Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
26.01.2012
Diyarbakır İçkale’de yapılan kazılarda bulunan kafatası sayısı dün bu yazıya oturduğum sırada 23’e çıkmıştı. Sayı daha da artabilir çünkü JİTEM’den söz ediyoruz. JİTEM, bu ülkenin Kürt sorununu çözme iradesine ipotek koymuş olan çok sayıdaki resmi mekanizmanın en derinlerinden biriydı. Devletin en üst kademeleri tarafından yıllarca varlığı bile kabul edilmeyen ama bu ülkenin Kürt yurttaşları tarafından çok ama çok iyi tanınan resmi bir yeraltı örgütüydü.
Bu kafatasaları, amirleri tarafından kendilerine limitsiz açık çek verilmiş olan bir grup gaddar ve sözümona “zeki”,”kurnaz” ve “işbitirici” subayın, yanlarına bazı itirafçı katilleri alıp Güneydoğu’da acımasız bir devlet terörü estirmiş olduklarının birer kanıtıdır. Öyle ki insanın aklına ister istemez şu geliyor: Diyarbakır gibi bir ilin göbeğinde bu kadar cesedi gömmeye cüret edebildiklerine göre kırsal kesimde kimbilir ne zulümlere imza atmışlardır!
Şaşırtıcı ilgisizlik
Medyada JİTEM kazılarıyla ilgili kaleme alınan yorumların hemen hepsi, haklı bir şekilde, kamuoyunun genel olarak bu vahim gelişmeye fazla ilgi göstermemesini sorguluyor.(Bu noktada dünkü Yeni Şafak’ta Ali Bayramoğlu’nun yazısını atlamışsanız, mutlaka bulup okumanızı öneririm.) İşin çarpıcı yanı, “Kürt kamuoyu” diye tanımlayabileceğimiz kesimler de, özellikle ilk günlerde, bulunan kafatasları konusunda fazla heyecan göstermediler. Daha sonra BDP çevrelerinden, devletin tesadüf eseri bu kafataslarını bulduğu, yoksa faili meçhul cinayetleri aydınlatma gibi bir iradesi olmadığı yolunda açıklamalar geldi. Söylediklerinde haklı olabilirler ama bu neyi değiştirir ki! Eğer savcılık kazıları sürdürüyor, kayıp ailelerin yardımları ve Adli Tıp’ın çalışmaları aracılığıyla kimlikleri saptamaya çalışıyorsa, bu süreci desteklemekten ve İçkale’nin bir örnek oluşturması için gayret sarf etmekten başka bir şey yapmanın anlamı olmasa gerektir.
Fırat’ın doğusundaki Ergenekon
Ergenekon soruşturması ilk başladığında Güneydoğu’yu belirgin bir heyecan dalgası sarmış, Kürt düşmanlığıyla “derin devlet”in en has elemanı haline gelen bazı isimlerin tutuklanmasıyla heyecan doruğa çıkmış ama söz konusu yapının Fırat’ın doğusunda gerçekleştirmiş olduğu gayrımeşru işlerin soruşturmaya sahici bir şekilde dahil edilmemesiyle birlikte umutlar kırılmış, Ergenekon sürecine kuşkuyla bakılır olmuştu.
Ergenekon Davası’nın Fırat’ın doğusuna neden tam anlamıyla uzanmadığı üzerine çok şey söylendi, daha da söyleneceğe benziyor. Şimdilik bu tartışmayı bırakıp İçkale kazılarının yaşanan bu tıkanmayı…
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Uyuyan Güzel
Diyarbakır kazıları, kimlik sorgulamaları, kimlik doğrulamaları, ailelere ulaşma, acılı ailelerin karşı dava açmaları, suçluların araştırılması, arkasından başka bir şeylerin çıkması, o başka şeylerin bildik birilerine uzanması, o birilerinin olağan şekilde tutuklanması, bu tutuklama sürecinin spekülasyonları arttırmaktan başka hiçbir işe yaramaması ve bu arada zamanın işlemesi, sürecin sona ermesi ya da daha popüler bir haberle gündemden düşmesi. Yeni gündem…
Aslında sırada ne olduğunun pek bir önemi yok. Sürekli bir hedeften uzaklaştırma var. Dün Dink davası, bugün Ermeni yasası, yarın kim bilir ne!
Haberlerin içi boşaltılmış, asıl bakılması gereken noktadan o kadar uzaklaştırılıyoruz ki, bir süre sonra sanal sorunlarla dertlenmiş, çözüm çıkmazında boğulmuş oluyoruz. Geçmişle o kadar meşgulüz ki, bugünü yaşayamaz olmuşuz. Günü kaçırıyoruz, yarın zaten doğamıyoruz. Geçmişin kirli dosyalarını temizleme hevesi, birilerinin iştahını oldukça kabartmış olmalı ki, güncel dosyalara hiç sıra gelmiyor. Varsa yoksa Ermeni soykırımı, Dersim katliamı, Sivas olayları.
90 yıllık bir cumhuriyetin özetini bu kadar pervasızca yapanların ya tarih bilgileri kıt ya da vatan sevgileri. Bunun dışında kalan arkadaşları ben Araf hükmünde görüyorum, hatta ‘Hükümsüzdürler!’ deyip, görmüyorum.
Ben sil baştandan yanayım. Bu nostalji kirliliği de iyice kabak tadı vermişken, birileri 2012’de olduğumuzu, artan bir nüfus, kritik bir ekonomi ve gergin bir siyasete sahip olduğumuzu hatırlasa iyi olur. Demem o ki, birilerinin çıkıp Türkiye’yi öpmesi ve O’nu bu gaflet uykusundan uyandırması lazım. Esasında şamara da fitiz lakin beklentileri yüksek tutmakta fayda var.
Türkiye’de yaşanan hukuk çıkmazına birileri adaletin yerini bulması dese de, yapılan şey yara deşmekten başka bir şey değil. O da daha fazla kanama ve nihayetinde iyileşmeme demek. Bugün Türkiye’de yaşayan insanlara yapılmış bir insanlık suçu varsa (hiçbir ırk belirtmeden tamamı için söylüyorum çünkü bana göre çok uluslu bir devletin varisi olan Türkiye Cumhuriyetinde ‘azınlık’ kavramı yoktur. Herkes eşit derecede vatandaştır.) bu ancak yeni bir insanlık anayasasıyla hüküm bulacaktır ve nihayetinde çözüme kavuşacaktır. Onu da Rabbim kime ya da kimlere nasip eder bilinmez ama umarım bu emir onu en çok isteyene verilir, O’nun istediğine değil.