Sadede gelelim, lütfen: Film'in "politika"sı mı, "poetika"sı mı? (2)
Yusuf kaplan
25.03.2012
Wittgenstein, "etik ve estetik bir ve aynı şeylerdir", der. O yüzden, sinemanın "politika"sıyla "poetika"sını birbirinden ayırmak, elbette ki, pek mümkün değil. Burada Fatih Özgüven'in söylediklerine kısmen katılıyorum.
Ancak sinema, öncelikle, bir sanat türü olduğu için, hem sinemanın ne olduğunu tam olarak anlayabilmek, hem de dünyaya armağan edebileceğimiz ölçekte ve kalibrede özgün bir film dili kurabilmek için, tartışmayı, "politika"dan / "etik"ten, "poetika"ya / estetiğe kaydırmak zorundayız. Aksi takdirde bugüne kadar yaptığımız gibi, sinema üzerinden yaptığımız tartışmaları, sinemanın "politika"sı / etiği üzerinden sürdürme yanlışını tekrarlar dururuz ve bir türlü sinemaya, estetiğe, film dilinin nasıl kurulabileceği meselesine getirmeyi, bundan sonra da başaramayız.
…………………………………………………………………………………………..
* * *
O yüzden artık sadede, asıl meseleye, Türk sinemasının poetika'sı meselesine gelelim, çağrısı yapıyorum. Fatih Özgüven, bu asıl meseleye giriyor gibi yapıyor ama sonunda, o da Uğur Vardan gibi -İhsan Kabil'in yerinde tanımlamasıyla- "sinik" bir tavır takınarak topu taca atıyor.
Şöyle diyor Fatih Özgüven: "Kaplan'ın insanlık mirası bir dünyalılığı kapsama ama aynı zamanda dar bir yerlilik tarifine sığma isteği, Türkiye'ye özgü, kafası karışık muhafazakârlığın 'post-Romantik' tezahürlerinden biri. 'Yeni dalga sinemasının yönetmenlerini bilmek' onları hayat tarzı olarak da anlamak istemektir, açacakları kapıdan girip menfur 'Gökkuşağı Partisi'ne düşmekten korkmak değil."
Fatih Özgüven'in bu "aşırı-yorum"unun, ilkin, ikinci kısmının ne kadar "anlamsız" ve geçersiz olduğunu önceki yazıda verdiğim marjinal film ve festival desteği örnekleriyle -sanırım- göstermiş oldum.
Özgüven'in "aşırı-yorum"unun birinci kısmına gelince... Asıl tartışılması gereken problematik burada gizli. Ama Özgüven, karşısındakileri kolaylıkla "kafası karışık" olmakla itham ederken, aslında kendisinin ve kendisi gibi düşünen, yaklaşık yarım asırdır Türk sinemasının üzerine heyûla gibi çöken, kendilerinden başka kimseye nefes bile aldırtmayan "sinemasal iktidar"ın kafasının ne kadar karışık olduğunu örtük bir şekilde ispat etmekten başka bir şey yapmadığını, görebiliyor mu merak ediyorum doğrusu.
* * *
Soru şu burada: "Dünyalılık" ne demek? Ve "dar bir yerlilik" olarak tanımladığı şey ne acaba? Eğer Özgüven, ilk yazımda isimlerini zikrettiğim bizim medeniyetimizin, düşünce ufkumuzun, estetik aura'mızın, sanat habitus'umuzun "kurucu" ve öncü isimlerini de zikretme zahmetine katlansaydı, "dar bir yerlilik" ithamının ne kadar absürt, ne kadar yersiz ve anlamsız olduğu daha iyi görülebilirdi: Yunus, Mevlânâ, Fuzûlî, İbn Arabî, Itrî, Sinan gibi dalga-kıran ve dalga-kuran öncü kişileri, "dar bir yerlilik" kalıbına sığdırmak, Orhan Koçak'ın nefis tanımlamasıyla, tastamam "zihinsizleştirilmiş bir zihin"in ürünü değilse, nedir?
Bugün Amerika'da en çok okunan "şair" kim, son 7-8 yıldan bu yana? Mevlânâ... Peki, Müslümanların epistemolojik kırılma ve ontolojik kopuş şeklinde tezahür eden esaslı, köklü bir medeniyet kriziyle boğuştukları bir zaman diliminde, İslamofobia'nın zıvanadan çıktığı bir yerde bile Mevlânâ, en çok okunan "şair"se, Mevlânâ, nasıl olur da, "dar bir yerlilik"in çocuğu veya ürünü olarak görülebilir, diye sormak sitiyorum.
Ama argümanımı, Mevlânâ'nın "Amerika'da en çok okunan şair" olması gibi, bence basit bir hâdise üzerine kurarak harcamak istemem. Mesele şu burada: Mevlânâ da dâhil, yukarıda isimlerini zikrettiğim, İslâm medeniyetinin düşünce, sanat ve estetik birikiminin, aura'sının veya habitus'unun oluşmasında kilit roller üstlenen, dalga-kıran ve dalga-kuran bu öncü kişiler, Batı'da benzerlerine pek fazla rastlayamayacağımız çapta ve kalibrede kişiler: İnsanın varoluş serüvenini, varlığın bütünü içinde, hem epistemolojik / biliş, hem fenomenolojik / oluş, hem de ontolojik / varoluş boyutlarında kavrayan ve anlamlandıran evrensel düşünürler, sanatçılar ve estetlerdir. Burada Ayşe Şasa ve Enver Gülşen'in tasavvuf-sinema ilişkisi üzerinden nefes kesici yolculuklar yaptıklarını hatırlatmakla yetiniyorum yalnızca.
* * *
Son -yarınki- yazıda, yerlilik ve dünyalılık meselesini, sinemayı bir medeniyet meselesi ve çağın zeitgeist'ı olarak kavrayabilen Godard, Fassbinder, Scola, Fellini, Tarkovsky, Paradjanov ve Semih Kaplanoğlu sineması üzerinden tartışmayı sürdüreceğim.
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=25.03.2012&y=YusufKaplan
YORUM;
SADED=MEDENİYET, POETİKA VE POLİTİKA İÇİNDE
Poetika;etik,politika;estetik.
Yani ahlak/din ve sanat kısacası.
Adil düzende ikiside hislerden neş’et eder.
Ve sinema.
Geçmişin sineması tarih ve geleceğin sineması “2.KUR’AN-5.İSLAM MEDENİYET TASAVVURU”
Yusuf kaplan’a Akevlerin tefsirlerini ve özellikle de Yusuf Suresi tefsirini tavsiye ediyorum.
Medeniyet “rüya”mızın da filmini kurar da yorumlar inşallah…