Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
22.03.2012
Suriye’de bir iç savaş ve buna paralel olarak dış müdahale ihtimalinin giderek yükselmesi ister istemez bu ülkenin Irak’la karşılaştırılmasına yol açıyor. Bu karşılaştırmanın haklı yanları var kuşkusuz. Öncelikle Suriye’deki mevcut rejimin Amerikan işgaliyle devrilen Irak rejimiyle bir tür “ikiz kardeş” olması önemli. Hatırlanacağı gibi, tüm Arapların tek bir ülkede birleşmesini amaçlayan milliyetçi sol Baas Partisi, 1968’de Irak’ta, iki yıl sonra da Suriye’de iktidarı ele geçirmişti. Her ne kadar arkalarında belli bir toplumsal destek bulunsa da, iki ülkede de rejim değişikliği askeri darbe yoluyla oldu ve kısa süre içinde hem Suriye, hem Irak yer yer totaliterizme de kayan otoriter askeri rejimlerle yönetildiler.
Irak ve Suriye’yi benzer kılan bir diğer husus, iktidarı ellerinde tutan elitlerin ülkede sayıca daha az olan topluluklardan gelmesi, bunun da bir tür azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakkümü algısı yaratmasıdır. Bu nedenle bu ülkeleri istikrarsızlaştırmak isteyen unsurlar genellikle iktidardaki azınlıklara (Irak’ta Sünniler, Suriye’de Nusayriler) karşı çoğunluğu oluşturan kesimlere (Irak’ta Şiiler, Suriye’de Sünniler) yatırım yapmışlardır.
Arapların mezhep nedeniyle ikiye bölünmüş olduğu Irak ve Suriye’nin ayrı ayrı Kürt sorunları bulunması da bu iki ülkenin bir diğer ortak noktasıdır. Tabii sayıca çok daha kalabalık olan Irak Kürtlerinin güç ve etkisinin Suriye Kürtlerinden hayli fazla olduğunu akılda tutmamız şart. Irak ve Suriye’deki Baas rejimlerinin, Arap milliyetçiliğine ek olarak devlet eliyle otoriter bir laiklik uygulamada da benzeştiklerinin, bunun da her iki ülkede İslami hareketlerin radikalleşerek yeraltına çekilmesine yol açtığının altını çizelim.
İran faktörü
Irak ve Suriye arasındaki benzerlikleri anlatmayı burada kesip başlıktaki sorunun cevabını arayalım. Aslında tek bir kelime etmek bile yeterli: İran. Yani Suriye’nin neden ikinci bir Irak olamayacağı sorusunun cevabını bu iki ülkede değil üçüncü bir ülkede, İran’da aramak gerekir.
Eğer bugün bölgemizde İran’ın başını çektiği bir “Şii hilali”nden söz etmek mümkünse bunun sorumlusu kesinlikle George W. Bush yönetimindeki ABD’dir. Çünkü Bush, Tahran yönetiminin iki en büyük düşmanından, Afganistan’daki Taliban, Irak’taki Saddam Hüseyin yönetimlerinden, tek bir kurşun bile atmadan kurtulmasını sağlamıştır. (İran’ın Afganistan’daki nüfuzu konusunu bu yazıda uzun uzun ele almaya gerek olmayabilir, ama Saddam sonrası Irak’ta, yönetimde Şii ağırlığının öne çıkması doğal olarak bölgede İran etkisinin artması anlamına geliyor.)
Özetle ABD’nin başını çektiği uluslararası güçler, İran’ın örtük de olsa onay vermesine rağmen Baas rejimini devirmekte bir hayli zorlandılar, öyle ki Irak’ta taşlar hâlâ yerine oturabilmiş değil. Hal böyle olunca, bugün İran’ın alenen yanında durduğu Suriye rejiminin, bir dış müdahale yoluyla devrilme ihtimalinin çok ama çok düşük olduğu gerçeğiyle yüzyüze kalıyoruz. Kuşkusuz Rusya ve Çin gibi güçlerin de böylesi bir müdahaleye karşı olmaları önemlidir fakat onlar ikna edilseler bile, Tahran’ın desteği sürdüğü müddetçe Baas rejimini yıkmak çok güç olacaktır. Dolayısıyla bunu hedefleyen bir müdahalenin bölgeye etkileri Irak işgalinden çok daha ağır ve telafisi imkansız sonuçlara yol açacaktır.
Türkiye ne kazanabilir?
Devamı için http://haber.gazetevatan.com/Haber/438311/1/Gundem
Yorum:
Bu, kendi gerçeğinden kaçış mıdır?
Irak’ı vantuzlayanlar, Suriye’yi de vantuzlamaya pekâlâ muktedirdirler. Şöyle ki önce uzaktan müdahale ile yönetime hakim oluyorsun, sonra bizzat gelip yerinde inceleme yapıyorsun, eti, kemiği, posası artık Allah ne verdiyse alıyorsun, kalanı (tabi geriye bir şey kalırsa) demokratik temeller üzerinde yeni bir devlet kurulması için bırakıp, geldiğin gibi defolup gidiyorsun.
Bu şimdilik bizim sorunumuz olmamalı. Bulunduğumuz yer itibariyle bölgedeki en ufak bir kıvılcımla dahi ısınıyoruz. Ülke içinde yeterince sorun var ama bölgedeki sorunlara da ciddi bir ağırlık verilmiş durumda. O da gerekli tabii ama bu Rahibe Teresa’cılık bana tezgah gibi görünüyor. Birileri Erdoğan ve diğer bürokratlara gaz veriyor, adamlar bir anda gerek Arap, gerek dünya basınında superman olup çıkıyorlar. En basitinden Sayın Başbakanın bu yoğun dış gezilerinin ne gereği var? Ülke karışık, insanlar ölüyor, resmen bir iç savaş var ama Başbakan yok. Çünkü dünyayı kurtarmakla meşgul. İyi ama o işi Davutoğlu yapmıyor mu zaten?
Dünyanın öve öve bitiremediği bu tavır, o kadar da iyi bir şey olmayabilir. İster istemez altında başka bir şey arıyorum çünkü bunu öven medya insanlıktan nasibini ne kadar aldığı açık bir tartışma götürür milletlerin medyası. Gerek tarihleriyle, gerek şimdiki uygulamalarıyla demokrasiden bahsedemeyecek olanlar, demokrasi adına Türkiye’li bürokratları ayakta alkışlıyorlar. Garip şey doğrusu.