18 Mart 2012 Pazar
Olaylar değerlendirilirken genelde özelden genele gidilir. Küçük olaylar yan yana getirilerek bütün hakkında değerlendirme yapılır. Bugün dünyada çatışmanın hangi güçler arasında olduğu belirsizdir. Hepimiz Esed’in ne yapacağını, Suriye’nin nereye gittiğini merak ediyoruz. Bu konuda bir senaryonun olup olmadığını, varsa ne olduğunu merak etmiyoruz. Benim olaylara yaklaşımım farklıdır. Önce geneli değerlendiririm ve bunun küçük aktörlere etkilerinin ne olacağını tahmine çalışırım. Değerlendirmelerim her zaman doğru çıkmaz ama genelde gelişmelerin bu yolla daha iyi tahmin edileceğine inanırım. Mesela Libya’daki olayları değerlendirirken katıldığım televizyon programlarında sırada Suriye’nin olduğunu, Basra Körfezi civarında savaş çıkması ihtimalinin yüksek olduğunu ve tarafların Arap ülkeleriyle İran olacağını söylemiştim.
-Televizyonda Ortadoğu’da İran’la Araplar arasında çıkacağını beyan etmiştim.
-Orta doğuda savaşın sermayenin işine yaraması için Türkiye İran arasında olması gerekir. Başaramıyorlar.
Dünyada SSCB dağıldıktan sonra nasıl bir denge kurulacağını merak ettim. Ama önce bu dağılmanın sebebini aradım ve ABD ile SSCB arasındaki dengeyi bozan yeni bir güç olup olmadığını aradım ve küresel sermayenin yeni güç odağı olduğu ve bu gücün ulus devletlerle savaşacağını, küresel sermayenin tasfiye edileceğini ve yeni dengenin yine ABD ile Rusya arasında kurulacağı sonucuna vardım.
-ABD ve SSCB arasındaki dengeyi bozan sermayesidir. Ulusal devletler bunlarla savaşmaktadır.
- Dengeyi bozan Erbakan, Humeyni ve Gorbaçov olmuştur. Sermaye şimdi devletleri süper güce karşı kışkırtarak bunlara ders vermek istemektedir. İslam alemini Adil Düzen’e karşı organize etmektedir.
Yaşanan ekonomik kriz beklenmeyen bir olay değildi ve küresel sermaye bu krizle bertaraf ediliyordu. Bu krizden iki gücün zararlı çıkacağını ifade ettim. Küresel sermayenin yeni üssü olarak belirlenen Avrupa ve sermayenin asıl kaynağı olan Çin, etkisini kaybedecek ve ABD ile Rusya iki büyük güç olacak, Türkiye de bölgesel bir güç olarak bu dengenin istinat noktası olacaktır dedim.
- Sermaye bertaraf ediliyor, Rusya ve ABD iki büyük olacak. Türkiye mesnet olacak dedim.
- Dört süper güç (ABD, Avrupa,Çin ve Rus) İslami terörizmle yola getirilecek.
Küresel sermayenin etkin olduğu dönemde ülkemiz de onun etkisi altında kaldı ve yüksek cari açık oluştu ve bunun sonucu olarak borçlandık. Şu günlerde çok tartışılan konulardan biri, halkımızın tasarruf etmediği ve kazancından fazla tükettiği oldu. Oysa 1970’lerde ülkemizde tasarruf oranı yüzde yirmi beş civarındaydı ama şimdi yüzde on ikiye düşmüştü. Gerçekte tasarruf oranını belirleyen halkın eğilimi değil ülkede uygulanan ekonomik politikalardır. Geçmişte araba, ev ve benzeri pahalı şeyleri alacak kişi önce tasarruf eder ve bunu bankada tutarken bankalar bu tasarrufları yatırıma yöneltirdi. Şimdi önce tasarrufa gerek kalmadı. Herkes malı alıp bedelini sonra ödüyordu ve tasarrufa gerek kalmamıştı.
-Eskiden tasarrufla yaptırım yapılıyordu. Şimdi buna gerek kalmadı.
-Eskiden yatırım gümüş para idi. Halk tasarruf ederse yatırım olurdu. Şimdi karşılıksız paradır. Ne var ki yatırım artık para ile değil artık emekle olmaktadır. Sistem çalışmıyor.
Halkın tasarruf oranını artırmak kolaydır. Bankalar konut kredisinde peşin ödenecek miktarı artırır ve tüketici kredileri kesilirse müsrif zannedilen halk birden değişir ve tasarrufa yönelir.
Önümüzdeki dönemde bölgeyi şöyle değerlendirebiliriz. Irak federatif bir yapıya dönüşecek ve Kuzey Irak Şiiler dışındaki halkla bütünleşecek, bu yapı ülkemizle yakın ilişki içinde olacak. Suriye’de BAAS yönetimi sona erecek ve yeni yönetimle ilişkilerimiz iyi olacak. Bunları gören bazı güç odaklarının ülkemizde operasyonlar yapması beklenir. İsrail’in İran’a saldırması bölgeyi İran’a yaklaştırır. Bu nedenle çatışmanın Araplarla İran arasında olması tercih edilir.
-Irak federatif olacak ve kuzey Sünniler Türkiye’nin yanında yer alacak. Suriye'de baas yönetimi sona erecek. Çatışma Araplarla İran arasında olacak.
-Geçmişte denendi. Araplar İran’ı yenemediler. Şimdi çatışma Türkiye İran arasında planlanıyor. Arapların bölünmesi istenmiyor.
Bölgedeki bu değişimler bazısını rahatsız edebilir. Diğerleri bölgedeki devletleri İngiltere kurdu, bir başkasının da bu yapıyı değiştirmeye hakkı vardır der ve şöyle bir görüş yaratabilir. Bölgeyi geçmişte başkaları belirledi, şimdi halk belirleyecek.
-Bölgeyi geçmişte işbirlikçi devletler belirledi, şimdi halk belirleyecek.
-Geçmişte sermaye devletleri kullandı bölgeyi dinsizleştirdi. Şimdi kullanamıyorlar. Şimdi tutucu Müslümanlarla belirlemek istiyor.
24 Mart 2012 Cumartesi
Afganistan’da on iki askerimizin şehit düştüğünü dinlerken bir kitap okuyordum. Bu kitabın bir yerinde uçak ve helikopterlerimizin bilgisayar donanımlarının başkaları tarafından yapılmasının riskli olduğu yazılıydı. Bu durumda donanımı yapan ülke istediği an uçak ve helikopterlere müdahale edebilirdi. Şüphesiz ne bu iddianın doğruluğunu ne de donanımların başkaları tarafından yapılıp yapılmadığını bilemezdim. Bildiğini düşündüğüm bir kişiye bu ihtimalin olup olmadığını sordum o da bunun da hesaba katılması gerektiğini söyledi.
-Afganistan’daki uçağı uçağı yapan firmaların düşürme ihtimali vardır.
-Çok basittir. Telefonumuza uygun sinyal gelmedikçe uyumaktadır. Gelince de çalmaktadır. Yakıt tankı boşalınca hava dolar. Telefon zilini çaldıran ark yakıt deposunu patlatabilir. Yahut kapatanın sağa verdiği komutayı sola verdirebilir.
CHP’nin bu ülkede ne işimiz var demesi beni şaşırttı. Eğer orada bulunmamızın doğru olmadığını düşünüyorsa daha önceden söyleyebilirdi. Yani bir yanlışın ortaya atılması için bir kazanın olmasını ve bir çok askerimizin şehit düşmesini beklemek gerekmezdi. Afganistan’la ilişkimiz çok eskiydi ve benim de altmış yıl önceki bir hatıram bunu doğruluyordu. 1952’de Harp Okulu’nda okurken sınıfımızda dört Afgan subayı vardı. Biz öğrenci onlar subay olmasına rağmen birlikte okurduk. Günün birinde okul komutanı sınıfa geldi ve bir Afgan subayına “Nasılsın, ne yapıyorsun?” diye sordu. Subay “İyiyim komutanım, inekliyorum” diye cevap verdi. İneklemek bizim için ders çalışmak anlamına gelirdi. O öğrenciler arasında söylenen bu ifadeyi gerçek sanmış ve öyle cevap vermişti. Komutan gülümsemiş ve Afgan subayının neyi kastettiğini anlamıştı. Çünkü o da bu sıralarda yetişmişti. Birçok üst rütbeli subayımızın da Afganistan’da görev yaptığını duyardık.
- Kılıçdaroğlu Afganistan’da ve işimiz var dedi. Daha önce neredeydi?
- Daha önce onu oraya getiren güçten emir almamıştı.
İnsanlar arasındaki ilişkiler nasıl sadece çıkara bağlı değilse ve dostluklar da varsa ülkeler arasında da böyle bir yakınlık olabilir. Bizim Afganistan’la yakın olmamız bir çıkar hesabına dayanmıyordu ama bu dostluğun yaratacağı bazı imkanlar olabilirdi. Bu her dostluk için de böyleydi.
-Afganistan’da çıkarımız yoktu ama dostluğumuz vardı.
-Dostluk da çıkardır. Dolayısıyla her iyi şeyde meşru çıkarımız var.
Asıl endişem şuydu: Dünya üzerindeki rolümüz artarken ve bölgesel bir güç olurken herkes buna olumlu bakmaz ve engellemek için bazı operasyonlar yapar. Bu hem doğal karşılanmalı hem de gereken tedbirler alınmalıdır. Karşı tarafın kullanacağı araçlar iki cinstir. Birincisi terör, ikincisi ekonomik baskıdır. Ekonomideki zayıf yanımız, cari açığımız petrol üreten Arap ülkelerince kapatılacak ama terör varlığını sürdürecektir. Kürt sorunu artık bölge halkının daha iyi bir yaşama ulaşması için değil, ülkemizin geleceğini etkilemek amacıyla kullanılıyor.
-Sorunumuz ikidir, terör ve ekonomi.
-Terör, dış borç, basın, yargı sorunlarımız vardır. Terör yerinden yönetimle, dış borç dinlenme evleri ile Basın kooperatifle işler, Yargı hakemlik sistemi ile çözülür. Teşhislerle değil çözümlerle meşgul olmalıyız.
İktidar sürekli demokratik açılımdan söz ederken karşı taraf teröre destek veriyor. Şüphesiz onlar da taş ve molotof kokteyli atan bir gençliğin anlamlı bir siyaset üretmeyeceğini biliyorlar ama başka bir şey düşünmüyorlar. Bu durumda Kürt siyasetçiler karar veren konumunda değil birilerin verdiği kararları uygulayan konumundalar. Ülkemize yönelik terör faaliyetlerine karar verenler ülkemize yönelik politik projeleri olanlardır ve teröristleri araç olarak kullanıyorlar.
-İktidar demokratik açılımdan, kaşı taraf terörden bahsetmektedir. PKK dış güçler kullanıyor.
-Dış ve iç güç önemli değildir. Terörü yenemeyen devletin var olma hakkı yoktur. Savaşı kaybeden devlet tarihe karışır. Eğer savaşı kendileri yapıyorsa maşa iseler onları çatıştıran sonuca karar verir.
Bu nedenle tartışmalar dedikodu seviyesinde değil büyük güçlerin projeleriyle nasıl mücadele edileceği konusunda olmalıdır. Ancak muhalefet Türkiye’nin sorunları üzerinde düşünmek ve doğru kararları desteklemek yerine herşeyin yanlış olduğunu söylemeyi tercih ediyor. Günün birinde ülkemize gökten bir meteor düşse muhalefet “Tabiat ya da Yaratan iktidarı cezalandırmak için gerekeni yapıyor. Siz de buna uyun” der.
-Muhalefet iktidarı suçluyor, iktidarda onu suçluyor. Çözüm üretmek muhalefetin görevi değildir. Çözümü iktidar üretir. Muhalefet kritikleri ile yardım eder. İktidar çözüm üreten bizleri dışlamayı ilke ediniyor. Asıl sorumlu iktidardır.
NOT: Yazıda yeralan italik ifadeler Süleyman Karagüllle'ye aittir.
Yorum:
Suriye ve PKK
Demirel işleri düzgün yürütüyordu, yasaların ve şeriatın dediklerini yapardı. Eğer locasından bir buyruk alırsa hiç yüz kızarmadan ertesi gün tam ters derecede beyanda bulunur ve uygulama yapardı. Davutoğlu baştan düzgün siyaset gütmüş bazı aşırı iyilikler yapmıştı. Şimdi birden değişmiş, şeriata ve yasalara aykırı işler yapmaktadır. Demek bu da localar mensup. Yakın arkadaşlarımız benimle geçmişlerini gizleme ihtiyaçlarını bunun için duyuruyorlar demektir.
Dış siyasetin değişmez kuralları vardır.
1- Dış siyasette hiçbir bağımsız ülke bir üçüncü ülkenin telkinleri ile hareket etmez. Sadece ortak savunma yapılabilir. Ortak saldırıda bulunan devletler sonra birbirlerini yerler.
2-Dış siyaset geçmişteki dostluğa ve düşmanlığa dayanmaz. Bu aradaki çıkara dayanır ve barışı hedefler. Savaş bile gelecekte barış olması içindir. Yunanlılarla bunun için dostuz. Mustafa Kemal Çanakkale’de ölenler için konuklarımızdır demiştir.
3- Dış siyasetin barışa dayanan temel ilke bir ülkenin başka ülkenin iç işlerine karışmamasıdır. Kuran’da açık bir dille onlara size hicret etmedikçe sizin onlarla herhangi koruma göreviniz ve yetkiniz yoktur demektedir. Suriye’nin iç işlerine İsrail içişlerine asla karışmamalıyız.
4- Oradaki halktan bize göç eden olursa onları mülteci değil muhacir kabul edip derhal iskân etmeliyiz, gelenlerin oradaki varlıkları kadarını devlet burada öder. Devlet o devletten alacaklı olur. Biz hicret edenlerin artık eski yerlerinde hiçbir hakları kalmaz. İleride barış olsa bile kimse gidip her hangi hak isteyemez. Peygamber, Mekke fethedildiği zaman kendi doğup büyüdüğü evi bile alamamıştı. Alsaydı onun olmaz ganimet olurdu.
Demek ki Davudoğlu’nun Suriye siyaseti Kuran’a aykırı olduğu gibi uluslar arası tarihi teamüle de aykırıdır.
Kürt sorunun temeli de budur. Ülke 3000 ile 10 000 bucaklara yarılır. Kendisi kamu hukukunu tamamen kendisi tesis eder. Ceza kanunlarını kendisi koyar. Biz onun iç işlerini kabul edemeyiz. Bunun gibi iç güveliği iller kendi oluşturduğu silahlı güçler korurlar. Bunların nüfusu 300 000 ile 1 milyon arasında olacaktır. Her bucak ilköğrenimini bucak diliyle yapar. Her il orta öğrenimini il dili ile yapar. Ülke, ülke halkının ortak savunma kuruluşudur. Yüksek öğrenim bununla yapılır. Özel hukuk bu dil ile tedvin edilir. Dayanışma grupları kendi mezheplerini, tedvin ederler. Yargı sözleşmeleri dolayısıyla mezhep hukukunu uygular.
Bunlar Allah’ın şeriatıdır. İnsanlar isteseler de istemeseler de bir gün buna uymak zorundadırlar. Uyanlar yaşar, uymayanlar tarihte helak olmuş kavimler gibi helak olup giderler.