toplum liderinin aynı manşet yüzünden canını zor kurtarmasını? Şapkadan tavşan çıkarırcasına sahte şeyhler, şeyhin çorap suyunu içen kadınlar bulunup çıkarılmasını? Parti kapatma malzemesi ihtiyacındakilere malzeme servisi yapılmasını? ‘Andıç’ belgesini hazırlayanların “Seçilmiş köşe yazarları ve televizyonlar” diye tanıttığı işbirlikçileri? Hadi söyleyin, bunları ne yapacağız? Yıkılan yuvaların, kapısına kilit vurulan işyerlerinin, mesleklerinden atılan üniformalıların, üniversitelerin kapısından çevrilen genç kızların, üzerine kadınlar musallat edilerek intihara sürüklenen hâfızların kâtili haber ve yorumlar ‘masum gazetecilik faaliyeti’ sayılabilir mi? Süreci MGK toplantısından ibaret görenler, MGK’da alınan kararların medya için de bağlayıcı olduğunu nereden çıkardılar, söyleyebilirler mi? “Uyarılmadık” diyemezler, yaptıklarının yanlışlığı konusunda uyarıldılar çünkü... Merak ettiğim bir nokta daha var: Süreçte oynanan roller gerçekten masumsa, devrilen hükümetin yerine gelen hükümetler neden medyanın çizgisine girdi, kimine RTÜK Yasası, kimine banka hediye etti? Nedamet hissi duysalar bâri; kendilerini unutturmaya çalışsalar... Kimsenin haksız yere kılına zarar gelsin istemem, ama geçmişte yaptıkları yanlışları fırsat bulsa yarın da tekrarlamaktan geri kalmayacaklara sürekli yanlış yapma hakkı tanınmasına -gönlüm olsa bile- aklım razı olmuyor işte...

Süleyman Karagülle
03.05.2012
15:57

- Her organizma ömrünü doldurunca çökmeye başlar. Çin, sovyetler ve Hint batının devamıdır. Onların da yakında çökmesi, mukadderdir. III. Bin yıl uygarlığı hakka dayanan uygarlık olacaktır. Batı uygarlığının gelişmesi ile çökmesi iki şeye dayanıyor. Ateizm ile müspet ilme gitmesi ve faizle sermaye terakümü yapmasıdır. Çökmesi de iki sebeple olacaktır. Ateizmle müspet ilimden uzaklaşması ve faiz sebebiyle teraküm eden sermayenin işe yaramaması. - Evet , mart ve eylül mafyaya şubat ise basına dayalıdır. Doğru ama askerlerden ne istiyorsunuz. Suçları ülkeyi onlara teslim etmemeleri mi? -Anayasa tüm ulusun , sivil asker herkesin uzlaşması içinde oluşursa milli anayasadır. Aksi takdirde işgal kuvvetlerinin dayatmasıdır. Bunun için müdahale eden askerler anayasayı sivillere yaptırdılar ve halk oylamasına gittiler. Askersiz yapılan anaysa anayasa değildir. Onu kim koruyacak. Onun varlığını hesaba katmayan anayasayı o nasıl koruyacak. Akılsızlar.

Süleyman Karagülle
04.05.2012
17:16

Kuvvetlinin veya zayıfın değil, haklının yanında olmak gerekir. Zalkurba da olsa taraf tutmamak gerek. İntikam almak Allahın işi bizm işimiz değildir. Kaldı ki biz muhakeme etmiyoruz düşmanımız ettiriyor. - Erbakan defalarca anlattı. Yazdı. Neden kulaklar tıkalı. 28 Şubat Amerika'da hazırlandı. Türkiye'ye talimat geldi. Milli Güvenlik kurlunda görüşüldü. Sorunun incelenmesi için hükümete havale edildi. Hükümet de bakanlıklara havale etti. İki ay sonra askerler sordular. Erbakan da yapmazsak meclisi kapatacak mısınız diye sordu. Hayır dediler ve askerlerin 28 şubattaki rölleri sona erdi. Devlet, islamiyete cephe almış her gün irtica birinci tehlike diye yaygara yapılıyor.. Sivil yönetimin karşı basını çıkararak bu yaygarayı durdurması gerekirdi. Asker ne yapacaktı. Eğer askerleri asker muhakeme ederse o zman sorun yok şimdi siviller askerleri muhakeme ediyor. Ceppheleşme var. Uçuruma gidiyoruz..





Sayı: 150 | Tarih: 29.04.2012
Ahmet Hakan
28 Şubat döneminden bir demet kişisel anı
Düzeni değiştirmezsen düzen seni yer
1256 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Mağdurlar mağrur, mağrurlar mağdur olurken
CADI AVI
1197 Okunma
Tayibet Erzen
Mahir Kaynak
Anlamak ve önlemek
KADER
1190 Okunma
5 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
Domuzun Boynuna Mücevher Takmak
İlim Her İnsanın Hakkı
1151 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ahmet Altan
Bir, ki, üç hop...
Yorumsuz
1121 Okunma
Vahap Alma
Yusuf Kaplan
Türkiye'nin,gerçek bağımsızlığına kavuşma süreci
Gerçek bağımsızlık"adil düzenéle olur
1115 Okunma
Ali Bülent Dilek


© 2024 - Akevler