İslam'sız bir eğitim sistemi düşünülebilir mi?
1668 Okunma, 11 Yorum
Yusuf Kaplan - Yeni Şafak
Ali Bülent Dilek

İslâm'sız bir eğitim sistemi düşünülebilir mi?

 

Yusuf Kaplan
ykaplan@yenisafak.com.tr

05 Mart 2012 Pazartesi

Resul Tosun Bey'in yazısından öğrendim: Son 4+4+4 kesintili eğitim düzenlemesi, Kur'ân Kursları'nın önünü tıkayacak bir boyut kazanmış! Alt Kurul'a gelmiş tasarı, Genel Kurul'a gidecekmiş.

Eğer bunlar doğruysa, 28 Şubat'ın bitiğinden filan bahsetmesin kimse!

* * *

Meselenin püf noktasını kaçırıyoruz: Bu ülke, Müslüman bir ülke mi? Elbette ki! O hâlde, (TÜSİAD filan gibi) küçük bir azınlık şebekesi, nasıl olur da, tarihin akışını değiştirmemize imkân tanıyan yegâne kaynağı, İslâm'ı, bütün eğitim sisteminden kovmanın mücadelesini verebilir? Kimsiniz siz? Nereden çıktınız?

Dünkü yazımda da gösterdim: Modern Batı uygarlığı, din-dışı bir uygarlık olmasına rağmen, Amerikan eğitim sisteminin kurulmasında din, merkezî bir rol oynayabiliyor ve Fransa'daki (evet! Fransa'daki) ortaöğrenim kurumlarının üçte biri Katoliklerin kontrolünde olabiliyorken, Türkiye'de ortaöğrenim kurumlarının % 2'sini teşkil eden İHL'lere, ondan çok daha küçük bir oranı temsil eden Kur'ân Kursları'na karşı bu Müslüman ülkenin zorba, jaboben, laikçi elitleri inanılmaz bir mücadele verme cesaretini nereden alıyorlar?

* * *

Eğitim felsefesinin en temel sorusu şudur: "Devlet" veya birileri, benim çocuğumu, elimden alıp da, nasıl kafasına göre, -ilkel, kaba, çağdışı pozitivist hurafelere göre- şekillendirmeye kalkışabilir?

Çocuklarımız mankurtlaştırılıyor! Elimizden kayıp gidiyor! Kimliksizleştiriliyor! Ruhsuzlaştırılıyor! Yönsüzleştiriliyor!

Ortaokulların, liselerin önü uyuşturucu mafyalarından geçilmiyor! Ortaokullarda, liselerde zıvanadan çıkan uyuşturucu kullanımı, çarpık cinsel ilişkiler, ahlâkî çöküntü, eğitim sisteminin meselesi değil mi?

* * *

Bu ülkenin çocuklarına yeniden büyük idealler, ufuklar, rüyalar ve iddialar armağan edecek, bu toplumun tarih yapmasını mümkün kılan temel İslâmî kaynakları, İslâm medeniyetinin kurucu, çığır açıcı şahsiyetlerini eğitim sisteminden uzaklaştıran bir eğitim sistemi ne işe yarar, kimin işine yarar; bu ülkeye ne kazandırır, hiç düşünmüyor mu bu ülkeyi 100 yıldır yöneten insanlar?

Bugün Batıdaki bütün ülkelerde Shakespeare'in, Socrates'in, Aristo'nun, Eflatun'un, Kant'ın, Mozart'ın, Beethoven'in, Bach'ların, Dostoyevski'lerin, Dickens'ların, Picasso'ların, Galileo'ların, Newton'ların, Einstein'ların açtıkları çığırlar, yaptıkları atılımlar, sundukları ufuklar bütün eğitim kurumlarında, bütün medya kuruluşlarında en ince ayrıntılarına kadar bütün Batılı ülkelerin çocuklarına bir medeniyet kimliği, bir Batı uygarlığı bilinci armağan ederken; benim ülkemde Yunus'un "çıktım erik dalına, anda yedim üzümü" dizesi, neden bu ülkenin en seçkin entelektüelleri tarafından bile anlaşılamaz?

Mevlânâ neden bize sinemada, edebiyatta, müzikte, düşünce hayatında, siyaset felsefesinde, toplum felsefesinde, tarih felsefesinde çığır açacak büyük bir kaynak olarak bilinmez ve öğretilmez? Sinan üzerine cümle kuracak kaç entelleküel vardır? Sinan'dan bir siyaset felsefesi, film estetiği, edebiyat dili, ahlâk sistemi kurabilecek bir entelijansiyası neden yoktur bu ülkenin?

Matrakçı Nasuh, "piçkurusu" bir tip olarak resmedilirken; Osmanlı medeniyeti, aşağılık, uydurma saray entrikalarına ve harem rezilliklerine kurban edilirken, bu ülke neden ayağa kalkmaz? Avrupalılar, sanatta, düşüncede, sosyal hayatta, siyaset felsefesinde, tiyatroda, sinemada, edebiyatta ta 2400 yıl öncesine, Greklere, Aristo'ya, Pre-sokratiklere; çağdaş Avrupa sineması, edebiyatı, sanatı dilini kurarken doğrudan İncil'e kadar giderken, kısacası, Batılılar, bugün her alanda yeni bir çığır açmak için sürekli olarak kendi kurucu kaynaklarını her dâim yeniden ve yeninde okurken, keşfederken, bu son derece normal karşılanırken, bizim insanlık tarihinin akışını değiştiren büyük medeniyet hamlelerinin birincil kaynağını oluşturan kitabımız Kur'ân, ortaya koyduğumuz medeniyet birikiminin bütün klasik kaynakları, büyük burçları, ufukları, şahsiyetleri neden bizim çocuklarımıza öğretilmez? Neden?

Bu ülkede İslâm'sız, İslâm'dan arındırılmış bir eğitim sistemi düşünülebilir mi? İslâm'ın, İslâm düşüncesinin, sanatının, medeniyet ve hayat tasavvurunun yok sayıldığı, özümsetilmediği bir eğitim sistemi çocuklarımızın büyük hayaller görmelerini, büyük rüyalara, ideallere sahip olmalarını sağlayabilir mi?

Hal böyleyken, kral çıplakken, bir de Kur'ân Kurslarının, İHL'lerin önünü kesmek, bu kurumlarla mücadele etmek, nasıl bir hâlet-i ruhiyenin ürünüdür?

Batılılar, Yahudi-Hıristiyan ve Grek-Roma kaynaklarını her şeylerinin merkezine oturturken, medeniyet hamlemizin yegân kaynağı başta Kur'ân olmak üzere, kendi kurucu kaynaklarımızı eğitim sisteminden kaldırıp atmanın nasıl bir cinayet olduğunu, bu topluma nasıl pahalıya patlayacağını görebiliyor muyuz acaba?

YORUM;

“Bu ülke Müslüman bir ülke değildir”

Hem Hanefi’yiz der,hem de Şafii’ye göre teşkilatlar kurarız!

Mezhep imamlarımız “dar-ülke” konusunu tartışmış ve apaçık

Bir şekilde ortaya koymuşlardır.

Adil Düzen siyasetinin  temeli” dar-ülke”konusudur.

Ve laiklikte aslında “dar-ülke”konusundaki ana mihverdir.

Acaba iktidardaki Ak partili yöneticiler bu konuyu özgürce konuşup

tartışabiliyorlar mı?Hayır %50 ye varan oy oranına rağmen.

Eğer 28 şubat bittiyse Ak Parti kimden korkuyor?

Saadet partisi dışındaki partileri hiç saymıyorum.

Saadet Partisine gelince çelişkiler yumağı.

İslam düzeni’yle Lider hegemonyası arasında sıkışmış

Kararsız şaşkınlar topluluğu!

Halbuki temel İslami kaynaklara baksalar berrak bir şekilde

gerçekleri görüp Türkiye’nin “lokomotifi”olacaklar.

O zaman dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz.

Adil  Düzen Partisi’nin acilen kurulması.

Kurulması bile yeter.

Çünkü O’nun enerjisi “ALLAH-(CC)”tan gelecektir inşaallah…

 

Ali Bülent Dilek


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
11.03.2012
07:48

yazıdaki maddeler dikkat çekici...

***

Abdullah Aymaz Nijerya'da şiddeti tel'in Nijerya'da eğitim gönüllülerimizin yüz ağartan faaliyetleri, oradaki hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar üzerinde güzel tesirler bıraktı. Diyaloglar vasıtasıyla bir grup papaz ülkemize davet edildi. Bunlar başta çok çekingen davranıyorlardı. Çünkü kendilerine ülkemiz hakkında çok kötü sözler söylenmişti. Sanki Türkiye yamyamlar ülkesiydi. Gelirken papaz kıyafetleri üzerlerinde idi. Bu kıyafet olursa belki bize kimse ilişmez diye düşünüyorlardı. Ama kısa zamanda yapılan propagandaların tesirinden kurtuldular. Ülkemize ve insanlarımıza hayran oldular. Sema Hastanesi'ni ziyaret ettiler. Başhekim İlyas Bey, kendilerine hizmet ediyordu. Ülkelerine dönünce şahit oldukları güzellikleri anlattılar. Arkadan ikinci grup geldi... Artık kiliselerinde Türkiye'yi anlatıyorlardı... Arkadan rektörler geldi... Ülkemizden dönüp gidenler insanlarına "Yeni bir dünyaya gözümüzü açtık" diyorlardı. 7 Ocak 2012'de Nijerya'nın başşehri Abuja'da toplanan Nijerya Müslümanları Birliği (AMİN) birinci istişarî toplantılarında "Nijerya'da diyalog ve birlikte yaşama kültürünün tesis edilmesi ve yerleştirilmesine doğru atılacak adımlar" konusu üzerinde görüşmeler yaptılar. Bu Nijerya İslam âlimleri milli uzlaşma toplantısından güzel kararlar çıktı: 1- (...) Hem Müslüman hem Hıristiyan dinî liderlerimizi, halkı galeyana getirecek, karşı taraf hakkında iyimser olmayan duygu ve düşüncelerin oluşmasına sebep olacak kışkırtıcı açıklama ve konuşmalar yapmaktan kaçınmaya davet ediyoruz. 2- Bu toplantı, hangi inanca ait olursa olsun, bir ibadethaneye yönelik, ne seviyede olursa olsun, yapılan saldırıları, fertlere, mülklere ve bütünüyle milletimizin millî huzur ve birliğinin yapı taşlarını sarsmaya yönelik her türlü şiddet hareketini en sert ifadelerle tel'in edip kınamaktadır. Dinî ve siyasî liderlerimiz, düşüncede hassas olmalı ve durumu daha da ateşlendirebilecek, her türlü tahrik edici ifade kullanmaktan azamî derecede kaçınmalıdırlar. 6- İslam; inanç, din ve düşünce özgürlüğüne davet eder. İnsanların özel hayatlarına hürmet eder... İnsanların mukaddes addettikleri yerlere aşağılayıcı ve kötü şekilde davranılmasını kabul etmez. 7- İslam, Müslüman olsun veya olmasın, bütün milletlere karşı, işlenen inkâr, ihanet ve şiddetin her türlüsünü yasaklar. Adalet ve eşitlik değerlerini teşvik eder, ayrıca bütün insanlık arasında kurulan müsbet işbirliği ruhunu destekler. 8- Farklı din ve/veya cemaat/mezhep mensuplarının birbirlerine karşı anlayış ve huzur içinde yaşayabilmelerinin en kısa yolu, bütün taraflar arasındaki diyaloğun, sağlam bir zemine oturtularak ve bütün tarafların kabul edeceği dokunulması istenmeyen sınırlar belirlenerek sürdürülmesidir. 10- İslâmî eğitim kurumlarında öğretilmekte olan eğitim müfredatının, Nijerya'daki Müslümanlar arasındaki farklılıkları göz ardı edecek ve özellikle Müslümanlar arasında ve bütün Nijerya vatandaşları arasındaki birlik ve huzuru teşvik edecek şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Kadın ve gençlerin, İslâm'ın belirlediği çerçeve ve ufka uygun bir seviyeye ulaşabilmelerini temin edecek şekilde eğitilmeleri konusuna ayrıca eğilmek gerekmektedir. İşte 13 maddelik kararlardan bazı bölümler. Bütün dünyada maalesef İslamiyet'i ve Müslümanları şiddet ve terörün temsilcileri gibi göstermeye çalışan sinsi anlayışa karşı Müslümanların uyanık ve dikkatli olmaları ve birbirlerini uyarmaları gerekmektedir... 11 Mart 2012, Pazar

Ali Bülent Dilek
11.03.2012
15:03

reşar ağabey,

hakkın hatırı herşeyden âlidir.

bence esas soru şu;

43 yıldır (1969 millinizam-2012SAADET ARTİSİ)neden %10 milligörüş mü'min'i üretemedik?.

üretim çok ama kalite yok...

bakınız (DELİL)aşağıda MİLLİ GAZETE tirajı...

"27.02.2012 - 04.03.2012 tarihleri arasında gazete satış raporu. GAZETE NET SATIŞLARI GAZETE SATIŞ ÖNCEKİ FARK 1 ZAMAN- 945.162 947.553 -2.391 2 POSTA- 467.646 465.629 2.017 3 HÜRRİYET 418.581 415.898 2.683 4 SABAH 337.427 344.039 -6.612 5 HABERTÜRK 240.806 240.432 374 6 SÖZCÜ 224.288 223.120 1.168 7 P.FOTOMAÇ 202.404 207.143 -4.739 8 FANATİK 186.133 190.987 -4.854 9 STAR 162.025 160.600 1.425 10 TÜRKİYE 133.555 133.956 -401 11 MİLLİYET 121.506 128.562 -7.056 12 TAKVİM 110.408 110.113 295 13 YENİ ŞAFAK 104.490 104.053 437 14 AKŞAM 102.839 104.960 -2.121 15 VATAN 96.885 107.816 -10.931 16 BUGUN 94.283 92.777 1.506 17 GÜNEŞ 74.106 87.463 -13.357 18 YENİ ASYA 53.316 57.872 -4.556 19 AYDINLIK 52.908 51.787 1.121 20 A.ŞOK 52.887 52.843 44 21 YENİ ÇAĞ 52.251 52.507 -256 22 CUMHURİYET 51.003 50.765 238 23 TARAF 49.658 50.523 -865 24 YENİ AKİT 35.657 35.983 -326 25 MİLLİ GAZETE 32.946 31.008 1.938 26 YENİ ASIR 27.604 27.202 402 27 YENİ RADİKAL 26.936 27.129 -193 28 YURT 26.460 17.982 8.478 29 FOTOGOL 23.055 23.085 -30 30 TODAYS ZAMAN 9.066 9.079 -13 31 ORTADOĞU 7.135 7.124 11 32 YENİ MESAJ 6.624 7.169 -545 33 BİRGÜN 6.507 6.599 -92 34 G.EVRENSEL 6.086 5.519 567 35 H.DAILY NEWS 5.636 5.560 76 36 HÜRSES 2.131 2.103 28 TOPLAM 4.550.410 4.586.940 -36.530 http://www.medyatava.net/tiraj.asp

Reşat Nuri Erol
11.03.2012
15:59

bu listedeki gazete tiraj rakamları "GERÇEK" değil, tamamı bir şekilde ve tamamen "reklam alma" amaçlı "ŞİŞİRME" rakamlardır... İşin mutfağında olan herkes bunu biliyor ama yine de her hafta bu rakamlar yayınlanıyor... Çünkü dağıtım şirketinin de bazı sebeplerden işine geliyor... Mesela, YENİ ASYA gazetesinin tirajı 10 bin bile olmadığı halde 50 bin gösteriliyor... MİLLİ GAZETE'nin gerçek tirajı da takriben son haftalarda/aylarda bu listede yayınlanan rakam kadardır... Tirajı 100 binin üzerinde gösterilenlerin (Y.ŞAFAK, STAR) de gerçek tirajları 50 binin üzerindedir... ZAMAN'ın bayi satışı da 10 binlerdedir... Bilgilerinize...

Reşat Nuri Erol
11.03.2012
19:40

rakamlar...

tirajlar, çokluklar ve kalabalıklar...

ali bülen kardeşimizin hatırlattığı rakamlar...

ve...

az önce okuduğum bir yazıdan bir bölüm aktarıyorum:

"Biliyorsunuzdur ama bir defa daha hatırlatayım… Hz. Peygamber Medine’ye göç ettiğinde nüfus sayımı yaptırmıştı... Şehrin nüfusu 10.000 kişiydi… Ve… Müslümanlığı kabul edenlerin sayısı sadece 1.500 idi… Yani… Toplam nüfusun % 15’i… Oysa 10.000 kişiden 4.500’ü Musevi, 4.000’i de müşrik Arap idi… Yani… Hz. Muhammed Medine Vesikası’nı yazıp da diğerlerine kabul ettirdiği o süreçte 10 bin kişiden sadece 1.500’ünü temsil ediyordu… Ama kalan 8.500 kişiyi ikna etmeyi başarabilmişti… Neden?.. Birincisi güvenilir olduğu için…"

Reşat Nuri Erol
11.03.2012
20:01

yine rakamlar...

*

önce 10-15 kişi...

sonra 100-150 kişi...

ardından 1000-1500 kişi...

ve...

sonra binlerce kişi...

*

KUR'AN diyor ki:

12 bin kişi azlık sebebiyle yenilmez...

*

peki...

biz kaç kişiyiz?...

yani...

ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI...

*

selam ve dua ile...

Reşat Nuri Erol
12.03.2012
07:09

TAVSİYE...

MEDYA meselesi başta olmak üzere "BAZI MESELELERE" ve bazı gelişmelere bir de bu pencereden bakıverin...

***

Bütün bu olanlar ve bu ittifak tesadüf mü?

Levent Gültekin

Bugün Pazartesi Suriye'de işler gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Bir tarafta ayak takımından oluşan muhalif cephe, diğer tarafta diktatör Şam yönetimi. Bir tarafta ise kirli siciliyle dünya medyası… Masum halk bu birbirinden kötü üç taraf arasında can veriyor. Silahlı muhaliflere ayak takımı demem bazı arkadaşları fena halde kızdırıyor, bunun farkındayım. Buna rağmen bu tanımlamamı değiştirmek niyetinde de değilim. Muhaliflerin bir kısmının islamcılardan oluşuyor olması onları ayak takımı olmaktan kurtarmıyor. Geçtiğimiz günlerde yapılan Suriye'nin Dostları toplantısında Suriye muhalefetinin kendilerine destek karşılığında Suriyeli Kürtlere özerklik vadinde bulunmalarına bakılırsa, bu tanımlamamda pek haksız olmadığım daha iyi görülür. Silaha sarıldıkları ilk günden itibaren çeşitli meselelerde takındıkları tavra baktıkça ayak takımı tanımı daha bir yerinde görünüyor. Sağlam ayakkabı olsalardı en azından kendi aralarında bir anlaşma sağlayabilirlerdi. Hala anlasabilmis degiller. Suriye meselesi büyük bir çıkmaza doğru gidiyor. Görünen o ki bu iş Türkiye'nin başına bela olacak. Zaten bela olsun diye içeride ve dışarıda bir hayli çaba gösteren var. Arap Baharı denen bu kirli oyunda dünya medyasının rolü büyük. Resmen catışmayi körükleyen, işgale zemin hazirlayan haberler ürettikleri ortada. Dezenformasyon artık açıktan yapılıyor. İstese de saklayamiyor meday. Yalan haberlerin arka planları, gerçek halleri, montaj oncesi durumları internet ortamında dolaşıyor. Bu iş o kadar belirgin hale geldi ki El Cezire'nin Beyrut muhabiri "El Cezire yalan haber yapiyor, hem de çok fazla" diyerek istifa etti. İstifa ederken de El Cezire'nin 'şaibeli' durumunun giderek netleştiğinin altını çizdi.CNN yaptigi uydurma haberlerin ortaya cikmasi uzerine kendini temize cikarmaya calisiyor. CNN`in montojla yaptigi uydurma haberlerin arka planlarini gosteren videolari internette dolasiyor ama medyanin ilgisini cekmiyor. Peki durum bu kadar ortadayken bizimkiler ne yapıyor? Ciddi bir dezenformasyon var ve bu dezenformasyonun da bir amacı var. Peki nedir o amaç? Bu soruya cevap aramamız gerekmiyor mu? Arap Baharı meselesinde bu kanallardan gelen haberlere bakarak tutumunu belirleyenler bir muhasebe yapma aşamasına gelmediler mi? Bunca yalan haber iddiası ortalıktayken, meseleye sağlıklı bir gözle nasıl bakacağız? Irak ve Afganistan meselelerinde medyanın dezenformasyonu canımızı sıkıyordu, bizi rahatsiz ediyordu. Peki bu defa nicin sıkmıyor. Yoksa bu defa bu yalan haberler Türkiye'deki arkadaşları nda işine mi geliyor? Türk medya mensuplarını El Cezire ve CNN gibi tetikçi medya ile aynı safa getiren neden nedir? Ben gerçekten çok merak ediyorum. Mesela geçtiğimiz aylarda "Diktatör Esad Mevlid kandilinde 300 masum sivili öldürdü" diye ortalığı ayağa kaldıranlar, sonradan bu haberin bu medya tarafından hamasi bir hava oluşturulmak için abartıldığını görünce niye durumu sorgulama ihtiyacı hissetmiyor? Bu abartılı haberlerle Türkiye Suriye meselesinde "bir adım" atmaya zorlanıyor. Peki bu hesabı kim bozacak? Katar'ın, Sudi Arabistan'ın, onlarin yaninda El Cezire'nin, CNN'in yapmaya çalıştıkları ne? Bizim yapmaya çalıştığımız ne? Bu ayrımı nasıl ortaya koyacağız? Bugün Suriye meselesinde bu kirli yapilarla aynı çizgiye gelen Ahmet Davutoğlu ve genelde Turk medyasi ozelde muhafazakar medya niçin kendilerini gözden geçirme ihtiyacı hissetmiyorlar? Tüm bu hengâmede bana göre gözden kaçan bir durum var. El Cezire'nin 'şaibeli' olduğu iddiası yeni degil. Bu kanal Arap dunyasında ABD için CNN'den daha işlevsel. Şimdi aynı kanalın Türkiye ayağı kurulmaya çalışılıyor. Yaklaşık 2 yıldır El Cezire Türk'ün yayına başlama hazırlığı sürüyor. yani vazgecmis degiller. Ben bir kanal kurulumunun 2 yıl sürdüğünü hiç görmedim. Karar verildiğinde 3 ayda yayına çıkabilecekken aylardır burada istihdam edilen yüzlerce elemana her ay maaş ödeyip yayına başlamamaları midemi bulandırıyor. Niçin her ay milyonlarca dolar harcama yapıp bir adım yol almıyorlar? Neyi bekliyorlar? Ne tür bir hesap var? Burada sizi de rahatsız eden bir durum yok mu gercekten? Buna ''beceriksizlik'' deyip geçebilir miyiz? `Arap Baharı` dene bu youna destek verenlerde bir samimiyet olsaydı, Libya'da gelinen durum bu arkadaşları rahatsız ederdi. Libya'da Kaddafi'den sonra hersey günlük gülistanlık olmadı. Her gün onlarca insan birbirini öldürüyor. Libya'nın 3'e bölünmesi hazırlığı yapılıyor. Siz Turkiye'de Arap Baharı'ndan heyecana kapılanlarda bu durumdan dolayı bir üzüntü görüyor musunuz? Mesela NATO saldırıları sırasinda "Masum halk ölüyor, o yuzden NATO gerekli" diyerek sahnede yerini alan Ahmet Davutoglu'ndan, son donemde Libya'da ölen masumlarla ilgili tek bir cümle duydunuz mu? Libya'nın 3'e bölünmesi Ahmet davutoglu'nu nasıl etkiliyor? Sadece Ahmet Davutoğlu mu? Her gün mutlaka İran ve Suriye meselesinde tam da El Cezire gibi bir haber bulup manşetine taşıyan Zaman grubu? Libya'nin geldigi durum hakkinda ne düşünüyorlar? Bu gruba mensup gazetecileri hukumetin Suriye'ye bir an önce müdahale etmesi konusunda bu kadar heveskar ve heyecanlı kılan ne? Bu arkadaşlar belki farkında değiller ama heveslerini çok belli ediyorlar. Belli ettikleri bu heves ve heyecan "İran ve Suriye meselesi Gulen Cemaatine ihale edildi" dedikodularına da haklılık veriyor. Ortalıkta dolasan bu iddialar dedikodulardan ibaret olsa bile Türkiye'de dindar kesimi yıllarca silahtan uzak tutmayı başarmış bir yapının Suriye'de silahlı bir harekete bu kadar açık destek vermesini anlamıyorum. Eskiden Türk medyasında bu tür kirli işlere bulaşan üç bes gazeteci olurdu. Onların da kime ve neye çalıştıkları bilindiğinden, halk nezdinde etkileri olmazdı. Bu sefer durum tersi. Bu kirli ortaklığın dışında kalan üç beş kişi var. Bunlar da gidip Suriye'yi gezip görenler. Ne yalan söyleyeyim, Suriye'de olanları yakından görenler 'görev icabi' vicdan yapanlardan daha samimi geliyor bana. Tuhaf bir ilişkiler ağı olduğu acik. Benim anlamadigim tum bu dezenformasyona ragmen bu meselede bir araya gelenlerin ittifaki desaduf mu?

www.twitter.com/acikcenk.

Ali Bülent Dilek
13.03.2012
07:39

levent gültekin kardeşimzi "beklenen vakit"gazetesinin KAĞITHANE TEMSİLCİSİ olduğu 1995 li yıllardan

beri tanırım.yazdıkları konular hep ilgilendiği en temel "basın"problemleridir.islami cemaatleride birleştirmek

için çok emekler verdiğini biliyorum.daha sonra yenişafak reklam müdürlüğü.geçek hayat ve 8 sütun derken

bugün gazetesinde köşe yazarlığı.içerden(islami medya denilen zaviyeden) çok önemli deneyimlere sahip bir kardeşimiz.

yazıları ve kendisi dikkatle izlenmeye değer.allah ondan ve onun gibilerden,patron yalakası olmayan

bütün "islamcı medya"yazararından razı olsun ve muvaffak etsin.

inşaallah "ADİL DÜZEN"in medya ayağı bu kardeşlerimizden oluşur...

Ali Bülent Dilek
14.03.2012
15:43

sami selçuk bile"tağuti sistem"dedi...,

Sayın Başbakan Erdoğan'a 16/02/2012 2:00 AB'ye girmek isteyen Türkiye, hızla AB hukukundan uzaklaşmaktadır ve bu haliyle Belçika'nın 181, Bolivya'nın 151, Fransa'nın da 142 yıl gerisindedir. Sayın Başbakan, Onca işinizin arasında size seslenmeyi ülkeme ve hukuka karşı bir yükümlülük olarak görüyorum. Bu satırları yazarken olasılıkla komisyon, değişiklik yapan tasarıyı görüşüyor olacak. Hiç önemli değil. Seçim sisteminin çarpıklığı yüzünden milletin vekilleri, özünde, nasıl olsa genel başkanlarının vekilleri. Onların içinde en son sözü söyleyecek olan da sizsiniz. Çünkü sayısal çoğunluğun başı sizsiniz. Her şey sizin elinizde. Unutmayınız ki, Sayın Başbakan, bir topluluğun toplum; bir toplumun ulus; bir ulusun uygar-ulus olabilmesi için kimi koşullar ve süreçlerden geçmesi gerekir. İnsan yığınından oluşan bir topluluk, ancak yurt, tarih, dil bilincine ulaştığında bir topluma, bir ulusa dönüşebilir. Bunun ardından, hukuk bilincine ulaşabilirse, işte o zaman da uygar bir ulus olur. Çağ gerisi düzenlemeler Türk hukuku, çağcıl değerlere yaslanan Batı kaynaklıdır; benimseme yolu ile alınmıştır. Ancak Batı değerlerini, özellikle temel Batılı kavramları/terimleri/kurumları/ilkeleri henüz yaşama geçirememiştir. Bunlardan biri de ‘izin’ kavramı ve kurumudur. İlkin yürürlükteki 1999/4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Yasa’ya ve bunda öngörülen ‘izin’ kavramına değinmek isterim. Sayın Başbakan, Hukuk tarihi boyunca kamu görevlisinin nasıl yargılanacağı konusunda iki büyük sistem yaşanmıştır. Birincisi, sadece Osmanlı’nın hukuku ve özellikle erkler ayrılığı ilkesini dışlayan buluşuydu. Bunlardan 1872 tarihli ‘Nizamname’ye göre, yargılamanın her aşamasını yönetim yürütüyor; Memurîn Muhakematı Hakkında Kanun-u Muvakkat ise kamu görevlisi hakkında dava açma tekelini yönetime veriyordu. İkincisi, 1999/4483 sayılı yasaya göre şu anda bizde de geçerli olan yöntemdi. Buna göre davaya savcılar el koyacak, soruşturma açacaklar, ancak kovuşturmanın başlaması, iddianamenin düzenlenmesi için yetkili merciden izin isteyeceklerdi. Her şeyden önce şunu hemen belirtmek isterim: Devletin hukuk içinde kalmadığını çağrıştıran ‘hukuk devleti ilkesi’ne değil, ‘hukukun üstünlüğü ilkesi’ne yaslanan, hukuk karşısında birey ile devleti aynı düzeyde gören anglosakson hukuk anlayışının egemen olduğu ülkelerde, böyle bir sistem hiçbir zaman olmamıştır. Bizim de içinde bulunduğumuz Kara Avrupası hukuk anlayışında ise yasama organları, tıpkı sizin de içinde üyesi olduğunuz yasama organı gibi düşünmüş, 18. ve 19. yüzyıllarda kamu görevlilerini, dolayısıyla devleti korumak amacıyla, birçok ülkede bu sistem benimsenmişti. Ancak uygulamada merciler, yine bizdeki gibi, izin yetkisini sürekli kamu görevlisini koruma ve onu ayrıcalıklı kılma biçiminde kullanıyordu. Sonraları bu sistemi Fransa 1870’te, Belçika da 1831 anayasasıyla kaldırdı. Belçika bu sistemin geri getirilmesini, gelecek yasama organlarını bağlayacak biçimde, anayasal boyutta yasakladı (madde 24, 1994 anayasası, madde 31). Bu sistem, Kara Avrupasında Almanya, İspanya, Portekiz, Yunanistan, Çekoslovakya, Romanya ve Rusya’da yoktur. Latin Amerika’da 1861’e dek sadece Bolivya’da vardı. Afrika’da da sadece dar bir kadro için Togo’da vardır. Kısacası, 1999/4483 sayılı yasanın getirdiği izin sistemi, günümüzde hemen hiçbir uygar ve demokratik ve de gelişmekte olan ülkede yoktur. Olanlarda da geçen yüzyıllarda tarihe karışmıştır. Bugün uygar dünyada benimsenen, yargısal güvence dizgesidir. Buna göre soruşturmayı da kovuşturmayı da yargı yapacaktır. Bu konuda kimseye ayrıcalık tanınmamaktadır. Bu durumuyla AB’ye girmek isteyen Türkiye, AB hukukuyla bütünleşmek şöyle dursun, hızla bu hukuktan uzaklaşmakta; tasarı ise bunun bir örneğini daha vermektedir. Belçika’nın 181; Bolivya’nın 151; Fransa’nın 142 yıl gerisindedir. Hukuk sadece sizin değil Sayın Başbakan, AB’ye girmek isteyen 21. yüzyıl Türkiyesi’ne yakışmıyor bu tür çağ gerisi düzenlemeler. Yönetimin saydamlığı, hesap verebilir olması, eşitlik, hukukun üstünlüğü, erkler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ilkeleriyle çatışıyor. Devleti de yargıyı da kamu görevlisini de küçük düşürüyor. Buna karşın iktidarınız, tasarı ile 1983/2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı yasasının 26. maddesini bu yasa doğrultusunda değiştirerek, bu çağ gerisi sistemi şeddeli biçimde pekiştiriyor. Aslında buna gerek yok. Çünkü 1999/4483 sayılı yasanın maddeleri bu yasadaki boşlukları doldurmaktadır. Ancak her iki yasada öngörülen ‘izin; ‘denetlenebilen bağımlı değerlendirme yetkisi’ içindedir. Dolayısıyla aleyhine itiraz edilebilen, izin verence hukuksal inceleme sonucu gerekçe gösterilmesi zorunlu, denetlenebilen bir izindir. Buna karşılık TCY’nin 301. maddesindeki izin, yasalarda bir elin parmak sayısı kadar azdır. Gerekçe göstermeyi gerektirmeyen ve denetlenemeyen ‘tam özgür değerlendirme yetkisi’ içindedir. Bu suçlarda devletin iddia makamı kamu davasını açmak isterse, Cumhurbaşkanı ya da bakandan izin ister. Bu makam, savcının işlemlerini denetlemez. Sokrates, Thomas Moore, Voltaire, Emile Zola, Jean Paul Sartre, Yahya Kemal, Orhan Pamuk hakkında dava açılması (açık duruşma yapılması), kamunun/ülkenin yararına mı yoksa zararına mıdır sorusunun yanıtını arar. İzin verir ya da vermez. Asla tartışmaya yol açacak bir gerekçe gösteremez. Yasalaşmadan önce İHAM kararları yüzünden ülkemin yaşadığı güçlükleri gözeterek, TCY’nin 301. maddesindeki izni ben de önermiştim. Ancak adalet bakanları, bu yetkinin özünü iyi kavramadılar. Anayasayı çiğneyerek (madde 9, 138/3) kullandılar, yargıçların yerine geçerek hüküm bile kurdular. Sözgelimi, bir bakanımız, “Ben devletime sövdürmem” diyerek gerekçesini duyuruverdi. Yani ‘yetki gaspı’yla sakat izinler verdiler Sayın Başbakan, Sokrates, Eski Yunan yasalarına göre suçluydu. Bizde de olsa savcı, hakkında dava açardı. Sokrates’i yargılayan 502 yargıçtan hiçbiri günümüzde bilinmiyor. Fakat “Sokrates hâlâ konuşuyor”; dünya Atina demokrasisini lanetliyor. O dönemde izin sistemi olsaydı, elbette bugün Atina lanetlenmezdi. Sartre dışında, öbür yazarlar için de durum aynıdır. Dünya ağlıyor. Fakat “Voltaire yargılanamaz” diyerek Sartre’ın yargılanmasına da izin vermeyen Charles de Gaulle takdirle anılıyor. Sayın Başbakan, Yargıya güveniniz. 4483 sayılı yasayı bütünüyle, anayasanın 129/son ve 1983/2937 sayılı yasasının 26. maddelerini hemen yürürlükten kaldırınız. Bu bir. Biz DGM’leri Fransa’dan aldık. Canı çok yanan Fransa 1981’de bunu kaldırdı. Biz ise özel yetkili mahkemeler diye adını değiştirerek dünyayı aldatmaya kalktık. Görevlilerine aşırı yetkiler verdik. Onulmaz sıkıntılar yaşıyoruz. Lütfen bu mahkemeleri de bu gece kaldırın. Türkiye de rahatlasın, siz de. İHAM da devletimizi sık sık mahkûm etmesin. Bu iki. Kişilere özgü kınanası yasal düzenlemelerden de vazgeçin. Hukukun sütunlarından biri olan ‘yasal kuralların kişi dışılığı (gayrişahsiliği) ilkesi’ni çiğnemeyin. İttihat ve Terakki’nin “Yok yasa, yap yasa” anlayışını reddedin. Bu üç. Sayın Başbakan, Hukuk sadece sizin değil, peygamberlerin bile üzerindedir. Kureyş’ten hırsızlık yapan biri el kesme cezasına çarptırılınca, aile Hz. Peygamber’in çok sevdiği bir sahabeyi kendisine şefaat için yollar. Hz. Muhammed şu yanıtı verir: “Sizden öncekiler şeriata (hukuk, fıkıh) uymadıkları için yok oldular. Kızım Fatıma bu suçu işleseydi, yine elinin kesilmesine karar verirdim.” Nizam-ül Mülk’ün bir özdeyişiyle sözlerimi bitirmek isterim: “İyi sultanlar, bilginlerle düşüp kalkanlardır. İyi bilginler, sultanlarla düşüp kalkmayanlardır.” Bu yüzden ‘Aydınlanma’nın iki büyük devlet yöneticisi Kral Büyük (II.) Friedrich ve Çariçe II. Katerina, sürekli olarak bilginlerle düşüp kalktılar. Geleceğe, hukuk dahil, çok güzel şeyler bıraktılar. Bu yüzden Ebu Hanife, onca zor kullanılmasına ve işkencelere karşın Tağuti sisteme, Abbasi halifesi Ebu Cafer Mansur’un İslam’a aykırı fetva isteğine boyun eğmemiştir. Ebu Hanife ticaretle, yoksullukla boğuşan Spinoza gözlükçülükle uğraşmış, devlet yönetiminde görev almayı reddetmişlerdir. Seçim sizin... Saygılarımla. (SAMİ SELÇUK : Profesör Doktor, eski Yargıtay Başkanı, Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi) http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1078877&CategoryID=132

Reşat Nuri Erol
15.03.2012
10:53

Levent Gültekin'in ilginç bir yazısı/yorumu daha...

başlıktaki konu ilginizi çekiyorsa okuyuverin...

selam ve dua ile..

reşad

*

AKP, Cemaat ve Taraf gazetesi ittifakı niçin bozuldu? Dün Çarşamba Son günlerde herkes birbirine AK Parti, Gülen cemaati ve Taraf gazetesi arasındaki ittifakın niçin bittiğini soruyor. Bana göre asıl sorulması gereken bu arkadaşların hangi saikle bir araya geldiğidir. Çünkü ne Gülen cemaatinin, ne Taraf gazetesini çıkaran arkadaşların, ne de AK Parti'nin tasavvur ettikleri Türkiye aynı Türkiye. Cemaat ile Ak Parti'nin hedefledikleri Türkiye, bazı değerler açısından benzer olabilir desek bile peki ya Taraf gazetesini nereye koyacağız? O gazeteyi çıkaranların bu iki yapının oluşturmaya çalıştıkları Türkiye ile uzaktan yakından alakası var mı? Son birkaç ay hariç neydi Ahmet Altan'ı bu hükümete ve cemaate destek vermeye sevk eden nedenler? Ya da hükümet ile cemaat hangi gerekçeyle yıllardır Taraf'ı özenle koruyup kolladılar? Ne tür bir hesap Başbakan Erdoğan ile Ahmet Altan'ı ve Fethullah Gülen'i aynı noktaya buluşturdu? Yol arkadaşlıkları ortak bir hedefe varmak için kurulmaz mı? Nedir o ortak hedef? Kim belirledi bu hedefi? Bu birbirinden farklı hedefi olan üç yapıyı kim, hangi amaç için bir masanın etrafında topladı? Ben işin burasını merak ediyorum. Çünkü bana göre bu, niçin kavga ettiklerinden daha önemli ve daha enteresan. "Bu yol arkadaşlığını ahlaki degerler temelinde yaptık" diyemezler, öyle değil mi? Çünkü her birinin ahlaktan anladığının ne kadar farklı olduğunu biliyoruz. Demokrasi, özgürlük, insan hakları? Bunlar temel olabilir ? Hangi insan hakları? Tayyip Erdoğan'ın insan hakları mı, Tarafçıların savunduğu insan hakları mı? Fethullah Gülen'in özgürlük anlayışı mı, yoksa Başbakan Erdoğan'ın özgürlük anlayışı mı? Hngisinin renk verdigi ülke herkes için huzur vaat ediyor? Demokrasi mi? Mümkün değil. Çünkü asıl kimlik, istikamet bu ''demokrasi'nin önüne getirilen ''liberal'', ''muhafazakar'' ve ''müslüman'' gibi sıfatlarda gizli. Demokrasi deyince herkes başka birşeyi anlıyor. Mesela dün ''demokrasi'' diye darbe yapmaya kalkanlar veya yapanlar, bugün ''demokrasi'' diyenler tarafından yargılanıyor. Öyle degil mi? Siz Türkiye'de demokrasiyi başkasının mutluluğu, huzuru, ferahı için isteyen kimse gördünüz mü? Peki durum bu iken nasıl oldu daha muhafazakar, daha dindar bir Türkiye isteyenlerle daha liberal, daha batılı bir Türkiye isteyenler son 5 yıldır bir amaç etrafında toplandılar? Birbirlerine görülmemiş destek sundular? Gülen cemaatinin tasavvur ettigi birey ile Ahmet Altan veyahut Yasemin Çongar'ın tasavvur ettigi birey aynı mı? Eğitim modeli? Başbakan Erdoğan'ın hedef olarak ortaya koyduğu ''dindar nesil'' projesine Ahmet Altan'ın sıcak bakma ihtimali var mı? Her türlü meselede farklı düşünenler, bir tek konu "askeri vesayeti kırma" olunca ortak hareket ediyorlar veya ettiler. Nasil oluyor bu? Ne Gülen cemaati, ne AK Parti ''Biz Ahmet Altan'ın savunduğu, önerdiği Türkiye'yi bilmiyoruz. Biz onun özgürlükçü ve başörtüsünü de kapsayn insan hakkı anlayışı ile ittifak yaptık'' diyemez. Derse komik duruma düşmez mi? Diger taraftan Ahmet Altan da ''Biz AK Parti'nin veya Cemaatin bizim gibi özgürlük ve insan hakları odaklı bir Türkiye istediklerini düşünüyorduk bunca yıldır, bundan dolayı destekliyorduk'' diyemez. Derse zekasından şüphe ederiz, degil mi? Bütün meselelerde ayrı düşen bu taraflar niye konu ''asker'' olunca buluşuyor? Türkiye'nin hangi sorunu "askeri vesayetten" daha az önemli ki? AK Parti'in onlarca sıkıntılı icraatı, tutumu ve eksiği var. Taraf ve Ahmet Altan, bir tek konu ''askeri vesayet'' oldugunda muhalefetin dozunu yükseltiyor. Mesela Ahmet Altan Uludere faciasını dert ettiginin onda biri kadar, belediyelerin imza attığı mimari felaketi veya egitim modelineki sakatlıkları dert ediyor mu? Uludere konusunda en az on tane yazı yazan Ahmet Altan haksız, hukuksuz tutuklamalar karsisinda iki yazıyı niçin esirgedi? Askeri vesayet ile yargı vesayetinin ne farkı var? Dağlıca'da ihmali olan general eleştiriliyor da, Hrant Dink davasında görevi kötüye kulanana savcı veyahut Ahmet Altan'in cok savunduğu PKK ile muzakereye giden MİT mensuplarına hamle yapan savcı niçin eleştirilmiyor? Aynı tutum cemaat için de geçerli. Cemaate ait yayın organlarında "askeri geriletmede yavaşlık" veyahut MİT gibi konular dışında hükumete tek bir eleştiri var mı? Ne yani, Başbakan Erdoğan'ın her yaptığını beğeniyorlar mı? Diğer taraftan ne hükümet, ne de Taraf bunca yıldır cemaatin canla başla savunduğu yargı kararları hakkında esaslı bir eleştiri getirdiler mi? Siz Ahmet Altan'dan söyle dört başı mamur bir cemaat veyahut yargı eleştirisi okudunuz mu? Gerçekten merak ediyorum: Ahmet Altan'ın isteklerinin karşılandığı bir Türkiye'de Başbakan Erdoğan, Başbakan Erdoğan'ın kafasindakileri yaptıgı bir Türkiye'de Ahmet Altan mutlu bir şekilde yaşayabilir mi? Peki ne oldu da bu ittifak son donemde dağılma evresine girdi. Bu ittifakın hangi gerekçeyle oluştuğu ortada. Herkes kendi hedefine varmak için suyu geçene kadar ''dayı'' demeyi tercih etti. Ortak bir hedef yoktu. Bu ittifakın veyahut işbirliğinin temelinde gayri samimi bir niyet var. Birbirine güvenmeden ama kendilerine fayda sağlamak icin ortaklık kuranlar, şimdi ayrılıyorlar. Anadolu'da bu tür ortaklıklar bittiğinde "Öküz öldü ortaklık bozuldu" derler. Nereden bakarsanız bakın tuhaf bir ittifak vardı. Simdi o tuhaflığın yerini başka bir tuhaflık alıyor. Ben ortaya çıkan bu tabloda en çok kimin aldatılmışlık duygusunu yaşadığını merak ediyorum. İsmet Özel derdi ki suç aldatanın degil, aldananındır. Çünkü aldanan hak etmediği bir şeyi elde etmek icin uzatılan yeme giderken aldanır. Peki sizce bu ittifakta en büyük kazçlı çıkan kim?

www.twitter.com/acikcenk.

Ali Bülent Dilek
15.03.2012
13:26

ikinci esas soru bence;

levent gültekin'in islamı hangisi?

fethullah gülen'in islamı hangisi?

ve Ak Partinin islamı hangisi?

ve Taraf gaztesinin.Dini/Düzeni hangisi?

var mı bir bilen?

acilen yukardakiler ,partiler ve diğer cemaat ve sivil toplum kuruluşları bunları açıklamalı.

açıklamalı ki "anayasal uzlaşmaya"sıra gelsin...

ve yeni bir Türkiye kurulsun.

yoksa biz biliyoruz yapacağımız şeyi!

Reşat Nuri Erol
16.03.2012
18:10

yusuf kaplan'ın bugünkü yazısı için tebrik mesajı yazdım...

"Adil Düzen Çalışmaları" bir "MEDENİYET" projesidir ve -bana göre- Bediüzzaman'ın yapmaya çalıştıklarının devamıdır...

diye yazdım...

aşağıdaki cevabı aldım...

bilgi ve ilginize...

selam ve dua..

reşad

*

Reşat Bey, İltifatınız için teşekkür ederim. Daha önce de söylemiştim: Çalışmalarınızı takip ediyorum ve önemsiyorum. Allah yâr ve yardımcınız olsun. Önünüzü açsın. Çalışmalarınızla ilgili kapsamlı ve çaplı yazılar yazmak istiyorum. Ancak sanal ortamdaki metinlerden "bir şey anlamıyorum"; yazılı olarak var mıdır bu metinler? Varsa, yazmak, tanıtmak, haberdar etmek boynumuzun borcudur; bunu söylemem bile gerekmiyor. Kalbî selâmlarımla, kardeşiniz yusuf





Sayı: 143 | Tarih: 11.03.2012
Ahmet Altan
Kötü şeyler, iyi şeyler
İskoç Duşu Sanki İyi Yöntem
2657 Okunma
Vahap Alma
Yusuf Kaplan
İslam'sız bir eğitim sistemi düşünülebilir mi?
Bu ülke "müslüman"bir ülke değildir!
1668 Okunma
11 Yorum
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Takıldığım iki konu
İhanet ve cesaret
1373 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Erbakan tankların üzerine niye çıkmadı?
Teslimiyet
1243 Okunma
Tayibet Erzen
Mahir Kaynak
Çin’in stratejisi
Denge
1168 Okunma
5 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
İçimizdeki İbn Sebe'ler
Cemaatler, Tarikatlar Birleşmez
1155 Okunma
Emine Hocaoğlu
Hüseyin Gülerce
Yeni anayasanın cesur bir sahibi var...
Orta Oyunu
1118 Okunma
Zafer Kafkas