Türkiye’nin büyük sorunları hepimizin üstüne kalın bir battaniye gibi öylesine soluksuz bırakarak seriliyor ki bazen etrafımızdaki olayların hepsini görmekte zorlanıyoruz.
Yüzyıllık sorunların zihnimize dolanan zincirlerinin şakırtısı tekil dramların çığlıklarını duymakta gecikmemize yol açıyor.
Geçenlerde genç bir doktoru, bir hasta yakını kalbinden bıçaklayıp öldürdü.
Hastane gibi hayatla ölümün iç içe durduğu yerlerdeki gerilim kimi zaman öfke patlamalarına yol açıyor, o sahipsiz öfkeler de bazen doktorları hedef alıyor.
Doktorlar, insanla tanrı arasında bir yerde dururlar.
Sıradan bir insanın bilmediği bilgilere ve çarelere sahiptirler, ağrıyı dindirebilir, bir insan bedenini kesip içinden “bozuk” parçayı çıkartabilir, yerine yenisini takabilir, iç organların, damarların arasında dolaşabilir, hayatı zehir eden bir acıyı bazen tek bir ilaçla kesebilir, en ümitsiz olduğun anda seni hayata döndürebilirler.
Hayranlık ve saygı uyandırırlar.
Ama başkalarının sahip olmadığı ellerindeki büyük bilgi, çaresizin karşısında çareyi elinde tutma gücü, zavallı bir hastaya çok karmaşık gelen bir sorunu çözebilecek yeteneklerinin olması onlara iyiye de kötüye de kullanabilecekleri olağanüstü güçler bağışlar.
Zaten bunun için o “gücü” iyilik amacıyla kullanacaklarına dair yemin ederler, taa Hipokrat’tan bu yana o gücün kötüye de kullanılabileceğini bilir insanlar.
Aralarından bunları kötüye kullananlar da çıkar ne yazık ki.
İnsanlarda yarattıkları hayranlığın içinde beslenen o garip kıskançlık, hatta korku, böyle doktorlar nedeniyle bazen bütün mesleğe yönelen bir kızgınlığa da dönüşür.
Bu yüzden iki duygusal tepkiyle de karşılaşırlar, hayranlık ve saygı da görürler, isyan ve kızgınlık da.
Yorum:
Mübalağa
Yanılmıyorsam 2009 veya 2010 yılının ocak ayıydı. Annemin yıllar süren baş ağrısının son çaresi olarak İstanbul’da Avicenna Hastanesinde Lütfi Abi’nin yanına geldik. Annemin hastaneye yatış işlemlerinden sonra, genel durumunda herhangi bir sorun olmamasına rağmen bir tekerlekli sandalye getirdiler. Annem utandı ve bana ‘oğlum yürüyebiliyorum’ dedi. Lütfi Abi ‘olsun, onunla götürsünler’ dedi. Kendi alanında annemi muayene etmesi gereken bütün doktorlar muayenesini annemin odasına gelerek yaptılar. Yani kısacası benim keyfime diyecek yoktu. Her şeyi onlar hallediyordu. Gayet güler yüzlü ve kibardılar. Sorunlar bulundu. Tedaviler tamamlandı ve bir haftanın sonunda uçağa atlayıp Mardin’e bir şeyler becerdim edasıyla geri döndüm.
Burdan iki sonuç çıkar. Bir tanesi bu hastanede Lütfi Abi olduğu için bize böyle davrandılar. Diğeri ise, herkese öyle davranıyorlar. –ki inşallah herkes için öyle olduğuna inanıyorum-.
Kırsalda bir yerde hastaneye gidersin, temizlikçi başına profesör kesilir. Fırça atmaktan çekinmez. Hastane babasının malıdır. Gelen hasta da hayvan sınıfındadır. Meclise yakın Hacettepe’ye gidersin, profesör el-pençe-divan durur karşında. Hangisi doğru diye bön-bön düşünür durursun. Harddisc çökmüştür o an.
Hastanelerin duvarlarının birinde ‘Hasat Hakları’, ‘İnsan Hakları Beyannamesi’ ve ‘Hastanemizin Politikası’ adı altında toz pembe yazılar okursun ve bir an kendini ütopyalarda hissedersin.Öyle olmadığının farkına varman pek de uzun sürmez. Acil’e gidersin, doktorun yemekte olduğu cevabını alırsın. Polikliniklere gidersin her yer tıkış tıkış. Branş doktoru günde ne kadar fazla hasta alırsa döner sermayesi o kadar fazla gelir ya, hasta başına ayırdığı zaman 45 sn ile sınırlı. E bu da ezbere bir reçete yazmak ya da haybeden bir tetkik istemek için yeterli. Doktora şikayetini anlatacak 5 sn hariç bir soru mu sormak istersin? Peh! Hayal… Hele ameliyat olacak hastan varsa hepten yandın. Hasbelkader bir vicdansıza denk gelirsen ticarethaneye dönüşmüş bir iş yerindesin demektir. Toptan ve perakende insan alınır-satılır. Hastan ölür yorum bile yapamazsın. Doktorluk bilmediğin için doktorunu eleştiremezsin. Doktorun hata yapar, kanıtın yok. ‘Ben böyle uygun gördüm’ der ve biter. İşini birirsin dışarı çıkarsın bir bakarsın ki ya bitap düşmüşsün ya da psikolojin allak bullak olmuş hastanı unutursun.
Sonuç olarak, bu ülkede her gün nice canlar gidiyor hiç uğruna. Doktor kardeşimiz de dahil olmak üzere hepsine Allah’tan rahmet diliyorum. Yalnız bu doktor kardeşimiz haklı veya haksız, Türkiye’de yaşananlar göz önünde bulundurulunca çok fazla abartılmadı mı?