Bölgenin geleceği
1092 Okunma, 4 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle


18 Mart 2012 Pazar

 

Olaylar değerlendirilirken genelde özelden genele gidilir. Küçük olaylar yan yana getirilerek bütün hakkında değerlendirme yapılır. Bugün dünyada çatışmanın hangi güçler arasında olduğu belirsizdir. Hepimiz Esed’in ne yapacağını, Suriye’nin nereye gittiğini merak ediyoruz. Bu konuda bir senaryonun olup olmadığını, varsa ne olduğunu merak etmiyoruz. Benim olaylara yaklaşımım farklıdır. Önce geneli değerlendiririm ve bunun küçük aktörlere etkilerinin ne olacağını tahmine çalışırım. Değerlendirmelerim her zaman doğru çıkmaz ama genelde gelişmelerin bu yolla daha iyi tahmin edileceğine inanırım. Mesela Libya’daki olayları değerlendirirken katıldığım televizyon programlarında sırada Suriye’nin olduğunu, Basra Körfezi civarında savaş çıkması ihtimalinin yüksek olduğunu ve tarafların Arap ülkeleriyle İran olacağını söylemiştim.

 

-Televizyonda Ortadoğu’da İran’la Araplar arasında çıkacağını beyan etmiştim.

-Orta doğuda savaşın sermayenin işine yaraması için Türkiye İran arasında olması gerekir. Başaramıyorlar.

 

Dünyada SSCB dağıldıktan sonra nasıl bir denge kurulacağını merak ettim. Ama önce bu dağılmanın sebebini aradım ve ABD ile SSCB arasındaki dengeyi bozan yeni bir güç olup olmadığını aradım ve küresel sermayenin yeni güç odağı olduğu ve bu gücün ulus devletlerle savaşacağını, küresel sermayenin tasfiye edileceğini ve yeni dengenin yine ABD ile Rusya arasında kurulacağı sonucuna vardım.

 

 -ABD ve SSCB arasındaki dengeyi bozan sermayesidir. Ulusal devletler bunlarla savaşmaktadır.

- Dengeyi bozan Erbakan, Humeyni ve Gorbaçov olmuştur.  Sermaye şimdi devletleri süper güce karşı kışkırtarak bunlara ders vermek istemektedir. İslam alemini Adil Düzen’e karşı organize etmektedir.

 

Yaşanan ekonomik kriz beklenmeyen bir olay değildi ve küresel sermaye bu krizle bertaraf ediliyordu. Bu krizden iki gücün zararlı çıkacağını ifade ettim. Küresel sermayenin yeni üssü olarak belirlenen  Avrupa ve sermayenin asıl kaynağı olan Çin, etkisini kaybedecek ve ABD ile Rusya iki büyük güç olacak, Türkiye de bölgesel bir güç olarak bu dengenin istinat noktası olacaktır dedim.

 

- Sermaye bertaraf ediliyor, Rusya ve ABD iki büyük olacak. Türkiye mesnet olacak dedim.

- Dört süper güç (ABD, Avrupa,Çin ve Rus) İslami terörizmle yola getirilecek.

 

Küresel sermayenin etkin olduğu dönemde ülkemiz de onun etkisi altında kaldı ve yüksek cari açık oluştu ve bunun sonucu olarak borçlandık. Şu günlerde çok tartışılan konulardan biri, halkımızın tasarruf etmediği ve kazancından fazla tükettiği oldu. Oysa 1970’lerde ülkemizde tasarruf oranı yüzde yirmi beş civarındaydı ama şimdi yüzde on ikiye düşmüştü. Gerçekte tasarruf oranını belirleyen halkın eğilimi değil ülkede uygulanan ekonomik politikalardır. Geçmişte araba, ev ve benzeri pahalı şeyleri alacak kişi önce tasarruf eder ve bunu bankada tutarken bankalar bu tasarrufları yatırıma yöneltirdi. Şimdi önce tasarrufa gerek kalmadı. Herkes malı alıp bedelini sonra ödüyordu ve tasarrufa gerek kalmamıştı.

 

-Eskiden tasarrufla yaptırım yapılıyordu. Şimdi buna gerek kalmadı.

-Eskiden yatırım gümüş para idi. Halk tasarruf ederse yatırım olurdu. Şimdi karşılıksız paradır. Ne var ki yatırım artık para ile değil artık emekle olmaktadır. Sistem çalışmıyor.

 

 Halkın tasarruf oranını artırmak kolaydır. Bankalar konut kredisinde peşin ödenecek miktarı artırır ve tüketici kredileri kesilirse müsrif zannedilen halk birden değişir ve tasarrufa yönelir.

Önümüzdeki dönemde bölgeyi şöyle değerlendirebiliriz. Irak federatif bir yapıya dönüşecek ve Kuzey Irak Şiiler dışındaki halkla bütünleşecek, bu yapı ülkemizle yakın ilişki içinde olacak. Suriye’de BAAS yönetimi sona erecek ve yeni yönetimle ilişkilerimiz iyi olacak. Bunları gören bazı güç odaklarının ülkemizde operasyonlar yapması beklenir. İsrail’in İran’a saldırması bölgeyi İran’a yaklaştırır. Bu nedenle çatışmanın Araplarla İran arasında olması tercih edilir.

 

-Irak federatif olacak ve kuzey Sünniler Türkiye’nin yanında yer alacak. Suriye'de baas yönetimi sona erecek. Çatışma Araplarla İran arasında olacak.

-Geçmişte denendi. Araplar İran’ı yenemediler. Şimdi çatışma Türkiye İran arasında planlanıyor. Arapların bölünmesi istenmiyor.

 

Bölgedeki bu değişimler bazısını rahatsız edebilir. Diğerleri bölgedeki devletleri İngiltere kurdu, bir başkasının da bu yapıyı değiştirmeye hakkı vardır der ve şöyle bir görüş yaratabilir. Bölgeyi geçmişte başkaları belirledi, şimdi halk belirleyecek.

 

-Bölgeyi geçmişte işbirlikçi devletler belirledi, şimdi halk belirleyecek.

-Geçmişte sermaye devletleri kullandı bölgeyi dinsizleştirdi. Şimdi kullanamıyorlar. Şimdi tutucu Müslümanlarla belirlemek istiyor.

 

24 Mart 2012 Cumartesi

 

Afganistan’da on iki askerimizin şehit düştüğünü dinlerken bir kitap okuyordum. Bu kitabın bir yerinde uçak ve helikopterlerimizin bilgisayar donanımlarının başkaları tarafından yapılmasının riskli olduğu yazılıydı. Bu durumda donanımı yapan ülke istediği an uçak ve helikopterlere müdahale edebilirdi. Şüphesiz ne bu iddianın doğruluğunu ne de donanımların başkaları tarafından yapılıp yapılmadığını bilemezdim. Bildiğini düşündüğüm bir kişiye bu ihtimalin olup olmadığını sordum o da bunun da hesaba katılması gerektiğini söyledi.

 

-Afganistan’daki uçağı uçağı yapan firmaların düşürme ihtimali vardır.

-Çok basittir. Telefonumuza uygun sinyal gelmedikçe uyumaktadır. Gelince de çalmaktadır. Yakıt tankı boşalınca hava dolar. Telefon zilini çaldıran ark yakıt deposunu patlatabilir. Yahut kapatanın sağa verdiği komutayı sola verdirebilir.

 

CHP’nin bu ülkede ne işimiz var demesi beni şaşırttı. Eğer orada bulunmamızın doğru olmadığını düşünüyorsa daha önceden söyleyebilirdi. Yani bir yanlışın ortaya atılması için bir kazanın olmasını ve bir çok askerimizin şehit düşmesini beklemek gerekmezdi. Afganistan’la ilişkimiz çok eskiydi ve benim de altmış yıl önceki bir hatıram bunu doğruluyordu. 1952’de Harp Okulu’nda okurken sınıfımızda dört Afgan subayı vardı. Biz öğrenci onlar subay olmasına rağmen birlikte okurduk. Günün birinde okul komutanı sınıfa geldi ve bir Afgan subayına “Nasılsın, ne yapıyorsun?” diye sordu. Subay “İyiyim komutanım, inekliyorum” diye cevap verdi. İneklemek bizim için ders çalışmak anlamına gelirdi. O öğrenciler arasında söylenen bu ifadeyi gerçek sanmış ve öyle cevap vermişti. Komutan gülümsemiş ve Afgan subayının neyi kastettiğini anlamıştı. Çünkü o da bu sıralarda yetişmişti. Birçok üst rütbeli subayımızın da Afganistan’da görev yaptığını duyardık.

 

- Kılıçdaroğlu Afganistan’da ve işimiz var dedi. Daha önce neredeydi?

- Daha önce onu oraya getiren güçten emir almamıştı.

 

İnsanlar arasındaki ilişkiler nasıl sadece çıkara bağlı değilse ve dostluklar da varsa ülkeler arasında da böyle bir yakınlık olabilir. Bizim Afganistan’la yakın olmamız bir çıkar hesabına dayanmıyordu ama bu dostluğun yaratacağı bazı imkanlar olabilirdi. Bu her dostluk için de böyleydi.

 

-Afganistan’da çıkarımız yoktu ama dostluğumuz vardı.

-Dostluk da çıkardır. Dolayısıyla her iyi şeyde meşru çıkarımız var.

 

Asıl endişem şuydu: Dünya üzerindeki rolümüz artarken ve bölgesel bir güç olurken herkes buna olumlu bakmaz ve engellemek için bazı operasyonlar yapar. Bu hem doğal karşılanmalı hem de gereken tedbirler alınmalıdır. Karşı tarafın kullanacağı araçlar iki cinstir. Birincisi terör, ikincisi ekonomik baskıdır. Ekonomideki zayıf yanımız, cari açığımız petrol üreten Arap ülkelerince kapatılacak ama terör varlığını sürdürecektir. Kürt sorunu artık bölge halkının daha iyi bir yaşama ulaşması için değil, ülkemizin geleceğini etkilemek amacıyla kullanılıyor.

 

-Sorunumuz ikidir, terör ve ekonomi.

-Terör, dış borç, basın, yargı sorunlarımız vardır. Terör yerinden yönetimle, dış borç dinlenme evleri ile Basın kooperatifle işler, Yargı hakemlik sistemi ile çözülür. Teşhislerle değil çözümlerle meşgul olmalıyız.

 

İktidar sürekli demokratik açılımdan söz ederken karşı taraf teröre destek veriyor. Şüphesiz onlar da taş ve molotof kokteyli atan bir gençliğin anlamlı bir siyaset üretmeyeceğini biliyorlar ama başka bir şey düşünmüyorlar. Bu durumda Kürt siyasetçiler karar veren konumunda değil birilerin verdiği kararları uygulayan konumundalar. Ülkemize yönelik terör faaliyetlerine karar verenler ülkemize yönelik politik projeleri olanlardır ve teröristleri araç olarak kullanıyorlar.

 

-İktidar demokratik açılımdan, kaşı taraf terörden bahsetmektedir. PKK dış güçler kullanıyor.

-Dış ve iç güç önemli değildir. Terörü yenemeyen devletin var olma hakkı yoktur. Savaşı kaybeden devlet tarihe karışır. Eğer savaşı kendileri yapıyorsa maşa iseler onları çatıştıran sonuca karar verir.

 

Bu nedenle tartışmalar dedikodu seviyesinde değil büyük güçlerin projeleriyle nasıl mücadele edileceği konusunda olmalıdır. Ancak muhalefet Türkiye’nin sorunları üzerinde düşünmek ve doğru kararları desteklemek yerine herşeyin yanlış olduğunu söylemeyi tercih ediyor. Günün birinde ülkemize gökten bir meteor düşse muhalefet “Tabiat ya da Yaratan iktidarı cezalandırmak için gerekeni yapıyor. Siz de buna uyun” der.

 

-Muhalefet iktidarı suçluyor, iktidarda onu suçluyor. Çözüm üretmek muhalefetin görevi değildir. Çözümü iktidar üretir. Muhalefet kritikleri ile yardım eder. İktidar çözüm üreten bizleri dışlamayı ilke ediniyor. Asıl sorumlu iktidardır.

 

NOT: Yazıda yeralan italik ifadeler Süleyman Karagüllle'ye aittir.

 

 

Yorum:

 

Suriye ve PKK

 

 Demirel işleri düzgün yürütüyordu, yasaların ve şeriatın dediklerini yapardı. Eğer locasından bir buyruk alırsa hiç yüz kızarmadan ertesi gün tam ters derecede beyanda bulunur ve uygulama yapardı. Davutoğlu baştan düzgün siyaset gütmüş bazı aşırı iyilikler yapmıştı. Şimdi birden değişmiş, şeriata ve yasalara aykırı işler yapmaktadır. Demek bu da localar mensup. Yakın arkadaşlarımız benimle geçmişlerini gizleme ihtiyaçlarını bunun için duyuruyorlar demektir.

Dış siyasetin değişmez kuralları vardır.

1- Dış siyasette hiçbir bağımsız ülke bir üçüncü ülkenin telkinleri ile hareket etmez. Sadece ortak savunma yapılabilir. Ortak saldırıda bulunan devletler sonra birbirlerini yerler.

2-Dış siyaset geçmişteki dostluğa ve düşmanlığa dayanmaz. Bu aradaki çıkara dayanır ve barışı hedefler. Savaş bile gelecekte barış olması içindir. Yunanlılarla bunun için dostuz. Mustafa Kemal Çanakkale’de ölenler için konuklarımızdır demiştir.

3- Dış siyasetin barışa dayanan temel ilke bir ülkenin başka ülkenin iç işlerine karışmamasıdır. Kuran’da açık bir dille onlara size hicret etmedikçe sizin onlarla herhangi koruma göreviniz ve yetkiniz yoktur demektedir. Suriye’nin iç işlerine İsrail içişlerine asla karışmamalıyız.

4- Oradaki halktan bize göç eden olursa onları mülteci değil muhacir kabul edip derhal iskân etmeliyiz, gelenlerin oradaki varlıkları kadarını devlet burada öder. Devlet o devletten alacaklı olur. Biz hicret edenlerin artık eski yerlerinde hiçbir hakları kalmaz. İleride barış olsa bile kimse gidip her hangi hak isteyemez. Peygamber, Mekke fethedildiği zaman kendi doğup büyüdüğü evi bile alamamıştı. Alsaydı onun olmaz ganimet olurdu.

 

Demek ki Davudoğlu’nun Suriye siyaseti Kuran’a aykırı olduğu gibi uluslar arası tarihi teamüle de aykırıdır.

Kürt sorunun temeli de budur. Ülke 3000 ile 10 000 bucaklara yarılır. Kendisi kamu hukukunu tamamen kendisi tesis eder. Ceza kanunlarını kendisi koyar. Biz onun iç işlerini kabul edemeyiz. Bunun gibi iç güveliği iller kendi oluşturduğu silahlı güçler korurlar. Bunların nüfusu 300 000 ile 1 milyon arasında olacaktır. Her bucak ilköğrenimini bucak diliyle yapar. Her il orta öğrenimini il dili ile yapar. Ülke, ülke halkının ortak savunma kuruluşudur. Yüksek öğrenim bununla yapılır. Özel hukuk bu dil ile tedvin edilir. Dayanışma grupları kendi mezheplerini, tedvin ederler. Yargı sözleşmeleri dolayısıyla mezhep hukukunu uygular.

Bunlar Allah’ın şeriatıdır. İnsanlar isteseler de istemeseler de bir gün buna uymak zorundadırlar. Uyanlar yaşar, uymayanlar tarihte helak olmuş kavimler gibi helak olup giderler.

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
29.03.2012
08:44

Hayrettin Karaman hkaraman@yenisafak.com.tr

29 Mart 2012 Perşembe

Neyi nasıl okuyayım? Mektubunu yayınladığım genç, bizim heyetçe yazdığımız tefsiri ve bunun dışında bazı kitapları okuduğunu, ama bazı konuları anlamakta zorluk çektiğini, okuduğunu unuttuğunu, aklında oluşan sorulara cevap bulamadığını, okul yüzünden İslam ilimleri tahsilini geciktirdiği hissine kapıldığını... ifade ettikten sonra şöyle diyordu: "Kısaca, ben din konusunda bilgin biri olmak istiyorum. Kur'an-ı Kerim'i, Peygamber Efendimiz'in sünnetini, fıkıhçıların söylediklerini bilmek istiyorum. Bu işin felsefesini, tarihini bilmek istiyorum. Daha bu yaşımda pişmanlıklar yaşamaya başladım, ilerde nasıl üzüleceğim kim bilir." Günümüzde okullarda okuma alışkanlık ve zevkinin verilememesine ek olarak televizyon ve daha başka oyalayıcılar yüzünden gittikçe azalan okuma faaliyetinde bulunmanız çok önemli bir fırsat. Bu sayede pek çok mechulünüze cevap bulacağınız, öğrenmek istediğiniz birçok şeyi öğreneceğiniz kesin. Bu genç yaşınızda, zamanı iyi değerlendirmediğiniz takdirde ileride pişmanlık yaşayıp üzüleceğiniz düşünmeniz de bütün gençlere örnek olacak bir duygu ve düşüncedir. Bu dünya hayatında hiçbir kimse, imkanları ne olursa olsun, bilinmesi gereken şeylerin tamamını öğrenemeyecek ve mechullerini eksiksiz olarak malumlara çeviremeyecektir. Esasen iyi bir Müslüman olabilmek ve insanlara hizmet edebilmek için allâme olmamız da gerekmiyor. Her Müslümana bilmesi farz olan din bilgisi kolayca öğrenilebilir. Daha ileride, daha yüksek, daha derin İslam bilgisi elde etmekten maksadımız bir yandan böyle bir arzumuzu tatmin etmek, diğer yandan daha fazla bilgi ile daha çok hizmet etmek ise bu da meşrudur, takdire değer. Bu seviyeye ulaşabilmek için öncelikle ve vazgeçilemez bir zorunluluk olarak ilmî Arapça'yı öğrenmeniz gerekiyor. Klasik ve vazgeçilemez metinleri anlayabilmek için bir ölçüde klasik mantık ve nazarî edebiyat (maânî) okumanız icab ediyor. Fıkıh ve usulü, kelam, hadis usulü dallarında uygun birer metni de mümkün ise hocalardan okumanızda fayda vardır. Bu ön bilgileri elde ettikten sonra İslam bilgisinin üç yoluna (beyan, bürhan ve irfan) ait olup birbirini tamamlayan ve hakikati bütün boyutlarından ve cihetlerinden görerek tanımayı sağlayan kitaplardan –erbabına danışarak- bir liste yapıp bunları kendi başınıza okuyun. Bu arada veya daha sonra hangi İslam ilmi dalı sizi daha çok kendine çekti ise o dalda ihtisas yapın. Bu ihtisas doktora yapmakla olabileceği gibi erbabına danışarak yapacağınız araştırmalar, okumalar ve yazmalar yoluyla da olabilir. İlim yolcusu daima danışma, müşkillerini çözmede yardıma başvurma ihtiyacı içinde olacaktır. Bugün elhamdülillah her dalda kendilerine danışabileceğiniz, yardımından yararlanabileceğiniz çok insanımız var. Bu yolculuğa beraber çıktığınız, çıkacağınız arkadaşlarınız olursa bu da işinizi kolaylaştırır; çünkü iki akıl bir akıldan üstündür. Konya İmam Hatip okulunda okurken aynı zamanda okul dışındaki hocalardan ve kitaplardan Arapça ve İslam ilimleri okumaya çalışıyordum. Okul beni oyaladığı, asıl amacım olan ilimleri elde etmemi geciktirdiği için (böyle düşünerek), ifthara geçen bir öğrenci olduğum halde okulu terk etmeye karar verdim, kararımı açıkladım ve fiilen bir hafta kadar okula gitmedim. Allah cümlesine rahmet eylesin birden fazla hocam evime gelerek, beni bularak nasihat ve kararımdan dönmemi telkin ettiler. "Okul senin ilim yoculuğunu yavaşlatmaz, aksine önemli katkılarda bulunur" dediler. Şimdi düşünüyorum da, iyi ki, hocalarımı dinlemişim ve okula dömüşüm. Siz de geciktiğinizi, ertelediğinizi düşünmeyin, iki koldan yürüyün, nasip olan ne kadar ise onu elde etmeye çalışın. (Devamı gelecek)

Reşat Nuri Erol
29.03.2012
17:13

Hayrettin Hoca nın faiz fetvası geri adım attırdı Ufuk Şanlı'nın haberi Dikkat para faizde! Katılım bankalarının en tepedeki danışmanı olan ünlü İlahiyat Profesörü Hayrettin Karaman, Hazine’nin çıkardığı gelire endeksli senetlerin (GES) devlet tahvilinden farksız olduğunu yani faiz içerdiğini belirtti. Fetva niteliğindeki bu tespit ellerinde 1 milyar liralık GES olan katılım bankalarında şok etkisi yarattı. Katılım bankaları yeni GES ihalesine katılmazken ellerindeki 1 milyar liralık senedi de geri vermek ve Sukuk türü bir enstrümanla değiştirmek için Hazine’nin kapısını çaldı. İslami bankacılık prensiplerine göre çalışan katılım bankalarında ‘faiz’ şoku yaşanıyor. Her şey ünlü ilahiyat profesörü Hayrettin Karaman’ın geçen ay verdiği bir fetvayla başladı. Karaman, geçen ay devletin 2009’dan bu yana ihraç ettiği ve ‘faizsiz ürün olarak’ tanımlanan Gelire Endeksli Senetlerin (GES) faiz içerdiğini açıkladı. Bu açıklama kasalarında 1 milyar liralık GES bulunan katılım bankalarında soğuk duş etkisi yaratırken, Hazine’yi de zor duruma düşürdü. Çünkü Karaman’ın açıklamalarının ardından katılım bankaları Hazine’nin açtığı GES ihalesine katılmadı. Ayrıca halen kasalarında bulunan gelire endeksli senetlerin ‘dini açıdan daha uygun’ ürünlerle takas edilmesi için Hazine’ye başvurdu. Katılım Bankaları Birliği Genel Sekreteri Osman Akyüz, “Hazine yetkilileri ile bir araya geldik. Bu tahvillerin itfa tarihine kadar bunları kira sertifikası yani sukuk ile takas etmelerini rica ettik. Eğer itfa tarihi olan Ağustos’a kadar sukuk çıkarsa bizlerde ciddi anlamda rahatlayacağız” bilgisini verdi. Hazine ihalesine katılmadılar İslami bankacılık esaslarıyla çalışan katılım bankalarını şaşırtan olaylar zinciri geçen ay başladı. Ünlü ilahiyat profesörü Prof. Dr Hayrettin Karaman, 19 Şubat 2012 tarihinde Yeni Şafak gazetesinde “Devletin Borç Senetleri” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Karaman, yazısında daha önce dini açıdan sakınca görülmeyen Gelire Endeksli Senetlerin (GES) yapısal anlamda sorunlar içerdiğini belirterek, “GES’ler devlet tahvili gibidir. Gelir ortaklığı senedi (GOS) haline gelmedikçe bunların geliri de faizdir” dedi. Katılım bankalarına dini konularda danışmanlık yapan Karaman’ın yazısı sektörde bomba etkisi yaratırken, açıklamayı önceden öğrenen katılım bankaları Hazine’nin 17 Şubat’taki GES ihalesine katılmadı. Katılım Bankaları Birliği Genel Sekreteri Osman Akyüz bu konuda şunları söyledi: Kasada 1 milyarlık GES var “Hayrettin Karaman Hoca’nın söyledikleri bizler açısından bağlayıcıdır. Dolayısıyla artık bu noktadan itibaren yeni bir yol haritasına ihtiyacımız olduğunu düşündük ve Hazine yetkilileri ile bir araya geldik. Bizim önerimiz şu oldu; katılım bankalarının elinde halen yaklaşık 1 milyar liralık GES var. ‘Bunları alın, karşılığında bize kira sertifikası (sukuk) verin’ dedik. Bu takas işlemiyle hem katılım bankalarının yaşadığı sorunlar çözülmüş olur, hem de uzun zamandır tartışılan kira sertifikaları devlet eliyle hayata geçirilmiş olur. Talebimiz itfaların gerçekleşeceği Ağustos ayına kadar Hazine’nin Türk lirası üzerinden kira sertifikası çıkarması.” Katılım Bankaları Birliği verilerine görev Mart ayı itibarıyla 3 katılım bankasının portföyünde toplam 984 milyon liralık GES bulunuyor. Kişi ve kurumların elinde ise 459 milyonluk GES var. GES NEDİR? Gelire Endeksli Senetler: Hazine Müsteşarlığı, 2009 yılında devlet iç borçlanma senetlerinin yatırımcı tabanını genişletmek ve finansal araçları çeşitlendirmek amacıyla bütçeye aktarılan vergi dışı gelirlere endeksli senetler (GES) ihraç etmeye başladı. Getirileri TPAO, Devlet Malzeme Ofisi, Devlet Hava Meydanları İşletmeleri ve Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nden bütçeye aktarılan hâsılat paylarına endekslenen GES ihraçlarına 2009-2010 döneminde katılım bankaları ile muhafazakar yatırımcılar büyük ilgi gösterdi.

Reşat Nuri Erol
30.03.2012
07:19

Hayrettin Karaman hkaraman@yenisafak.com.tr

30 Mart 2012 Cuma

Müslümanca yaşamak için uygun çevre Genç okuyucumuz, yeterli İslam bilgisi ve uygulaması ile amacına ulaşabilmek için cemaat veya tarikat tavsiye edenlerden de söz ediyor ve şu sonuca varıyor: "Ben ise sadece Kur'an'ı, Peygamber Efendimizin sünnetini, hadislerini öğrenmek istiyorum. Tarafsız bir şekilde. Alimler ne dediyse, fıkıhçılar ne dediyse onu öğrenmek istiyorum. İslam tarihini öğrenmek istiyorum. Ben en iyi bir şekilde öğreneyim, sonra hangi cemaate gireceğime, hangi tarafa geçeceğime kendim karar veririm. En azından derim ki, iyi bir niyetle, sadece Allah için bu ilimleri öğrendim ve bu iyi niyetime ve çabama karşı Allah da beni doğru yola iletir. İşte benim bütün amacım bu. Allah'ın kastettiği doğru yolu bulmak ve o yolda yürümek..." Müslümanca yaşayabilmek için yeterli bilgiye ve bu bilgiyi hayata uygulayabilmek için uygun eğitime, uygun eğitim için de uygun çevreye ihtiyaç vardır. İslam tarihinde bazı alimler görüyoruz; bunlar belli bir hocadan, medreseden ziyade kitapları okuyarak yetişmiş oluyorlar ve bu usulün iyi olduğu kadar –alimlere aygısızlık, dengesizlik, ölçüsüzlük, insan tabiatına aykırı dayatmalar gibi- kötü etkileri de oluyor. Bir hocaya, bir medreseye bağlı olarak yetişmenin de dar görüşlülük, taassup, ayrımcılık gibi kötü tesirleri ortaya çıkıyor. Bir zamanlar bazı alimler varmış, öğrenciyi bir yere kadar getirir sonra "Evladım benden bu kadar, bundan sonra sen filan alime git devamını o getirsin" derlermiş. Yine bazı tasavvuf mürşidleri varmış, onlar da müridlerini belli bir aşamaya getirdikten sonra "Evladım benim yetkim buraya kadar, bundan sonrasının tekmili için sen filan zata git" derlermiş. Bu muhlis müslümanca usulde şahıs ve onun yolu (tarikı, medresesi, programı) değil, talibin yetişmesi ön planda tutuluyor. Hoca veya mürşid, talibin, kendini aşmasını, daha ileri gitmesini isteyebiliyor ve buna yol gösterebiliyor. Şimdi okullar var, buralarda birbirinden farklı birçok hoca bulunuyor. Öğrenci bunlardan alacağının iyisini, kendisi için, meşru amacı için uygun olanı kendi bulup alacak ki, oldukça zor bir hedef. Kitaplar var; kimileri yoldan çıkarıcı, kimileri beyinleri dondurucu, kimileri okuyanın kabiliyetini ve birikimini en ileri hayırlı noktalara ulaştırmada yardımcı. Bunlar arasında seçim yapmak da –henüz yolda olan- okuyucuya düşüyor ki, bu da zor. Medresler ve kurslar var; çoğu inhisarcı, bölücü, dışlayıcı; hiçbiri değilse sınırlayıcı. Tarikatlar ve cemaatler de en azından sınırlayıcı; yani bunların da çoğu "Eşitler arasında birinciyiz" demiyorlar, "Biz birinciyiz, hatta tek doğruyuz, tek seçeneğiz" diyorlar. Eğitim ve öğretim çevresi bundan ibaret olunca "mektubunda dert yanan, yol arayan genç" gibi olanlar ne yapacaklar? Maksatlarına nasıl ulaşacaklar? Eğer yola düşenler sıradan insanlar ise, asgari/zaruri bilgi ve amaç için yeterli uygulama ile, mevcut saptırıcı ve ayartıcı ortamda kendilerini korumak ve müslümanca yaşamak istiyorlarsa bunların yapabileceklerinin en iyisi uygun bir çevreyi (aynı yolun yolcusu olan arkadaş gurubunu veya sahih İslam'ı esas alan ve ayrımcı olmayan bir alimi veya aynı vasıfta cemaatlerden bir cemaati yahut da yine aynı vasıfta tarikatlardan bir tarikatı) seçmektir. İslam alimi olmak istiyorlarsa onların ne yapmaları gerektiğini dünkü yazımda ifade etmeye çalıştım.

Reşat Nuri Erol
30.03.2012
07:22

Cemil ERTEM certem@stargazete.com İran, Katılım Bankacılığı ve ötesi... 30 Mart 2012 Cuma Dün Başbakan Erdoğan, İran’da hem Ahmedinejat’la hem de dini lider Hamaney’le görüştü. Türkiye başından beri İran’ın bölgede ve dünyada yoluna sorunsuz devam etmesini, rejimin kendi dinamikleriyle demokratikleşmesini destekliyor. İran ambargoya rağmen bugün bile güçlü bir ekonomik profile sahip. İran kamusal destekleri yoğun olarak kullanan ve rejimi bu şekilde ayakta tutan bir stratejiyi şimdiye kadar uyguladı. Ancak Ahmedinejat 2008’den beri, uygulanan ambargonun ve yavaşlayan dış ticaret hacminin de etkisiyle, önemli reformları devreye sokuyor ve destekleri azaltıcı, İran’a göre hayli ‘liberal’ sayılabilecek bir programı uygulamaya çalışıyor. Banka sisteminin reformu ve dışa açılması bu sürecin önemli bir parçasıydı. Ama bu ‘liberal’ adımlar şimdilik askıya alınma sürecinde. İran’da bu sürecin böyle devam edeceğini düşünmüyor. Türkiye’nin yaklaşımı ve süreci yönetmesi İran için çok önemli. Bu yüzden Başbakan Erdoğan’ın ziyaretinin İran’ın sistem içine alınmasının bir adımı olduğunu söyleyebiliriz. Dün Ardan Zentürk, Lübnan’da görüştüğü Lübnan Cemaat-i İslami Başkanı İbrahim Masri’nin artık Suriye’de Beşar’lı bir çözüm çok zor dediğini yazdı. Bu gerçeği Rusya’da, İran’da biliyor artık. Bir dönem bitiyor, diğeri başlıyor; geri dönüş yok. Böyle olunca Suriye’de Baas’ın gitmesi silahla olacak ama İran rejimini sistemin kendi dinamikleri çözecek. Bugün sistem derken, yalnızca, içinde bulunduğumuz geçiş aşamasını göz önüne alarak, kapitalizmin sanayi devriminden bugüne kadar geçerli olan sistemik ve kurumsal yapısını kastetmiyorum. Şu anki sistem kendi içinde, hem kapitalizmin kriz sonrasındaki yeni sermaye birikim düzeninin dinamiklerini hem de kapitalizmi aşan yeni bir toplumsal sistemin özgün dinamiklerini barındırıyor. Çok karışık ve anlaşılmaz gelmesin; hemen çok güncel bir örnekle buradaki meramımı anlatmaya çalışayım. Biliyorsunuz ilahiyatçı Hikmet Karaman geçen gün çok önemli bir açıklama yaptı. Hazine’nin 2009’dan bu yana ihraç ettiği vergi dışı gelirlere endeksli senetlerin, (GES) Gelir Ortaklığı Senedi’ne dönüştürülmediği ve katılım bankalarının bilânçolarında nihai olarak devletin ‘herhangi’ bir borçlanma enstrümanı olarak yer aldığı gerekçesiyle bu varlıkların faiz içerdiğini söyledi Prof. Karaman. Bence haklı. Karaman; GES’ler ilk çıkarıldığında, endekslendikleri gelir kaynakların helal gelirlerin kaynakları olduğunu çünkü devletin bu kaynaklardaki hakkını senet mukabilinde satın alana devretme amacı olduğunu söylüyor. Ancak bu geçici durumun gelire endeksli olarak devam ettiği takdirde faiz içereceğini, doğrudan gelir ortaklığına çevrilmesi gerektiğini katılım bankaları da bilmeliydi. Ne yazık ki yalnız Türkiye’de değil, dünyada da katılım bankacılığı henüz olması gereken yerde değildir ve geleneksel faize dayalı bankacılık anlayışına paralellik göstermektedir. Grafiğimizde kriz döneminde katılım bankacığının geleneksel banka sisteminden ayrıştığını görüyorsunuz. Bu ayrışma bütün dönemler itibariyle olsaydı, hiç şüphesiz karşımızda, yeni bir sistem bulacaktık. Ancak yine de İslami ekonomik anlayış, karşımıza piyasa içi ama kapitalizmin şu anki işleyişine aykırı, uygulanabilir bir alternatifi ortaya çıkartıyor. Dikkat! Riba yapıyor olabilirsiniz... Peki, katılım bankalarının yalnızca faizden kaçınmaları onları kurtarır mı, bence hayır. İslam’da yasak olan yalnız faiz değildir; bütünüyle riba yasaktır. Yazmıştım ama önemlidir yeniden yazayım: Faiz, ribanın yalnız birinci türüdür. (Ribe’n-nesie) Ribanın ikinci türü ise eşitsizliğe dayalı mübadeledir. Güçsüz olanı sömürmek, ezmek, zor durumda olanın elindeki yok pahasına almak... (Ribe’l-fadl) Ribanın üçüncü türü çok açıklayıcıdır: Bu riba, (Bey’ü’l-garar) mevcut olmayan varlıkların mübadelesini yasaklar. Yani bugün sistem, Bey’ü’l garar yasağı uygulasaydı bu kriz bir mali kriz olarak ortaya çıkmazdı. Ama “o zaman kapitalizm olur muydu” sorusu ayrı bir tartışmanın konusudur. Örneğin İslami koşullarda çalışacağım diyen bir banka mudaraba ve icara uygulamalarında riba yasağını pekâlâ ihlal edebilir. Yatırım yapılan, tasarruf sahibine kiralanan ve ortaklaşılan varlıklarda ribanın 2. hali olabilir. Yani bu yatırımda örneğin yok pahasına çocuk çalıştırılıyorsa, işçinin hakkı verilmiyorsa banka riba yapmış sayılır ve bu kazanç haramdır. Evet, bu işler öyle kolay değil; kapitalizmi taklit etmeyelim...

Bu bahse devam edeceğiz.





Sayı: 145 | Tarih: 25.03.2012
Mehmet Şevket Eygi
Gerçek Büyükler Mütevâzıdır
Allah Gösteriş Yapanı Sevmez
1504 Okunma
Emine Hocaoğlu
Yusuf Kaplan
sadede gelelim lütfen:filmin "politika"sı mı "poe
SAdet=medeniyet,poetika ve politika içinde
1241 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Ama Atatürkçü imiş
Her türlü ayıbı kapatan Atatürkçülük
1160 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Ahmet Altan
Nevruz, Kemalizm ve din
İkilem
1110 Okunma
2 Yorum
Vahap Alma
Mahir Kaynak
Bölgenin geleceği
Suriye ve PKK
1092 Okunma
4 Yorum
Süleyman Karagülle
Ruşen Çakır
Suriye neden ikinci Irak olamaz?
Bu, kendi gerçeğinden kaçış mıdır?
1083 Okunma
1 Yorum
Tayibet Erzen
Hüseyin Gülerce
Evren, neden öyle zannediyor?
Asıl İrade Millet
1035 Okunma
Zafer Kafkas


© 2024 - Akevler